11. Kendini Affetmek
Selamlar 👋🏻 Teknik bazı sıkıntılar yaşadım ama çözdüm çok şükür! Yeni bölüm yayında. Beklediğiniz bir şey (biri?) olduğunu biliyorum. Rüzgar'sız bu hikaye var olmazdı, yine de olmaz ama azıcık sabır. Çoğunuz biliyorsunuz artık, esas oğlanları ülke dışına yollamak benim bir imzam sayılır :) :) ama eninde sonunda geri dönerler ;)
Yeni bölüm için fazla bekletmeyeceğim. Yorumlarda görüşmek dileğiyle.
Sevgiler 💕
Bebeği kaybettiğimi öğreneli birkaç gün oluyordu.
Günlerimi evde geçiriyordum. Dinleniyor olmam gerekiyordu oysa her sabah bir öncekinden daha bitkin uyanıyordum. Kıyafetlerimi değiştirmiyor, nasıl göründüğümü hiç önemsemiyordum. Koskoca ev neredeyse küçücük geliyordu gözüme. Kafamı dağıtsın diye Seda'nın hastane dönüşü getirdiği kitapları okumaya çalışıyordum ama kafam yerinde değildi. Sayfalar çeviriyor, tek kelimesini bile anlamıyordum. Bir şeylerle oyalanmamak ise daha kötüydü, hayata devam etmenin anlamsızlığıyla ilgili düşünceler zihnime üşüşüyordu.
Hastane odasında gözlerimi açıp da bebeği kaybettiğimi anladığım gün Tekin'e boşanmak istediğimi söylemiştim. O da bana kesin bir dille beni bırakmayacağını söylemişti. Daha sonra eve döndüğümüzde konuyu o açmış, benimle detaylıca konuşmak istemişti fakat ben ana fikri anladıktan sonrasını dinlemek istememiştim. Tekin boşanmak istemiyordu. İlişkimize yeniden bir şans tanımak, yeniden başlamak, bir sürü bebek yapmak istiyordu. Bense bir sürü bebek yapma fikrini dehşet verici buluyordum.
Tekin'in dilediği gibi her şeye yeniden başlayabileceği ortadaydı. Bir başkasını sevebileceğini zaten kanıtlamıştı. Sevdiğini kabul ettiği kadınla hayatına devam edebilirdi. Ben onu aldatmıştım, o da beni aldatmıştı. Yitip giden bir masumun canı ise günahlarımızı denkleştirmişti. Bence bu noktada kendi yollarımıza gitmemiz gerekiyordu. Elbette Tekin aldatıldığını hiç öğrenmemişti, bu yüzdendir vicdanı onu gitmekten alıkoyuyordu. Bense kaybettiğim bebeğimi düşünmeden tek bir an bile geçiremezken, bu yıkıntının üstüne yeniden çocuk sahibi olabilmeyi düşünemeyecek kadar derin bir çöküntü içerisindeydim. Tek istediğim bir mucize olup da kaybettiğim bebeğimi kucağıma alabilmekken, henüz bunun olanaksızlığını kabullenememişken, Tekin'i baba olarak nasıl düşleyebilirdim? Stres ve kederden dolayı yaşatamadığım o minik canın vicdan azabı yüreğimi yakıp küle çeviriyor, gecelerimi uykulardan alıkoyuyordu.
Tekin'le yeniden sağlıklı bir karı koca ilişkisi yürütebileceğimizi bile sanmıyordum ben, değil ki bebek yapmak. Doktor, tıbbi olarak herhangi bir engelimizin olmadığını söylemişti. Fakat kendi içimde ben, Tekin ve benim bir daha çocuğumuzun olmayacağını biliyordum. Biz, karı-koca olmayı bile becerememiş iki insanken anne baba olmayı hiç haketmiyorduk.
Bendeki negatif direnişe rağmen Tekin her akşam erkenden evde olmaya başlamıştı. Sorunları konuşarak orta yolu bulma fikrinden vazgeçmiş görünüyordu. Elinden geldiğince normal davranırsa eninde sonunda ilişkimizi normalleştireceğine inanıyor olmalıydı. Sürekli konuşuyordu, işle ilgili, trafikle ilgili, hükümetle ilgili, okuduğu bir makaleyle ilgili, anne-babasıyla ilgili sürekli bir şeyler anlatıyordu. Birlikte yemek yiyor, sonra birlikte dizi veya film izliyorduk. O durmaksızın çabalıyor, onun bu çabası ise beni tüketiyordu. İçimin bir yanı sabırla gitmesini bekliyordu. İkimiz de farklı şeylere sabrediyorduk, bunu ben görebiliyordum, o göremiyordu.
İki haftadır çalışmıyor olmama rağmen hala her gün çalışmaya devam ettiğimi sanan müşterilerden telefonlar alıyordum. İşe geri dönmeye dair bir isteğim yoktu. İnsanlara laf anlatmaktan sıkılmaya başlamıştım. Gün içinde bir kez daha çalan telefonumdaki tanımadığım numarayı gördüm, kısa kesmek amacıyla, bıkkın bir tonda yanıtladım.
"Efendim?"
"Işık?" dedi bir kadın sesi. Tanıdık bir kadın sesi. Hanım da demeden doğrudan adımla hitap etmesi karşısında bir durakladım.
"Buyrun? Kimsiniz?"
"Ben Sezin."
Olduğum yerde çakıldım kaldım. Benim cevap vermediğim, onunsa benim suskunluğumu dinlediği bir sessizlik oldu. Ardından,
"Afedersin, seni hiç aramamalıydım." dedi.
Evimin salonunda kıyametin koptuğunu haber veren Sur'un sesini duymuş gibi bir dehşetle kalakalmıştım. Telefonu neden kapatamadığımı ise hiç bilmiyordum.
"Ama aradın." dedim, kendim bile inanamadığım bir soğukkanlılıkla.
Telefonun ucunda derin derin nefes alıp verişini duyabiliyordum. Ağlıyor muydu? Sanırım ağlıyordu.
Ağlaması karşısında kolumu kesseler kanamaz derecesinde hissizdim.
"Ben bugün işten çıkarıldım." dedi.
