2. Yeni Yılın Getirdikleri
Yeni yıl yeni haberler yeni telaşlar getirdi.
Yılbaşı yemeğinden sonra ofisteki tatlı rehavet birkaç gün daha sürdü. Ardından soluksuz çalıştığımız bir tempoya döndük. Aynı anda birkaç iş üzerinde çalışılıyor, proje ekipleri hummalı çalışmalar yürütüyordu. Şantiyelerde peş peşe gelişen beklenmedik bazı problemler, sahadaki mühendislerin başını çok ağrıtıyor, aynı problemlerin yankısı ofisi de vuruyordu. Hasan ve Ayhan kontrol için sıklıkla şantiyelere gidip geliyor, gelişmeleri Gülçin ve Tekin'e rapor ediyorlardı. Tekin de birkaç kez sahaya gitmişti. Gülçin'le ikisi daha da zorlu bir görev olarak Turhan Bey'e açıklama yapma sorumluluğuna sahiptiler. Tekin, sahaya çıkmadığı ve Turhan Bey'e hesap vermediği zamanlarda günün büyük çoğunluğunu finans müdürüyle beraber yeni yılın bütçe çalışmalarını tamamlamak üzere toplantı odasında geçiriyordu. Ne kadar yoğun olduğunu görebiliyordum. Şantiyelerdeki problemlere kendi yoğunluğu da eklenince yürüyen bir barut fıçısına dönmüştü. Birlikte çalıştığı insanlar "Tamam Tekin Bey." "Hemen Tekin Bey." deyip bir an önce ayağının altından çekilmenin peşindeydiler. Herkes ancak o toplantı odasındayken nefes alabiliyordu. İşler yolunda gitmediğinde Tekin ciddi anlamda zor bir insana dönüşüyordu. Bunu bizzat gözlemleyerek öğreniyordum. Aynı günlerde Gülçin ise beklenmedik derecede dengeli bir ruh halindeydi ve Tekin'in yarattığı gerginliği dengeliyordu.
Denizin fırtınalı olduğu bir dönemden geçiyorduk.
Bütün bunlar olup biterken, çiçeği burnunda özel hayatımıza zaman ayırmamız mümkün olmamıştı. Tekin'le sevgili olmak henüz benim için akşamları evlerimize çekildiğimizde içimi eriten birkaç dakikalık telefon görüşmeleri yapmak anlamına geliyordu. Ofiste gördüğüm başka, telefonun ucundaki bambaşka bir insandı. Bana baş başa zaman ayıramadığı için özür diliyordu ama bunu önemsemiyordum. İkimiz de çok yoruluyorduk. Elbet bu yoğunluk normal bir seviyeye dönecekti. O zaman birbirimize zaman ayırabilecektik. İlişkimizi ofistekilerden saklama kararını ikimiz de sesli dile getirmemiştik. Dile getirmeye gereksiz derecede ortak bir karardı bu. Huzurlu bir ilişki inşa edebilmemiz açısından da zorunluydu.
Şimdilerde hayatımın bir numarasına işimi almıştım ve bu anlamda özverili çalışmalarımın ilk meyvelerini toplamaya başladığım bir döneme adım atıyordum.
Haftanın son iş günü apansızın gelen ofis içi arama sayesinde toplantı odasına çağrıldım ve Turhan Bey tüm müdürlerinin karşısında beni yeni proje sorumlusu diğer bir deyişle yetkili mühendis olarak terfi ettirdiklerini açıkladı. İlk projem Hasan'ın koordine ettiği bir alışveriş merkezi inşaatıydı. Adıma yepyeni bir kartvizit bastırılacaktı ve maaşıma da zam alacaktım. Bir cuma günü daha ne kadar güzelleşebilirdi bilmiyordum. Odadan çıktığımda mutluluktan ayaklarım yere basmıyordu. Ne yediğimden ne içtiğimden hiçbir şey anlamaz haldeydim. Aynı anlamama hali Tekin'den gelen mesaj ile tasdiklendi. "Akşam mesaiye kal." yazdığı ekrana aval aval baktım.
Sonra birden ışık yandı.
Ona gülen surat yolladım. O da bana aynı şekilde gülen surat yolladı.
Günün geri kalanı arkadaşlarımın tebrikleriyle ve Hasan'ın, zaten ana hatlarıyla bildiğim projede benden istediği çalışmaları anlatmasıyla geçti. Seda'ya da mesaj atıp haber vermeyi ihmal etmedim. Anında aradı.
"Tebrik ederim bebeğim. Bu akşam derhal kutlamalıyız."
"Bu akşam olmaz. Başkasına sözüm var. Sanırım."
"Sanırım derken?" Seda gülüyordu. Konuşmayı ofis sınırları dahilinde yaptığım için açık konuşamazdım.
"Seni takvimime yarın için kaydedebilirim canım. Sanırım."
"Bu sanırımların hesabını sorarım yalnız."
"Bir ara sorarsın canım."
Telefonu gülüşe gülüşe kapattık. Gözlerim Tekin'e odaklanmıştı. Bilgisayar ekranına bakarken yüzünde konuşmamı dinlediğini kanıtlayan tatlı bir sırıtış vardı. Ona baktığımı farkedince bana döndü ve çaktırmadan göz kırptı.
İş çıkışı herkes servislere giderken, neden gelmediğimi soran Hasan'a, Seda'yla birlikte yemeğe çıkacağımızı söyledim. Selam söyleyip ayrıldı. Tekin bu esnada gözünü ayırmaksızın odaklandığı bilgisayarında bir şeylerle uğraşıyordu. Tüm servisler kalkıp herkes şirketten ayrıldığında, ofiste sadece ikimiz kalmıştık.
Bilgisayarımdaki açık sayfaları kapattım. Sırtımı ofis koltuğuna yasladım ve bakışlarımı karşı çaprazımdaki masada ciddi bir ifadeyle çalışmayı sürdüren sevgilime diktim.
Bana bakmıyordu ama her zamanki gibi bakışlarımın farkında olduğunu havaya dikilen kaşlarından anladım.
"Tekin Bey, kahve yapayım mı size? Belli ki çalışacaksınız daha."
"Çok iyi olurdu, Işık Hanım. Fakat ne yazık ki daha fazla çalışamayacağım. Dışarıda planım var."
"Aa! Ne planınız var, hayret? Hiçbir güç sizi işinizden ayıramaz diye düşünüyordum."
Klavye üzerindeki parmakları durdu. Yüzünde muzip bir ifadeyle bana doğru döndü.
"Bazı güçler ayırabilir."
Yerinden kalktı.
Bugün beyaza yakın su yeşili bir gömlek giymişti. Slim fit kesimli gömleği vücuduna tam oturuyordu. Bana doğru adım adım yaklaşırken gözlerimi üstünden alamıyordum.
