20. Bir An, Bir Adım
Ölüm sessizliği geceyi ele geçirmek için can atıyordu. Oysa sessizliği bölen birden çok ses vardı. Tekin'in merdivenleri inen adımları, salonu geçen adımları, sokak kapısının kapanma sesi. Ve benim gözyaşlarım.
İşte şimdi vedalaştık.
Ses tonu, vurgusu, son bakışı gözlerimin önündeydi hala... Giyinişini ve beni değersiz bir et parçasından ibaretmişim gibi bırakarak gidişini izlemiş, yerimden bile kıpırdayamamıştım.
Aman Allahım... Aman Allahım...
Evin yan tarafında garaj kepenklerinin ağır ağır açılma sesini duyduğumda ilk kez yerimden kalkabildim. Yatağın yanına, pencereye doğru yürüdüm. Perdeyi yerinden bile kıpırdatmadan garaj yoluna baktım. Tekin'in arabası ürkünç farlarıyla karanlığı delerek, yere acı acı sürten lastikleriyle birlikte garajdan çıktı. Saniyeler içerisinde görüş alanımı terkederek geceye karıştı.
Gitmişti.
Gitmişti ve bitmişti.
Bitmesi için benim ölmem gerekmişti.
İçimde usul usul, korkunç bir yangın filiz verdi. Yüzüme baktığı, gözyaşlarımı gördüğü o son bakışındaki ifade çığlıklarımın, çırpınmalarımın ve isyanımın ona neden işlemediğini anlatıyordu. Gözlerimin önünden gitmeyen o son bakışında derin transtan çıkan birinin hayretini görmüştüm. Ardında bıraktığı enkazı ise ancak yüzüme bakabildiği zaman farkedebilmişti. Buna rağmen yüreğindeki karanlığı yansıtan o cümleyi kurabilmişti.
İşte şimdi vedalaştık...
Gözü dönmüş bir hırs ve karanlık bir zamanlar sevdiğim bir ruhu kuşatmıştı. O artık benim evlendiğim adam değildi. Tanıdığım biri bile değildi. Bir canavardı. Yaptığı şeye inanamıyordum ama ondan korkmuyordum. Bir tek canım kalmıştı almadığı ve ölmek, yaşadığım şeyden daha onursuzca gelmiyordu bana. Beni asıl ürküten geçirdiği dönüşümdü. Bir zamanlar sınırları, haysiyeti olan bir adamdı ve giderken kendinde ve bende kalan insanlık onurunu da yanında götürmüştü.
Hiçbir değerim yokmuş meğer, yılların, yaşananların hiçbir değeri yokmuş... ne kadar kırılganmışız meğer, ne kadar kolaymış yıkmak. Bunca yıl biriktirdiğimiz her şey meğer birkaç dakikalık bir depremde yıkılacak kağıttan bir kuleymiş.
Yıkılmıştım ve enkaz bendim. Enkaz bedenimi bir şekilde banyoya sürüklemeyi başardım. Ona ait kalıntılarla kaplı yıkıntıyı kaynar suyun altında zımparalarcasına yıkadım. Suya karışan gözyaşlarımın dili yoktu. İçimdeki yangının, duygularımın tarifi yoktu. Sanki ne kadar yıkanırsam yıkanayım geçmiyordu. Onunla geçen yılları ruhumdan kazımamın bir yolu yoktu.
Üzerime bir şeyler geçirip aşağı kata indiğimde saat sabaha karşı üçe geliyordu. Salonda, toplamama müsaade etmediği yemek masasını gördüğümde elimde ayağımda kalan son güç boşaldı. Kenarına tutunduğum koltuğa çöküp kaldım.
Nerede başlamıştı gece, nerede sona ermişti... Her şey bu noktaya nasıl gelebilmişti? Bütün gece planı buydu da ben mi görememiştim? Yoksa söylediğim bir şey miydi sebebi? İçindeki canavarı tetikleyen şey neydi?
Elimde tuttuğum kadehi son kez ona doğru kaldırdığımı hatırlıyordum. "Vedalaşmamıza." demiştim. Ve o gözlerinde çözülmez bakışlarla bakarken bana karşılık vermemişti. Bu muydu sebebi?
İşte şimdi vedalaştık...
İnsan, kendi başına asla gelmeyeceğini düşündüğü bir olayı yaşadığında tüm hatıraları baştan sona dizdiği akıl almaz bir sorgulamanın içine düşüyordu. Hele ki bu olay, hiç ummadığı biri tarafından gerçekleştirildiğinde hissedilen tüm öfke, hayalkırıklığı ve üzüntü kaotik bir harman oluyor, zihnin nadasa bırakılmış bozkır köşelerinde yangınlar tutuşturuyordu. O yangınlar büyüyor, birleşiyor, uçsuz bucaksız düzlükleri ele geçiriyordu.
Onu suçladım, kendimi de suçladım. Gecenin sorgusu sonsuzdu. Bütün konuşmalar, bütün anlar, yüz ifadeleri, jestler gözlerimin önünden bir bir geçiyor, her biri yeni bir sorgunun sayfalarını çeviriyordu. Gözümü bile kırpmadığım karanlıktan kara gece boyunca ne onu yargılamayı ne de kendimi sorgulamayı bitirebildim.
Günün ilk ışıkları yere inerken, aklıma düşen bambaşka bir düşüncenin etkisiyle dehşet yüreğimi kuşattı: Hamile kalabilirdim. Ben korunmuyordum, onun da korunmadığı aşikardı. Peki ne yapacaktım?
Bir bebek böyle bir zamanda hayatıma girecek en talihsiz şey olmaz mıydı? O bebeğe yazık olmaz mıydı? Daha doğmadan boşanmış bir anne babanın evladı olarak dünyaya gözlerini açmak en çok ona yapılacak haksızlıktı. Üstelik biz sadece boşanmış olmayacaktık. Ben bir daha ölene dek Tekin'in yüzünü görmek istemiyordum.
Fakat hamile kalmam sadece bir ihtimaldi. Fazla yüksek bir ihtimal de değildi. Bekleyip görmem ve gerekirse aldırmam mümkündü. Sadece ben, böyle bir seçenekle sınanmayı istemiyordum. Bir kadının doğurmama seçeneğini değerlendirirken dahi eşinin ya da partnerinin fikrini sorması gerektiğine inanırdım. Şu koşullar altında bedenim üzerinde zorla söz sahibi olan bir Tekin'e neyin fikrini soracaktım?
Kaldı ki, onun ne isteyeceğini zaten biliyordum.
******************
Hava keskin derecede soğuktu. Dışarıda sağanak yağmur vardı. Üzerime, elime gelen herhangi bir kaban geçirerek evden ayrıldım. Telefonumdaki navigasyonun yönlendirmesiyle ulaştığım nöbetçi eczaneden bir kutu ertesi gün hapı aldım. Paketin içinde yalnızca bir tane hap vardı. İlk 72 saat içerisinde etkinliği olan tek bir adet beyaz hap. Prospektüsü okuyabileceğim son satırına kadar okudum. Okuduklarım sanki geleceğe dair sorularıma bir yanıt verebilecekmiş gibi. Aklımda ve kalbimde çöreklenen sonsuz endişeyi giderebilecekmiş gibi. Gidermiyordu. Aksine, ilerleyen dakikalar stresimi arttırıyordu.
Paketi kırıp ilacı çıkaramadım bir türlü. Titreyen ellerimle arabanın kapı cebinde bulundurduğum şişe suyu açmaya çalışırken kapağını düşürdüm. Su üstüme başıma döküldü. Elimden bırakıp, sakinleşmeye yönelik derin bir nefes aldım. Böyle bir anda anne olmayı bir zamanlar ne çok istediğimi hatırlamak sinirlerime hiç iyi gelmiyordu. Bir minik hapla birlikte hayatım dediğim her şeyin, içimdeki güzel olan her şeyin, bütün hayallerimin tarihe gömüleceğini hissetmek de öyle.
