23. Boşanma

Hayatta hiçbir zaman olmak ya da olmamayı seçmek gibi bir ikilemin içerisinde olmadım. Hiçliğin kıyısına gidip döndüğüm her defasında, en karanlık anımda bile yine de yaşamaktan yana durdum. Seçtiğim ve yaşadığım ya da başıma gelen her şeye rağmen hala çarpan, kırık ama dirençli bir kalbim vardı. Ruhum derin yaralar almıştı. Yine de çabalıyordum, yaşıyordum.

Fakat kendi dudaklarımdan dökülen son cümleyle birlikte nedense kendi intiharım gerçekleşmiş gibi hissediyordum.

Üç kelimelik bir cümleydi. Neden bu kadar zordu dile getirmek?

Çünkü o son cümlenin altında yatan anlamlar, gurur kırıklığı, sonsuz anılar ve ziyan olup gitmiş yıllar çok ağırdı. İçimde sürüp giden bir muhasebe vardı...

Seni seçmedim Rüzgar, seni değil Tekin'i seçerken herkes için ama en çok kendim için doğru olanı seçtiğimi düşünmüştüm. Yıllar bana ne kadar yanıldığımı ince ince işleyerek gösterdi. Bu son darbeyle birlikte bana değer verdiği için seçtiğim adamın gözünde ne kadar değersiz olduğumu gördüm. Sen, beni pamuklara sarar, bulutların üstünde taşırdın. Tekin'le yerin yedi kat dibini gördüm.

İşte bu yüzden çok zordu ona söylemek.

"Bana tecavüz etti."

Sözcükler aramıza bomba misali düştü. Cümlemi bir şok sessizliği izledi. Ölüm sessizliği. Rüzgar'ın gözlerinde asılan bir adamın silüetini gördüm.

Her ne kadar öğrenmek için ısrar etmişse de bunu duymayı beklemediği veya istemediği ilk anda yüzünde beliren ifadeden belliydi. Kaşları havalandı, gözleri büyüdü. Konuşamadı bir an. Sonra bir şey söyleyecek gibi oldu, vazgeçti. Bense herhangi bir şey söylemesini ya da sormasını istemiyordum. Anlatması bu kadar zorken kurabildiğim ilk cümlenin devamını getirmem gerekiyordu.

"Cumartesi akşamıydı, onu eve çağırmıştım."

Bir saniye. Bir nefes aralığı kadar süre durdum. İçimde çığlık atan bir ses "Onu eve çağırdın, Işık" diyordu bana.

Hata sende.

O sesi susturmak istiyordum. Kendi kendimi suçlamaktan kurtulmak, zihnimdekini olduğu gibi ona anlatmak istiyordum. Gözlerimi halıdaki bir desene diktim ve az öncekinden daha hızlı şekilde konuşmaya devam ettim.

"Boşanacağın adamı eve niye çağırdın diyebilirsin. Kulağa yanlış geldiğinin farkındayım. Ama haftalardır-"

"Işık." dedi sözümü kesme girişimiyle.

"-aramızda gidip gelen bir boşanma sözleşmesi var."

"Işık." dedi bir kez daha. Ellerimi yüzüme kapattım. Oysa kulaklarımı da kapatabilirdim çünkü onu duymamış gibi devam ettim.

"Anladığımı sanıyorum ama aslında anlayamıyorum. Artık onu tanıyamıyorum. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynadı, dalga geçti benimle. Ben de işte bu yüzden, bu sürtüşmelerden çok yıprandığım için çağırdım onu. Son bir kez konuşmak için. Ama düşündüğüm gibi olmadı." Fısıldarcasına tamamladı dilim. "Hiçbir şey."

Bakışlarımı yerden kaldırdım. Öfke vardı yüzünde. Ve bir de... öyle bir ifade, öyle bir yoğunluk vardı ki, kalbime hiç iyi gelmiyordu. O yoğunluk beni hiç istemediğim şekilde örseliyordu.

Duraklamamı fırsat bilerek nihayet söyleyebildi düşüncesini.

"Demem. Boşanacağın adamı neden çağırdın demem. Yanlış yapmışsın demem. Seni yargılamam. Suçlu gibi anlatma. Hatta anlatma fazla. Daha fazlasını duymak istediğimden emin değilim artık."