"Neymiş doğrusu, çok merak ettim." diyerek şakalaşmayı sürdürdüm. Masama kadar gelip, boşta kalan kısmına yanlamasına oturdu. Kocaman mavi bakışlarını üstüme dikti ve ciddi bir ifadeyle,
"Kız arkadaşım." dedi. Onunla birlikte ben de ciddileştim.
"Kız arkadaşınız olduğunu bilmiyordum."
Masanın üzerinde duran elimi eline aldı. Elim elinin içinde ufacık kalmıştı. Baş parmağı elimin üstünde belli belirsiz gezinmeye başladı.
"Özel hayatımı iş arkadaşlarımla paylaşmıyorum."
"Anlıyorum tabi. Haklısınız." Gözlerimi elimden zorlukla ayırdım. "Bu geceki planınız nedir? Fazla özel değilse sorabilir miyim?"
"Kız arkadaşımla yemeğe çıkacağız."
Bu adam çekici olmak için hiçbir çaba sarfetmezken bile nasıl bu kadar... çekici olmayı başarıyordu?
"Ne hoş." derken yutkundum.
"Çok hoştur kendisi." dedi oyunu bir an olsun bozmayarak. "Ayrıca bugün terfi aldı." Mavi gözlerinde yanıp sönen oyunbaz pırıltılar nefes kesiciydi.
"Tebrik ettiğimi kendisine iletin lütfen."
"Büyük bir zevkle." dedi. Sonra eğildi, yanağıma ufacık bir öpücük bıraktı. "İşin bittiyse çıkalım mı?"
İlk resmi randevumuza böylece çıktık. Beni Caddebostan'da bir balıkçıya götürdü. Hava çok soğuktu. Küçücük mekan tıkış tıkış doluydu. Neyse ki Tekin bizim için rezervasyon yaptırmıştı. Ertesi gün iş olmamasının getirdiği rahatlıkla alkol siparişlerimizi verdik.
"Ne güzel yermiş burası. Seda'larla bu civarda çok balıkçıya gittim ama buraya hiç gelmemişiz. Hayret."
"Severim burayı. Arkadaşlarımla ara ara geliriz biz."
"Mezeler şahane. Balık da çok lezzetli."
"Beğenmene sevindim."
"İstanbul'da okumanın getirisi herhalde her yere hakimsin."
"Her yere hakimim diyemem aslında. Benden daha sosyal arkadaşlarım var. Ben biraz onların sayesinde keşfediyorum. Onlar olmasa evden çıkmam."
"Ev kuşusun yani."
"Kendi halime bırakılırsam, öyle."
"Bırakmıyorlar mı?"
"Bırakmazlar. Bırakmasınlar da zaten. İyi ki varlar. Üniversiteden beri beş yakın arkadaşız. Birini buralarda zaptedemiyoruz, o yurtdışında şu ara. Mesafenin bir önemi yok ama Rüzgar benim en yakın arkadaşım. Onun dışında diğer dördümüz hep bir aradayız. Kızlar var; bizimkilerin sevgilileri, eşleri. Onlarla da yıllardır tanışırız, aile gibi olduk artık. Tanışırsın sen de yakında. Merak ediyorlar seni."
"Benden haberleri var yani."
"Çoktan."
"Nasıl?"
"Arkadaşım Eren'le tanışmıştın ya hatırlarsın, iş yerindekilerle çıktığımız gece. O gece Eren benim senden hoşlandığımı anlamış. Sağ olsun diğerlerinin yanında açtı konuyu. Ben de inkar etmeyince düştüm dillerine. Ne oldu, ne olacak diye sorup durdular bunca zaman."
"İyi uğraşmışlar seninle."
"Evet onlara gün doğdu. Bilmiyorlar daha önce benim böyle bir şeyimi. Yani şahit olmadı onlar... uzun zamandır." dedi ve sustu.
"Ne kadar uzun zamandır?" diye üsteledim. Rakısından büyük bir yudum aldı.
"Üniversiteden beri ciddi bir ilişkim olmadı." dedi dürüstçe.
"Üniversitedeki neden bitti?"
"Bitmesi gerektiği için." diye kestirip atması bu konuda daha fazla konuşmak istemediğini ifade ediyordu.
"Sonra kısa süreli şeyler mi?"
"Sonra kısa süreli, gelgeç ilişkiler." dedi hızlı hızlı. Kaşlarını çattı. "Bunlardan konuşmayacağız değil mi bütün gece?"
"Hayır. Bu kadarı yeterli."
"Sevindim." dedi. Yeterince dürüsttü. Pek çok erkek gibi geçmişinden bahsetmeyi sevmiyordu. Sorsa anlatacak pek bir şeyim yoktu gerçi ama benim geçmişimi sormaması da dikkatimi çekmişti. "Terfini kutladığımız kısma geçmek istiyorum artık." diyerek konuya yeni bir yön verdi.
Kadehlerimizi bugünden itibaren yetkili mühendis oluşuma kaldırdık.
"Tebrik ederim seni."
"Sana teşekkür etmeliyim bu konuda." Söylediğimi garipsemişti.
"Neden?"
"Herşey seninle başladı. Ben çabalıyordum ama Gülçin engelini aşamıyordum. Toplantıda sunumu benim yapmamı desteklediğin günü bir milat kabul ediyorum."
"Bu senin kendi başarın. A'dan Z'ye. Ben o gün sadece kişisel gözlemimi paylaşmıştım."
"Yine de teşekkür ederim."
"Işık." Uzandı, elimi tuttu. "Bana teşekkür etme kısmını geç. Gururlan kendinle. Şirkete gireli daha dört ay oldu. Turhan Bey'in gözüne girdin. Kendin başardın. Üstelik çok az insan başardı bunu bugüne kadar. Devamının geleceğini görebiliyorum ama önce kendine güven."
"Kendine güvenmek güzel şey tabi de bu uğurda bazı örnekler gibi mütevaziliğimi yitirmek istemem."
"Mütevazi olmak farklı, hak ettiği saygıyı görmeyi beklemek ayrı. Neyi kastettiğini anlayabiliyorum. Gülçin, saygıyı talep ederek alan biri. Ben ona meslektaşım olarak saygı duyuyorum, aynı zamanda arkadaşım ama aileden şanslı bir genç kadın, bunun da farkındayım. Sen farklısın... Sen ve ben, benziyoruz birbirimize."
Doğru mu duydum dercesine gözlerimi açtım.
"Programlı çalışıyorsun. Disiplinlisin. Kafana taktığın işi bitirene kadar gerekirse uykusuz kalırsın. Zamanında yaparsın, en doğru şekilde yaparsın. Gururlusun çünkü baştan savma yapmayı öncelikle gururuna yediremezsin. Yanılıyor muyum?"
"Yanılmıyorsun." dedim şaşırarak. Tatlı tatlı güldü.
