3. Bay Doğru
Tekin, nüfuzlu tanıdıkları ziyaret amacıyla Turhan Bey'le birlikte üç günlüğüne Ankara'ya gitmişti. Birbirimizi çok özlediğimizi dile getirdiğimiz telefon görüşmemizi sonlandırdık. Arkamı döndüm ve bana ağlamaklı bir yüzle bakan Seda'yı gördüm.
"Yapma şöyle." dedim. "Canım burnumda bak valla ağlarım." Benden önce davrandı. Boynuma sarıldı ve salya sümük koyverdi.
Seda evleniyordu. Düğüne iki hafta kalmıştı. Son günlerde birlikte yeni evine götürülecek eşyalarını topluyorduk ve ikimiz de çok duygusaldık. Fakat onun tersine ben süngüyü dik tutandım.
"Işık çok özür dilerim. Ben böyle evlenip gitmek istemiyorum. Vallahi de billahi de istemiyorum."
"Delinin zoruna bak ya. Neler diyorsun?"
"Ben gideceğim, sen yalnız kalacaksın bu evde. İstemiyorum böyle. Sinan'la benim yanıma taşın."
Yalandan güldüm.
"Kocaman eviniz var. Bana bir besleme odası verirsiniz. Aslında güzel fikir."
Kendini toplaması için geri çekildim. Kollarımdan sıyrıldı. Elinin tersiyle yüzünü gözünü sildi.
"Evet, orada da bir odan olacak." dedi kararlılıkla. Suratındaki ifadeye bakılırsa şaka yapmıyor, şakalarımı da gayet ciddiye alıyordu.
"Evlilik öncesi duygusallığı da ne fena şeymiş." diye söylendim. "Sanki gurbet ellere gelin gidiyorsun. Kozyatağı'ndan Sarıyer'e taşınıyorsun şunun şurasında!"
"Kıta var arada, kıta!"
"Abart."
"İçim çok buruk. Atamıyorum içimden..." Ve yine ağlamaya başlamıştı. "Biz seninle birlikte eve çıkmayı ne çok istedik. Yıllarca bekledik. Tam kavuştuk derken..."
Bu kadar duygusallık gerçekten fazlaydı. Aklıma gelen ihmalle gözlerim birdenbire açıldı.
"Bana bak hamile misin sen?"
Şaşkınlıkla geri sıçradı.
"Ne? Yok artık."
Karnını yoklamak istemiştim.
"Aç bakayım karnını."
Seda şimdi kahkahalarla gülmeye başlamıştı.
"Al bak, al. Ağlarken güldürdün beni. Helal olsun."
Hala tam ikna olmadıysam da dümdüz karnını görünce pes ettim.
"İyi oldu bence. Kasvetten içimi kuruttun. Hiç kahve içmedik bugün. Kahve yapıyorum."
"Yap."
Bunca sene beklemişken birlikte bir sene bile yaşayamadan hayatlarımızda yeni bir evreye geçiyorduk. Çok kısa zaman sonra ayrı evlerde yaşayacak olmamız benim de canımı acıtıyordu ama bahar rüzgarıyla efil efil esen balkonda oturmuş kahvelerimizi içerken onu teselli etmeyi tercih ettim.
"Hala aynı şehirdeyiz. Taksiye binsek bir saatte birbirimizin kapısında oluruz ve olacağız da."
"Biliyorum. Sen de aklından çıkarma bunu. Hep gel."
"Geleceğimi biliyorsun. Önce bir git de. Git beni rahat bırak."
"Aşkolsun."
"Ne çok giysin varmış ama ya, el atana kadar farketmemişim. Topla topla bitmedi."
"Çoğunu hiç giymiyorum. Vereceğim."
"E versene madem. Neden enayi gibi topluyoruz?"
"Ayırmam lazım daha. Hiç uğraşasım yok."
"Kesin, net: Yeni ev arkadaşı istiyorum ben. Mümkünse zahmetsiz biri olsun."
"Tekin verelim sana."
"Onun çok gömleği var." diyerek yüzümü buruşturdum. Aldı bizi bir gülme.
"Sahi ne durumdasınız?"
"Ne demek ne durumdasınız?"
"Öyle soruyorum işte."
Neyi sorduğunu anlamamla yüzümün renk değiştirmesi bir oldu.
"İyi." diye mırıldandım. Sesim içime kaçmıştı. Nedense kahve fincanının içindeki kahverengi desenlere bakmak çok daha önemliydi şu an için.
"Bana hamile misin diye sorarken iyiydi. Şimdi sen dökül bakalım."
"Yok ki bir şey."
Çekinik tavrım karşısında ciddileşmişti.
"Biliyorum, seninle daha önce konuşmalıydım bunu ama... ben de çekindim biraz. Geç mi kaldım sormakta? Yoksa çoktan oldu mu?"
Kırmızının çeşitli tonlarına bürünen yüzümü utana sıkıla kaldırdım. Ben de konuşmak istiyordum onunla. Ben de bir türlü fırsatını bulamamıştım.
"Yok, henüz bir şey olmadı." diye geveledim.
"Konuştunuz mu hiç peki?"
"Evet. Ben hazır değilim dedim. O da o günden beri üstelemedi. Yakınız epey, yani birçok şey yaptık ama... tam olarak o şeyi yapmadık."
"Her an her şey olabilir noktasındasınız yani."
"Hiç sanmıyorum." diyerek derin derin öfledim. Seda tepkime şaşırırken tüm ciddiyetini bana vermişti.