Ellerine baktı. Ben de ellerine baktım. Öfkeden titrediğini gördüm. Hemen sonra yumruk yaptı. Çok fazla şey duymuştu bu gece. Belki düşündüğünden, tahminlerine sığdırdıklarından daha fazlasını. Duyduklarına tahammül edemiyor olabilirdi ama ben onun sadece bir gecedir tahammül edemediği hislerle beş senedir yaşıyordum. Kalbim mi çarpıyordu güm güm yoksa başım mı zonkluyordu, yoksa aynı anda ikisi birden mi? Ayırd edemiyordum. Fakat bir kez başlamışken o geceyi anlatmak istiyordum. Anlatmak ikimize de iyi gelmeyecekti yine de anlatmak istiyordum.

"Sen istedin. Sen ısrar ettin anlatmam için. Şimdi durdurma, bırak anlatayım." dedim kararlılıkla.

Sözcükler canımı acıtıyordu. Ve onunkini de acıtacaktı. Yine de emindim ne istediğimden. Yüzündeki öfkenin karanlığına bu kez hüznün gölgeleri karıştı. Dinlemek istemiyordu ama benim isteğime saygı duymayı seçti. Belki de bunun bana sözünü verdiği üzere bir yardım etme biçimi olacağını anladı. Kafasını ağır ağır, onaylayarak salladı. Bu kez müdahale etmeden, harcadığım son nefese dek dinledi.

"Yemek yedik. Konuştuk. Bütün gece konuya girmeye çalıştım, o ise bambaşka bir ruh halindeydi. Sanki barışacakmışız gibi. Ya da ben kararımdan vazgeçecekmişim gibi. Başka bir yerdeydi o besbelli. Kavga etmeden konuşabiliyor olmak iyi geldiği için ona zaman tanıdım. Gece uzadı, uzadı. Sonunda konuyu açmayı başardım. Ama o yine başa sardı. İlk tanıştığımız zamanlara, en başa. Baktım onu oradan çıkaramıyorum, işte o zaman ona, onun o anılara dalıp gittiği geçmişte bir başkasına aşık olduğumu itiraf ettim. O Japonya'dayken. Çok yanlış bir şey yaptığımı şimdi görebiliyorum. O an öyle gelmedi. Gecenin tonu o noktadan sonra değişti. Belki bu son tetikleyici oldu. Belki zaten planladığı bir şeydi? Bilemiyorum, çıkamıyorum artık içinden. Düşündükçe boğuluyorum düşüncelerimin içinde. Çünkü sakin karşılamış gibiydi, şaşırtacak kadar sakin. İkimiz de alkol almıştık, onun verdiği bir dinginlik vardı belki. Son sözlerimizi söyledik. Veda ettim kendimce. Sonra salonda koltuğun üzerinde sızmışım. Beni odama götürmek için yerimden kaldırdı. O anda bile şüphelenmedim hareketlerinden. Çünkü biz, epey oldu Rüzgar biz uzun zamandır ayrı yatıyorduk onunla. Evleri ayıralı bile epey oldu, yani, daha önce de alkol aldığım ve onun odama gitmeme yardım ettiği zamanlar oldu. Şüphelenmedim. Ama düşününce, kendimde de sayılmazdım. Yatak odasına çıkardı beni. Gitmedi. Git demeye bile mecalim yoktu. Gitmedi. Sonrası karanlık... çok..."

Tıkandım. Derin bir nefes çekmek istedim içime. Yapamadım. Yarıda kaldı. Sözün bittiği yerde, zihnimde, o gecenin geri kalanı bir film şeridi gibi akmaya devam etti. Yüreğimdeki acı tazelendi bir kez daha. Utandım. Hiç istemediğim halde çok utandım başıma gelenden. Rüzgar'ın güzel yüzüne bakmayı daha fazla sürdüremedim. Gözlerim kapandı. O zaman yanaklarıma dökülen sıcak yaşları hissettim. Ve bir de yanaklarıma değen, yaşları silen sıcacık elleri.

"Ağlama." dedi usulcacık bir sesle. Yaşları yutkunarak gözlerimi araladım.

Yüreğimde hissettiğim çözümsüz, karmaşık, tarifsiz duygular döküldü gözlerimden. Kalbimi ellerine bıraktığım adamın elleri yanaklarımdaki yaşları silmeye devam etti. Gözlerinde gözlerimdeki kederin yansımasını gördüm.

"Sen mutlu olacaktın Işık. Ben sana, sen mutlu olasın diye arkamı döndüm. Hazmedemiyorum. Onun sana yaşattıkları yüzünden dökülen bu yaşları hazmedemiyorum. Ağlama."

Kafamı salladım onaylamak istercesine ama beceremedim. Yaşlar bir kez daha akıp gittiler. Bunca zamandır dilimin ucuna dizilip dizilip geri yuttuğum sözcükler de tıpkı akan yaşlar gibi tutunamadılar daha fazla, onlar da döküldüler.