Hala Tekin'in bedenimin üzerindeki ağırlığını, yüzüme kapattığı elini, katı iradesi karşısındaki çaresizliğimi hissedebiliyordum. İçte ve dışta dört bir yanım karanlıktaydı hala. Böyle bir olayın sonucunda çocuk sahibi olmayı istemediğimi biliyordum, onun çocuğunu doğurmak istemediğimi ve her şey için korkunç bir zaman olduğunu biliyordum, yine de... yine de içimi acıtan bir şeyler vardı. Bir çocuğun gülüşünü, sevinçlerini, gözyaşlarını camdaki buğu gibi sildiğimi hayal ettiğimde akan gözyaşlarıma engel olamıyordum.
Şişede kalan sudan tek bir yudum bile içemedim çünkü boğazım düğüm düğümdü. Gözyaşlarım durmaksızın akarken camı açtım, görmeyen gözlerle az sayıda arabanın geçtiği yola baktım. Hayatım alt üst olmuş bir haldeyken bu kararı verebilecek gücü yüreğimde hissetmiyordum. Bazen insan kendisi seçemiyordu. Seçim onu seçiyordu. Ne yaşanacaksa yaşanacaktı, en azından bu konuda kararı doğanın ilahi düzenine bırakmayı seçtim.
İlacı içemeyip paketini çantama tıkıştırdım.
Emin olduğum tek bir şey vardı. Tekin'i asla ama asla affetmeyeceğime dair kendime bir söz verdim.
Eve döndüğümde normal bir güne başlayan insanlar için pazar sabahının uykulu tembel saatleri hüküm sürüyordu. Benim içinse aydınlanmayan gün hiç başlamasa da olurdu. Hava dondurucu derecede soğuktu, benim içim yanıyordu. Bundan sonra ne yapacaktım? Nasıl bir yol izlemem gerekiyordu? Kalbim acıyla kafamın içi ise bitmek tükenmek bilmez sorularla doluydu. Geceyi hafızamdan bütünüyle silmek istiyordum. Çantamın derinliklerindeki telefonum çalmaya başladığında ürkütücü sesini duymamazlıktan geldim. İlk arama -belki de ikinciydi veya üçüncüydü- cevapsıza düştü.
Çantamı, içindekilerle birlikte yatak odasına bırakıp salona döndüm. Bir şeyler yapmak, hareket etmek zorundaydım. Durmak düşünmek demekti ve ben düşüncelerimle baş edemiyordum. Robotik adımlarla görüntüsü bana iyi gelmeyen yemek masasını toparladım. Sehpanın üzerindeki kadehleri, bitmiş şişeleri kaldırdım. Mutfağı dalgın, acelesiz hareketlerle temizledim. Uzaklarda bir yerlerde telefon boğuk bir sesle çalmaya devam etti.
Evin kapısı yumruklanırcasına çaldığında, elimdeki son bardağı neredeyse yere düşürecektim. Bardağı bıraktım. Yumruk yaptığım elimi göğsüme yasladım. Yerinden çıkarcasına çarpan kalbimin uğultusu kulaklarıma vuruyordu.
Geri dönmüş olamazdı.
Bana bir kez daha yaklaşmasına müsaade edemezdim. Elimin altındaki çekmeceyi açtım. Tırtıklı kenarlı, büyük ekmek bıçağıyla bakıştım. Sadece bir an, yüzünü göreceğim bir an, bana doğru adım atacağı bir an, ağzını açacağı, sesini duyacağım bir an...
Lütfen'leri, nolur'larıyla üzerimdeki görüntüsü gözlerimin önündeydi hala. Ayaktayken ve kendi başımayken bile ağırlığını üzerimde hissedebiliyordum.
Sadece bir an, bıçağı kavramam için yeterliydi.
Tam o anda sokak kapısının dışından gelen Seda'nın sesini duydum.
"Işık? Işık! Evde misin? Aç kapıyı."
Çekmeceyi kapattım. Zihnimdeki imgeleri uzaklaştırmaya çalışarak kapıyı açtım. Yağan yağmurun perdelediği saçağın altında durmuş, her yerimi inceleyen Seda'ya baktım. Gözlerinde buram buram korku vardı. İlk sorduğu soru;
"Ne yaptı sana?" oldu.
Bir kelimelik cevap hakkım olsa sadece yangın derdim. İçim yanıyor, yanıyor, çok yanıyordu.
Seda geceye dair bir şeyler öğrenmişti, nasılsa ben de ne öğrendiğini öğrenecektim. İçeri girebilmesi için kapıdan çekildim. Arkamı döndüğüm anda koluma dokundu. Dokunduğu yerin acıması beklemediğim bir şeydi. Ani bir refleksle kolumu çektim. Seda'nın korkuyla bakan gözlerine bu kez dehşet düştü.
"Vurdu mu?"
Cevap vermedim.
"Vurdu, değil mi?"
Salon koltuğuna tüm gece yaptığım gibi oturup tıpkı ayaklarımı karnıma çekerek küçüldüm. Seda ise karşımdaki koltuğa eğreti bir halde oturup bana doğru eğildi.
"Allah aşkına anlat Işık! Sabahtan beri arıyorum, açmıyorsun. Çok korktum! Seni nasıl bulacağımı bilemedim. Bulsam ne göreceğimi bilemedim. Aklım başımdan gitti buraya gelene kadar."
"Seni mi aradı?"
"Beni değil, Sinan'ı aradı. Çok kötüyüm, yardım et diye ağlıyormuş. Ben bir şey yaptım, telafisi yok. Ben korkunç bir şey yaptım diye ağlıyormuş. Sinan yataktan apar topar fırladı, o giderken ben de seni aradım. Açmadın telefonlarımı, aklıma gelenleri kelimelere dökemiyorum. Elim göğsümde soluksuz geldim buraya kadar."
İçimdeki yangının alevleri harlandı.
Çok kötüymüş... Ağlıyormuş... Korkunç bir şey yapmış... Yardım istiyormuş...
Yardım istiyormuş.
Beynimi söküp atmak istediğim anlardaydık. Deliriyor olmalıydım.
Yardım istiyormuş.
Haftalardır bana çektirdikleri bir yana dursun, dün gecenin ardından nasıl olur da o yardım isteyecek konumda olabilirdi?
Gözlerimin önünden gitmeyen görüntüyü yok etmek için, ellerimi yüzüme bastırıp, gözlerimi kapadım. Hala ve daha canlı bir haliyle karşımdaydı. Karanlık onu güçlü, beni çaresiz kılmıştı. Kendi vücudumun altında sıkışan bir kolum, onun çelik gibi eliyle baskıladığı diğer kolum, atamadığım tekmelerim, atamadığım çığlıklarım.
"Işık lütfen..."
"Beni reddetme nolur..."
"Buna çok ihtiyacım var, lütfen."
Gözlerimi açtım. Gece boyunca atamadığım çığlıkları atmak, bağırmak, haykırmak istedim. Anlatmak istedim ama dilim lal olmuştu adeta. Kelimeler dudaklarımdan bir türlü dökülemedi. Seda ayağa kalkıp yanıma geldi.
"Sadece sana fiziksel bir zarar verip vermediğini kontrol etmek istiyorum güzelim. Yardım etmek istiyorum. Bana müsaade eder misin?"
Kafamı iki yana salladım. Bana kimsenin, Seda'nın bile dokunmasını istemiyordum. Sessiz yaşlar yüzümün iki yanından aktı. Gözlerimde gördükleri Seda'nın da gözlerini buğulandırdı. Tekin'in verdiği zararın fizikselden daha fazla olduğunu anladı. Kolaylıkla anlatamadığımı anladı.