"O çok kontrollü biri. Hazır değilim dediğim günden beri saygı duyuyor, bekliyor. Saygı duyması güzel bir şey de, birinin bir hamle yapması lazım artık. Ben dayanamayacak hale geldim."
Seda zor zaptettiği kahkahasını koyverip, bana açık açık gülmeye başladı.
"İlk ciddi ilişkin, kaygılarını anlıyorum filan demeye hazırlanıyordum beni dumur ettin. Hazırmışsın madem, o hamleyi sen yap. Biz size engel olmayalım Işık Hanım."
"Hazır mıyım bilmiyorum ki."
"Muhtemelen yaşanmadan bilinecek bir şey değil."
"Bana zamanında doğru kişiyi bulduğumda bütün sorularımı cevaplayacağını söylemiştin."
"Evet."
"Sence o kişi Tekin mi?"
Kaşları havalandı.
"Bunun cevabını ben veremem bitanem, bir tek sen verebilirsin. Ben sadece seninle gözlemlerimi paylaşabilirim. Sana verdiği değer dışarıdan çok güzel görünüyor. Çok doğru duruyorsunuz yan yana. Sana saygı duyduğu her haliyle ortada. Beklemesi zaten verdiği değerin bir kanıtı. Aranızdaki bağı arttıracak bir şey bu. Yaşayın. Sevdiğin insana güvenmek güzeldir. Sadece şu var; bunu yaşadınız diye kimsenin duyguları değişmeyecek. Tekin seni birlikte olduğunuz için daha çok sevmeyecek. Zaten seviyor seni, birbirinizi sevdiğiniz için bunu yaşayacaksınız. Anlıyorsun beni, değil mi?"
"Anlıyorum. İlişkimizin buna bağlı olmadığının da farkındayım."
"Tekin olgun biri. Yaşının da üstünde bir olgunluğu var. Bu ilişkiye verdiği değeri açıkça gösteriyor."
"Evet, bana kendimi değerli hissettiriyor."
"Doğru kişiyi tanımlayacak olsak sanki yine bu cümleleri kurardık gibi geliyor bana."
Onu onayladım. İçim rahatlamıştı.
"Başka sorun var mı?"
Bir tane daha vardı.
"Ehem..." dedim elime aldığım kahve fincanını evirip çevirerek. "İlk defasında çok acıyor mu?"
Seda gözlerini devirdi.
"Bu ergen soruna tabi ki cevap vermeyeceğim."
Seda'yla Sinan'ın düğünü Mayıs ayının son haftasında, ılık meltem esen bir havada, bahar gülleriyle çepeçevre donatılmış bir bahçede gerçekleşti.
İzmir'de yaptığımız düğün misali kına gecesinden sonra, esas düğün için İstanbul Sarıyer'de kocaman bahçeli bir yalı kiralanmıştı. Sayısı üç yüzü bulan konuklar onar kişilik yuvarlak masalarda ağırlanırken, İstanbul Modern Orkestrası sahne alarak başarılı bir performans sergiledi. Orkestrayı bizimkilere öneren bendim. Yılbaşı gecesi şirket yemeğindeki performanslarını da çok beğenmiş, kuzenimle müstakbel eşinin müzik zevklerine uyacağını düşünmüştüm.
Bütün düğün haftasını Seda'yla dirsek temas mesafesinde geçirip, her an büyüyüp krize dönüşme riski taşıyan aksaklıkları gidermekle uğraştığım için düğün gecesinin ilerleyen saatlerinde artık yorgunluktan bitap haldeydim. Yine de pistte dans eden Seda'yı izlerken, kızını yeni evlendirmiş teyzem gibi mağrur ama gururlu hissediyordum. Gecenin en başında, Seda ve Sinan birbirlerinin gözlerinin içine bakarak birlikte bir ömüre evet derlerken bir miktar ağlamış bile olabilirdim. Seda haftalardır çok çeşitli ruh hallerine bürünmüştü. Kimi zaman çok duygusal, kimi zaman çok endişeli, kimi zaman çok heyecanlı ve an itibariyle görünen o ki çok mutluydu. O mutlu olduğu sürece ben de çok mutluyum.
Ailemin oturduğu en ön masadaki yerimden ayrılıp, kendimi Tekin'in Seda'nın arkadaşlarıyla birlikte oturduğu masadaki sandalyeme bıraktım. Sevgilim, çoktan kravatını çıkarmış, gömleğinin bir üst düğmesini açmış haliyle rakısını yudumlarken çok çekici görünüyordu. Bir kolunu sandalyemin sırtına yasladığında parmakları toz pembe elbisemin sırt tüllerinde geziniyordu. Tek tarafa toplanmış, dağınık örgü yapılmış saçımın açıkta bıraktığı şakağıma öpücük kondurdu.
"Çok güzelsin. Bir yerlere gitme daha fazla. Yanımda kal."
"Yürüyemiyorum zaten artık."
Bilekten bağlı ayakkabımın iplerini çözdüm.
"Her şey yolunda, değil mi?"
"Ayaklarım hariç her şey."
"Senin şu topuklu ayakkabı giyemeyip topuklu ayakkabı giyme ısrarını ne yapacağız?"
Sırf Hasan ilişkimizi öğreneceği için Tekin'in düğüne gelmemesini kararlaştırmamızın ardından tam da şu anda yanımda olabildiği için çok mutluydum. Hasan, Seda'nın eski arkadaşıydı ve benim samimiyetim de düşünülünce normal şartlarda Hasan'ın düğüne çağrılmaması söz konusu değildi. İlişkimizi iş yerindekilerden hala gizlediğimiz için Hasan gelseydi Tekin gelemeyecekti. Ve bu, içim kan ağlasa da, gecenin başına kadar bu şekilde planlanmıştı. Ta ki Hasan, saatler önce arayıp amcasının aniden rahatsızlanması nedeniyle memleketine gitmek zorunda olduğunu haber verene kadar...