"Olamadım. Olamadım Rüzgar. Sen gittin. Mutluluk da seninle gitti. Ben bir başkasına aşık olan bir adamla evli kaldım. Anne olmak istedim, olamadım. Gitmek istedim, gidemedim. Kalamadım da. Kendim olmak istedim, onu dahi beceremedim. Yapamadım. Sen gittin. Ben mutlu olamadım."

Bütün gece dokunmamıştı bana. Eskiden, çok eskiden bir adam vardı, eli elime değmeden duramazdı yanımda. Bir eli hep elimde, bacağımda, omzumda, sırtımda. Birbirimize dokunmadan duramazdık. Birlikte ağlarken, birlikte gülerken, birbirimizde eriyip giden iki ruh tek bedenken... ne kadar çok şey geçmiş bizden, diye düşünürken... birdenbire kollarındaydım. Çok hazırlıksız yakalanmıştım buna. Sımsıkı sarıldı bana acımı çekip almak istercesine. Sarıldı, sarıldım, kaldık. Tekin'in harap ettiği bedenimin onun dokunuşundan rahatsız olacağını, kaçmak isteyeceğimi sanıyordum ama öyle olmadı. Kalbim yerinden çıkarcasına atıyordu. Karıncalandı tüm bedenim. İrkildim de. Yine de beni çektiği yerde öylece kaldım.

"Geçti." dedi, içime dolan, yatıştıran sesiyle. Tekrarladı peş peşe. "Geçti. Geçti. Geçti."

Yavaş yavaş nefeslerim yatıştı. Çenem omzuna yaslandı. Gözlerim kapandı. Sıktım gözlerimi. Hala sıyrılamadığım kollarındayken yenemediğim bir küçük düşmüşlük hissi beni yuttu. O çoktan geçmişin üstesinden gelmiş, yoluna devam edebilmişken ben ona ne kadar yenik, yıkık bir halde oluşumu ve dahası onsuz hiç mutlu olamadığımı itiraf etmiştim. Bu hissi yenebilmem, utancımı Rüzgar'ın yüzüne yeniden bakabilecek kadar kontrol altına alabilmem biraz zaman aldı. Sonra kollarından sıyrıldım.

Tekrar yüz yüze baktığımızda gözlerindeki acı hissettiğim utancı perçinledi. Benim için üzülmesini istemiyordum. Perişan, acınası biri olmak istemiyordum. Nasıl bir eziktim ki dünya benden ibaretmiş gibi sadece kendi dertlerimi ortalığa döküp saçıyordum. O ise, kendiyle ilgili hiçbir şey anlatmamıştı bütün gece. Çünkü devam edebilmişti. Çünkü benim bıraktığım yerde, bıraktığım duygularda değildi. Vicdanlı biriydi. Bense muhtaç durumda olan eski bir tanıdıktım sadece.

"Sözlerimden ötürü yanlış bir düşünceye kapılmanı istemem. Geçmiş geçmişte kaldı. Bu akşam, bütün akşam söylediğim gibi bu hayatta artık kendim olabilmekten, kendi ayaklarımın üstünde durabilmekten başka hiçbir isteğim yok." diyerek az önce batırdığımı biraz olsun toparlamayı denedim.

Az önce ne söylemiş olursam olayım, bunun bir şeyi değiştirmeyeceğinden, onun kendi yolunu çizmiş olması gibi benim de kendi yolumda yürüdüğümden emin olmasını istiyordum.

"Ve olacaksın da." diyerek beni onayladığında biraz olsun rahatladım. Sonra, "Sen çok güçlüsün Işık." dedi. Oysa benim hiç inanmadığım bir cümleydi. "Yaşadığın her şeye rağmen yıkılmayıp kendi ayaklarının üstünde durmanın mücadelesini veriyorsun. Seni yanlış anlamam, ancak saygı duyabilirim."

Ne söyleyeceğimi bilemedim bunun üzerine, o devam etti.

"Yapman gereken tek bir şey var: En kısa zamanda, hemen boşanmak. Ancak ondan sonrasında istediğin yolda yürüyebileceksin. Ben sana sadece bu yolunda yardım edebilirim." Durakladı. Reddetmeyeyim diye ikna etmek istercesine, tane tane devam etti. "Tekin'in sana yaşattıkları için, kıymetini bilmediği her şey için ödemesi gereken bir bedel var. İzin ver sana bu konuda yardım edebileyim."

Nasıl bir yardım düşünüyordu, aklından geçeni okuyamıyordum ama karanlık bir düşünceydi, hissedebiliyordum.

"Nasıl?" diye soruşum sadece meraktan ileri geliyordu.

"O da bana kalsın."