"Ne yaşanmış olsun, ben buradayım Işık. Senin ailenim ve senin yanındayım. Bir daha asla onunla yalnız kalmana izin vermeyeceğim. Lütfen bana anlat."
Çok zordu, çok çaba gerektirdi.
Ona anlattım.
****************
Seda, sinirlerimi yatıştırması için bitki çayı demlemiş, salon koltuğuna uzanabileyim diye basitçe bir yatak yapmıştı. Onunla konuştuğumdan beri içimdeki kaos biraz olsun dinmişti. Gece boyunca kapatamadığım gözlerim kendiliğinden kapanmıştı. Tahminen birkaç saattir uyuyordum. Sokak kapısının açılma sesine uyandığım halde gözlerimi açamayacak denli yorgundum. Baş ucumdaki kısık sesli konuşmaları duyabiliyordum. Sesler Seda'yla Sinan'a aitti.
"Ne anlattı?"
"Söylemeye dilim varmıyor resmen. Işık'la konuştunuz mu?"
"Konuştuk. Dehşet içindeyim Sinan. Nasıl yapar?"
"O da bilmiyor. Çok pişman."
"Ne demek bilmiyor? Sapık! Tiksiniyorum ondan." Seda çok öfkeliydi.
"Şşt. Işık'ı uyandıracaksın." Kısa bir sessizlik oldu.
"Başka yere geçelim."
Muhtemelen mutfağa geçmişlerdi. Görüş alanının dışında kaldığım için konuştuklarını duyamayacağımı düşünüyorlardı ama evin içi o kadar sessizdi ki duvarda asılı saatin tiktakları kadar net bir şekilde ne konuştuklarını duyabiliyordum.
"Işık'ın kılına zarar gelse yaşayamazdım, ben bunu nasıl yaptım, diyor. Deli deli konuşuyor. İçimde şeytan varmış benim diyor." Sinan sesli bir of çekti.
"Acilen tedavi görmesi lazım."
"Dediğine göre, dün gece Işık'ın boşanma isteğine tamam demek için gelmiş buraya. Ama bitsin diye değil. Boşanalım, gerekirse biraz ara verelim ama araya yeni birileri girmeden yeniden deneyelim diyecekmiş, diyememiş. Işık'ı kaybetmeye bir gün olsun razı gelemedim, ben derdimi anlatamadım diyor."
"Neden anlatamamış ki derdini?"
"Işık ona başkasını sevdiğini söylemiş çünkü."
Keskin bir sessizlik daha oldu. Seda'nın nasıl bir şaşkınlığa kapıldığını kestirebiliyordum.
"Bitmiş gitmiş bir şey demiş herhalde ama Tekin'in zoruna gitmiş. Kim olduğunu sorgulamak istemiş, kendinde o hakkı görememiş. Sözde sakin davranmış..."
"Tahmin edebiliyorum."
"Sen bu kişinin kim olduğunu biliyor musun?"
Seda birkaç saniye süren düşünceli bir sessizliğin ardından,
"Bilmiyorum." demeyi seçti.
Oysa söyleseydi de bu saatten sonra farketmezdi.
"Allak bullak olmuş işte bir başkasının var olabildiğini öğrenince. Sonra bir de vedalaşma lafları geçmiş..."
"Ondan anlatamamış yani düşüncelerini?"
"Öyle söylüyor. Yarım kaldı diyor."
"Yarım kalan bir şey bırakmamış ki ortada, neyin yarım kalmasından bahsediyor? Bir adam seviyorum dediği kadına bunu nasıl yapar Sinan? Benim kafam almıyor."
"Benim de öyle."
Onların anlayamadığını elbette ben hiç anlayamıyordum.
Sevdiğinin gözyaşlarına bile kıyamayan bir adam tanımamış olsam Tekin'in hastalıklı bir sevgisi olduğunu kabul edebilirdim. Ama gerçek bu değildi.
Tekin beni sevmiyordu. Artık değil. Bu ilişkiye dair bambaşka bir hırsı vardı. Sadece dün gece değil, haftalardır sürdürdüğü davranışlarıyla bunu kanıtlamıştı. Kendi elleriyle kazdığı mezarı dün gece kendi elleriyle doldurmuş, üstünü kürek kürek kapatmıştı.
Çok üzgündüm. Çok ama çok üzgündüm. Nasıl başladığını düşündüğümde bu bitişi kendime, ona, bize yakıştıramıyordum. Bir gecede içimde canlı tutmaya çabaladığım çiçeklerim solmuştu. Ne gururum ne de kendime inancım kalmıştı. Bununla nasıl baş edilir, hayata yeniden nasıl ben yenilmedim denilir, bilmiyordum.
İşte şimdi vedalaştık...
Ne büyük bir haksızlık, ne büyük bir vefasızlıktı bu bize. Fakat artık bunun hesabını tutmayacaktım. Pişmansa da artık bu kendi problemiydi. Beni sevmediğini, yaptığının ona ait olmayan bir şeye sahip olmaya çalışmak olduğunu belki bir gün anlardı. Anlamazsa ömrü boyunca bu hatayla yaşayabilirdi. Benim problemim değildi. Tekin'e dair hiçbir şey artık benim problemim değildi.
"Işık iyi mi diye sorup durdu."
"Sen ne dedin?"
"Onu bu boku yemeden önce düşünecektin aslanım, bu saatten sonra sen Işık'ı düşünme işini bir geç, dedim."
"İyi demişsin."
"Biraz sakinleş, birkaç gün geçsin yine konuşuruz ama Işık'ın hayatından tamamen çıkacaksın, dedim."
"Ne dedi?"
"Tamam, dedi. Ne diyebilir başka?"
"Zahmet etmiş! Ruh hastası."
"Bize düşen Işık'a destek olmak artık."
"Evet, tabi ki."
"Teyzenlere haber verelim mi?"
"Hayır, şimdi değil. Daha boşanmadan haberdar değiller, yıkılırlar."
"Ben de değildim ki, bugün şoka girdim. Tekin ben de onu aldatmıştım filan dedi. Bunlar neler yaşamış, bizim gözümüzün önünde? Haberimiz olmamış."
"Ben hepsini biliyordum. Boşanma kararını çoktan almışlardı ama Tekin'in yüzünden kimseye duyurmuyorlardı."
"Daha birkaç hafta önce Esin'de bambaşka bir havadalardı."
"Hep durumu idare ettiriyorlardı. Zaten ne olduysa Esin'den döndükten sonra oldu. O geceki tartışmadan sonra Tekin evden ayrıldı."
"Hiç ummazdım onlardan. Bebek meselesinden sonra olsa belki. Ama bunca yıldan sonra..."
Seda sıkılmış bir ifadeyle içini çekti.
"Çok uzun hikaye hayatım. Görüyorsun işte, olmayınca olmuyor."
"Öyle."
"Suç duyurusunda bulunma konusunda ne düşünüyorsun?"
"Tamamen Işık'ın verebileceği bir karar."
Ben de bilmiyordum. İçgüdülerimin bana doğru yolu göstermesini diledim.
Yattığım yerden ağır ağır kalktım. Salonu geçip mutfağa girdim. Mutfak masasında oturuyorlardı. Sinan'ın bakışları beni bulunca Seda hemen arkasını döndü.
"Güzelim... uyanmışsın."
"Bir daha asla görmek istemiyorum onu." diyerek konuya katıldım. Beni onaylayarak kafasını salladı.
"İstemediğin sürece asla."
Yanlarına oturdum.
"Benim iyi bir boşanma avukatına ihtiyacım var." diyerek söze girdim. "Bugüne kadar görüştüğümüz avukatı Tekin sözleşmeyle kendi himayesine almış. Tuttuğunu koparacak yeni biri lazım bana."