"Yükseleceksin Işık. Ve ben buna büyük bir keyifle eşlik edeceğim. Fakat kolay olmayacak. Yapman gereken bazı şeyler var. Öncelikle yüksek lisans. Bunu atlamıyorsun, değil mi? İtü'ye başvurabilirsin. Hocalarımla aram iyi. Sana elimden gelen yardımı yaparım."
"Atlamıyorum tabi. Ama İtü'den ziyade, özel bir üniversitede tezsiz mi yapsam diye de düşünmüyor değilim."
Tekin'in yüzü bozuk bir yemek tatmış gibi buruştu.
"Tezsiz mi? Aklından çıkar. Tezsiz yapacağına hiç yapma daha iyi. Vereceğin paraya yazık."
"Ama bir yandan çalışırken bir yandan tez yazmak... hem şimdi süresi de kısıtlanmış yüksek lisansın."
"Ee?"
"Şirket filan..." Sesim küçüldü. "Çalışırken derslere gidip gelmek..."
"Şirketten izin verirler. Özel okula vereceğin parayla ayağını yerden kesecek bir araba alırız sana. Kendine neden düşük hedefler koyuyorsun?" diye çıkışınca pes ettim.
"Tamam. Tamam. Düşük hedefler koymak yok."
"Ha şöyle. Gözünü korkutma bu kadar."
İş ve kariyer gibi ikimiz için de önemli iki konuya odaklanınca saatler su gibi geçmiş, neredeyse gece yarısına gelmişti. Tekin'in evi oturduğumuz yere taksiyle on dakika mesafedeydi. Çok içtiği için arabayı otoparkta bırakıp, ertesi gün almaya karar verdi.
"İki ayrı taksiye bineceğiz öyleyse." dedim. Boncuk gözlerini üstüme dikti,
"Bana gelmez misin?" diye sordu. Kalbim heyecandan patlayacakmış gibi hissediyordum ama bunu yapamazdım. Henüz ilk kez dışarı çıkmıştık. Ufak adımlarla ilerlemek istiyordum. Onu kırmaktan çekinerek,
"Bu gece eve gitsem iyi olur." dedim. Masadan kalkarken elini zarifçe belime yaslamıştı.
"Tabi. Nasıl istersen." Birlikte kapıya çıktık. Çağırdığı taksiye benimle birlikte bindi. "Saat geç oldu. Seni yalnız gönderemem. Evine kadar eşlik edeceğim."
Düşünceli tavrıyla her zamanki gibi kalbimi yeniden fethediyordu. Benim evim Tekin'in evinin zıt yönündeydi, bulunduğumuz yere yine on dakika mesafedeydi. Arka koltukta yan yana otururken, aramızdaki elektrik akımlarını hissedebiliyordum. Eli elimi sıkıca kavradığında onunla evine gitmeyi seçmediğim için şimdiden pişman olmaya başlamıştım. Karanlıkta gözlerimiz eşleşti. Gümbür gümbür atan kalbimi biraz olsun yatıştırabilme umuduyla ona doğru yaklaştım. Başımı omzuna yasladım. Öyle güzel kokuyordu ki. Boynuna yakın o yerde, nabzı sadece santimlerle yakınımdayken, asla yatışamayacağımı anlamıştım. Onun da göğsü normal bir insana göre biraz hızlı inip kalkıyor gibiydi. Birbirine geçmiş parmaklarımızı garip şekillere sokuyordum. Hiçbir şeye itiraz etmiyordu. On dakikalık da yol bitmek bilmiyordu. Taksicinin görmediği bir açıda oturduğumuzdan emin olduğumda artık dayanamadım. Başımı omzundan azıcık kaldırdım. Boynuna doğru uzandım ve teninin kokusunun en yoğun olduğu o bölgeye usulca bir öpücük kondurdum. Tekin'in öne eğdiği başını aniden bana çevirmesi de tam olarak bu anda oldu. Ona dönük yanağımı eliyle kavrayıp yüzümü kendine doğru çekti ve dudakları dudaklarıma kapandı. Sanki ortalık birdenbire alev aldı.
Taksicinin, "Geldik abi." dediği yerde birbirimizden ayrılmak zorunda kaldık.
Dakikalar boyu beni ele geçirip başka bir insana dönüştüren tutkudan öyle utanmıştım ki, an itibariyle Tekin'in yüzüne bakamıyordum. İki eli yanaklarımı kavrayıp yeniden yüzüne bakmamı sağlarken ne halde olduğumu farkedip gülümsedi.
"İnmek zorunda değilsin." diye fısıldadı. Derin bir nefes alıp ellerinden sıyrıldım.
"İnmeliyim. Ama sen de gel. Sana kahve ikram edeyim."
Seçeneklerini değerlendirirken bir an tereddütlü gibiydi. Sonra kafasını salladı ve ben toparlanıp taksiden inerken şoförün parasını ödeyerek peşimden geldi.
Az önceki anın etkisiyle hala ellerim titrerken, sokak kapısının kilidini açmakta bile zorlanıyordum. Tekin kolunu omzumun üstünden duvara yaslamış, çabamı eğlenen bakışlarla izlerken,
"Zile bassak daha mı iyi olur acaba?" diye sordu.
"Yok yok açtım."
Gerçekten de nihayet açabilmiştim. Apartmanın girişinde asansör beklerken Seda'ya çabukça bir yukarı geliyoruz mesajı attım. Telefonu çantama sokuşturup bıraktığım elini tuttum. Asansör kapısı açıldı. İçeri geçerken neredeyse yüzü saçlarıma değiyordu. Kapı kapandı. Aynada gördüğüm bakışlarını kendi gözlerimle görmek üzere yüzümü yüzüne döndüm ve yeniden birbirimize karıştık. İnsanı tutuşturan bir yangındı bu, sanki göğüs kafesimin içinde kızıl alevler harlanıyordu.
Asansörün kata geldiğini anladığımda mecburen elimi göğsüne yaslayıp onu durdurmak zorunda kaldım. Yüzünde içimi eriten masumlukta bir bakışla geri çekildi. Bu kez kendini toparlamakta zorlanan oydu. İkimiz de maraton koşmuşçasına derin nefesler alıyorduk. Saniyeler içinde kendimize çeki düzen verip el ele tutuştuk. Asansörün kapısı açıldı. Seda, şaşırtmayan bir şekilde bizi evin kapısında bekliyordu. Birbirimizden birkaç saniye geç ayrılsaydık, ona ne biçim rezil olacaktık. Şu halde bile muhtemelen garip görünüyorduk. Çünkü ona doğru yaklaşırken bizi izleyen Seda'nın yüzünde gülmekle gülmemek arası muzur bir ifade belirmişti.
"Hoş geldiniz. Naber Tekin?"
"İyi. Senden?"