"Hayır Rüzgar. Benden ötürü planladığın bir şey bu, ben de bilmek zorundayım."

Tereddütlüydü ama sonra söylemeye karar verdi.

"İnandığı, taptığı ne varsa alabilirim elinden." dediği an anladım, hayrete düştüm ve kafamı iki yana salladım. "Bastığı zemini çekebilirim ayaklarının altından." dedi. Kafamı iki yana salladım. "Onu rezil edebilirim. Üstelik bunu yapmaktan daha çok istediğim bir şey yok Işık. Bana izin ver."

Tekin'in dini işiydi, sadece işine tapardı. Tüm gücünü, tüm emeğini harcadığı şirket onun hayatıydı. Şirketini elinden almak ya da batırmak, nasıl yapabileceğini bilmiyordum ama Rüzgar'ın yapabilmeye gücünün yeteceği bir şey olabilirdi. Tekin'in bana yaşattığı şey ise, beni öldürmeyip hayatta bırakmıştı fakat ölmek daha onurludur bu yaşadığımdan hissi bana hatıra kalmıştı. Rüzgar'ın Tekin'e yaşatmayı teklif ettiği şey de tam olarak aynı hissin Tekin'deki karşılığına denk geliyordu. Kimileri bunun adil bir dövüş olacağını söyleyebilirdi ama ben bu oyunu böyle oynamıyordum. İntikam benim beslendiğim bir hayatta kalma biçimi değildi. Üstelik Rüzgar'a da hiç yakışmıyordu.

Ona kararlılıkla cevap verirken sözümü sakınmadım.

"Hayır. Her şekilde hayır. Bu benim yaşadığım bir süreç. Benim hayatım. Bir şey yapılacaksa ben yapacağım ve ben böyle bir intikam arzusu içerisinde değilim. Ben hayatıma devam etmek istiyorum sadece, bu kabustan uyanmak. Eğer ki dahil olursan bana yardımdan çok zararın dokunur. Benim için değil ama bu hikayenin bütününe bakılınca hiçbir yerinde yoksun sen Rüzgar. Hangi sıfatla bastığı zemini ayağının altından çekeceksin? Kim olarak? Bugün ona karşı ne hissedersen hisset, hala arkadaşı olarak biliyor seni. Evet, ben boşanacağım, sen de bana bir söz verdin; ben boşanmadan konuşmayacağına dair. Benim senden isteyebileceğim sadece bu kadar. İstemediğim halde bile birçok yardımda bulundun. Bir işim var. Ev meselesini çözdük bu akşam. Anlatmak istedim. Anlattım, dinledin. Yapabileceğinden fazlasını yaptın zaten."

"Tamam Işık, tamam." dedi sesimin tonundan rahatsız olduğunun farkındaydım ama o çiviyi o duvara çakmam gerekiyordu. Şimdi söylemezsem zaman boşlukları daha çok yanlışla dolduracaktı.

"Bu gecenin bir anlamı varsa şayet geçmişe dair. Geçmişte yaşadıklarımızın hatırına. Bu gecenin sana, bana, bugüne dair hiçbir anlamı yok. Biz seninle bugün hiçbir şey değiliz. Belki zamanla arkadaş olabiliriz. Bunu zaman gösterecek ama şimdi... bir çizgi var. Sen söylemiştin bana hatırlıyor musun? Çizgi burada çekili, ben görüyorum, sen de gör bunu."

Sözlerim ağırına gitmiş olabilirdi -şahsen benim ağırıma gitmişti söylerken ama ikimizin de iyiliği için bunları söylemek zorundaydım. Rüzgar için bir zaaf olmak istemiyordum. İtiraf ettiğim pişmanlıklarımın ardından herhangi bir telafi çabasına girmesi gerektiğini düşünmesini istemiyordum. Böyle bir sorumluluk yüklenemezdi bana dair. Bana dair, içinde hiçbir şey yaşatamazdı. Sönmüş bir alevdim onun için. Bu kadar. Kaldıysa diye içinde küçük kıvılcımlar aramasını istemiyordum. Bana acımasını istemiyordum.

Bir an için durdu sadece. Fazla bekletmeden, hatta hiç bekletmeden beni onayladı.

"Tamam Işık, tamam. Ne demek istediğini anladım." dedi.

Uzun uzun baktım gözlerine. Oradaki kırgınlığı hiç görmemiş gibi davrandım.

"Teşekkür ederim." dedim en nihayet.

Ortamın havasının değişmesine ihtiyacım vardı.

"Ben bir yüzümü yıkayayım." diyerek ayağa kalktım.