Ne dememi bekliyordu? Geçmiş olsun dememi mi? Sana yardımcı olayım dememi mi? Derdini dinlememi mi? Sersemlemiş bir haldeydim. Ne söyleyeceğinden ziyade bana herhangi bir şey söyleyebilmeye yüzünün tutmasının şaşkınlığını üstümden atamamıştım hala.
"Sevdiğim adam tarafından işten çıkarılma kararım imzalanmış. Bir hiç gibi kapıya konuldum. Kime anlatayım, kime sitem edeyim hiç bilmiyorum." diyerek anlatmaya devam etti. Artık bariz bir şekilde ağlıyordu. "Kimsem olmadığı için sana anlatmaya karar verdim. Tanıştığımız geceyi hatırlıyorum Işık. Ben insanlarla olan mesafemi kolaylıkla aşabilen biri değilim, seninle az rastlanır samimiyette bir sohbetimiz olmuştu. Hatta belki de arkadaş olabileceğimizi düşünmüştüm. Beni anladığını düşünüyorum. Senin de öyle hissettiğine emindim çünkü."
Ben herhalde bebeği düşürürken ölmüştüm, Sezin de araba kazası filan geçirip ölmüştü. Cehennemde karşılaşmıştık da bu konuşmayı yapıyorduk. Çünkü normal hayatta bizim konumumuzda iki insanın böyle bir konuşmanın içerisinde olması mümkün değildi. Gerçi ben henüz konuşmamış, sadece dinlemiştim ama kulaklarım bile duyduklarına inanmayı reddediyordu. Suskunluğumdan faydalanarak, normal hayatta gerçekleşen fakat hiç normal sayılamayacak konuşmasına devam etti.
"O geceden sonra Tekin'i tanımaya başladım. Her gün aynı iş yerinde görüşüyorduk tabi ama onu ilk defa gerçekten tanımaya başlamıştım. Başlangıçta hissettiğim, seninle olduğu gibi bir yakınlık hissiydi. Patronum değil de arkadaşım gibiydi. Zamanla daha fazlası oldu. Biz birbirimizin aynısıydık. Güldüğümüz, sustuğumuz, kızdığımız şeyler bile aynıydı. Bir insanla nasıl bu kadar aynı olabileceğimize hayret ediyordum. Kaçınılmaz olarak birlikte daha çok vakit geçirmeye başladık. Sürekli bir şekilde kendimi onun yanında buluyordum. Engellemeye çalışmadım diyemem, o da çabaladı ama aramızda özel bir şey oluştu bizim. Her şekilde soluğu birbirimizin yanında alıyorduk." Bir kez daha durakladı, müdahale etmeyeceğimi anladı. İyice cesaretlendi.
"Hislerimizi itiraf etmemizden çok önce, kendi isteğimle işten ayrılmak istedim. Çünkü bunun doğru olmadığını biliyordum. Bir kez istifa mektubumu verdim. Tekin kabul etmedi. Ardından işler bütünüyle çığrından çıktı. Biz Tekin'le birbirimize aşık olduk Işık. Seni daha fazla yaralamak istemiyorum ama olan biteni tüm doğruluğuyla bilmende yarar var. Biz birbirimize neler söyledik, ne sözler verdik, sana kendiliğinden anlatacaktı. Çünkü sana çok değer veriyordu ama ilişkinizin bittiğine inanıyordu. Bu onu üzüyordu. Açık yüreklilikle bana anlattı. Seni de sevdiğini ama hiçbir iletişiminizin kalmadığını söyledi. Sen böyle bir evliliğe devam edebilir miydin? O da edemeyeceğini söylüyordu Işık."
Buraya kadar kendini aklayan mütevazi ses tonu ansızın değişmeye, sorgulayan bir hal almaya başlamıştı. Bense dizlerimdeki dermanın çekildiğini bir yere tutunma ihtiyacı hissettiğimde farkettim. Göğsümde bıçak gibi keskin bir ağrı vardı. Şuursuz adımlarla yürüyüp koltuğun kenarına tutundum. Telefonu kulağımdan çektim, tek elimi sanki ağrıyı geçirebilirmişim gibi göğsüme bastırıp birkaç saniye bekledim. Ardından telefonu yeniden kulağıma tuttum. O hala anlatıyordu.
"Sonra bir gün bir şey oldu, hiçbir şeyi sorgulamayan sen, birdenbire Tekin'in yokluğunu sorgulamaya başladın. Her şeyi öğrendiğini tahmin ediyorum ama işin aslı ne bilmiyorum. Senin öğrenmiş olman Tekin'i panikletti. Her erkek gibi kabuğuna çekilip düşünmeye karar verdi. Bir süre sonra da bana gelip daha fazla görüşemeyeceğimizi söyledi. İlk söylediğinde gayet kibardı ama son günlerde, özellikle de işten çıkarılışıma kadar geçen son birkaç günde benden nefret ettiğini düşündüm. Anlayamıyorum. Ben ona ne yaptım? Beni sevdiğine bu kadar inandırmışken, bir anda buz kesilip benden nefret etmesinin ardında bir şey olmalı. Bunun cevabını bir tek sen biliyorsun Işık."
Soru.
Algılamaya çalışırken başım dönüyordu çünkü beynimde şiddetli depremler oluyordu. Bana sorduğu sadece cevabını merak ettiği bir soru muydu? Yoksa hesap mı sormuştu? Bunca depremler görmüş ve bugün bana ait bile hissettirmeyen bir hayatın yıkıntıları arasından ayağa kalkmaya çalışırken -çalışırken?- çalışıyor muydum ki ben? Yoksa nefes alıp gidiyor muydum öylesine? Benim bu kadına ne gibi bir açıklama borcum vardı? Cesaretin de ötesine geçmiş coşkun tavrıyla benden beklediği cevabı verebilmemin tek şartı benim o bana ait bile hissettirmeyen hayatı sahiplenmemden geçiyordu. Fakat ben o hayatı yaşamıyordum ki artık, o hayatı yaşayan kişi karnında taşıdığı bir bebekle birlikte ölmüştü. Geriye kalan, yıkıntılar arasında kalmış eşgali belirsiz biriydi. Kişiliğini çoktan yitirmiş bir kadının kimliğini devralmış birinin belli belirsiz bir sureti. O biri, yine de, artık bana ait bile hissettirmeyen bir hayatın sözcülüğünü üstlendi.