"İyilik. Siz keyfinize bakın biz içerideyiz." Biz dediğine göre Sinan da bizdeydi.
Seda içeri kaçarken, bu kadar komik bulduğu neydi anlayamayarak Tekin'e döndüm ve yüzünün her yerine bulaştırdığım rujumu gördüm. Kontrolsüz bir kıkırtı kaçtı dudaklarımdan.
"Ne?" Şimdi anlamayan oydu.
"Banyoya gitsen iyi olacak. Koridorun sağındaki kapı."
Tekin kaşlarını çatarak banyoya doğru ilerlerken ben de alı al moru mor bir suratla içeriye, Seda'nın yanına geçtim. Seda bana bakarak pis pis gülmeyi sürdürüyordu. Neyse ki Sinan yanında olduğu için ağzını açmıyordu.
"Tekin nerede?" diye soran Sinan'dı. Yalnızca bir kez aynı ortamda bulunmalarına rağmen, Seda sayesinde Tekin'den haberdardı ve şimdiden arkadaşlarmış gibi yakın bir tavır içerisindeydi.
"Geliyor şimdi." İzledikleri diziye biz gelince ara vermişlerdi. "Siz devam edin ya. Bize bakmayın."
"Bakmayalım bence de." Seda Sinan'ın kucağına tünemiş hala kıkırdıyordu. Eli Seda'nın saçlarındayken Sinan bana döndü.
"Ne gülüyor bu?"
"Bilmem kendisine sor."
Seda'ya surat yapıp yerimden kalktım. Mutfağa gittim. Kahve için malzemeleri çıkarmaya başladım. Banyodaki işini bitiren Tekin de doğruca yanıma geldi. Birbirimizden biraz olsun uzak dursak iyi olacaktı ama nedense bunu hiç istemiyordum. Mutfak kapısının kirişine doğru yaslandı.
"Rezil olduk." dedi. Yüzündeki biraz mahcup, tatlı ifadeye içim eriyerek baktım.
"Yok ya, karanlıktı biz içeri girerken. Seda farketmemiştir." diye yalan söyledim. Öyle olsun dercesine kafasını salladı. Neyin ne olduğunun o da farkındaydı.
"Ben içeri geçeyim madem. Daha fazla rezil olmamak adına."
"Kahveleri yapıp geliyorum ben de şimdi."
İçeri girdiğimde çoktan sohbet etmeye başlamışlardı. Kuzenim ve Sinan, misafiri rahat ettirmeyi seven, kendileri de rahat yapıda insanlardı, Tekin'se yol yordam bilen biriydi. Hızlı kaynaşmalarına sevinmiştim. Erkekler balkona çıkıp dondurucu havada sigara içerlerken Seda'yla içeride baş başa kalmıştık.
"Onu sevdim." dedi Seda. "Kız kardeşimi emanet edebileceğim birine benziyor."
"Öyle mi diyorsun? Yavaş ilerlemek istiyorum."
"Evet belli." Seda yine gülmeye başlamıştı.
"Yapma." diye sitem ettim.
"Seninle uğraşmak çok eğlenceli ama ne yapayım? Nadiren koz veriyorsun."
"Sen de eline geçen hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun."
"Bence aranızdaki bu tutku şahane bir şey. Yani daha başındasınız ilişkinin ama çok normal." Elimi kızaran yanağıma yasladım.
"Kalbim çıkacak zannettim." diye itiraf ettim. Seda'nın gözleri sevgiyle kırpıştı. Balkon kapısı açılmıştı. Erkekler içeri girdiler.
"Ben artık gideyim." dedi Tekin.
"Kalsana. Yarın sabah kahvaltı ederiz." diyen Seda'ydı. Nezaketen sormuştu. Tekin'in kalmayacağını biliyordum. Beni anlıyordu. Seda'nın teklifine teşekkür ederken eğilmiş kafamın üstüne bir öpücük kondurmuştu.
"Sabah buluşuruz gerekirse. Şimdi gideyim."
Ve böylelikle, adım adım, bütün hayatımı fethetti. İş yerinde ilişkimizi hala saklıyorduk bu yüzden her yeni gün iki yabancı gibi davranmanın garip hazzını keşfediyordum. İş dışındaki zamanlarda birbirimize aittik. Çok konuşuyorduk. Her nasılsa konuşacak şeyimiz hiç bitmiyor gibiydi. Bununla beraber yanında kendimi huzurlu hissediyordum. Günden güne daha çok bağlanıyor, ona daha çok güveniyordum.
Günler ilerledi, ilişkimiz ilerledi, çıkmaya başladıktan bir buçuk ay sonra ilk kez bir gece onun evinde kaldım.
Dışarıda yemek yemiş, alkol almıştık. Hadi dediğinde bu kez itiraz etmedim. Taksiden oturduğu sitenin girişinde indik. Ayağımda yeni aldığım topuklu ayakkabılarım vardı. Arkası çok fena vurmuş, yara yapmıştı. Taksiden inerken ayağımın üstüne bastığım her saniye acı çekiyordum.
"Yürüyecek miyiz?"
"Çok az bir mesafe var."
"Yürüyemiyorum ama ben."
"Gel sırtıma."
"Saçmalama."
"Neden ya? Ufacıksın zaten taşırım ben seni."
"Hayatım saçmalama. Ufacık filan değilim ben."
"Gel dedim."
Daha fazla itiraz etmeme müsade etmeden beni sırtlamış, dizlerimi beline sarmıştı.
"Sıkı tutun."
Beş bloklu, yeşil alanlı modern bir siteydi. İçeri girdikten bir süre sonra yürümekte ısrar ettim.
"Çimlere basmak istiyorum."
"Çimlere basmak yasak yalnız."
Saçmasapan herşeye gülecek kadar alkollüydük.
"İndirir misin beni yahu? Yürüyeceğim diyorum."
"Az önce yürüyemiyorum diyordun."
"Topukluylaydı o."
İndirdi. Eve gidesim yoktu. Hemen karşımda bir çocuk parkı görmüştüm.
"Hadi salıncağa binelim."
"Binelim Işık. Binelim." Tüm çocuksuluğumu sineye çeken tavrına bayılıyordum. Çıplak ayakla çimlerde koşturmamdan sonra sabırla ben bıkana kadar salıncakta sallamayı sürdürdü.
"Yeter yeter." dedim sonra.
"Aa neden ama? Sabaha kadar sallasaydım?"
"Yeter. Çok hızlandın. Yükseklik korkum var benim."
"Alt tarafı on metre yükselmiyorsundur. Bu kadar mı korkuyorsun yükseklikten?"
Salıncak durduğunda ellerini omuzlarıma dayadı.
"O kadar çok korkuyorum." dedim fısıldarcasına. Eğildi. Saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu.