Banyoya girdim. Aynadaki aksime görmeyen gözlerle baktım. Bitsin artık dedim. Bitsin lütfen. Ömrümün sonuna dek bir daha ağlamak istemiyorum. Hayal kırıklıklarından bıktım. Kendimden bıktım. Yaşananlardan bıktım. Ağlamaktan bıktım. Derin nefesler aldım.

Salona geri döndüğümde Rüzgar'ı bıraktığım yerde buldum. Usulca yanına oturdum. Bir şekilde, az önce yaşanan duygu selini geride bırakmayı başarmıştık.

"Hep ben anlattım. Hikayenin sen tarafı eksik kaldı." dedim burukça gülümsemeye çalışarak. "Gece uzun."

Gözlerini gözlerimden ayırmadan kafasını iki yana salladı.

"Eksik bir şey yok. Hem bu gece çok fazla şey konuştuk. Bu gece yeter bence."

"Ben ne var ne yok dökülmüşken senin hiçbir şey anlatmaman adil değil."

Burukça gülümseyen o oldu bu kez.

"Güzel güzel devam ettiğim hayatımın nesini merak ediyorsun?"

Yanaklarımın iç yanlarını kemirdim istemsiz.

"Güzel şeyleri merak ediyorumdur belki de."

Bana bakmadan gülümsedi. "Başka zamana kalsın." derken ayağa kalktı. Sehpanın üzerinde duran ev anahtarlarına uzandı. Telefonunu diğer eline aldı. "Çok yoruldun bu gece. Seni kaldığın yere bırakayım."

"Seda'da kalıyorum."

"Tamam." dedi sadece. "Adel'in ve benim burada olan eşyalarımızı organize etmem için bana birkaç gün süre ver. Sonra buraya taşınırsın."




(1 ay sonra)



Kendi hayatıma yabancı olduğum uzun bir zaman yaşadım.

Bir an, bir gün, bir ay, bir yıl... beş yıl.

Kendi ellerimle kendi çevreme ördüğüm demir parmaklıkları yumrukladığım geceler ve gecelerden bile karanlık günler.

Çok hatalarım oldu. Hatalarımı sahiplenmeyi bu hataların kefaleti sandım. Daha çok hata yaptım.

Artık bunlar da geride kaldı.

Bugün Tekin'le evliliğimin yasal olarak sona erdiği gün.

Adliyeden çıkıp da gün ışığını gördüğüm anı ömrüm boyunca hatırlayacağım. Aldığım hiçbir nefes böyle tatlı gelmemişti. Güneş daha önce hiç bu kadar parlamış mıydı gökyüzünde, hatırlamıyorum.

Artık Işık Gökçe değilim. Yeni bir hayata ilk adımımı atıyorum.

Fakat bu adım hiç kolay olmadı. Otuz yıllık hayatımın en zor günlerini içeren bir ayın ardından geldi.

Dağları aşmış gibi hissediyorum, hürüm.

Kalbimde ise onarılması çok güç yaralar kaldı. Yine de yaşadığım her şey için hayat sana minnettarım. Yaşadığım her tecrübe bugünki Işık'ı meydana getirdi.

Tekin'in yüzünü duruşma salonunda görmek hiç kolay değildi. Fakat ona itham edilen tüm suçlamaları kabul ettiğini dinlemek içimdeki yangınlara biraz olsun su serpti.

Bununla beraber Rüzgar'a bir süre görüşmek istemiyorum diyecek kadar kızgınım.

Bir ay önce konuştuğumuz o geceden birkaç gün sonra beni telefonla aradı ve Sezin Öztüre'nin -Tekin'in eski sevgilisi olan Sezin'in- Tekin'le evliliğimiz içerisinde yaşadıkları ilişkiye dair kanıt sunmaya ve boşanma davasında tanıklık yapmaya hazır olduğunu haber verdi. Bunu nasıl yaptığını bilmiyorum. Sezin'e ulaşmış olması benim için yeterince tatsızdı. Kapattığım sayfaları tekrar açmak anlamına geliyordu. Kişisel alanıma müdahale edilmişti. Ona çok ama çok kızdım. Ancak günler sonra, avukatımın ısrarlı teşvikiyle Sezin'den gelen fotoğrafları ve telefon kayıtlarını dilekçeye eklemeye karar verdim. Sezin'in yüzünü ise hiçbir koşulda görmeyecektim, bu yüzden duruşmaya gelmesini istemedim.

Bu günlerden birinde telefon numaramı, kaldığım evi değiştirmeme ve yasal olarak yasak olmasına rağmen Tekin bana ulaşmanın bir yolunu buldu.