"Ne duymak istediğini anladım Sezin ama onları sana söylecek kişi ben değilim. Tekin'i sevmişsin. Belli. Öyle çok sevmişsin ki birlikte olduğun adamın karısıyla konuşacak cesareti bulabiliyorsun, yetmiyor bir de onaylanma beklentisi içerisindesin. Hayret bir şeysin gerçekten." Sinirden gülmeye başladım. "Ne sanıyorsun ki sen kendini? Evli adamın biriyle yatan klişe bir kadınsın alt tarafı. Hayır beni ne sanıyorsun onu da anlamıyorum! Arkadaş olabilirmişiz! Seninle ben muhatap mıyız? Denk miyiz Allah aşkına? Sen kimsin benim arkadaşım olacaksın?"
"Işık-" diyerek müdahale etmeye çalıştı. Ben iyice yükseldim.
"Kes sesini! Ben konuşuyorum. Sen çok konuştun. İlişkinizi öğrendiğimde Tekin'e boşanmak isteyip istemediğini sordum, istemediğini söyledi. Düşün dedim, gitti, düşündü, geldi, yine istemediğini söyledi. Sonra ben ona kesin bir dille boşanmak istediğimi söyledim. O yine reddetti. Hiç utanmadan bana, ben terkedilecekken nasıl olur da kendinin terkedildiğini soruyorsun ya, bunun cevabını ben de bilmiyorum. Hani arkadaş olabilirmişiz ya, şaka gibisin ama bunları da sana ondan anlatıyorum say. Tekin'den önce nasıl bir hayatım olduğunu unutacak kadar uzun süredir Tekin'le beraberim. Hayat akıp giderken biz savrulmuşuz, ben farketmemişim. Sonunda ben de öğrendim. Gitse keşke, gitme kal diyecek değilim ama o gitmek istemiyor ve bana bambaşka şeyler söylüyor. Sense, bundan sonraki hayatında bana anlattıklarının utancıyla ve kendi vicdanınla baş başasın. Senin ne yaşadığın beni hiç ama hiç ilgilendirmiyor."
"Ben her şeyimi kaybettim." dedi ağlayarak. "Gururumu, sevdiğim adamı, işimi. Emek emek bir kariyer inşaa ettim ben. Birlikte çalıştığım bütün insanlar beni evli bir adamla ilişkisi olan kadın olarak tanıyorlar. Doğru, evli bir adamla birlikte oldum ben ama bütün bunlar onun beni sevildiğime inandırması yüzünden oldu. Tek başıma böyle bir ilişkiyi bu kadar ileri taşıyacak biri değildim. Tekin'e sahip çıkarken lütfen bunu da düşün."
Benim ne söylediğimi anlamıyordu orası kesindi, belli ki ağzından çıkanı da kulağı duymuyordu. Tekin'in yaptıkları yüzünden canı yanıyor olabilirdi fakat benim nasıl bir yangını yaşadığımı hiç bilmiyordu.
"Her şeyi geri kazanabilirsin. Merak etme. İnsanlar balık hafızalıdır, unutur. Yeniden başlarsın, vardır bunda da bir hayır. Ben bir bebek kaybettim, asıl onu hiçbir şey geri getirmez." diye döküldü dudaklarımdan. Sezin'in ağlaması bıçak gibi kesildi. Ve ben kendime çok ama çok öfkelendim.
"Bilmiyordum." dedi hayretle. "Çok daha iyi anladım şimdi. Seni bir daha aramayacağım." dedi. Der demez de telefonu yüzüme kapattı.
Ne demiştim ben? Ah! Ne demiştim? Neden çeneme hakim olamamıştım?
Ellerim yüzümde koltuğa yığıldığımda her yerim titriyordu. Bu kabus hiç sona ermeyecek miydi? Bir şeyler ne zaman iyiye gitmeye başlayacaktı?
Çok sonra Seda'yı arayacak gücü topladım ve ona bütün konuşmayı bir solukta özet geçtim. Dehşete düşmüştü.
"Kadındaki yürek yemişliğe bakar mısın? Sanki Tekin'in pişman olup sana dönmesi senin bir suçunmuş ve o da bu suçun mağduruymuş gibi! Özür dilemeni mi istiyordu acaba?"
Her zamanki gibi aklımdan geçenleri dile getiriyordu.
"Bilmiyorum. İsterdi herhalde."
"Nelerle muhatap oluyorsun...ah Işık. Bu olanlara hala inanamıyorum. Soğukkanlı olabilmişsin yine de, lafları takır takır saymışsın. Ben olsam sinir krizi geçirip köpürmekten konuşamazdım herhalde."
"Ben de beklemezdim kendimden. İnsan nasıl tepki vereceğini ancak başına gelince anlıyor."
"Bir insan ancak bu kadar yüzsüz olur."
"Ettim buluyorum ben. Bitmiyor hala, bak bitmiyor."
"Yapma Işık lütfen. Bu olanların onunla ne ilgisi var? Aş artık."
"Aşıyorum görmüyor musun? Tüm koşullar aşmam için şahane şekilde gelişiyor." Sesim bağırırcasına yüksekti ve sinirden gülüyordum.
"Evlendin Işık." dedi Seda incitmekten korkar gibi temkinli. "Tekin'le evlendin sen."
"Şimdi de boşanmak istiyorum."
"O ise hala istemiyor bunu, değil mi?"
"Konuşmuyoruz. Normal davranırsa fikrimi değiştireceğini düşünüyor sanırım."
"Sezin'in aramasından ona bahsedecek misin?"
"İstemiyorum. Yüreğim almıyor. Ah ben nasıl oldu da Sezin'e bebekten bahsedebildim?"
"Hassassın hala."
"İçimde bu olayın burada kapanmadığına dair kötü bir his var."
"At içinden kötü hisleri."
"Nasıl atacağım?"
"Uzaklaşarak. Birlikte Çeşme'deki eve gidelim mi? Sen, ben, Asya. Şimdi nasılsa kış. Annemlerin ruhu bile duymaz."
"İşe dönmem lazım benim. Buket sağ olsun, gerçi hepsi, bütün ekip arkadaşlarım beni çok idare ettiler. Daha fazla izin alamam."
"İzin alma Işık, ayrıl. Uzun süredir işte de mutsuzdun sen."
