1. Kitap Kapanış

Asansöre binerken Tekin'le çarşamba günü Tarık'larda buluşmak üzere vedalaştık. Bu esnada telefonum çalmaya başladı. Ellerim yeni projeyle ilgili klasörler ve evraklarla doluyken telefonu cebimden zorlukla çıkardım. Tufan arıyordu. Babamın çimento fabrikasının satışıyla ilgili düzenlediği toplantıya köprü trafiğini de hesaba katarsak büyük olasılıkla geç kalmıştım, Tufan ise muhtemelen hatırlatmak için arıyordu. Tam yanıtlayacakken arama sonlandı. Aynı anda asansörün kapıları açıldı ve önüne bakmayan bir kız canhıraş bir tavırla asansöre binmek isteyerek üzerime atıldı.

O önüne bakmıyordu, ben de bakmıyordum aslında ama pek de işteş bir eylem diyemezdik buna. Biz çarpışmamıştık. O bana çarpmıştı, bense tamamen gafil avlanmıştım. Tıpkı ucuz bir romantik komedi filminde gerçekleşeceği üzere elimde tutmakta zaten zorlandığım her şey birdenbire fırladı.

Havaya savrulan eşyalar ağır çekim bir film sahnesi gibi yere inerken, temel fizik kuralları birdenbire uygulamalı bir hale bürünmüş, yer çekimi kanunu gereği diğer bütün nesnelerden daha ağır olan telefonum en önce düşerek çıkardığı sesle ağır çekimi sonlandırmıştı. O ses, telefonumun kesinlikle iyi durumda olmadığını söylüyordu. Bu hiç beklenmedik bir problemdi ve kanın beynime sıçramasına neden olmuştu. Çünkü bu bir film değildi, içinde bulunduğumuz durum ise ne romantikti ne de komikti. Sadece saçmaydı. Toplantıya yetişme ihtimalim an itibariyle hiç kalmamıştı. Birilerine haber vermek için telefonuma ihtiyacım vardı. Tamire bırakacak vaktim yoktu, yenisini almak ise pratik bir çözüm sayılmazdı çünkü veri aktarımı zaman alıyordu.

Kız şimdi de aynı beceriksiz telaşıyla yere kapanmış düşenleri toplamaya çalışıyordu. Öfkemi zaptedemedim,

"Hanımefendi, çekilir misiniz?" diye tersledim. Kafasını bile kaldırmadan,

"Acelem vardı, bir an dikkat etmedim. Kusura bakmayın lütfen." diye cevap verdi.

Şimdi de düşünmeden hareket ediyordu çünkü kimse ondan yardım istemiyordu.

"O kadarı anlaşılıyor. Yeterince zarar verdiniz. Çekilin artık. " dedim.

O an beni ne kadar kızdırdığını anlayarak durdu. Toplamayı bıraktı. Yüzünü kapatan saçlarını kulağının arkasına doğru sıkıştırdı ve bir çift bal rengi gözle gözlerime baktı. O ceylan gözler, ürkek olduğu kadar meydan okuyan bir bakışla gözlerime değdiğinde en son ne söylediğimi bile unuttum ve şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım.

Böyle bir benzerlik mümkün müydü?

Özensiz topuzundan kurtularak yüzüne dökülmüş birkaç tutam saçıyla, kusursuz teni ve önü hafif yassı minicik burnuyla karşımda annemin genç bir kopyası duruyordu adeta. Beni şok eden bu benzerliğinin dışında gerçekten güzel bir kızdı. Kağıtları tutan narin bembeyaz elleri vardı. Ayağa kalktığında ince vücudunda belirgin hatlara sahip olduğunu görebiliyordum. Uzun boylu sayılmazdı ama benim yanımda her türlü kısa görünürdü zaten. Bunun bir önemi yoktu. Asıl önemli olan üzerimdeki etkisinin hiç farkında olmamasıydı. Eğer kendinin farkında olsa, kadınlarla flört etmeyi iyi bildiğini iddia eden bir adam olarak, birkaç saniyeden daha uzun süre ilgimi çekmezdi. Ama onda dahası vardı. Göz göze geldiğimiz ilk an, ürkekçe gözlerini kaçırması çok hoşuma gitmişti. Sadece ona bakarken bile nefesim kesildiği için ne yapacağımı bilemeyerek, ilkel bir içgüdüyle kaba tavrımı sürdürdüm. Telefonumun ekranını yaptırabileceğini söylüyordu.

"Yolumdan çekilmeniz yeterli olacak. Belki acelesi olan bir tek siz değilsinizdir."

İleri gitmiştim ama bu, başka ne yöne gideceğimi bilememekten kaynaklanıyordu. Geri adım atmadım. Kapıya doğru yürürken arkamı dönüp güzel suratına bir kez daha bakmak istedim. Neye uğradığını şaşırmış ve biraz da incinmiş görünüyordu. Bu, ömrümü birlikte geçirebileceğim bir yüzde bırakmak istemeyeceğim bir ifadeydi.

Park yerindeki arabama doğru yürürken, Tekin'e mesaj atıp kızla ilgili bilgi almayı düşündüm. Erkek arkadaşının olmamasını umuyordum. Sonra telefonumun halini hatırladım. Ekran camı tuzla buz olmuştu. Her neyse, dedim kendi kendime, nasılsa bundan sonra onu her pazartesi görebileceğim.

Kısa bir zaman önce çalışma saatlerimi keyfime göre düzenlediğim, üstelik severek uğraştığım bir işim vardı. Fakat dostlarımı da özlemiştim ve radikal bir değişikliğe ihtiyacım olduğunun da iyiden iyiye farkındaydım. Tekin bana babamla ortaklaşa kazandıkları ihalenin haberini verdiği an bavulumu toplamaya başlamıştım. Oysa bundan biraz daha önce içimde yükselen kaynağı belirsiz bir ses misali duyduğum bir çağrıydı bu. Bir Siren çağrısı.

Spiritüel bir insan sayılmazdım ama daha şimdiden bu kızın güzel yüzünü görebilmek için her pazartesi katılmam gereken sıkıcı toplantılara katlanabileceğime inanmaya başlayan bir yanım vardı.

Birden çok pazartesi, bir pazartesi sabahı yaşadığımız bu tatsız karşılaşmayı telafi etmek için işime yarardı.

.

Şimdi bir nokta. Ama sürecek...



Sizlerle, bu hikayenin ruhuna çok uyduğuna inandığım bir Küçük İskender şiiri paylaşmak istiyorum. Çünkü, "İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir."



BİR NEDENİ YOK YALNIZCA ÖPTÜM

Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve 'hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi' dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. 'Neyim ben? ! ' diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dans edebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi, doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yan yanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum.

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. "Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş" demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da.

Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da... umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!
Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Ynni, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.

Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,

Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Küçük İskender

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top