Kaldığım sitenin girişinde kapıyı açan güvenlik görevlisi,

"Işık Hanım bu sizin için geldi." diyerek elime beyaz bir zarf tutuşturdu. Üzerinde hiçbir şey yazmayan zarfı almamalıydım ama gayri ihtiyari almış bulundum ve daha o anda Tekin'den geldiğini biliyordum.

Uzun uzun yazmıştı. Ta en başından başlayarak, anılarımızı bu kez satırlara dökmüş ve işlerin geldiği bu noktadan ne kadar pişman olduğunu, kendinden ne denli nefret ettiğini yazıyla dile getirmişti. Duruşma günü işleri zorlaştırmayacağına, ben ne istiyorsam o şekilde olmasını kabul edeceğine yer veriyordu. Sezin'i dilekçeye dahil ettiğimi de öğrenmişti ve onda da beni haklı buluyordu. Başka da bir şeyden bahsetmiyordu. Satırlarında hiç suçlama yoktu. Hiç öfke yoktu. Hangisi daha çok yaralardı bilmiyorum ama bu haliyle oldukça yaralayıcı olmuştu.

Onu affetmeyecektim. Bu kesindi. Ama bu şekilde bitiyor olmasını da bir gün olsun hazmedemiyordum. Biz böyle insanlar değildik, böyle olmamalıydı. Kendi suçum olmadığını bilmeme rağmen, bu şekilde bitiyor olmasının hüznünü içimden atamıyordum. Elimden gelseydi, bir imkanı olsaydı, o son geceyi başta kendim olmak üzere öğrenen herkesin hafızasından silmek isterdim.

Sırf bunun olanaksızlığı için bile onu affetmeyecektim.

Duruşma günü yaklaştıkça gerginliğim artıyordu ama hayatım dıştan göründüğü üzere olabildiğince stabil bir şekilde devam etti.

Rüzgar'ı her gün ofiste görüyordum. Nasıl olduğunu, neler yaptığını öğrenmek istiyordum. Hastaneye yatırıldığını duyduğum babasının durumunu sormak istiyordum. Fakat kendi gerginliğim içerisinde ona kızgın kalmak işime geldiği için konuşmuyordum. Bu ambargo sadece Adel ofise geldiğinde deliniyordu. Çünkü Adel'in varlığı bir mıknatıs gibi beni kendine çekiyordu. Onu çok seviyordum. Yine de babasına olan kızgınlığım kolaylıkla geçmiyordu.

Her akşam işten tek başıma çıkıyor, arabama biniyor ve hayatım yeni düzenine oturana dek konakladığım evimin yolunu tutuyordum.

Duruşmaya kilitlenmiştim. Tüm zihnim duruşmaya odaklıydı. Şu iş bir hallolsun geri kalan her şeyi ondan sonra düşünecektim.

Ve sonunda duruşma günü geldi çattı.

Bir gece önce gerginlikten iyi uyuyamamıştım. Kesik kesik iç geçmesinden ibaret birkaç kısa uykuyla günü ağarmıştım. Yine de yataktan kalkmam gereken son dakikaya kadar kalkmadım. Sanki prangalar bağlı gibi ayaklarım geriye çekiliyordu. Bütün vücudumda gece boyu dayak yemişim gibi bir yorgunluk vardı. Ama sonra bu ağrıların yaklaşık bir aydır sürdüğünü hatırlattım kendime. Her şey bugüne odaklıydı. Sonunda günü gelmişti. Sonunda bitiyordu. Banyoda yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. O kadar gergindim ki, diş macunu bile midemi bulandırdı ve biraz kustum. Sararmış yüzümü gizlemek için hafif bir makyaj yaptım. Ama cildim kayış gibiydi. Reglim yaklaşıyordu bu yüzden yüzüm doğru düzgün makyaj tutmadı. Olduğu kadar diyerek biraz da saçıma çeki düzen vermeye çalıştım. En sıradanından beyaz bir gömlek ve siyah bir pantolon seçtim. Ayağıma önü beyaz, gerisi siyah stilettolarımı giyip, kol çantamı aldığımda evden çıkmaya hazırdım.