Endişeyle dudaklarımı kemiriyordum. Turhan Bey'in şirketi benim ilk iş yerimdi. Tecrübesizliğim, tecrübelerim, Tekin'le tanışmam gibi sayısız anımın olduğu işimden kopma kararı kolay değildi. Öte yandan Seda'ya hak veriyordum. Bu olaylar yaşanmadan önce dahi içten içe düşündüğüm bir şeydi bu. Herkes zamanı gelince yeni deneyimler için iş değiştiriyordu. Bense bir süredir aynı yerimde saydığımı hissediyordum. Yaşananlar tuz biber olmuştu.
Diğer bir açıdansa özelimde yaşadığım sıkıntıları sebep göstermem Turhan Bey'le iyi ilişkilerimizi korumama yardımcı olacaktı. Olaya tek boyutlu baktığımı farkettim. Turhan Bey'le benim ilişkimin kötü olması neyi değiştirirdi ki? Adam Tekin'in şirketinin de büyük hissedarlarından biriydi. Tekin'i var eden isimdi ve onlar görüşmeye devam ettiği sürece boşandığımızı dahi öğrenecekti. Her neyse, detaylarda boğulmayı sürdürüyordum. Düşünmeyi durdurmam gerekiyordu benim. Hiç değilse bir süre için. Artıları eksileri hesaplayınca Seda'nın sözünü dinlemeye karar verdim.
"Tamam, gidelim." dedim.
O akşam Tekin'le konuştum. Ona Sezin'in aramasından bahsetmedim. Sadece işten istifa edeceğimi, sonra da Seda'yla Çeşme'ye gitmeyi planladığımızı, bir süre her şeyden uzaklaşmaya ihtiyacım olduğunu söyledim.
"Senden ayrılmak istemiyorum Işık." diye tekrarladı, kim bilir kaçıncı kez. Havale geçiren birinin bilinçsizce sayıklaması gibi geliyordu artık kulağıma bu sözleri. "İyi olacaksan git ama işlerimi ayarlar ayarlamaz ben de gelirim peşinden."
"Gelme Tekin." dedim yılgınlıkla.
"Bir kez düştüm ben o hataya. Kendime bahaneler yarattım, seni ihmal ettim. Ben çok pişmanım Işık. Aynı hatanın bir daha tekrarlanmasına izin vermeyeceğim."
"Bir dahası yok ki bunun. Bitti."
Vazgeçmesi gereken bir an varsa o da bu andı. Gözlerimin içine bulut bulut, mavi mavi, hüsran dolu baktı. Derinlerde bir yerlerde, kaybettiği Işık'ı bulmak istercesine, derin derin baktı. Sözcüklerin ötesine geçti bakışları. Allah kahretsin ki içimde bir yerlerde hala onu seven bir parçam vardı. Saklayamadım o parçayı, beni öyle iyi tanıyordu ki, bakmak istediği sürece görmemesi imkansızdı.
"Yok evet." dedi elime uzanarak. Parmakları kararlılıkla parmaklarıma kenetlendi. Hala yüzük parmağımda taşıdığım metalin üzerindeki baskısını hissettim. "Zaman istiyorsan zaman. Yeter ki bir ümit olsun. Yüreğinde beni affedebileceğine dair en ufak bir ihtimal varsa, ben ona tutunurum. Ama bitmedi Işık. Bitmedi. Bana kız, bağır, çağır, ne istersen söyle. Bitti deme."
"Ümit veremem ben sana. Kızmak, bağırmak da gelmiyor içimden."
"Çok üzgünüm. Sen de çok üzgünsün, bebeğimizi kaybettik. Beni suçluyorsun, biliyorum." Sesi bir pürüzlendi bunu söylerken, bir burkuldu, bakamadı da yüzüme, bakışlarını kaçırdı.
"Seni suçlamıyorum." dedim. İçim kıymık kıymıktı.
"Ne dersen de. Suçluyorsun ve de hakkın sonuna kadar. Telafi edemem bunu da biliyorum ama çabalayacağım. Sadece kesip atmasan bizi, zamana bıraksan bana o da yeter."
Yeniden bana baktı. Gözlerimin içine maviden başka bir şey görmemi engelleyecek bir yoğunlukla hapsetti bakışlarını. Ne kadar üzgün olduğunu gözlerinde görebiliyordum. Ne olursa olsun, taş değildim, onun da üzülmesini istemiyordum. Evet, yitip giden bebeğimiz için onu suçlayabilirdim fakat bu riyakarlık olurdu. Üstelik bana gerek yoktu çünkü o zaten kendini suçluyordu. Bugün Sezin'den duyduklarımdan sonra ona yaşananların hesabını tekrar tekrar sorabilirdim, ona hakaretler etmek de bir o kadar kolaydı. İçimi biraz olsun soğuturdu belki de. Ama bu da benim için kendi gerçeğimi inkar etmekten başka bir anlam ifade etmiyordu. Sezin'den duyduklarım zaten halihazırda Tekin'den duyduğum şeylerdi. Şöyle bir düşününce bile açıkça ortadaydı, ilk inkarının ardından Tekin bana onu sevdiğini itiraf etmişti. Sezin kadar açıkça değil ama aynı şeyleri söylemişti aslında. Bir kez daha konuşmamız laf üstüne laf koymayacaktı. Ona aynı cümleleri tekrarlatacak, beni ister istemez bir kez daha yaralayacaktı ve o yine de istikrarlı bir şekilde benimle bitmesini istemediğini söyleyecekti. Bundan sonrası için önümüzde duran, makul olan tek seçeneği görebiliyordum, bu yüzden ona,
"Düşüneceğim. Tamam." dedim.
Umut, insanı insan yapan en önemli duygulardan biriydi; en kurak iklimlerde açan bir çiçek gibi, ufacık bir filiz verse canlanmaya, büyümeye, çoğalmaya hazırdı. Tıpkı gövdesi dikenlerle çevrili bir kaktüs misali insanı hayrete düşürecek kadar güzel fakat bir o kadar da yakıcı. Bundandır kaktüs, umudun bitkisi olarak adlandırılırdı. Umudun bir insana neler yaptırabildiğini daha önce görmüştüm. Tek kelimeden ibaret cümlemde filizlenen umut Tekin'in mavi gözlerinin içinde titredi. Tek eliyle tuttuğu ellerimi iki elinin arasında hapsetti sıkı sıkı ve bir öpücük kondurdu.