Tekin'in anında hazırlanıp gelmesi bir yana, benim arkadaşım sıfatıyla ailemle bile tanışmıştı. Seda'nın önerisiydi bu ve bence çok da başarılı bir hamleydi. Normalde önceden duyurmuş olsam, herkes için bir miktar gergin gelişebilecek bu anı, kendim bile son anda öğrendiğim için bir gülüş bir telaş atlatmıştık. Babam zaten o esnada eniştemle üçüncü kadeh rakısını içmekteydi ve sanırım ne olduğunu, kiminle tanıştığını henüz tam olarak idrak edemememişti. Annem onu yarın bilahare bilgilendirirdi. Asıl şoku annem ve teyzem yaşamışlardı. Henüz bir sevgilim olduğundan bile habersizken birdenbire kendini Tekin'le el sıkışırken bulan annemin gözleri yuvalarından çıkacaktı. Umarım düğünü kaydeden kameralar bu anı yakalamışlardı çünkü üstünden yıllar geçse bile benim için unutulmaz olacaktı.
Hafifçe yana devrilip Tekin'in kolunun altına sığındım. Ben bu adamın tertemiz deniz kokan parfümüne bile aşıktım.
"Ayaklarımın durumu ne kadar kötü olursa olsun, gecenin sonunda bir şövalye gelir ve beni sırtında taşır diye umuyorum." dedim.
Gözleri sevgiyle parladı.
"Kendi evime taşıyabileceksem..."
Bir haftadır baş başa zaman geçiremeyişimiz ikimizi de zorlamıştı.
"Annemler yarın gidiyor sevgilim."
"Hemen yarın olsun."
Ben de sabırsızlık içerisindeydim ve artık o hamleyi yapmaya karar verdiğim için hissettiğim heyecan zihnimi karıncalandırıyordu. Gözlerimin içine tutku dolu bakarken Tekin, aklımdan neler geçtiğini anlayamıyordu tabi ama bakışları onun da günden güne artan bir beklenti içerisinde oluşunu ele veriyordu. Şimdi şu anda göz gözeyken bile yüzüm alev almış yanıyordu. Ne yeri ne zamanıydı, düşüncelerimi zihnimden kovaladım.
Gece sona erip, tüm misafirler dağıldığında Seda'lar kendi evlerinin yolunu tuttular ve teyzem, bir gece öncesinde Seda'yla birlikte yaşadığımız Kozyatağı'ndaki evimize dönene kadar yol boyunca ağladı. Annemle ben ise onu teselli etmeye çabaladık.
"Seni de göreceğim Serpil." diyordu Şehnaz teyzem.
"Ay ben senden beter olurum. Evlenmesin benim kızım."
"Evlenecek göreceksin sen. O çakır gözlü oğlanı pek beğendim."
Teyzemin olmayacak yerde araya Tekin'i sıkıştırmasına inanamıyordum.
"Kızlar susar mısınız?" diyerek ikiliye kaş göz yaptım. Babamla eniştem her ne kadar yarı sızmış olsalar da hala bir taksinin içinde birlikte yol alıyorduk. "Ortada bir şey yok. Beni tanıştırdığıma pişman etmeyin."
"Ben de beğendim çocuğu ama hemen evlenmeni istemiyorum."
"Anne!"
"Aman üf tamam."
Seda ve Sinan ertesi sabah erkenden Bali'ye giden bir uçağa binerek balayı tatiline çıktılar. Annemler ise öğlen uçağıyla İzmir'e döndüler. Günlerden pazardı. Tüm haftanın yorgunluğu bedenimi silindir gibi ezip geçmişti ve açıkçası kalabalık dağıldığı için rahatlamış hissediyordum. Fakat buna eşlik eden bir his daha vardı ki... ondan hiç hoşlanmamıştım. Evin içi boştu. Mutfağı toparladım, banyoyu, odaları, salonu dolaştım. Evin içi hala çok boştu.
Tekin'i aradım.
"Bana gel." dedi. Neredeyse çantamı alıp fırladım evden. Bulduğum ilk taksiye atladım.
Bağımsız Avrupa sineması filmlerinden birini açtık. Tekin severdi böyle ağır ilerleyen, insanı düşündüren filmleri. Geniş salon koltuğuna kucak kucağa uzandık. Dakikalar içerisinde tatlı bir uykunun içine çekildiğimi hissediyordum. Bence bir pazar günü bundan daha huzurlu olamazdı. Gözlerimi kapattım. Yeniden açtığımda hava kararmıştı. Film çoktan bitmiş, Tekin de benim gibi uyuyakalmıştı. Yüzü öylesine masum, öylesine güzeldi, uyandırmaktan korksam da yanağından ufacık öpmekten kendimi alamadım. Hemen uyandı.
Yerimden doğruldum.
"Gitme." dedi.
"Yiyecek bir şeyler hazırlayacağım."
"Gerek yok. Dışarıdan söyleriz."
İtiraz edecek halde değildim. Tekrar yanına devrildim. Yeniden kollarını bedenime sararken omzumdan öptü.
"Film nasıl bitti? Ben daha başında gitmişim." diye sordum.
"Ben de bilmiyorum. Yarısında filan da ben uyuyakaldım."
"Yorucu bir haftaydı."
"Öyleydi." dedi dudakları omzumda gezinirken. "Nasıl hissediyorsun?"