Duruşmada kimsenin bana eşlik etmesini istememiştim. Seda yoktu. Rüzgar yoktu. Sadece avukatım olacaktı. Betül'le adliyenin bahçesinde buluştuk. Vaktinden erken gelmiştik, iki çay almıştı, birini bana uzattı. Birkaç dakikamız vardı, bu yüzden son konuşmalarımızı yaptık. Elimdeki soğumaya yüz tutmuş çaydan bir yudum aldım. Tadı bir garip geldi. Öyle bir midemi bulandırdı ki, orta yere kusmadan önce Betül'le salonun kapısında buluşmaya sözleşip tuvalet aramaya başladım. Ona sordum, buna sordum, adliye koridorlarında deli gibi tuvalet aradıktan sonra nihayet buldum ve kendimi içeri attım. Dizlerimdeki derman kesilmişti. Bomboş midemdeki hiçbir şey çıkamayan son kusma girişimimden sonra klozetin kapağını kapatıp, yeniden düzgün nefes almaya başlayana dek biraz oturdum. Bitiyor diye teskin ettim kendimi, tekrar tekrar. Bitiyor, ha gayret Işık. Saatime baktım. Artık çıkmak zorundaydım. Kabinden çıktığımda tuvalet boştu. Az önceki halime şahit olan vardıysa da kimse kalmamıştı. Aynada son kez yüzüme bakıp, kendime çeki düzen verdikten sonra tuvaletten çıktım. Tam da o anda erkekler tuvaletinden çıkmakta olan Tekin'le yüz yüze kaldım.

Korkuyla irkilişimi gizleme imkanım yoktu. Alenen görmüştü. Mavi gözleri gözlerimde kaldı. Muhtemelen az önce yıkadığı ıslak ellerini birbirine ovuşturdu. Sonra sağ eli, sol elinin yüzük parmağı üzerinde durakladı. O zaman, hala parmağından çıkarmadığı bir yüzükle oynadığını farkettim. Bu zamana dek çıkarmadığını ama şimdi çıkarmaya çalıştığını. Bu esnada,

"Işık." diye sayıkladı.

Onun da beni tam şu anda görmeyi beklemediğini, hazırlıksız yakalandığını ve gergin olduğunu anladım. Yüzüğü çıkardı, alelacele cebine koydu. Bitkin ve üzgün bir hali vardı ama onun dışında her zamanki gibi görünüyordu. Baştan ayağa jilet gibiydi. Koyu renk bir takımın içine beyaz bir gömlek giymişti. Gömleği ütülü, yakaları dikti. Saçları düzgünce taranmıştı. Yüzü tertemiz traşlıydı. Dışarıdan bakan, yabancı gözlere yakışıklı görünüyor olabilirdi. Fakat benim bütün vücudumda bir kaçma ve kusma isteği uyandırıyordu.

Hiçbir şey söylemeden ondan uzaklaştım. Az ileride duruşma salonunun önündeki banklarda yan yana oturan avukatlarımızı gördüm. Medeni şekilde konuşuyorlardı ama bu bile beni tedirgin etti. Hızlı adımlarla onlara doğru yürüdüm. Bu esnada kapının girişinde beliren mübaşirin anons ettiği isimlerimizi duydum. Vakit gelmişti.

İçeride zaman dışarıda olduğundan farklı bir hızla aktı. Belki de ben gerçek zaman algımı yitirmiştim. Üşüdüğümden değil, birikmiş gerginlikten inceden inceye titriyordum. Fakat aynı anda ensemden aşağı soğuk terler boşalıyordu. Prosedür gereği yapılan konuşmalar yapıldı. Hakim konuştu, avukatlar konuştu, biz konuştuk. Hakim zaman zaman cümlelerimizi düzelterek katibe tebliğ etti. Katip ise yazdı, yazdı, yazdı.

Tekin sözünü tutmuştu. Boşanmak istediğini yineledi. Ben de aşağı yukarı aynı şeyleri söyledim. Evliliğimiz, evlilik birliğinin temelinden sarsılması gerekçesiyle tek celsede sona ermişti.

Bitti, dedi içimdeki o ses.

Bitti.

Bitti!

Özgürsün! At kendini dışarı, alkışla, kutla, koş, zıpla, nefes al. Nefes al!

Ama bunların hiçbirini yapmak istemiyordum. Aksine, bir an önce, bir köşeye çekilip kendimle baş başa kalmak, kendime sarılmak ve uluya uluya ağlamak geçiyordu içimden. Belki bir zaman sonra kutlayacaktım ama o an şu an değildi.

Şu anda kutlanacak hiçbir şey yoktu. Betül'ün elini omzumda hissettim. Ona döndüm ve yarım yamalak gülümseyip, teşekkür ettim. Yüzümün halini gördü. Uzatmadı hiç.

"Bir sorun olursa beni ara. Ben de sana mesaj atacağım." dedi.

"Tamam. Haberleşiriz."

"Hayırlısı olsun." dedikten sonra yanımdan ayrıldı.

Ben de gitmek üzere ters yöne doğru yürüdüm. Yanında avukatıyla birlikte koridorda yürüyen Tekin'i gördüm. Kin ya da nefret duyarak değil ama derhal uzaklaşma isteğiyle yanıp tutuşarak ona arkamı döndüm.