"Teşekkür ederim sevgilim." dedi.
Katı duruşuna rağmen babacan bir adam olan ve beni çalışanı olarak sevdiğine inandığım Turhan Bey'le işten ayrılma isteğimi telefonda konuştuk. Bebeği düşürdüğümde geçmiş olsun demek için aradığından beri ikinci kez konuşuyorduk. Ona içinde bulunduğum durumu ve kararımı açıkladım. Sesinden hayalkırıklığına uğradığını hissedebiliyordum, ayrılmamı istemiyordu ama tahmin ettiğim gibi anlayış gösterdi. İhbar süresi, tazminat gibi formalitelere hiç gerek olmadı. Dilekçemi asistanı Miray'a faksladım. Bitmişti. Hayatımda bir sayfa böylelikle kapanmıştı. Buket'e de olan biteni haber veren bir mesaj attım. Ardından valizimi hazırlamaya başladım.
Gidişimizin ilk haftasında Çeşme'de yağmur hiç durmamıştı. Hava buz gibi soğuktu. Evi klimayla ısıtıyorduk. Faturanın yüksek geleceği belli olduğu ve gizleme ihtimalimiz kalmadığı için Seda annemleri arayıp Sinan'la tatile geldiklerini söyledi. İçinden geçtiğim bu süreci ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi. İnsan bir kez öğrendiğini unutamıyordu. Aldatma meselesi bir yana, bir torun kaybettiklerini öğrenmeleri onları da hiç yok yere yaralayacaktı. Ben bu olayı ardımda ne şekilde bırakırsam bırakayım, ailemde Tekin'le ilgili tatsız hatıralar bırakmak istemiyordum.
Birkaç gün evde oturup kafa dinledik. Sıcak ev, Asya'nın doyulmaz sevimliliği, kekler, tatlılar, kahve, dedikodu derken içinde bulunduğum ruh halinden sıyrılmış, Seda sayesinde kendime gelmeye hatta gülmeye başlamıştım. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlardaki gibiydik. Tek fark küçücük bir kız çocuğu eklenmişti aramıza. Asya'yı canım gibi seviyordum. Onu sevmek içimdeki yangına biraz olsun su serpiyordu.
Çeşme'deki beşinci günün sonunda yağmur durdu. Nihayet güneş yüzünü gösterdi. Asya'yı bebek arabasına koyup, hepimiz sıkıca giyinerek deniz kenarına indik. Asya temiz havayı bulunca uyuyakalmıştı. Kumsaldaki terkedilmiş, eski şezlonglarda oturup denizi izlerken Seda'ya,
"Son günlerde Rüzgar'ı daha çok düşünüyorum." diye itiraf ettim. "Tekin'le olanlar beni onu daha sık düşünmeye itti."
Seda elinde oynadığı taşı bırakıp ciddi bir ifadeyle yüzüme baktı. Adını bile anmayalı yıllar geçse de can bedenden çıkmadıkça benim Rüzgar'ı unutmamın mümkün olmadığını en iyi bilen insandı. Her an nüksetmeye hazır bir hastalık gibi içimde taşıyordum onu. Evliliğime devam edip edemeyeceğime dair bir karar vermem gereken zamandaydım, onu en çok da bu zamanda düşünüyordum. Sanki bir faydası varmış, sanki kapılarda en ufak bir aralık kalmış gibi. Yoktu. Hakkım da yoktu. Zaten hiçbir hak iddia edecek yüzüm de yoktu. Sadece düşünüyordum işte. Bu en olmadık zamanda ondan bahsetmenin aptallık olduğunu bile bile Seda'ya bahsetmekten kendimi alamıyordum. Eski Işık olsa en yoğun duygularını bile düğümleyip, içine atar, kendisiyle bile konuşmazdı. Yaşlanıyordum, ben de değişiyordum. Unutmaya yüz tuttuğum anlar oluyordu onu, korkuyordum, özellikle de bugün, onu biraz daha çok hatırlayasım vardı. Seda'yla dertleşmekten zarar gelmezdi.
"Yaşadığın ağır olaylardan sonra düşünmen normal." dedi.
"Vardır herhalde bunun da psikolojik bir açıklaması." dedim buruk şekilde gülümseyerek. "Yanlış tercih sendromu?"
Seda da gülümsedi.
"İçinde kalmışlık sendromu?" diye öneride bulundu. "Neler düşünüyorsun?"
Elimde kurumaya başlamış bir yaprak dalı vardı. İki elimi birleştirdim, şimdi avcumda duran yaprağın üzerindeki yağmur damlalarına, yeşilden kahverengiye bir renk skalasını andıran yer yer kurumuş yüzeyine, yol yol damarlarına, sürüklenme izlerine baktım. İnsan bir yaprakta bile bazen kendinden çok şeyler bulabiliyordu.
"Yaşlanmış mıdır o da benim gibi? Durup durup ne kadar yorulduğunu hissediyor mudur? Hayalkırıklıkları olmuş mudur benden sonra? Mutlu mudur veya... benim hiç olamadığım kadar... diye düşünüyorum."
"Mutlu olmayı hak eden biriydi. Olmuştur umarım." dedi Seda. Onu onayladım.
"Kimseyi beni sevdiği gibi sevemeyeceğini söylerdi, sevmiştir de belki."
"Herkes yeniden sevebilir. Bence uzaklaşması, yok olması daha doğrusu yaptığı en doğru hareketti. İkiniz için de en doğrusuydu bu. O tamamen ortadan yok olduğunda bile hayatına devam etmekte çok zorlandın, bir de haber almayı sürdürseydin, sana ne engel olurdu düşünemiyorum."
Aslına bakılırsa haber almıştım. Sadece bir kere.
"Hiçbir şey. O da biliyordu bunu. O da bu yüzden bana düğün arefesinde yolladığı mektupta bunun en doğrusu olduğunu söylememiş miydi?"
Bir seçim yaptın Işık, bu seçim artık üçümüze ait. Ben bu seçime uymak zorunda olduğumu kabul ederek gittim hayatından, sen de bundan sonrasında mutlu ol. Gözyaşların akmasın daha fazla çok ama çok mutlu ol.