"Tahmin edebiliyorum." derken ses tonu başka bir şeyi kasteder gibiydi. "Ama eve girelim artık."
"Girelim, tamam. Üşüdüm zaten." diye mızmızlandım. Salıncağın önüne geçip elini uzattı.
"Neyse ki." dedi tatlılıkla. "Eve girmemek için sabaha kadar bahaneler üreteceksin sandım."
Beni tanıyordu. Beni ben daha anlatmadan bile anlayabiliyordu. Kendimi onun temposuna bırakmak, ona güvenmek ve ona sığınmak o güne dek hiç hissetmediğim kadar doğru hissettiriyordu.
Yukarı çıktık. Kapıyı açtı. Arkamdan eve girip, kapıyı kapattığında sırtım göğsüne yaslandı. Henüz salonu görmeden birbirimize karışmış halde yatak odasının yolunu tuttuk. Gecenin karanlığında siteyi aydınlatan lambaların ışığı vuruyordu odaya. Kontrast renklerin hakim olduğu dekorasyon, yatak örtülerinde de lacivert ve beyaz olarak tekrarlanmıştı. İlk bakışta temiz ve düzenli oluşu göze çarpıyordu. Elbette Tekin'in evi temiz ve düzenli olacaktı. Muhtemelen benimkinden bile daha temizdi odası. Kabanımı ve atkımı çıkarıp yatağın yanındaki tekli koltuğun üstüne bıraktım. Üzerimde diz uzunluğunda triko bir elbise vardı. Yatağa oturur şekilde uzanıp sırtımı yatak başlığına dayadım. Elbisemin açılan yerlerini düzelttim. Elimle saçlarımı düzelttim. Tekin karşıma geçmiş beni izliyordu.
"O kadar yakıştın ki seni bu şekilde saatler boyu izleyebilirim."
"Tablo muyum ben?"
"Tablo gibisin."
"Gel." dedim.
O da kabanını ve atkısını çıkarıp benimkilerin üstüne bıraktı. Gömleğinin düğmelerini yarıya kadar çözmüştü ki, beni ayaklarımdan tutarak yatağın üstüne doğru çekti.
"Asıl sen gel."
Dudaklarımız birleşti. Elleri yukarı sıyrılan elbisemin altına geçip, bedenimi cesur bir keşfe çıktığında an be an artan hislerim, aynı şekilde artan bir paniğe bulandı.
Yan yana uzanacaktık. Sarılıp uyuyacaktık. Bunlara itirazım yoktu ama dahası... beni ciddi anlamda korkutuyordu.
Fikren, evlenmeden önce olmaz gibi bir kaygım olmamıştı hiçbir zaman. Annemin babamla evlenmeden önce birlikte olup olmadığını bilmiyordum ama bana, sevişmenin de sevmeye dahil olduğunu öğretmişti. Babamın işten eve geldiğinde annemi masumane bir şekilde öpmesini görmek, annemle babamı dışarıda el ele yürürken görmek, zaman zaman beni evde bırakıp sinemaya gitmek gibi flörtöz kaçamaklar yapmalarına şahit olmak... bu gibi şeyler tabu değildi evimizde. Birbirini seven iki insanın arasındaki cinsellik de o insanı sevmek kadar doğaldı. Gelgelelim kendini hazır hissetmek önemliydi. Bu deneyimi güvenilir bir insanla yaşamak daha da önemliydi. Annemden öğrendiklerim bu noktada son buluyordu. Gerisi yıllar içerisinde kız arkadaşlarımdan dinlediklerimden ibaretti. Birkaç yıl önce Seda'yı sıkıştırıp Sinan'la yaşadığı ilk deneyimi sorgulamıştım. Ne kadar rahat bir insan olursa olsun bu konuda oldukça ketum davranmıştı. Zamanı geldiğinde yani ben doğru kişiyi bulduğumda, o zaman bana ne merak ediyorsam anlatacağına söz vermişti. Peki Tekin doğru kişi miydi?
Tam şu anda, üzerime eğilmiş gömleğini çıkarırken, birbirimize son derece yakın olduğumuz bir anı yaşarken, belki bunu sorgulamam aptalcaydı. En doğrusu kendini akışa bırakmaktı ama sanırım ben Seda'ya sormak istiyorum joker hakkımı kullanacaktım. Çünkü henüz, onun yanında çırılçıplak kalma fikrinden bile delicesine utanırken, bir aşama ilerisine geçebileceğimi hiç sanmıyordum.
Tekin gömleğini çıkardığı anda ellerimi yüzüme kapattım. Gıdıklayarak ellerimi çekmeme sebep oldu.
"Bana bak." dedi.
Endişeli bir ifadeyle ellerimi iki yana bıraktım ve ona baktım. Yarı çıplak bedeniyle ağırlığını bana vermeden dizlerinin üstüne oturdu. Çocuksu, masum suratıyla, dağılmış saçlarıyla, buğday rengi pürüzsüz teniyle çok güzeldi. Onun beni izlemekten nasıl bir keyif aldığını şimdi çok daha iyi anlıyordum. Endişeleri bir yana bırakıp sadece ona dokunmak istedim. Ellerimi uzattığımda bana doğru hafifçe eğildi. Kafasını da yana eğdi ve bana içim eriten bir bakışla bakmaya başladı.
Kollarına dokundum önce. Teni yumuşacıktı. Bebeksiydi. Göğsüne dokundum. Tuttuğum nefesimi usul usul bıraktım.
"Benden utanma." dedi tüm tepkilerimi, tüm ifadelerimi izleyerek. Bedeninde gezinen elimi elinin arasına aldı. Avcumun içine bir öpücük kondurdu. "Aşk bu. Utanılacak bir şey değil."
Kafamı salladım. "Ben sadece... daha önce hiç... ben sadece hazır olduğumdan emin olmak istiyorum."
Düşünceli bir ifadeyle kıpkırmızı dudaklarını dişliyor olması içinde bulunduğum tereddütlü duruma hiç yardımcı olmuyordu.
"Tamam sevgilim." dedi nihayet. "Acelemiz yok. Sen hazır hissedene kadar bekleyebiliriz."
Bu fikre bayılmadığı ortadaydı ama bana saygı duyuyordu ve şu aşamada bana duyduğu bu saygı dünyalara bedeldi. Üstümden kalktı. Darmadağın saçları ve gece karanlığında gölgeler içerisindeki silüeti hala nefesimi keserken pantolonunu çıkarıp gardırobundan aldığı bir şort ve tişörtü hızlıca üstüne geçirdi. Aynı şekilde bir şort ve tişörtü de bana uzattı.