"Biraz buruk... garip açıkçası. Seda seni yalnız bırakmak istemiyorum diye ağlarken onu teselli etmeye çalıştığım için öyle hissetmiyordum ama bugün annemler de gittiğinde gerçekten farkettim yalnız kaldığımı."
"Yalnız değilsin ki ben varım."
Beni daha sıkı saran kollarını sevgiyle ovuşturdum.
"İyi ki varsın."
"İlk defa tek başına yaşayacaksın. Buruk hissetmen normal. Yalnızlık değil bu, tek başına olmak. Bunu da deneyimlemek lazım bence hayatta. İlk başta buruk hissettiriyor. Sonra alışıyorsun. Ben de ilk kez Rüzgar gittiğinde hissetmiştim."
"Başından beri ikiniz aynı evde miydiniz?"
"Hayır, değişik kombinasyonlar denendi. Beş kişi bir arada yaşamak zor. Semih'le Eren birlikte çıktılar. Biz de Tarık ve Rüzgar'la birlikte çıktık. Sonra Tarık Elif'le birlikte yaşamaya başladı. Biz Rüzgar'la kaldık."
"Rüzgar niye gitti peki?"
"O hep gider."
"Nasıl yani?"
"Öyle işte, gider...gitmesi lazım sanırım. Son gidişini babasıyla anlaşamamasına yoruyor ama bu bahanesi bence, bir yerde. Onu hiçbir zaman tek bir yere, bir işe, bir insana adanmış olarak düşünemiyorum. Hepimiz biraz özgürlüğe ihtiyaç duyarız ya onunkisi daha fazla."
"Özlüyorsun."
"Ee öyle tabi. Özletiyor kendini hergele."
"Dönmez mi hiç?"
"Geliyor gidiyor arada."
"Ben Rüzgar gibi birini hiç tanımadım ama bu gibi davranışların temeli biraz olgunlaşmakla ilgili geliyor bana. Bir zaman geliyor insan sakinleşiyor, ağırlaşıyor... yaş diyemiyorum çünkü yaşla pek ilgisi yok. Bir sebep lazım belki. Kimi insan daha erken olgunlaşıyor, kimi hiç."
"Diyorsun ki Rüzgar hiç." dedi Tekin gülümseyerek.
"Tanımıyorum." dedim omuz silkerek. "Genel bir yorum sadece."
"Evet belki de. Belki de bir sebebe ihtiyacı vardır sakinleşmek için. Bağlanmak için o da doğru kişiyi bekliyordur mesela. Varsa tabi öyle biri."
"Umarım vardır. Ve umarım bulur."
Akşam yemeğinde pizza şarap eşliğinde uyuyakaldığımız için yarıda bıraktığımız filmi tekrar açtık. Ödül sezonu için şimdiden adı geçen, yılın iddialı filmlerinden biriydi. Duygusal bir hikayesi vardı. Balkonda oturup şarap içmeye devam ederken üstünde bir süre konuştuk. Tekin'le böyle konuşmalar yapmayı seviyordum. İster bir kitap, ister bir film hakkında olsun düşüncelerin derinliğine dalıyor, ikimiz de bu tarz bir derinlikten hiç sıkılmıyorduk. Çok şeyler öğreniyordum ben ondan ve öğrendiğim her şeyle birlikte ona olan hayranlığım artıyordu. Hayran olduğun kişiyle sevgili olmak harikaydı.
Sigarasının külünü tablaya silkerken, başını hafif öne eğdiğinde yan profilinin ne kadar güzel olduğunu kim bilir kaçıncı kez takdir etmekten kendimi alamadım. Dalgın gözlerle onu izlediğimi farkettiğinde yandan bir bakışla bana döndü.
"Ne düşünüyordun?" diye sordu. Dalgınlığımdan sıyrıldım.
"Sana hayran olduğumu." dedim sözümü sakınmayarak.
"Neden?" dedi sorgularcasına. "Kimim ki ben, bu kadar idealize ediyorsun?"
Özgüvenle ya da egoyla alakası olmayan, mantıklı bir gerekçe sorgulayan, çok Tekin'sel bir soruydu. Gülümsedim.
"Seninleyken kendimi çok huzurlu hissediyorum. Bana hayattan ne beklediğimi sorgulatıyor, daha iyiyi istemem için teşvik ediyorsun. Her şeyi anlatabiliyorum sana. Her konuda konuşabiliyorum seninle. Düşüncelerimin varmak istediği yerde ve hatta daha da ötesindesin. Öğreneceğim hep bir şeyler var senden. Yetmez mi?"
Güldü. Yüzünde duyduklarından memnun, hoş bir ifade vardı. "Anlattıkların yaşla alakalı. Demek ki, senden birkaç yıl önce doğduğum ve bazı şeyleri önden tecrübe ettiğim için çok şanslıyım. Bir bütünlük var aramızda, aynı şeyleri istemenin getirdiği bir tamamlanma. Şimdilik ben gösteriyorum, sen farkediyorsun. Benimle büyüyorsun." Uzandı, dudağımdan minicik öptü. "Acaip mutlu ediyor bu beni."
"Ve hala çok şey var senden öğreneceğim." dedim manidar bir ifadeyle.
Sigarasını söndürürdü. Gözleri gözlerimi buldu, kenetlendik birbirimize. Dayanamadım elimi yüzüne uzattım. Yanağındaki elimi kavradı. Avcumun içini öptü. Mavi gözleri sıcacık bakıyordu.
"Evet, var." dedi.
Kalbim şimdiden normalinden hızlı atıyordu. Yutkundum. Cesaretimi topladım ve,
"Ben hazırım." dedim. "İstiyorum."