"O bir başkasını sevmiş midir, bilmiyorum ama asıl ben... Ondan önce Tekin vardı, ondan sonra da Tekin oldu. Ama kalbimdeki bu boşluk var ya..." Elimi sızım sızım sızlayan yere bastırdım. "Burası hiçbir zaman Rüzgar'la dolduğu gibi dolmadı, dolmayacak da biliyorum. Kafamı duvarlara vurduğum günlerin şahidisin. Bugün de vursam kafamı duvarlara, kafamı vura vura parçalasam ne çare..."
Gözlerimden tane tane dökülen yaşları sildim. Şimdi Rüzgar onun yüzünden ağladığımı görse bana ne derdi?
"Tekin'i seçtim ama kalben Tekin'le olamadım. Tekin'i bugün bir başkasını sevdiği için suçlayamıyorum bile çünkü ben de aslında ona hiç sadık kalamadım. Onu hep sevdim ama bambaşka biçimde bir sevmek bu. Cahilmişim. Sevmenin doğru biçimi bu sanmışım. Biliyorum her türlü pişmanlık için artık çok geç. Pişman da değilim aslında, sadece... çok fena içimi dökesim geldi yine."
Seda içini çekerek elini yasladığı sırtımı sıvazladı.
"Sevmenin çok farklı biçimleri vardır Işık. Her sevgi iyi gelmez insana. Sen Rüzgar'ı tanımadan önce, Tekin'i sevdiğin günlerde mutluydun ama en önemlisi huzurluydun. Tekin'i farklı bir şekilde sevdin ya da belki de zaman şeklini değiştirdi bu sevginin ama içgüdülerinle biliyordun ki sana her zaman iyi gelecek olan sevgi biçimi buydu. Tekin senin için doğru olandı."
"Onun sevgisine karşı hoyrat davranan bendim. Bunun farkındayım. Tekin beni ihmal ettiği için kendini suçluyor, bense gerçeği biliyorum. Yaptığım seçimin sonuçlarına katlanmak kolaylaşsın diye onu kendimden uzak tutan bendim. Bile bile. Çok çalışmasını, hayatımda yok hükmünde olmasını, gece geç saatlere kadar çalışmalarını, eve geç gelmelerini hiç sorun etmedim, teşvik ettim aksine. Kendime alan açmak yaptım bunu. Öyle kötü hissediyorum ki kendimi bu konuda. Onu affetmemi bekliyor, oysa ben gerçeği biliyorum. Ona açıklayamayacağım, kendime saklayacağım bir sır daha."
"Bu saatten sonra ona geçmişle ilgili yapacağın açıklamaların bir faydası da olmaz Işık. Bence artık, geçmişi gerçekten geçmişte bırakmanın zamanı geldi. Tekin'i affetmen değil zaten aslında mesele, affedemesen de anlaşılır. Aldatıldın çünkü ve aldatılmak hiçbir zaman adil bir davranış değildir. Bence asıl mesele senin artık kendini affedebilmen. Kendine iki kat yük ediyorsun sen her şeyi. Yüklerinden kurtulman lazım. Yaşadıklarınız sizi kalpte değilse de adalet terazisinde eşitlenmiş sayar. Bunu böylece kabul edebilirsen, sen kendini affedebilirsen, seninle her şeye yeniden başlamaya hazır bir adama bir şans daha verebilirsin. Belki de bu sefer gerçekten mutlu ve huzurlu olabilirsiniz."
"Peki, her şeye peki... ama ben Tekin'e bir daha nasıl güveneceğim?"
"Yine içgüdülerini dinleyerek. Tekin seni gerçekten seviyor Işık. Pişman oldu. İkiniz de ailenin öneminin farkındasınız. Bu evliliğe bir fırsat tanıdığınızda ben tüm kalbimle iyi olacağınıza inanıyorum."
Birkaç gün sonra öğle saatlerinde Seda, Asya'yı uyutmak için arka odadaydı. Bense mutfakta meyveli tart yapmakla uğraşıyordum. Kız kıza vakit geçirirken böyle işlerle ilgilenmeye daha çok vakit bulmuştum. Dışarıda bir kez daha sağanak yağmur vardı. Evden dışarı burnumuzu çıkaramıyorduk. Kapı çaldığında Seda'nın verdiği bir siparişin geldiğini sandım. Tam karşımda masmavi bir çift gözü görmeyi hiç beklemiyordum. Üzerinde kahverengi havacı montu vardı. Omzunda deri sırt çantasıyla çok spor ve yaşından genç görünüyordu.
"Selam." dedi tepkimi inceleyen bakışlarla, habersiz çıkıp geldiği için biraz da tedirgin görünüyordu.
"Hoş geldin." dedim, şaşkınlığımı saklamayarak. "Yağmurda kalma. Gel içeri."
"Seda nerede?" diye seslendiğinde elimle sessiz olmasını işaret ettim.
"İçeride, Asya'yı uyutuyor." Birlikte salona geçtik.
Neden geldin diye sormayı gereksiz buldum, bunun yerine, "Nasılsın?" diye sordum.
"İyi sayılır. Sen nasılsın?" diye sordu.
"Fena değil." dedim.
Koltukta yan yana oturmuştuk. Aramızda pek bir mesafe yoktu. Tatlı bir edayla gülümsedi. Hala can yakacak kadar güzel gülümsüyordu.
"Daha iyi görünüyorsun."
Kafamı sallayarak onayladım. Saçı sakalı biraz düzensiz olsa da, gözlerinin altında yerleşik yorgunluk halkaları bulunsa da, o da, her zamanki gibi iyi görünüyordu.
"Sen de öyle." dedim.
"Mutfaktan güzel kokular geliyor." dedi gülümsemeyi sürdürerek.
"Aa!" diyerek yerimden sıçradım. "Unuttum ben onu."
"Bazı şeylerin değişmemesi güzel." dedi ben mutfağa koşarken. Mutfak becerilerimin beş yaşındaki bir çocukla aynı olmasını hiçbir zaman sorun etmemişti. Beni seven herkesin alıştığı bildiği bir şeydi zaten bu. Biraz sonra Seda, o ve ben, taze demlenmiş çay eşliğinde altı yanmış meyveli tart yiyorduk. Kendim de yemiyor olsam, gayet iyi olmuş demelerine inanacaktım.