"Arkanı döner misin?" diye sordum. İtirazsızca arkasını döndü ve ben üstümü değiştirirken sabırla bekledi. "Tamam. Giyindim." dediğimde yeniden bana doğru döndü. Birlikte yatağa girdik ve yüz yüze bakacak şekilde uzandık. Onu seviyordum. Ona duyduğum bu sevgiye dair hiçbir tereddütüm yoktu. O da sevildiğini biliyor olmalıydı ki, geri kalan tereddütlerimden rahatsızlık duymamayı başarabilmişti. Yine de içimde ufacık bir endişe vardı.
"Aklıma bir şey takıldı. Ben hazır hissedene kadar dedin ya az önce..."
Eli saçlarımda gezinirken, "Evet." diye mırıldandı.
"Ya hazır hissetmem çok uzun sürerse... ya hiç hazır hissetmezsem?"
Gülümsedi.
"Bunu mu dert ediyorsun şimdi?"
"Ediyorum."
Her şey yolunda giderken ilişkimizi bozmaktan çok korkuyordum. Onun bu konuda beklentilerinin ne derece kesin olduğunu anlayamıyordum. Eğer bu gece konuşmazsak içime dert olacak, büyüyecekti. Konunun bendeki ciddiyetini anlamıştı.
Dirseğini yastığa elini de kafasına yaslayarak hafifçe doğruldu. Gülmüyordu artık ama yine de gözlerinde muzip parıltılar vardı.
"Birbirimizi yeni yeni tanıyoruz. Erkek olarak benim beklentilerim seninkilerden farklı olabilir. Senin kaygıların vardır. Zaman gerekiyordur. Hazır hissetmen için sana yardımcı olmaya çalışırım. Beklerim." Bunu söylerken muzip bir şekilde gülümsedi. "Ben bu konuyu dert etmiyorum, sen de etme."
"Peki mesela ben, ilk birlikteliğimi evleneceğim kişiyle yaşamak istiyorum desem, bunu nasıl karşılarsın?"
"Ne yapalım? Koşa koşa evleniriz herhalde." dedi şakacı bir tonda. "Sadece sevişebilmek için evlenmek sence de çok saçma gelmiyor mu kulağa?"
Geliyordu.
"Senin böyle bir kaygı taşımadığını biliyorum Işık. Tuzak soru bu."
Şimdi ben de gülüyordum.
"Sadece senin nereye kadar beklemeye hazır olduğunu anlamaya çalışıyordum." dedim dürüstçe.
"Bizim ilişkimizin temeli buna dayalı değil sevgilim." derken tüyden hafif dokunuşu kolumun üstünde, biraz daha aşağılara inerek belimde, kalçamın üstünde gezinmeye başladı. "Genel fikrimi soruyorsan şayet, bence kendini evleneceğin erkeğe saklama dayatması, toplum kültürümüzde kadına yapılmış en büyük saygısızlık. Ben sana daha önce biriyle birlikte olup olmadığını sormadım bile çünkü ilişkimiz açısından bir kriter değil benim için. Sen bilmemi istediğin için biliyorum ve sadece senin kaygılarını anlamam açısından faydası var."
"Yani bu birlikteliğimizi etkileyecek bir konu değil."
"Saçmalama lütfen." diyerek gözlerini devirdi. "Bir saattir seni benimle sevişmeye ikna etmeye çabalıyorum, anlamıyor musun bunu?"
Kıkır kıkır gülerek yakınına, göğsüne sokuldum. İki elimi birleştirmiş, başımın altına yaslamıştım. Beni sımsıkı sararak kendisine bastırdı. Yüzümü birazcık kaldırdığımda dudaklarımız birbirini buldu ama bu seferki masum, küçük bir öpücüktü.
"Artık uyuyalım öyleyse." dedim gözlerim kapanırken. Kollarının arasında, birbirimize karışmış bir halde uyurken, içimde bunun yanlış olduğuna dair en ufak bir his yoktu. Zamana ihtiyacım vardı, bunu gerçekten anlıyor ve istediğim kadar zaman tanıyordu. İçim huzurla doluydu.
"İyi geceler sevgilim." diye mırıldandım ve çok geçmeden uyuyakaldım.
Sonunda, nihayet, Tekin'in arkadaşlarıyla tanışacağım gece gelmişti. Kapıyı çalarken o kadar heyecanlıydım ki, adeta ailesinin karşısında görücüye çıkacakmışım gibi elim ayağım titriyordu. Tekin'in anlattıklarından cana yakın insanlar olduklarını tahmin ediyordum. Yine de köklü bir arkadaş grubunun içerisine dışarıdan katılan insanların ilk zamanlar nasıl karşılandığını Seda'nın arkadaş grubunda deneyimlediğim için, yeni gireceğim bu grubun içinde nasıl karşılanacağıma dair endişelerim vardı.
Kapıyı, uzun boylu, mükemmel bir fiziğe sahip, çok güzel yeşil gözleri olan, esmer bir kız açtı. Hemen arkasında, kendisinden de uzun boylu, kulak hizasında koyu renk saçları olan, oldukça kaslı kalıplı, dev gibi bir adam vardı.
"Hoşgeldiniz!" dediler kocaman gülümsemelerle.
"Merhaba." dedim elimdeki çiçeği kıza uzatırken. "Işık ben."
"Elif." dedi, samimi bir tavırla sarılıp beni öperken. "Çok naziksin. Ne güzel bir çiçek bu!"
"Ortanca sever misin? Bilemedim. Ben çok severim."
"Ben de çok severim. Küçük balkonum çiçek bahçesi gibidir. Görmelisin." Erkekler bizi izlerken gülüşüyorlardı.
"Ben de Tarık bu arada."
"Memnun oldum." Nihayet ayakkabılarımızı çıkarıp eve girebildik. Tekin'le ikimize bakarken Tarık ve Elif'in gözleri ışıldıyordu.
"Bunca zaman Tekin'in anlattığı kadar güzelmişsin gerçekten." dedi Elif.
"Valla ben de Tekin'den bu kadarını beklemiyordum." diye ekledi Tarık şakayla.
Daha girişte gönlümü kazanacak cümleleri kuran sıcacık insanlardı. Bana sorsan bir Elif'e bak bir de bana derdim. Elif istisnai derecede güzeldi. Tarık'ın ise kendisini herkesten ayıran güçlü bariton bir ses tonu vardı. Tekin'den öğrendiğim kadarıyla Elif'le üniversiteden beri beraberdiler ve birkaç yıldır birlikte yaşıyorlardı. Elif spor akademisi mezunuydu, yüzme hocalığı yapıyordu. Mükemmel fiziği haliyle yaptığı meslekten kaynaklanıyordu. Tarık, Tekin'in arkadaş grubundaki diğer erkekler gibi inşaat mühendisiydi.