"Benim şirket avukatına bir danışayım bakalım, önerebileceği bir tanıdığı var mıymış?"
Sinan hiç bekletmeden yaptığı aramanın sonucunda Betül Hanım'a ulaşmıştı. Pazar günü demeden aradığımız Betül Hanım'dan hemen ertesi güne bir randevu aldık. Aynı görüşme esnasında izlemem gereken adımlar konusunda da yardımcı oldu.
Hayatımda ilk kez bir insanı bana zarar verdiği gerekçesiyle hayatımdan uzaklaştırmak istiyordum. Bundan birkaç ay önce sorsalar aklımın ucundan geçmeyecek şeyler başıma geliyordu. Başımı döndüren bu rahatsız edici düşünceyi bir an önce kabullenmem gerekiyordu. Avukatın önerisine uyup, Tekin'e uzaklaştırma kararı çıkartmaya karar verdim.
Bunun için önce bir hastaneye gidip darp raporu almam gerekiyordu. Hastanede yapılan incelemede sağ kolumda morluk, sağ yanağımda boğuşmaya bağlı bir çizik ve yapılan muayene sonucunda zorlama yoluyla gerçekleşen cinsel ilişkinin yarattığı deformasyon raporla kayıt altına alındı. Sonrasında gittiğimiz karakolda maksimum süre olan altı aylık evden uzaklaştırma ve iletişim kurma yasağı için başvuruda bulundum. Bütün bunları yapmak ve yaşamak tarif edilemez derece yıpratıcıydı. Seda ve Sinan'ın sürecin her adımında yanımda olmalarına minnettardım.
Eve dönüş yolunda, doktordan muayene esnasında talep ettiğim sakinleştirici ilaçları içtim. Çok yorgun hissediyordum ama kendimi bırakmamam gerekiyordu. Kendime biraz olsun saygım varsa devam etmem gerekiyordu.
Üçümüz birlikte eve döndüğümüz saatlerde gün çoktan batmış, yeniden akşam olmuştu. Seda bir şeyler hazırladı. Bugüne dek pek çok krizler ağırlamış küçük mutfak masasında oturup Seda'nın hazırladığı yemeği yedik. Ben fazla yiyemedim. Yutmaya çalıştığım her lokma boğazımda düğümleniyordu. Mideme ulaşabilenler ise içerideki yangına katılarak adeta kavruluyordu. Onlarla paylaşmam gereken düşüncelerim vardı.
"İyi ki varsınız. İyi ki yanımdasınız. Siz olmasaydınız bugünü atlatabilir miydim, bilmiyorum."
"Saçmalama." dedi Seda hemen. "Elbette olacağız. Biz aileyiz."
"Bu konuşmayı geçelim." dedi Sinan da ona katılarak.
Desteğe ihtiyaç duyduğum bu en zayıf anımda bir an olsun beni yalnız bırakmamaları içimdeki suskun denizi yeniden dalgalandırdı. Ama artık ağlamak istemiyordum. Düğüm düğüm yaşları yutkundum.
"Bu evden ayrılmam lazım." diyerek ana konuya girdim.
"Bizde kal." dedi Seda hemen.
Bunun süresiz bir teklif olduğunu biliyordum ama seçtiğim yol bu değildi.
"Ev bakacağım. Bundan sonra bana yapacağınız en büyük yardım, yeni bir hayat kurmam için vereceğiniz destek olur. Fırsatınız olursa siz de benim için ev bakın. Buradan uzaklaşmak istiyorum. Şehir merkezinde, güvenlikli site içinde bir yer düşünüyorum. İşe yakın olsun. Küçük olsun, daha iyi olur. 1+1, 2+1..."
"Eski evimiz gibi." dedi Seda, güzel anıları çağrıştırmak ister gibi. Onayladım.
"Esin'in kardeşi emlakçıydı herhalde."
"Doğru. Ona sorayım."
Bu konuşmaların üzerine kapı çaldı, sanki çağırdığımı hissetmişçesine Esin gelmişti.
"Geç Esin, geç." diyen Seda'ydı. "Yemek yiyoruz, sana da tabak getireyim mi?"
Esin henüz mutfağa girdiği an, masadaki halimizden, büyük ihtimalle yüz ifadelerimizden, bir şeylerin fena halde yolunda gitmediğini anlamıştı.
"Yok canım, sağ ol. Oğlanı evde yalnız bıraktım. Çok kalamam." Bakışları yüzlerimizde gezindi tekrar, en son benim üzerimde sabitlendi. "Neler oluyor?"
O sırada yemeğini bitirmiş olan Sinan, konuyu bir kez daha onun yanında konuşmaktan duyacağım rahatsızlığı sezmiş olacak ki, ayağa kalktı.
"Ben de bir eve gidip Asya'yı kontrol edeyim."
"Git bak hayatım. Bakıcı uyuyor dedi en son."
"Konuşuruz."
"Tamam."
Sinan çıktıktan sonra,
"Bütün gün seni aradım. Bir yerden sonra ulaşılamıyor'a düşmeye başladı. Evin ışıkları yanıyor, rahatsız etmeye de çekindim ama dayanamadım sonunda." diye açıkladı Esin.
Şarjım bitmiş olmalıydı. Sesini kapattığım telefonumu çantamdan bile çıkarmamış, hiç kullanmamıştım.
"Hoş geldin." dedim. "Sana danışmak istediğim şeyler var. Konu çok uzun. İstersen sen Ege'yi de al gel."
Esin durumun ciddiyetini kavramış, Ege'yi alıp geri gelmişti. Ufaklık bir süre önce televizyonda onun için açılan çocuk kanalını izlerken uyuyakalmıştı. Biz üç kadın mutfakta konuşuyorduk.
Esin'in hızlandırılmış olarak anlattığım olaylara olan tepkisi dehşete düşme şeklindeydi. Sıklıkla,
"İnanamıyorum. İnanamıyorum." diye sayıklıyordu. "Biz bir kere de tatlı dille konuşun, bu meseleyi çözün diye seni onunla baş başa kalmaya teşvik ettik. İnanamıyorum bu olanlara."
Kimse inanamıyordu ama olmuştu işte.
"Ben teşvik etmedim." dedi Seda kesin, net. "Bilseydim, engel olmaya çalışırdım."
"Gerçekten mi?" dedi Esin ufaktan tepkilenerek. "Kaç yıllık evli bu insanlar. Hala konuşabileceklerini düşünmek hata mıydı sence?"
"Normalde olsa değil. Belki bir ay önce olsa tamam. Ama Tekin'in geldiği son hale bakılınca hata. Dün gece buraya Işık'la barışıp, gecenin sonunda sevişeceklerini düşünerek gelmediyse ben de ne olayım."
Esin sessiz kaldı bunun üzerine ama Seda'ya hak verdiğini anlamıştım. Seda devam etti.
"Ben Tekin'i çok severdim. Hep yürütmelerini diledim, Işık biliyor. En zor, en kararsız anlarında bu evliliğe bir şans daha vermesini destekledim ama o adam yok artık, o kadın da yok. Azalarak tükendiler. Hele ki Tekin'in son dönemdeki halini hiç iyi görmüyordum ben. O Instagram paylaşımları neydi? Spor salonunda kas göstermeler, tavernalarda vur patlasın çal oynasınlı kadeh görselleri. Hiç kendisi gibi değildi."
"Acaba erken orta yaş krizine mi girdi?"
"Otuz altı yaşında adamın ne orta yaş krizi olacak Allah aşkına!"
"Eldekini kaybetme psikolojisi o zaman?"