Gözlerinin içinde bir ışık yandı, söndü.
"Emin misin?"
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Emin miydim? Seda'nın da söylediği üzere emin olmak mümkün değildi. Yine de kafamı sallayarak onu onayladım. Elimden tutarak ayağa kalktı. Onunla birlikte kalktım ben de. Odasına geçtik birlikte. Yavaş olmasını istiyordum ve o her anın kıymetini bilircesine yavaştı.
Dudakları dudaklarımda oturdum yatağına, dirseklerimin üzerinde geriye yaslandım. Bacaklarım iki yana ayrılırken o da üstüme eğildi, öpüşleri dudaklarımdan yanaklarıma, boynuma doğru bir yol izledi. İçim çekiliyordu. Sweatshirtümün kenarlarını tutunca hafifçe geriye çekildi. Tereddüt etmeden üstümden çıkardım. Becerikli parmakları sırtıma ulaşıp sütyenin kopçasını kolaylıkla çözdü. Ben de onun üstündeki tişörtü çıkardım. Sırtım yatakla buluştu. Artık yarı yarıya çıplaktık ve dudakları boynumdan aşağı doğru bir yol tutturmuştu. Gittikçe sıklaşan nefesim, ara ara dokunuşlarının şiddetinden kesiliyordu. Gecenin sessizliğinde kendi sesimi duyabiliyordum ve bu beni daha da heyecanlandırıyordu.
O beni, dudaklarıyla talan ederken, benimse ellerim saçlarında, omuzlarında, sırtında geziniyordu. Teni o kadar güzeldi ki, ona dokunmak bile beni baştan çıkarıyordu. Yüzü yüzüme doğru yükseldiğinde güzelliğinden başım döndü. Yeniden dudaklarımız buluştu. Ellerim içgüdüsel bir şekilde ve sabırsızca aşağılara doğru uzandı. Eşofmanının belini tuttum. Gözleri hafifçe irileşti. Elimi durdurdu.
"Daha değil." dedi. Ölüyordum. Bu yoğunluk beni yok edecekti. Bildiğim tek şey, kendimi onun kontrolüne bırakmam gerektiğiydi. Üstümden doğruldu. Yarı karanlıkta ben onun öpüşmekten şişmiş dudaklarına, darmadağın saçlarına büyülenmiş şekilde bakarken kotumun düğmesini çözdü, fermuarı açtı. Benim az bir tepinmeyle eşlik etmem sayesinde üstümdeki kottan kolaylıkla kurtuldu. Hala iç çamaşırım vardı üzerimde ve bu sanırım hala bir kontrol noktasıydı. Kendimi kontrol edebilirdim. Hala vazgeçebilirdim örneğin çünkü biraz daha ileri gidersek heyecandan kalp krizi geçirecektim. Dudakları ayak bileğimden başlamak üzere kasıklarıma kadar öpücükten bir yol çizdi. Sonra aynı hareketi diğer bacağımda tekrarladı. Bu kez öpücükleri biraz daha ileri gitmişti, o mahrem bölgeye yaklaştığında gıdıklanarak kasıldım. Bakışları yüzüme döndüğünde gülümsüyordu. Az önce dudaklarının değdiği yeri eli devraldı. Gıdıklanmadım bu sefer ama daha çok kasıldım. Gözleri gözlerimde, elinin tersini tenimde sürükleyerek biraz daha ilerledi. Tam olarak oraya dokunduğunda gözlerimi sımsıkı kapattım. Eli çamaşırın içine girdi. Ellerimi yüzüme kapattım. Bir süre öylece kaldım.
Birdenbire temasın kesildiğini hissettim. Gözlerimi açtım. Üstümden çekilmiş, ayağa kalkmıştı şimdi. Eşofmanını ve boxer'ını aynı anda çıkardı. Çok kısa bir an karanlıkta onu gördüm. Gözlerim neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. Kesilen nefesimin yerine hiç yeterli gelmeyen bir nefes aldım. Yok yok, nefes alamayacak kesin bayılacaktım. Üzerimdeki çamaşırı da aynı çabuklukta çıkardı.
Artık çırılçıplaktık ve bu bana hiç tahmin ettiğim gibi hissettirmedi. Utanıyordum evet ama bu, korkunç ya da kaçıp gitmek istermiş gibi değildi. Çok yoğun bir merak duygusu sardı dört bir yanımı. Artık onu hissetmek istiyordum. Daha fazla beklemeden. Çünkü biraz daha beklersem, şu an hissetmediğim o korku bir yerlerden peyda olabilir ve beni vazgeçirebilirdi.
Yüzü yüzüme gelecek şekilde beni altına hizaladığında, dudakları bir kez daha dudaklarımı kavradı. Ellerim gövdesinin iki yanında, ona sımsıkı tutunuyordum. Birdenbire mavi gözlerini açtı ve bana tüm dünyamı maviye bulayan çok yoğun bir ifadeyle baktı.
"Aşkım..." diye fısıldadı. "Hazırlıksızdım bunun olmasına. Prezervatifim yok. Sen de korunmuyorsun. Dikkatli olmaya çalışacağım."
Ne demek istediğini bilmiyordum ama kafamı sallayarak onu onayladım.
Ödüm patlıyordu. Bir kelime daha ederse vazgeçebilirdim. Oysa tüm zerrelerimle onu istediğimi biliyordum. Bu ne yaman bir çelişkiydi.
Ben çelişkiler içerisinde kıvranırken daha fazla bekletmedi, birdenbire keskin bir acıyla içime girdi ve bekledi. Kollarını sıkıyordum. Evet acımıştı ama büyülü bir yanı da vardı. Sevdiğim adamla bütünleşmenin getirdiği çok yoğun bir histi bu.