Tam o anda adımlarının bana doğru hızlandığını gözümün ucuyla farkettim ki o da,

"Işık! Bir dakika bekler misin?" diye seslendi.

Düşüp bayılacaktım, evet şimdi bayılacaktım. İçim çekiliyordu, dizlerimde derman yoktu. Yavaşlığımı fırsat bilip yanıma yetişti.

"Ben, böyle bitmesin, bir yerde bir çay içelim, düzgünce vedalaşalım diyecektim ama sen-"

Ben? Düşüyordum. Can havliyle elimi omzuna attım. Hemen yakaladı beni. Elimde, kolumda Tekin'in elleri bir panik, bir telaş hemen yakınlardaki banka oturtuldum. Avukatı gelmişti yanımıza. Etraftan birileri daha gelmişti. Su uzattı birisi. Birisi bir şeker uzattı. Gözlerimi kapatıp birkaç dakika orada dinlendim.

Çok fazla gelmişti her şey. Son ayların birikimini artık taşıyamayan vücudum böyle dışavurumlar gösteriyordu işte.

"Hastaneye gidelim mi?" diye soruyordu Tekin.

"Yok." dedim, konuşabilecek kadar kendimi toparladığımda. "İyiyim." dedim. Etrafımızda toplanan insanlara teşekkür ettim. Birer birer dağıldılar. Tekin'e, "Gidiyorum ben." dedim.

"Dur, dur. Acele etme. Yüzünün rengi çok kötü. Biraz iyi gibisin az önceye oranla ama hala kötü görünüyorsun. Bir şey yedin mi bu sabah?" diye sordu.

Onu daha fazla dinlemeden ayağa kalktım.

"Işık."

Sinirleniyordum.

"Ne konuşacağız Tekin? Ne diye vedalaşacağız? Vedalaştık biz, bitti. Arkadaş mı olmaya çalışıyorsun şimdi? Bir mektup yazdın, özür diledin, mahkemeye geldin, boşanmayı kabul ettin diye hepsi geçti, gitti, unutuldu mu?"

"Çok pişmanım Işık, çok üzgünüm. Sadece bunu bilmeni istedim. Dolaylı yollardan ulaştı sana ama bir de ben söyleyeyim istedim, kendi ağzımla. Yaptıklarımı telafi etmemin bir yolu yok. Ben bunun farkındayım. Sadece nefret etme benden isterim. Yaşadığımız her şeyin, yılların hatırına. Konuşabilseydik son bir kez. Anlatabilseydim sana. Hem belki senin de son kez söylemek istediklerin vardır."

"Yok. Hala konuşmak diyorsun ya. Tekin, devam et. Ben devam ediyorum. Sen de hayatına devam et. Bitti." dedim ve öfkenin gücüyle yürüdüm hızla. Bir an önce uzaklaşabilmek için yürüdüm. Ama son anda içimden taşana dayanamadım. Arkamı döndüm ve öfkeyle, "Hem sen o yılları düşünseydin, azıcık bile düşünseydin, bazı şeyler hiç yaşanmazdı. Artık düşünme daha fazla. Ha, içini rahatlatır mı bilmem ama ben nefret etmiyorum senden. Orayı da geçtim. Biz seninle artık düşman bile değiliz." dedim ve nihayet, nihayet yolun sonundaki aydınlığa doğru yürüdüm.

Otoparka doğru ilerledim. Hızlıca göz atmak üzere çantamdan telefonumu çıkardığımda yağmur gibi yağan bildirimleri gördüm. Tanıdığım, konuya hakim olan herkes nasıl geçtiğini, nasıl olduğumu soran mesajlar atmışlardı. Bir kişi hariç. Duruşmanın bu sabah olacağını bilmesine rağmen Rüzgar'dan hiç ses yoktu. Olmak zorunda da değildi. Ama bekliyormuşum meğer.

Kendi gündemimin dışında, sessize aldığım şirket WhatsApp grubunda yoğun bir yazışma trafiği oluşu gözüme çarptı. İş odaklı bir grup olduğundan normalde bu kadar seri şekilde konuşulmazdı. Merak ederek yazışmaları açtım. Daha o anda haber önüme düştü.

İlk mesajı İK'dan atmışlardı; "Değerli çalışma arkadaşlarımız, Buldanlı Şirketler Grubu Kurucusu Sayın Necip Buldanlı, bu sabah tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirmiştir. Cenaze töreni ile ilgili bilgilendirme en kısa sürede tarafımızdan paylaşılacaktır."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top