"Bence öyle. Baktı bitiyor... Işık'a hala onu sevdiğini ama kararıyla uyumlu davranacağını göstermesi bir işe yaramadı. Her şeye rağmen baktı gerçekten bitiyor, o zaman işin rengi değişti bence. O andan itibaren sapıttı."
"Kendini yetersiz mi görüyordu diyorsun?"
Onlar konuşurken içine düştüğüm dalgınlığımdan sıyrılma sebebim, üstünde yürüdükleri bu seven adam teorisi olmuştu.
"Tekin beni sevmiyor." dedim müdahale ederek.
"Ama sen dememiş miydin, senin için heyecan verici olduğu zamanları özlemiş, eski Tekin'i özlemiş." dedi Esin.
"Beni sevmiyor." dedim bir kez daha vurgulayarak. "Eski Tekin'i benim üzerimden var edebileceğini sanması onun kendini kandırma biçimi. Bu şekilde ikna olmuş olabilir. Denklemdeki bütün unsurlar yerli yerinde olsun istiyor o. Eski fit hali. Arkadaşlarıyla eğlenmesi. O kovaladığı gençlik ruhu filan, sanıyor ki ben varsam tamam hepsi. Hiç kaybetmek istemiyor, hiçbir şeyi. Ondaki bu hırsı atlamayın."
"Benim senin kadar tanımam mümkün değil elbette. Sen öyle söylüyorsan öyledir Işık." dedi Esin geri çekilerek.
"Haklısın." dedi Seda. "Onun ne kadar hırslı biri olduğunu unutuyorum. Duygusal bakmaya eğilimliyiz biz. Seni gerçekten sevse, dün gece hiç yaşanmazdı."
Gözlerimi yeniden masanın desensiz yüzeyine dikmiştim. Dün gece... dün gece asırlar kadar önceymiş gibi geliyordu şimdi fakat kötü anıları bir o kadar tazeydi. Seda, yeniden içime döndüğümü görüp destek olurcasına elimi tutmak istedi. Yavaşça elimi çektim. Varlığı benim için çok değerliydi ama henüz kimsenin bana dokunmasına tahammül edemiyordum. Bu esnada Esin, kendi gözleminden Tekin'i ve beni anlatıyordu;
"İnsanlar dışarıdan ne kadar farklı görünüyor. Benim gördüğüm, bence arkadaşlarının da gördüğü çok farklı biri. Güvenilir, mantıklı, kararlı... rahatlıkla dertleşebileceğin biri gibi görünüyor. Onun hayatında bir şeylerin yolunda gitmeyebileceğini aklına bile getirmezsin. Sen öyle değilsin ama bak, bir şeyler olduğu ama içine attığın uzun zamandır belliydi Işık. Ben seninle ilgili sanıyordum, özür dilerim bunun için. Sorun senden kaynaklanmıyormuş. Aslına bakarsan sen, özel hayatında sorunlar yaşayan normal bir insan gibi görünüyorsun. Onun yansımasından çıktığında görünen bu. Hayret verici olansa onun herkesten gizlediği yüzü. Sana haftalardır psikolojik şiddet uyguluyormuş bu adam! Ben de boşandım, çok şeyler gördüm de şu hayatta, böylesini ilk defa görüyorum. Bu akşam hayatımın şokunu yaşattı bana."
İnsan başkalarının gözünden kendini göremiyordu. Esin'in anlattıkları bende bir aydınlanma etkisi yaratmıştı. Bunca zaman Esin'in imalarında, şakalarında alttan alta ne düşündüğünü anlamamı sağlamıştı. Tekin, her şeyi doğru yapan, kıskanılası, ideal bir eş imajı çizerken; yerini yadırgayan, bencilce davranan, insanların gözleri önünde günden güne dağılan bendim. Üstelik, eminim ki böyle düşünen sadece Esin değildi.
Başkaları da böyle görüyordu.
Esin'den emlakçılık yapan kardeşiyle görüşüp benim için aradığım standartlarda bir ev araştırmasını istedim.
"Sen onu olmuş bil." dedi.
"Yarın için işten de izin almam lazım." dedim ortaya. "Avukat, doktor derken gün geçip gidecek. Kendimi bir sonraki adıma bile hazır hissetmiyorum. Keşke yatıp uyusam, yaşananların sadece kabus olduğu bir güne uyansam..."
"İşten izin alman konusunda da yardımcı olabilirim." dedi Esin. "İstersen senin için Rüzgar'la konuşabilirim."
Yardım etme psikolojisiyle fazla düşünmeden konuştuğunu düşündüm o an için. Seda benim veremediğim tepkiyi verdi. Biraz şaşkın bir tonda,
"Rüzgar ne alaka?" diye çıkıştı. Sen ne alaka diye de sorabilirdi elbette, o kadarını yapmamıştı.
"Yani Işık bugün biraz rahatsız işe gelemeyecek, diyebilirdim. O da insan kaynaklarına filan söylerdi." diye açıkladı, şimdiden hevesini yitirmiş bir ses tonuyla.
Onun geri çekilmesi, aklıma düşen şüpheyi tetikledi. Rüzgar'la doğrudan iletişim kuracak ve benim adıma ondan bir şey rica edebilecek kadar samimi olduğunu düşünüyordu. Bizi kafasında iki eski arkadaş olarak konumladığı düşünülürse, kendi yerini benden daha samimi gördüğü kesindi. Ben kendi dertlerimle meşgulken bunca zaman baş başa görüşüyor olabilirler miydi?
Gayet olabilirlerdi.
"Saçma bir fikirdi, tamam. Sen kendin insan kaynaklarını ararsın tabi ki." dedi uzatmayarak.
Onu onayladım.
"Ben hallederim."
*******************
Pazartesi sabahı erkenden Aslı'yı arayıp bir ya da iki gün işe gelemeyeceğimi haber verdim. Gün içerisinde sağlık raporumu yollayacaktım.
"Geçmiş olsun Işık Hanım. Tabi ki, acelesi yok." dedi.
Ses tonu ilk tanıştığım günkü kadar kibardı fakat aynı zamanda sonradan eklenmiş bir mesafe de hissediliyordu. O mesafenin günden güne Rüzgar ve Tufan'la olan tanışıklığım görüldükçe çizildiğini anlıyordum. Diğer çalışma arkadaşlarımın da Aslı'yla aynı sebepten ötürü bana fazla yaklaşmadıklarını biliyordum.
İşle ilgili otoritemi kurmaya fazlaca odaklı olduğum süreçte beni benden tanıma fırsatları olamamıştı. Bununla beraber, Adel'le nasıl oynadığımı görmüşlerdi. Toplantılarda Tufan'ın beni üstü kapalı bir şekilde kayırdığını ise artık kendime itiraf etmem gerekiyordu. Eskiden benden nefret ettiğini düşünürdüm. Şimdilerde hala, varlığımdan keyif aldığını söylemek güç olsa da, eski dosyaları kapattığı, Rüzgar'la benim de kapattığıma inandığı ve Tekin sayesinde beni kendi dünyasına ait biri olarak gördüğü ortadaydı.
Sonuç olarak patronlarıyla olan belirgin yakınlığım beni çalışma arkadaşlarımın gözünde herhangi bir iş arkadaşından ayırıyordu. Kimseyle fazla konuşmadığım için muhtemelen bir miktar da gizemli buluyorlardı. Eskiden insanlarla daha kolay iletişim kurardım. Çünkü anlatacak daha az şeyim bununla beraber daha problemsiz bir hayatım vardı. Boş mevzularla gülüp eğlenmek ne kadar kolaydı. Şimdilerde hayat içimden geçmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden ben de mesafeli tavırlara aynı mesafeyle karşılık veriyordum.