Seda, yıllar yılı değişmeyen en güzel yeteneğini devreye sokmuş, ortamda Tekin ve benim aramda oluşması olası bir donukluğu çözmek üzere susmaksızın Asya'yla ilgili bir şeyler anlatıyordu. Bir ara aklına gelmiş olacak ki Tekin'e,
"Sen anlatsana biraz da? İş güç nasıl?" diye sordu.
"Aynı şeyler." dedi Tekin, geçiştirir bir edayla. İlgilendiği büyük bir projeden bahsetti. Bense buraya gelmesinin ardında canını sıkan bir sebep olduğunu o anda hissetmiştim.
"Akşam yemeğini dışarıda yiyelim mi?" diye sordu bir süre sonra. "Buradaki huzurunuzu bozmak istemiyorum. Fazla uzun kalmayacağım. Seninle konuşmak istediğim bir konu var Işık. Gitmemi istersen bu gece geri dönebilirim."
Tüm benliğimle gerildiğimi hissediyordum. Arabayla İstanbul'dan buraya kadar gelmişken kalmasından doğal bir şey olamazdı ama ne konuşacağımızı kestiremediğimden gecenin sonunda kalmasını isteyip istemeyeceğimi de kestiremiyordum.
"Olur mu öyle şey? Kal bu gece." diye atılan Seda oldu. Benim yerime cevap vermesine sevinmiştim. Ben çünkü şu an evet ya da hayır diyebilecek gibi hissetmiyordum kendimi. Ama Tekin ısrarla benim isteyip istemediğimi öğrenmek istercesine yüzüme bakıyordu.
"Kalabilirsin." dedim gönülsüzce. Tırnağının kenarındaki etlerle oynamasından anladığım kadarıyla o da tedirgindi.
"Çıkalım mı öyleyse bir an önce?" dedim buna bir son vermek isteyerek.
"Tabi."
Alaçatı'da yaz kış açık olan bir balıkçıya gittik. Biraz ondan bundan konuştuk. Dışarıdan bir gözle bakıldığında konuşkan ve güler yüzlüydük ama söyleyeceği her neyse beni içten içe yiyordu, onun da konuyu açamadıkça gerildiğini hissedebiliyordum. Bu yüzden,
"Sezin'le ilgili bir sorun mu var?" diye sorarak konuya tam tepeden bodoslama girdim.
Onun adını benden duyduğunda daha önceden olduğu gibi belli belirsiz irkildiğini, onun için de kolay olmadığını, hatta rahatsızlık verici olduğunu tahmin edebiliyordum. Sıkıntıyla içini çekerken kafasını salladı. Sanki korktuğum başıma gelmişçesine soğuk bir dehşetin damarlarıma yayıldığını hissettim. Korktuğum neydi onu bilmiyordum ama Sezin'le telefonda konuştuğumuz günden beri kötü bir şey olmasını adeta bekliyordum.
"İki hafta önce seni aramış. Bana neden söylemedin?" diye sordu. Benim aklımdan ilk geçen ise,
"Sen nereden öğrendin? Görüşüyor musunuz?" diye sormak oldu.
"Hayır. Düşündüğün gibi değil." dedi hemen. "O bana ulaştı. Hiç aklıma gelmeyecek bir sebeple."
Kalbim muhtemel bir stres atağı yüzünden çarpıntıya girecek denli hızlı çarpmaya başlamıştı. Şu an denesem önümdeki bardağı bile tutamayacağımı biliyordum.
"Ne demeye çalışıyorsun? Hiç anlamıyorum."
Ellerini geçirdiği yüzünde yorgunluk ve bıkkınlık vardı. Hatta kızgın da görünüyordu ama bana değildi bu.
"Sadece bir kez mi aradı seni?" diye sordu.
"Evet." diyerek onayladım.
"Ama bana neden söylemedin Işık?" diye tekrarladı.
"Önemli olduğunu düşünmedim."
"Nasıl önemli olmaz?"
"Yeter! Söyle, ne var?" diye çıkıştım artık dayanamayarak.
"Ben onu işten çıkarmıştım. Çok öfkeliydi bana ama bendim muhatabı, seni aramamalıydı. Seni bu işe karıştırmayacaktı. Şimdi de ben çok öfkeliyim. Bunun bedelini ağır ödeteceğim ona."
"Ben ne karışacağım sizin işinize ya? Saçmasapan konuştu. Canımı sıktığı doğru ama unutmak istedim ben. Sana da bu yüzden anlatmadım, önemsemek olurdu çünkü bu. Ben önemsemedim, bitti, gitti."
"O önemsemiş ama. Konuşmanızı kaydetmiş. Sana hakaret davası açacakmış."
"Ne?"
"Gerçekten çok pişmanım seni bunlarla muhatap ettiğim için."
"Ne diyorsun Tekin sen? Ben ona hakaret etmedim ki."
Her ne düşünüyorsa çehresi katılaşmış, çenesi kasılmıştı.
"Emin misin Işık? Bebekten filan bahsederken kendini kaybetmiş olabilir misin? Çünkü ben başta onun blöf yaptığını, şansını denediğini düşündüm. Seni aradığına bile inanmak istemedim ama bana, 'Işık bebeğini düşürmüş, başınız sağolsun.' deyince..."
Dilim damağım kurumuştu kesinlikle. Yutkunamadım bile.
"Bebeği bilmesi mümkün değildi şayet..." Benden duymadıysa.
"Orospu." diye döküldü dudaklarımdan. İçine düştüğüm durumu aklım beynim almıyordu. Ama ben yapmıştım bunu bile. Kendi elimle, kendi dilimle, kendimi yakmıştım. "Ben ona hakaret etmedim, orospu bile demedim, keşke deseymişim."
"Seni daha fazla yaralamak istemeyeceğimi bildiği için beni zayıf karnımdan vurmak istedi. Gafil avlandım çünkü konuştuğunuzu bile bilmiyordum. Bir an için ikna oldum, ona dava açmaması için ne istediğini sordum."