Diğerleri bizi salonda bekliyorlardı. Bir anda etrafımızı sarmalayan coşku seli ile samimi bir ortamın içine karıştık. Eren'i zaten tanıyordum. Birebir diyaloğumuz çok az olsa da, ön tanışıklığımızın olması, tanışılan yeni insan sayısını bir eksiltiyordu. Salona girdiğimde "Hoşgeldin." diyerek bana oturacak yer gösteren o oldu. Semih ve Derya, evli bir çifttiler. Tekin'in, Seda'yla tanıştığı gün kısa zaman önce evlendiklerinden bahsettiği yakın arkadaşları onlardı. Derya, benim gibi orta boylarda, çıtı pıtı bir ilkokul öğretmeniydi. Eşi Semih, şu ana kadar tanıştığım beyler içerisinde en sessiz sakin olandı.
Beşinci arkadaşları, henüz tanışmadığım biriydi. Ekibin asi çocuğu olduğunu gülerek andıkları Rüzgar, birkaç yıldan beri yurtdışında yaşıyor, Türkiye'ye ara ara geliyordu. Onu en son Semih ve Derya'nın düğününde yüz yüze görmüşlerdi.
Birbirlerine ne kadar bağlı oldukları çok kısa sürede anlaşılıyordu. Kendi içlerinde kenetlenmiş hallerine rağmen egosuz tavırlarıyla beni de hemen kabul etmişlerdi. Yıllara dayanan dostlukları sonsuz anıyı beraberinde getiriyordu, dinlemeye doyamadığım samimi anıları bir gece değil geceler boyu anlatsalar bitecek gibi görünmüyordu.
Antakyalı Elif'in muhteşem mezeleri, üniversitede okurken bir dönem barmenlik yapmış olan Tarık'ın efsanevi kokteylleri vardı. Tekin'in de kokteyller konusunda hiç fena olmadığını öğrenmek beni şaşırtmıştı. Belli ki sevgilimle ilgili daha öğreneceğim çok şeyler vardı.
Üniversitenin son senesinde Eren ve Semih birlikte work and travel programıyla Amerika'ya gitmişlerdi. Orada yaşadıklarını ve eğlenceli çapkınlıklarını üstü kapalı anlatmaya çalışırlarken Derya'nın şakadan bir kıskançlıkla Semih'i sıkıştırması çok komikti. Semih hemen gönül alıyordu,
"Bunlar hep hayatımın kadınını bulana kadardı aşkım. Ben hiç eğlenmedim. Sor bir Eren'e. Hiç eğlenmiyordum." Söylediklerine o gülüyordu, biz gülüyorduk. Derya'da yalandan sinirlenmiş gibi yapıyordu.
"Asıl bromance Tekin'le Rüzgar'ın arasında yaşandı. Bunu hepiniz biliyorsunuz." diyen Eren, konuya yeni bir açılım kattı.
Bu esnada beni kolunun altına almış yayıla yayıla oturan Tekin bu açılımı "Hadi len." diyerek savuşturdu.
"Hepimiz şahidiz." diye üsteledi Tarık. Diğerleri,
"Tabi oğlum." diye diretince ben de ilgiyle Tekin'e baktım.
"Nice'deki stajı Rüzgar'la beraber yapmıştık." diye açıkladı Tekin.
"Neden Nice?"
"Rüzgar'ın babasının orada iş ortakları vardı. Rüzgar bir süreliğine uzaklaşmak istiyordu. Ben de ona eşlik ettim."
"Boşuna bromance demiyorum, alın bu da kanıtı."
"Yav he, Eren, sevişiyorduk Rüzgar'la, rahatladın mı?"
Herkes kahkahalarla gülerken ben iyice ilgimi çeken konu neticesiyle gözlerimi dikmiş Tekin'e bakıyordum. Rüzgar'ın en yakın arkadaşı olduğunu zaten söylemişti ama belli ki aralarında diğerlerinin de vurguladığı üzere ayrı bir bağ vardı.
Adam burada bile değildi ama adı gibi bir rüzgar estirmişti. Son yarım saattir tüm arkadaşlarından onun sıra dışılıklarını, pervasızlıklarını dinliyordum. Bence hepsi ona hayrandılar. Konu Tekin'le ikisinin üniversite zamanlarına gelince ise tıpkı Derya ve Semih'e yaptıkları gibi bizimle uğraşacaklarını anladım.
"İkisinin arasında acayip bir sözsüz iletişim vardır Işık. Göz ucuyla bakar, anlaşırlar. Birini kafalamaya karar vermişlerse, ortalarına alıp top gibi sektirirler. Neye uğradığını şaşırırsın."
"Çok eski mevzular bunlar ya." dedi Tekin. Kişisel geçmişinden konuşulmasını sevmediğini biliyordum.
"Trol bunlar."
"Pes ediyorum ben bilmek istemiyorum." dedim, teslim oldum dercesine ellerimi havaya kaldırarak.
"Abartıyorlar zaten hayatım. Sen onlara ne bakıyorsun?" dedi Tekin, eli çenesinde, gözleri ışıl ışıldı. "Kankamı özledim." dedi. Yine gülüşmeler...
"Biz de çok özledik valla."
"Görüntülü arayalım." diye ortaya attı Eren.
"Geçen gün konuştum ben daha. Dışarıdadır bu saatte, duymaz." dedi Tekin.
"Duyar ya."
"İyi arayalım."
Tarık tablet bilgisayarı getirip salondaki masanın üzerine koydu, tüm odayı görecek şekilde ayarladı. İkinci çalışından sonra açmaz denilen Rüzgar aramayı yanıtladı.
"Hello bebeğim?" diyen çok genç ve fırlama bir ses duyuldu. Görüntülü bağlantı kurulamamıştı.
"Rüzgar, benim evde toplandık. Hepimiz varız. Ama görüntü gelmedi. Dur bir daha arayayım."
"Ooo demek yine bana nispet. Hadi bakalım. Ara hadi ara, bana da görüntü gelmedi." dedi o da.
Üçüncü denemeden sonra, internetin zayıflığından ötürü bir türlü Rüzgar'ı görmeyi başaramayınca -çünkü ekran ne olduğu anlaşılamayan bir ışık huzmesi içerisinde donuyordu- çareyi sesli arama yapıp, sesi hoparlöre almakta buldular. Ona da gürültü engel olacak gibiydi. Rüzgar'ın bulunduğu yer neresiyse, müziğin sesi oldukça yüksek duyuluyordu. Biraz daha sakin bir yere geçmesini bekledik.
"Nerdesin lan? Piç! Aradığın sorduğun yok." diye çıkıştı Tarık.
"Cumartesi gecesi evde oturacak halim yoktu Tarık kocacığım. İbiza'dayım, oğlum burası çıldırıyor şu an!" Fonda yükselen elektronik müziği duyabiliyorduk. Bizimkilerden coşkulu bir oooo nidası yükseldi.
"İbiza ne alaka oğlum?"
"Küçük bir motivasyon tatili."
"Tabi ya."