Koşa koşa gidebileceğim, kafamı dağıtabileceğim bir iş ortamımın bile olamaması bana kendimi yalnız hissettiriyordu, özellikle de içinde bulunduğum ruh halinde, iyiden iyiye. Bir çöküş yaşanıyordu içimde. Belki bir gün önce başlamıştı, belki çok daha önce. Böyle bir ruh hali içerisinde, önce bir hastaneye uğrayıp iki günlük rapor aldım. Sonra günlerdir devam eden sağanak yağmuru ve berbat trafiği yara yara avukat randevuma yetiştim.
Koşulsuz şartsız sözleşme imzaladığım avukatım Betül Hanım genç yaşına rağmen tecrübeli bir avukattı. Konuyu dolandırmadan beni dümdüz ilerlemek istediğim yola yönlendirdi. Çekişmeli boşanma davası açıyorduk. Artık dilekçeye yazılacak bolca sebebim vardı. Sadece anlatmam gerekiyordu.
Anlatmak belli ki bu aralar en çok ihtiyaç duyduğum şeydi. Betül Hanım'ın anlam dolu bakışlarında gördüğüm teşvikle birlikte nasıl olduğunu bile anlamadım, bir yerden başladım, gerisi çorap söküğü gibi geldi.
Tanımadığım birine Tekin'le evli olarak geçirdiğim yılları anlatmak, Seda ve Esin'le konuşmaktan çok farklıydı. Anlattıklarımın içerisindeki her şeyin dilekçeye yazılıp yazılamayacağını bile düşünmüyordum. Onun çoğu zaman yazmayıp dinlediğini ise çok sonradan farkettim. Profesyonel bir avukatlık görüşmesi olarak başlayan randevu daha önce yaşamadığım bir deneyime dönüşmüş, adeta bir psikolog muayenesi halini almıştı. Dilekçeyi yazıp bitirmemiz gerekenden daha uzun sürdü. Ben anlattım, o sabırla dinledi. Araya yer yer gözyaşları, birkaç sigara molası girdi.
Uzun günün sonunda Betül Hanım olmuştu Betül, bense onun için Işık.
"Sil gözünün yaşını artık. Bundan sonrası güzel olacak."
"Sen benim bu olayın başından beri tanıştığım üçüncü avukatsın Betül. Hiçbiriyle alamadığım kadar yolu seninle birlikte aldım. Bugüne kadar yeni tanıştığım birine içimi dökmeye de alışkın değilim. Kontrolden çıktım biraz. Bütün gününü aldım, lütfen kusura bakma."
"Kusuru yok Işık. Aksine teşekkür ederim beni seçtiğin için. Paylaştıklarının ne kadar zor, ne kadar özel olduğunun farkındayım. Sen de yaşadığın olayın ardından ayağa kalkıp harekete geçebildiğin için ne kadar güçlü biri olduğunun farkına var. Her şeyi içine atıp, korkunç bir çıkmazın içinde hapsolan öyle çok kadın tanıdım ki. Senin için bir şeyleri değiştirmek istiyorum. Bundan sonra yürüyeceğin yolda bastığın taşları birlikte döşeyeceğiz. Ben artık senin yol arkadaşınım."
Cümleleriyle bana bütün gün yaptığı üzere güç vermişti.
"Ben teşekkür ederim asıl. Doğru avukatı bulmak doğru psikoluğu bulmak kadar önemliymiş." dedim gülümsemeye çalışarak.
"Böyle düşünmene çok sevindim."
"Dilekçeyi tamamladık sanırım. Hepsi bu kadar mı?"
"Şimdilik hepsi bu kadar. Dava başvurusunu yarın yapacağım. Seni süreçten adım adım haberdar edeceğim."
"Uzaklaştırma kararı ne zaman çıkar?"
"Dünkü başvurun aile mahkemesine bugün ulaşmıştır. Ondan da yarın sonuç alırız."
"Tekin'in hemen haberi olacak mı peki?"
"Hükümlülük tebligat eline geçtiği anda başlar. Bu hafta içerisinde haberi olacaktır. Eğer bu süreçte sana ulaşacağından endişe ediyorsan, güvendiğin bir yerde, bir aile bireyinin yanında kalmanı tavsiye ederim."
"Tamam."
"Elimden gelen başka herhangi bir şey var mı?"
"Teşekkür ederim. Bundan sonra sık görüşeceğiz."
"Evet görüşeceğiz. O zamana dek lütfen kendine iyi bak."
"Sen de öyle."
Betül'ün ofisinden çıktığımda içimde hafif bir rüzgar esmeye başlamıştı. Yangınların içinde geçen bir zamandan sonra bu esinti, bana yeniden ayağa kalkabileceğimi, yeniden hayatımın dizginlerini elime alabileceğimi fısıldar gibiydi. Telefonumda ise birden çok arama ve mesaj vardı. Çok şükür ki hiçbiri Tekin'den değildi. Esin'in kardeşi Erdinç arayanlardan biriydi. Beni arayıp ulaşamayınca uygun bulduğu birkaç ev ilanını mesaj olarak göndermişti.
Fakat ilanlardan daha önce bambaşka bir konu aklıma takıldı.
Erdinç, Tekin'in yakın arkadaşları arasındaydı. Boşanacağımızı ablasından öğrendiğine göre, Tekin'e ulaşmış ve laf arasında benim ev baktığımı söylemiş olabilirdi. Aynı şekilde Tekin, bugün Rüzgar'dan da işe gitmediğimi öğrenmiş olabilirdi. Şayet merak ediyorduysa...
Dün Sinan'a benim kiminle ilişki yaşadığımı öğrenmek istediğini ama bana soramadığını söylediğine göre bu merakının kolaylıkla geçeceğini sanmıyordum. Bu tekinsiz ruh halinde Tekin'in işleri nereye vardıracağını kestiremiyordum. Yakın arkadaşı olarak Rüzgar'la konuşmak istemesi gayet olasıydı. Hatta ondan şüphelenmesi bile...
Korkuya çok benzer bir hisle olduğum yerde kaldım. Kendimle meşgul olduğum için düşünemediğim bu unsurlar, olayları çok başka boyutlara taşıyabilirdi. Rüzgar'ı hiç değilse haberdar etmek zorundaydım. Ani bir kararla, yapmayı hiç istemediğim bir şeyi yapmak zorunda kalarak ona mesaj attım.
"Selam. Dün ya da bugün Tekin'le görüştünüz mü?"
Mümkün olduğunca az açıklama yapmaktan yanaydım. Ama mümkün olduğunca çabuk yapmak zorundaydım. Son görülmesi saatler önceydi ve şu anda da mesajımı okumuyordu.
"Seninle acil olarak konuşmam gereken bir konu var." yazdım.
Aramakla aramamak arasında gidip gelirken kendime sakinleşmek için birkaç dakika tanıdım. Tekin Rüzgar'la konuşmuş olsaydı şu ana kadar haber alırdım.
Erdinç'in yolladığı linklerden ilkine tıkladım. Karşıma çıkan ilan şakanın ta kendisiydi. Maçka'da güvenlikli, otoparklı, lüks site. İş yerimin de Maçka'da olduğu gözetilince ilk bakışta son derece ideal görünüyordu. Sorun şu ki, ben bu siteyi gayet iyi biliyordum. Kapıdaki güvenliklerine kadar tanıyordum. Bir zamanlar burada yaşadığım bile söylenebilirdi.
Hayatın yüzüme dalga geçercesine güldüğü anlardan birindeydim. Gerçekten ama gerçekten çok saçmaydı.
Gayriihtiyari bir refleksle, evin fotoğraflarına baktığımı farkettim. 1 + 1 daireydi. Kirası ucuz değildi ama ödeyebileceğim bir aralıktaydı. Gidip görebilirdim işin aslı, ne zararı vardı?