"İyi misin?" diye sordu.
"Evet. Biraz acıdı." dedim. Kafasını salladı.
"Şimdi hareket etmeliyim."
"Tamam."
Yavaşça geri çekildi, sonra hızlı bir şekilde yeniden bastırdı. Bu noktada benden minik bir nida döküldü. Dudaklarıma okşayıcı bir öpücük bıraktıktan sonra aynı hareketi tekrarladı. Beynim yoğunluktan uyuşmuş gibiydi. Seri hareketlerle gidip geliyordu. Artık canım yanmıyordu. Tüyler ürperten bir zevkin içindeydim. Onun da kaskatı kesilmiş yüzünde benim hissettiğime benzer bir ifade vardı. Derin bir soluğu koyvererek,
"Işık!" dedi, hislerini anlatamayarak tekrarladı, "Işık!"
Ne demek istediğini anlıyordum. Bu öylesine mükemmel bir histi ki, bunca zaman nasıl bekleyebildiğime hayret ediyordum. Birbirimizin adını sayıklarken gözlerim kararıyordu. Saniyeler sonra artık dayanamayarak içimden çıktı. Gözlerimin önünde onu gördüm. Beyaz sıvı akıp giderken nefesini tuttuğunu farketmemiştim. Uzun bir soluğu koyvererek yanıma yığıldığında bedeni belli belirsiz titriyordu. Şaşırtıcıydı çünkü odanın içi sıcaktı ve ikimiz de ter içindeydik.
"Üşüyor musun?" diye sordum. Gülümseyerek kafasını iki yana salladı.
"Birazdan geçer." Gözlerini kapadı.
Yanımda uzanırken, mermerden oyulmuş bir tanrı heykeli gibi kusursuz görünüyordu gözüme. Öylesine güzel ve bir o kadar da savunmasızdı. O benimdi. Ben onundum. Birkaç saniye sonra gözlerini açtı. Sıcak bir gülümsemeyle birlikte beni kollarına aldı, dudağımdan minicik öptü.
"İyi misin?" diye sordu. Kollarının arasındaydım, iyiydim.
"İyiyim. Ama ortalık biraz battı sanırım." dedim. Bu durum bana biraz mahcup hissettiriyordu.
"Sorun değil." diyerek gülümsedi. Dudaklarıma tatlı minik öpücükler konduruyordu. "Böyle düşüneceğimi ummazdım ama benim olman... yani ilk kez... benim olman..." Kalbim patlayıp gidecekmiş gibi hissediyordum. "bu çok özeldi Işık. Bana çok farklı hissettirdi."
Bu kez onu ben öptüm.
"Seni bekliyormuşum." dedim gülümseyerek.
"Sana layık olmak istiyorum." dedi tutkuyla. "Ömrümün sonuna kadar, sen de izin verirsen elbette, bu güvene layık olmak istiyorum."
Kafamı sallarken gözlerimi kapattım. İçim sevinçle, heyecanla dolup taşarken yüzümü boynunun kuytusuna gizledim.
Kalbim kalbinin üstünde atıyordu ve bana kalırsa dünyada bundan daha güzel bir duygu yoktu.
**********
Sonraki hafta sonu balayı tatilinden dönen Seda'ların evine yemeğe gittik.
"Salatayı şimdi yapmaya başlayayım mı?"
"Başla başla. Fırını da beş dakikaya kapatacağım."
"Tamam."
Erkekler salonda maç izliyorlardı. Seda sesinin tonunu alçaltarak,
"Ee anlat bakalım, bir gelişme var mı?" diye sordu.
"O iş halloldu." dedim. Gözleri büyüdü.
"Şaka yapıyorsun!"
"Yapmıyorum."
"Nasıl oldu hemen anlat!"
"Ben başlattım."
Salondaki maç bitmiş miydi? Erkeklerin bağırdığını duymuyordum.
"Ee nasıldı?" Yüzüm al al olmuş yanıyordu.
"Büyülü." Seda elini açtı,
"Çak bir beşlik." Tam biz çakışırken Tekin mutfağa girdi.
"Neler oluyor burada?"
"Aşkım yemeğin tadı müthiş olmuş onu kutluyorduk." dedim. Bana kalırsa yüzüm yalanımı ele veriyordu. Seda muzurca gülüyordu.
Haliyle Tekin pek ikna olmamıştı ama uzatmadı.
"Masaya getirin birlikte kutlayalım."
Bu esnada Sinan da mutfağa girmişti.
"Nerede kaldınız ya? Ölelim mi biz açlıktan?"
Yemek soframız her zamanki gibi neşeliydi. Bali tatilinin detayları insanın içini ısıtıyordu. Laf lafı açtı, sohbet uzadı. Gece ilerledi. Sinan onlarda kalmamız konusunda ısrarcıydı.
"Kalsanıza oğlum. Sabah kahvaltı ederiz."
"Sabah geliriz abi. Şimdi evimize gidelim."
Seda muzurca Sinan'a doğru mırıldandı.
"Bırak gençleri evlerine gitsinler." Ona gözlerimi kocaman açarak baktım. Sinan anlamamıştı. Israrını sürdürüyordu. Nihayet pes edip gitmemize müsaade etti.
O gece yatakta uyku modunu almış, sarılmış yatarken Tekin saçlarımın arasından,
"Seda'ya bizim hakkımızda neler anlatıyorsun bakayım sen?" diye sordu.