"Yine eğlencedesin bakalım." dedi Tarık, hadi yine iyisin dercesine.
"Ne kadar içtin lan?" diye sordu Eren. Rüzgar nutuk atar gibi bir edayla,
"Gerçeği bilemeyiz madem ne yapsak boş. Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş? Aklın varsa kadehi bırakma elden. Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun ha sarhoş!" diye cevap verdi. Bence çok sarhoştu ve saçmalıyordu ama onu yakınen tanıyan diğerleri alkışlayıp katıla katıla güldüler. Tekin kulağıma doğru,
"Rüzgar çok içer." diye fısıldadı. O kadarı anlaşılabiliyordu.
"Nice'teki çocuklarla geldik. Hepsini ben ödüyorum, babam sikicek orası ayrı konu. Oğlum bakir var lan aralarında! Yirmi yedi yaşında adam, hiç yapmamış, hiç!" Anlattıklarına erkekler katılarak gülerlerken bir yandan da hep bir ağızdan "Rüzgar! Kızlar var!!" diye müdahale etmeye çalışıyorlardı. O ise duyana kadar bir süre daha anlatmaya devam etti.
"Bu gece tamam ama bu gece tüm dertleri çözüyoruz. Olgunlaştım amına koyayım ben bunların yanında. Müdürlük böyle bir şey olmamalıydı." Söylediğine kendisi de inanmıyor olmalı ki, onun da kıkır kıkır güldüğünü duyabiliyorduk. "Beyler burada bir kızlar var..." Bizimkilerden gelen bağırışı duymuştu. "Kim var lan? Kızlar kızlar diyorsunuz. Elif'le Derya beni tanımıyorlar sanki."
"Tekin'in kız arkadaşı Işık var." diye açıkladı Tarık.
"Allah belanı versin Tarık senin. Yalancı pezevenk." Herkes yine kahkahayı patlattı.
"Rüzgar muhabbetin bokunu çıkardın." dedi hala beni kolunun altında tutan Tekin.
"Bir dakika aşkımın sesini duydum. Bir dakika!" diye bağırdı Rüzgar.
"Niye inanmıyorsun oğlum?"
"Gerçekten Tekin'in sevgilisi olduğunu söylemek için aradıysanız kapatıyorum. Moralimi bozdunuz piçler." Tekin'le olan bağını anlatma biçimi odadaki herkese çok komik gelse de, beni güldürmemişti.
"İyi kapat hadi." dedi Tarık. "Kaçamak maçamak. Tatildesin buraya gelmiyorsun. Bunu da kenara yazdım."
"Görünen o kiii..." dedi Rüzgar son heceyi uzatarak. "hepinizin sevgilisi var. Benim artık ne gibi bir işim olabilir sizinle?" Eren'in sevgilisinin olmadığını sonradan hatırlamış olacak ki, "Eren'i yollayın bana. Vakit geç olmadan ona doğru yolu göstereyim." dedi, hemen ardından da ekledi, "Şaka yapıyorum kızlar, Derya, Elif. Hepinizi çok özledim. Geleceğim yakınlarda bir ara."
Klasik Rüzgar sözleri diye yorumladılar. Telefonu kapadık. Hepsi onu çok seviyorlardı, belli ki o da onlara gönül rahatlığıyla şımarabiliyordu. İnsan dostlarıylayken güvenli ortamındaydı ve herhangi bir edep kuralına uyma zorunluluğu yoktu. Fakat onda başka bir şey vardı. Tam parmak basamıyordum ama bana hiç yokmuşum gibi davranması dikkatimi çekmişti. Neyse ki her gün görüşmek zorunda olduğum biri değildi. Ben de onu yok sayabilirdim.
Tekin konuyu açmasa hiç değinmezdim bile ama eve dönerken yolda bunu konuştuk.
"Sen Rüzgar'ı sevmedin." dedi Tekin.
"Yoo. Tanımadığım biri için sevdim ya da sevmedim diyemem."
"Edepsizdir, komiktir Rüzgar ama art niyetli değildir."
"Olabilir."
"Ne düşündün? Doğruyu söyle."
"Açıkçası sorumsuz, şımarık biri gibi geldi bana. Baba parasıyla yurtdışında gününü gün eden bir insan."
"Hiç öyle değil aslında Işık. Fransa'nın güney bölgesinde özel siparişle gemi üretip satan bir şirketi yönetiyor. Babasıyla geçinemediği için Fransa'da yaşıyor. Yoksa İstanbul'daki holdingin önemli bir kolu onda. Sorumsuz biri gibi davrandığına bakma, bize hava atıyormuş gibi görünmek istemediğinden o."
"Böyle yapınca hava atmamış mı oluyor yani?"
"Davranışları onun bazı şeyleri dışa vurma yöntemi. Uzun hikaye detayına başka zaman gireriz."
Hiç merak etmiyordum esasen. Ama aklıma bir şey takılmıştı, sormadan edemedim.
"Madem bu kadar zengin bir adamın oğlu. Neden sizinle birlikte İtü'de okumuş? Dünyanın her yerine gidip, istediği her okulda okuyamaz mıydı?"
"O kısmı babasının garip espri anlayışından kaynaklanıyor. Maddi anlamda rahat yetiştirilmemiş Rüzgar. Üniversitedeyken ev arkadaşıydık biz. Ay sonu kirayı zor denkleştiriyordu."
"Anlamıyorum."
"Onu anlamak için önce babasından başlamak lazım. Sonra annesinden."
"Babası kim ki?"
Tekin güldü. "Sen de tanıyorsun onu aslında. Sıkı dur: Necip Buldanlı."
"Buldanlı İnşaat?"
"Ta kendisi." En büyük rakibimizden bahsediyordu.
Hayretlerim şaştı desem doğru tanımlama olurdu. İş yerindekiler Necip Buldanlı'nın Tekin'i bizzat tanıdığını ve ona şirketinde CEO'luk teklif ettiğini söylerlerken belli ki yalan söylemiyorlardı. Fakat Tekin kabul etmemişti. Belki de Rüzgar'la olan dostluğu yüzünden etmiyordu. Burada birbirine geçmiş birtakım ilişkiler olduğunu sezmeye başlamıştım. Tekin anlatmadığı müddetçe sormayacaktım. Beni ilgilendirmiyordu.
Kendisinin çok sevdiği Rüzgar'ı tanısam seveceğim fikrine ise maalesef katılamıyordum. Kabul etmekten hoşlanmasam da ben önyargılı biriydim ve Rüzgar gibi birine dair fikrimin tanısam da değişeceğini sanmıyordum. Bence yıllar Tekin'i büyütüp olgunlaştırırken, Rüzgar hala üniversite yıllarında kalmıştı. Sevgilimi kırmak istemediğim için katılmasam da onu onaylayarak konuyu kapattım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top