Arabamı çalıştırıp yeni adresi girdim ve bulunduğum yere fazla uzak konumda olmayan siteye doğru yola çıktım. Henüz sitenin girişini yeni geçmiştim ki telefonum çalmaya başladı.
Rüzgar arıyordu.
Arabadan indim. Bir zamanlar onun oturduğu binanın önünde durdum. Akşam karanlığı çökmeye başlamışken şimdilerde başkalarının yaşadığı evin yanan ışıklarına baktım. Aramayı yanıtladım.
"Konuşmamız gerek yazmışsın."
Derinden gelen ses tonu, burada, eski evinin camlarını izlerken içimi titretiyordu. Ben burada böyle kaç gün, kaç gece, ışıkları yanmayan evini izlemiştim. Ondan bir haber, bir ses, bir nefes gelsin diye özlemiyle kaç gün, kaç gece, kaç yıllar tüketmiştim.
"Tekin seninle benim hakkımda konuşmak isteyebilir. Belki de bizim hakkımızda."
"Ne diyorsun Işık?"
"Ben ona geçmişle ilgili bir şeyler anlattım. Onun Japonya'da olduğu zamanlarda hayatımda başka birinin olduğunu öğrendi. Çoktan bittiğini de söyledim ama bu merak onu kolay kolay terketmeyebilir. Hatta senden şüphelenebilir."
Sıkıntılı bir soluğu koyverdiğini işittim.
"Neden yaptın ki böyle bir şeyi?" dedi söylenircesine.
Haklı olabilirdi. Hayatının normal akışı devam eden hangi insan eşine böyle bir sırrı itiraf ederdi?
Fakat o, daha birkaç gün önce ofisteki gözyaşlarıma şahit olmuştu. Geri döndüğünden beri ilk kez beni mutsuz eden bir şeylerin varlığını reddetmeyi bırakmış, lafı Tekin'de aramak yerine bana sormuştu. Anlatmak istemeyen bendim. Israr etmeyen oydu.
Çünkü duymak istemiyordu. Kesinkes çizdim altını bu gerçeğin. Bir kez daha ve bir kez daha. Kendisine göre bitirdiği, yeni bir hayat kurduğu bunca seneden sonra duymak ya da duyacaklarını kendine yormak istemiyordu. Öyleyse ona anlatamazdım.
"Nedeni önemli değil. Sen sana sorarsa hazırlıksız yakalanma istedim. Bilmiyorum dersin. Reddeder geçersin."
"Bu kadar kolay olur diyorsun?" Sinirden güler gibi bir tonu vardı sesinin.
Yaşananlara haksızlık ya da saygısızlık etmemek için bu retorik sorusuna cevap vermeyip sessiz kalmayı seçtim.
"Neredesin şimdi sen?" diye sordu. "Tekin'in yanında değilsin anladığım kadarıyla."
Ofise gelmediğimi farketmemişti, belki bugün o da ofise gitmemişti. Saate baktım. İş çıkış saatini çoktan geçmişti.
"Değilim. Ofise yakın bir yerlerdeyim. Sen neredesin?"
"Vaktin varsa buluşalım. Şu meseleyi bir düzgünce konuşalım."
"Olur."
"Konum at bana."
Telefonu kapatırken içine düştüğüm durumun saçmalığına gülmeye başlamıştım. Gönderdiğim konumu gördüğündeki yüz ifadesini çok merak ediyordum. Sadece,
"20 dakikaya oradayım." yazmıştı.
O gelene dek, arabanın içinde veya yağmurun altında bekleyecek değildim. Apartmana doğru ilerleyip, kapıcı dairesinin zilini tuşladım. Tahmin ettiğim gibi, kapıcıda evin anahtarı vardı. Halim tavrım güven vermiş olacak ki,
"Bu saat çöpleri toplama saatim. İsterseniz siz beklemeyin, evi gezin. Anahtarı çıkarken benim hanıma bırakırsınız." diyerek beni kendimle baş başa bıraktı.
Burası tam olarak o bloktu. Eskiden onun oturduğu binanın dördüncü katındaki daireye çıktım. Tanıdık koridorlar geçtim. Birbirine yüz yüze bakan beyaza boyalı sokak kapılarının arasında elimdeki anahtarın üstünde yazan daire numarasını buldum.
Evden içeri ilk adımda, solda küçük bir gömme dolabı geçip, açık mutfak düzenindeki salona giriliyordu. Aynı binanın üst katlarındaki 3 + 1 dairelerden tamamen farklı yapıdaydı. Salon yirmi - otuz metrekareyi geçmez büyüklükte, ufak, kompakt bir alandı. Sabit mutfak mobilyaları temiz kullanılmışlardı. Sağa doğru yürüyüp ilk kapıyı açtım. Burada banyo yer alıyordu. Aynada nasıl göründüğüme baktım. Gözlerim ferini yitirmiş, yüzüm solgun, normalde şekillendirilmek istemeyen saçlarım bile yerçekimine yenik ve küskün görünüyordu.
Telefonun bildirim sesiyle gözlerimi ekrana çevirdim, soru ekiyle tamamlanan cümleye hızlıca cevap vererek banyodan çıktım.
Sağdan ikinci kapı evin yegane odasına açılıyordu. Bu küçük oda da tıpkı salon gibi boydan boya camla kaplıydı. Fazla yüksek bir katta olmasa da şehir manzarasına bakıyordu. Üst katlarda yer alan bir başka dairenin nefes kesici Boğaz manzarasını hatırlıyordum, bu yönüyle de üst kattaki evden ayrılıyordu.
Sokak kapısının kendinden emin bir el tarafından tıklatıldığını duydum. Ama kapı zaten açıktı. Ben odadan çıktım, o da evden içeri girdi. Gözlerimiz çabasızca birbirini buldu. Yağmurdan birkaç damla nasibini almış siyah botlarıyla, koyu renk bir takım ve kabanı şık bir şekilde taşıyan güçlü fiziğiyle her zamanki gibi etkileyici görünüyordu. Saçlarından süzülen damlaları eliyle geriye savuşturdu. Gözlerimiz ayrılmazken bana doğru yürümeyi sürdürdü.
Kalbim birdenbire baş edilemez bir yoğunlukla doldu. Gözlerindeki bakış, sözcüklerin ifade edebileceğinden çok daha fazlasını söylüyordu. Hatırlıyordu. O da hissediyordu. Yeniden, burada, bir aradaydık. Hiç konuşmasaydık keşke şu an, nasıl olurdu? Adımları iyice yaklaştı. Yavaşladı. Durdu.
Kalbimse hız kesmeden atmayı sürdürdü.
Sessizliği camlara vuran yağmurun sesi doldurdu.
"Evime hoş geldin." dedim, şaka yapmaya dair cılız bir girişimle.
Hafifçe kaşlarını çattı.
"Senin evin mi?"
"Sadece benim."
Gözlerini, görmek istemediği bir şey görmüş gibi, gözlerimden çekti. Sonra yanımdan geçip camlara doğru yürüdü.
"Neler olduğunu anlatmanı istemiyorum." dedi, adeta kendi kendine söylenir gibi. "Ama anlatman gerek."
"Senden hiçbir beklentim yok Rüzgar. Huzurunu bozacak hiçbir şey istemiyorum senden. Ben de anlatmak istemiyorum bu yüzden." dedim bir solukta. Söylenecek ne çok şey vardı hala ve hala hiçbir şey. "Tekin'le yaşadıklarım beni ilgilendirir. Sen, sadece ona itiraf ettiğim geçmişimdesin. Adını söylemedim. Kim olduğunu bilmiyor. Sadece o Japonya'dayken hayatıma birinin girdiğini öğrendi. Merak edip sorgularsa ilk geleceği kişi sensin. Bu yüzden bilmeye hakkın olduğunu düşündüm."
"Peki ne söylememi istiyorsun? Sadece bilmediğimi mi?"