Bense ellerimle yüzümü kapatmak istiyordum. O kadınla hiç konuşmamalıydım. Tekin beni zayıf noktası olarak görüyordu. Sözümona beni korumak için ona ne teklif etmişti? Kendini gümüş tepsi içinde mi sunmuştu? Sezin, Tekin'den sadece Tekin'i isterdi. Sanıyordum.
"Para istedi." dediğinde ağzım açık kaldı.
"Ne kadar?"
"Oldukça yüklü bir miktar olduğunu söyleyebilirim."
Tekin'in çok borcu vardı, biliyordum. Planlarının dışında yapacağı her ödemenin onu zorlayacağını bilecek kadar biliyordum.
"Sen ne dedin?"
"Ne konuştuğunuzu bile bilmediğim için olayın nereye varacağını kestiremedim. Seninle konuşmadan onay veremezdim. Öde dersen öderim, kapatırım Işık. Onun istediği de bu bana kalırsa. Ödeme dersen, hukuk yolu açılır, ben de ağzına sıçarım onun. Sen ne dersen o."
"Ben ona hakaret etmedim, gerçekleri söyledim. Ama ne konuştuğumuzu da kelimesi kelimesine hatırlayamıyorum ki. İlaç kullanıyordum biliyorsun, sakinleştiriciler biraz da sersemletiyordu beni. Söylediklerimin içinde belki hakaret olarak kabul edilebilecek cümleler vardır. Nereden bileyim şimdi?" Konuştukça sinirim artıyordu. "Öde gitsin, kapansın. Allah da onun belasını versin. Mahkemeye filan çıkmak istemiyorum ben."
"Tamam hayatım." dedi beni sakinleştirme umuduyla elime uzandı. Beynim zonklamaya başlamıştı.
"Neden bitmiyor bu mesele?"
"Bitecek Işık. Sana söz. Onu yine de pişman edeceğim bu yaptığına."
"Edemezsin." dedim yıkık bir tonda. "En basitinden beni bir telefon konuşmasıyla tehdit edebiliyor. Sen kim bilir ne kadar süre ilişki yaşadın onunla. Elinde olan delilleri ortalığa bir dökse rezil oluruz."
"Dökemez. Elinde hiçbir şey yok."
"Ya varsa?"
"Benim korkum yok. Elinden geleni yapsın da bir görelim, asıl ben onu bin kere rezil etmiyor muyum?"
"Çok iğrenç bir şey bu! Bu şekilde ortalığa dökülmek olmaz! Ben böyle bir rezilliğin içerisinde yer almak istemiyorum. Lütfen Tekin. İstediği miktarı verip konuyu kesin olarak kapatabilir misin?"
"Sen ne istiyorsan ben onu yaparım."
"O zaman böyle istiyorum."
"Tamam."
"Biliyorum ödemelerin var. Ben de çalışmıyorum artık, senin için z-"
"Sen bunu düşünme, lütfen." diyerek sözümü kesti. "Tarif edemeyeceğim kadar çok üzgünüm bu olanlardan ötürü. Bitmesi için yapamayacağım şey yok."
İçim çekilmiş gibiydi. Hayır ben bu kabustan çıkış olduğuna inanmıyordum artık. Öğlen Tekin'in yüzünü gördüğümde içimde uyanan iyi duygulardan eser kalmamıştı. Eve döndük. Hiç itirazsızca salonda yaptığım yatağa yattı. Onu orada bırakıp odama giderken sorunlu aklımla kabuslarla dolu bir gece geçireceğim belliydi.
Ertesi sabah kahvaltımızı Seda ve Asya'nın eşliğinde yaptık. Seda yine konuşkandı, Tekin dalgındı ama hiç değilse konuşuyordu. Benimse ağzımı bıçak açmıyordu. Seda bir şeylerin fena halde yolunda gitmediğinin farkındaydı. Bir zaman sonra Tekin dönüş yoluna çıkmak üzere toparlandı. Seda onunla hızlıca vedalaşıp Asya'yla ilgilenmek üzere arka odalardan birinde gözden kayboldu. Biz de ağır adımlarla kapıya çıktık.
Bitmek bilmez bir yağmur yağıyordu. Dalgın bakışlarımı sundurmanın üstünden şelale gibi akan yağışa dikmiştim. Tekin'se ne gidebilmiş, ne kalabilmiş, orada sessizce durmuş beni izliyordu. Kollarımı bedenime sardım. An ben an üşüdüğümü hissediyordum. Artık gitse iyi olacaktı.
"Beni affetmeni imkansız hale getirdim, değil mi?" dedi sonunda.
"Daha kolay hale getirmediğin kesin." diye cevap verdim.
"Seni çok özledim. Evde olmanı... Sesini, kokunu, her şeyini çok özlüyorum."
"Eve dönsem ne değişecek? Ne hale geldik biz Tekin? Şu halimize bir bak!"
"Eve dön. Yeniden başlayalım. Birdenbire değilse de adım adım."
"Eve dönmemle bitecek mi mesela yaşadığın ilişkinin hasarları?"
"Bir daha onun adını bile duymamanı yasal yollarla garanti altına alacağım. Bu benim sözüm sana. Eve dön. Birlikte mücadele edelim. Bu meseleyle değil ama diğer her şeyle. Lütfen Işık. Lütfen eve dön."
Seda'yla konuştuklarımı düşünüyordum. Daha düne kadar ona haksızlık yapanın ben olduğumu, sevgisine karşı hoyrat davrandığımı, bu evliliğe aslında hiç kendimi adamadığımı düşünüyordum. Bugün işler bu rezil noktaya geldiyse, bunda benim de payım vardı. Hala sustuklarımın, yüreğimde sır diye sakladıklarımın payı vardı. Seda'nın da söylediği üzere belki de geçmişi geçmişte bırakmanın zamanıydı. Bunu hiç yapmasam, şimdi kesip atsam beni kimse suçlayamazdı. On kişiye sorsam dokuzu hatta belki de onu bu evliliği bitirme kararı alırdı. Fakat bana sorarsanız bu açıkça kolay olan olan karardı. Ben bunu seçmedim çünkü seçseydim, hayatımın geri kalanında bitmek bilmez bir vicdan muhasebem kalacaktı.
Ben benim için zor olanı seçtim çünkü yalnızca bu yolu seçersem kendimi affedebilecektim.
Tekin'e "Tamam." dedim. "Eve döneceğim."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top