"Hiçbir şey sevgilim." dedim konuyu hemen kapatmanın telaşıyla: "Çok uykum var."
"İyi uykular sevgilim." diye mırıldandı, tatlı sitemkar bir edayla. "İyi uykular."
Yazın en tatlı günleri hüküm sürüyordu. Seda'ların evinin bahçesi muhteşemdi. Boydan boya camlı salonun cam kapıları açılarak çıkılan bu rüya gibi bahçede Seda'nın kendi seçtiği kumaşlarla yastık diktirdiği bambu koltuk takımı ve bir tane salıncak koltuk vardı. Yemyeşil çimenlerin üzerinde evin köpeği Domino özgürce hoplayıp zıplıyor, bize şirinlikler yapıyordu. Erkekler mangalla uğraşıp sohbet ederlerken biz de Seda'yla koltuklara yayılıp manzaranın ve güzel havanın keyfini çıkardık. Ortamın güzelliği beni içmeden sarhoş etmişti. Kulağım Seda'da, ayaklarımın dibine kıvrılan Domino'yu severken kısacık bir an Tekin'le göz göze geldik. İkimizin de geleceğe dair düşleri ve hevesleri vardı. Bu büyülü günü yaşadığımız ve göz göze geldiğimiz o an sevdiğim adamla aynı hayali paylaştığımızı hissettim. Yerde ve gökte maviyi, kalbimde ve geleceğimde dolu dolu maviyi hissettiğim bir andı.
Sonbahar hareketli başladı. İstanbul Teknik Üniversitesi yüksek lisans başvurumu kabul etmişti. Yapılacaklar listesine bir tik daha koyabilirdim. Haftada iki gün derse gitmek üzere işten birer saat erken çıkmam gerekecekti. Kendisi de bir İTÜ mezunu olan Turhan Bey talebimi kolaylıkla onayladı.
Şirketimi seviyordum. Birinci yılımı doldurmuştum. Geçen bir yılda hayatımın güzelleşmesinin en büyük sebebiydi işim. Erken çıkma iznini almıştım almasına fakat toplu taşımayla Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçmek uzun zaman alacağından kendime ait bir aracımın olmasının zamanı gelmişti. İlk planda düşük devirli bir motorsiklet almayı düşündüm. Bu fikrim ailem ve Tekin tarafından şiddetle reddedildi. Hepsi şehir trafiğinde motorsikletten korkuyordu. Bu yüzden biriktirdiğim paramı babamın maddi katkısıyla birleştirip bir araba almaya karar verdim.
Belirlediğim bütçe üzerinden günlerce süren araştırmalar sonucunda füme renkli eski ama temiz bir Audi A3 bulduk. Tekin bunun kadınlar için ideal bir araba olduğunu söylüyordu. Arabam benim de içime sinmişti. İlk iki hafta alışmaya çalışarak yakın yerlerde pratik yaptıktan sonra bir cumartesi sabahı Tekin'in yanımda oturarak bana destek olması sayesinde Beşiktaş'ta oturan Tarık'ların evine kadar sürdüm.
Onları evden alıp, birlikte dışarı çıkarken yine benim arabamı aldık ve bu sayede otoban trafiğine iyice alıştım. Hata yapacağım korkusuyla her kafadan bir sesin çıktığı ve benim paniklediğim o kabus anları geride bıraktığımda işimi görecek derecede sürebiliyordum artık.
İş yerinde yoğunluğumuz artmıştı. Akşamları Tekin'in ya da benim evimde oturup, okuma gözlüklerimizi takıp çalışmaya devam ediyorduk. Bazen birimizden biri çalışmıyorsa diğerimiz eline kitabını alıp, sessizliği koruyordu. Onun evin içinde varlığı bile bana huzur veriyordu. Kendi evinde kaldığı gecelerde evim gözüme çok boş geliyordu. Neredeyse hiç ayrı kalamaz olmuştuk. Bir gece yine kaptırmış çalışırken,
"Aşkım yorulmadın mı?" diye sordum. Sıkıntılı bir öflemeyle sırtını geriye yasladı.
"Yorulmak ne kelime? Beynim sıvılaştı."
"Bir kahve daha yapayım mı?"
"Yok aşkım. Uykun geldiyse sen yat ama. Benim biraz daha işim var."
Oturduğum yerden kalktım. Sandalyesinin başına geçip, omuzlarına masaj yaptım. Kasları resmen katı kesilmişti. Dokunuşumla gevşeyip başını yana yatırdı.
"Bitmiş haldeyim." diye mırıldandı. Kafasına bir öpücük kondurdum.
"Evet. Belli oluyor."
Normalde sormazdım. Çünkü o hep çok çalışırdı. İşine tutkusunu biliyordum. Ancak geceler boyu bu şekilde sabahlamayı sürdürdüğü için bu kez farklı bir şey olabileceğinin farkındaydım.
"Ne üzerinde çalıştığını bana da anlatmak ister misin?"
O gece bana şirketin çok büyük bir ihaleye girme ihtimalinden bahsetti. Henüz sadece o biliyordu çünkü proje çok gizliydi. Turhan Bey Ankara'daki bağlantıları sebebiyle duyumu çok önceden almış, hazırlanacak olası teklif için Tekin'den bir planlama taslağı hazırlamasını istemişti. Ve benim manyak sevgilim bu taşın altına tek başına girmekten rahatsızlık değil aksine heyecan duyuyordu. İhaleyi alırsak bu iş büyük bomba olacaktı ve Tekin sadece bana itiraf ettiği bu büyük olaya hazırlıklı olmamı istiyordu. Oysa ki ben, Gülçin tarafından var güçle engelleneceğimi bildiğimden onun kadar heveslenemiyordum.