Ne isterse söyleyebilirdi, artık yanan yıkılan hiçbir şey umrumda değildi fakat ona duymak istediğini söyledim.
"Elbette. Bu herkes için daha doğru olur."
Arkasını dönüp, duyduğundan emin olmak istercesine yüzüme baktı. Ellerimi kabanımın cebine sokarken bu kez gözlerini kaçıran ben oldum.
"Peki ondan ne duyacağım?" diye sordu. "Senden duymak istemediklerimi ondan da duymak istemiyorum. O bana ne anlatacak?"
"Belki de anlatmaz." dedim omuz silkerek. Aylardır saklıyordu Tekin. Yine saklardı. "Şurada kalmış bir ay vaktin. Başına dert olduğumuz için kusura bakma."
"Işık." dedi, uzatmamı istemez, kesin, net bir tınıda. "Bir ay kaldığını hesaplıyorsun. Umursamıyormuş gibi davranıyorsun ama yapamıyorsun. Ben buraya geldiğim için düzeni bozulan biri varsa o da sensin. Bunun olmasını istemiyorum. Bu evi tutma. Tekin'le aranı benim yüzümden bozma. Güzel bir evliliğiniz var, riske atma. Çocuk mu yapmak istiyorsun, yap. Çalışmak mı istiyorsun, çalış. Ama bırak ben gerçekten geçmişinde kalayım."
Eskiden de sözünü sakınmazdı. Suratıma tokat gibi çarpardı cümleleri. Her defasında ondan nefret eder, geri çekilir, fakat sonrasında daha yüksek bir hızla ona doğru çekilirdim. Direndikçe yenildiğim, kaçtıkça kendimi daha çok onda bulduğum adam, hala, hiç değişmez bir etkiyle yüreğimi avuçlarının arasında tutuyor, sıkıyor, paramparça ediyordu.
Devam etmeye teşvik ettiği evliliğimden geriye tozlar ve küller kalmıştı sadece. Beni ittiği yerde duran Tekin'se, iki gece önce hayatımın en korkunç gecesini yaşatan bir canavardı. Bana öyle geliyordu ki ben sürekli bir yerden gitmeye çalışıyor, çalışıyor fakat sürekli aynı yerde buluyordum kendimi. Bitmeyen anlar, atılamayan adımlarla dolu, ne berbat bir kıskaçtı, ne kırılmaz bir döngüydü bu. Uyuyor, uyanıyor, hala aynı kabusu yaşıyordum. Ve o, bu kabusu güzel bir evlilik olarak nitelendirebilecek kadar yaşadıklarımdan habersizdi.
"Bilmediğin şeyler hakkında yorum yapma. Yeter." dedim dişlerimi sıkarak.
Çaresizliğim ve iki paralık olmuş gururum yüzüme vurulmuşçasına canım acıyordu. Evden çıkarken bu sabah kendimi çok ama çok değersiz hissediyor, nasıl adım atarım, onu bile bilemiyordum. Şimdiyse kendim olmaya tahammül edemiyor, yaşadıklarımla baş edemiyor, bir çıkış yolu dahi göremiyordum.
"Neden zorluyorsun?" dedim. Canımın acısını daha fazla bastıramayarak kollarımı kendi bedenime sardım. Sesim bile acıyordu benimle birlikte. "Ben sana buraya gel mi dedim? Görüşmek mi istedim? Söyleyeceğim iki cümleden ibaretti. Seni uyardım, bitti. Bir şey istemedim ki ben senden." Sesim kırıldı, parçalandı, döküldü. Kendimi ne kadar sıksam da, çabalasam da tutamadığım yaşlar yüzümün iki yanından süzülmeye başladı. Kaskatı yüzündeki ifadenin değiştiğini daha o anda gördüm. "Bu evi özellikle bulmadım ben, tesadüf." dedim kendimi açıkladığım için bile incinerek. "Senin peşinden koşmuyorum. Tekin'den senin yüzünden ayrılmıyorum. Beş yıldır yoksun. Beş yıl boyunca ben neler yaşadım, hiçbir şey bilmiyorsun." Gözyaşlarım çoğaldı, hıçkırıklara dönüştü. Yutkuna yutkuna sözümü tamamladım. "Bilmiyorsun, bilmek de istemiyorsun. Buna hakkın var. Anladım seni, anladım her şeyi, tamam. Konuştuk, git artık."
Gözlerinin önünde küçük düşmeye olan tahammülüm buraya kadardı. Ellerimi yüzüme kapadım. Ona arkamı döndüm. Gidebilmesi için yolundan çekilmek üzere birkaç adım attım.
Hepsi hepsi birkaç saniyeydi. Beni durduran ellerinin omuzlarıma değdiğini hissettim. Ve sonra beni kendine doğru çektiğini. Yüzüm, hala yüzümü saran ellerimle birlikte omzuna değdi. Kolları bedenimi sardı.
"Ağlama." dedi adı gibi, bir rüzgar fısıltısı gibi. "Böyle içli içli ağlama."
Dokunuşuna, ona sarılmaya, ona sığınmaya olan sonsuz ihtiyacıma rağmen içimin ürperen bir yanı beni geriye itti. Kollarının arasından irkilerek uzaklaştım.
"Lütfen bana dokunma."
Gitmemişti. Öyleyse, bilerek ağladığımı ya da bilerek zaafını kışkırttığımı söylemeden önce ben gitmeliydim.
Omuzlarım çökük, yüreğim bitik, sökük, kırık, dökük... yenilmiş hissediyordum. Ve şimdi ondan uzaklaşmaya çabalayan adımlarım bile yenilgimin bir kanıtı gibi güçsüzdü.
Sokak kapısına kadar ulaşmayı başardım. Bir adım daha atsam dışarıda olacaktım. Bir adım daha atsam, bir adım, bir adım daha, ah ne kadar zordu adım atmak.
Bir adım daha atamadım.
Beni durdurdu.
"Gitme." dedi alev alev o gözlerle. "Anlat. Beş yıl boyunca neler yaşadın? Nelere canın yandı? Bu gözyaşları neden? Hepsini anlat. Dinlerim. Sadece senden ibaret olsun her şey. Bu gece, sadece bir geceliğine bizden ibaret olsun. Anlat yeter ki, dinlerim istediğin kadar. Dinlerim sabaha kadar."
Anlatacaktım.
Yana yana çalan telefonu aramıza giren sessizliği bölen bir çığlık gibiydi.
"Aç." dedim.
Gözlerini gözlerimden çekmeden eli cebine gitti. Telefonu çıkardı. Ekranda yazan ismi ikimiz de gördük.
Esin.
"Aç." dedim bir kez daha.
Açtı.
"Ya sen nerdesin? Geldim burada seni bekliyorum." diyen Esin'in sesini ikimiz de duyduk.
"Önemli bir işim çıktı." diye cevap verdi.
Ama ben kafamı iki yana salladım.
"Aşkolsun insan hiç değilse mesajlarıma cevap verir. Meraktan öldüm." diyen Esin işveli bir ses tonuyla konuşmayı sürdürüyordu.
"Kusura bakma." dedi Rüzgar, dümdüz bir sesle.
Bir adım.
Bir adım attım. Bir adımda kapının dışındaydım. Bir adımda ondan uzaklaştım.
"Önemli değil. Kaç dakikaya gelirsin?" diye soran Esin'in sesini o son adımda duymuştum.
O ses bana aradığım dirayeti verdi. Bir adımdan sonrası kolaydı. Koşarcasına asansöre ulaştım. Asansör hemen geldi. Kapısı hemen kapansın diye kapatma tuşuna hınçla bastım.
Peşimden gelmesine ve beni bir kez daha perişan etmesine izin vermeden gecenin karanlığına karıştım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top