Pazartesi sabah toplantıda Turhan Bey, ihaleyi açıkladığında haber şirkete bomba gibi düştü. İşin sürpriz yanı, proje için çalışacak ekipleri müdürlerin inisiyatifine bırakmamış, doğrudan kendi belirlemişti. Dizayn ekibinde adımı duyduğum anda şaşkınlığıma engel olamadım. Tekin çok sakin görünüyordu. Her zamanki gibi hepimizin en az bir adım önündeydi. Ve artık bunun neden olduğunu biliyordum. Bir kez daha ona duyduğum hayranlığı tüm hücrelerimde hissettim.
Kolları sıvadık. Teklifi hazırlayıp göndermemiz bir ay sürdü. Bu bir aylık süreçteki tempomuzu ancak yaşayan anlardı. Başımızın üstünde bir kum saati ve sırtımızda bir kırbaç bekliyormuşçasına çalıştık ve çalıştık. Az uyunmuş gecelerimizin sabahında Tekin'i minik göz altı torbalarından öperek uyandırıyordum. Tüm yorgunluğuna rağmen öylesine motiveydi ki onun enerjisi beni de canlı tutuyordu.
Teklifi titizlikle tamamlayıp gönderdikten sonra bekleme sürecimiz başladı. Proje üç aşamalı yürüyecekti. İlk etabı için devlet Japon bir şirketle anlaşma sağlamıştı. Kalan iki etap için ülkenin en büyük şirketleri kıran kırana yarışıyordu. Bizim hazırlığımızdan bağımsız olarak Turhan Bey siyasi ilişkilerini de devreye sokmuş, Ankara-İstanbul arası sayısız bürokratik görüşme için gider gelir olmuştu ve bu görüşmelerin bazılarında Tekin'i de yanında götürüyor, paha biçilemez tanışıklıklar edinmesini sağlıyordu.
Çok heyecanlı bir süreçti.
Sonuçların açıklandığı ve ihaleyi kazandığımızı öğrendiğimiz gün, ofiste adeta bir bayram havası yaşandı. Tepsilerle baklava geldi. Yedik, içtik, kokteyl tadında bir gün geçirdik. Teklifi hazırlayan hazırlamayan hepimiz birbirimizi kutladık. Ben böyle bir kutlama hiç görmemiştim. Tekin'in telefonları susmak bilmiyordu. Artık ahbabı haline gelen müşterilerimiz dahi arayıp tebrik ediyorlardı. Bir ara fırsat bulup bana mesaj attı.
"Rüzgar geri dönüyormuş."
Haliyle bir şey anlamadım. O da açıklayıcı olamadığını farketmiş olmalı ki ikinci mesajı attı,
"İhalenin diğer ortağı Buldanlı İnşaat seçildi. Benimle beraber çalışma fırsatı kaçmazmış, geri dönüyor."
Heyecandan projenin açıklanan diğer sonuçlarına hiç bakmadığımı bu sayede farketmiştim. Tekin iki arada bir derede bu haberi paylaştığına göre çok sevinmiş olmalıydı. Ailenin şımarık çocuğu eve dönüyordu. Bana düşen onun sevincini paylaşmaktı.
Teklif sürecinin ardından gelen rahatlama dönemini Tekin'in projenin genel müdürü ilan edilmesi taçlandırdı. Bundan sonra planlama müdürü görevini Hasan, dizayn müdürü görevini Gülçin yürütecekti. Nihayet hakettiği ünvana kavuşan Hasan için de bir o kadar sevinmiştim.
Yeni görevinin sorumluluğu Tekin'i ful kapasitesi işine yoğunlaştırdı. Bense kendimi tatil bile yapmadan geçen bir yazın ve proje hazırlığıyla geçen bir ayın ardından çok yorgun hissediyordum. Bir yandan okula devam ettiğim için, şehir dışına kıpırdayacak vaktim yoktu ama şehir içinde biraz eğlenip kafa dağıtmaktan zarar gelmezdi. Mevsimlerin en güzeli sonbahar İstanbul'a çok yakışıyordu ve şehirde katılacak sayısız etkinlik vardı. Eskiden olduğu gibi Seda ve Sinan'la, Tekin'le olduğumdan daha fazla zaman geçirmeye başlamıştım. Bu elbette Tekin'in hiç hoşuna gitmiyordu ama kafası işle çok meşgul olduğundan benimle uğraşamıyordu.
Bir haftasonu daha Seda ve Sinan'ın arkadaş grubuyla, canlı müzik dinleyip içerek başladı. Cumartesi öğlen kahvaltısı, akşam üstü sinemaya gitmece, çıkışta konser şeklinde devam etti. Tekin'in aramamasından bana karşı tavırlı olduğunu hissedebiliyordum. Fakat kuzenimle olduğum ve onu küçük düşürecek herhangi bir davranışta bulunmadığım için tavır yapmasına da anlayış gösteremezdim. Bu yüzden ben de onu aramadım. Böylece iki günü karşılıklı trip atarak geçirmiş olduk. Pazar gecesi geç bir saatte evime döndüm. Yorgunluktan yatağa patates çuvalı gibi devrilerek uyuyakaldım.
Çok normaldi. Bence gayet normaldi. Ertesi sabah çalan alarmımı kapatıp uyumaya devam etmem de bir o kadar normaldi, insaniydi. Fakat daha önce hiç başıma gelmediği için hazırlıklı olmadığım bir olaydı.
Hayatımda nasıl bir kelebek etkisi yaratacağını ise tahmin etmem o an için imkansızdı...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top