*MATENİ* Bölüm 2
Hatalarım varsa affola. Herhangi bir hatamı görürseniz söyleyebilirsiniz.
Zamanla yazarak gelişeceğimi umuyorum.
İyi okumalar dilerim, esen kalın.
_________________________________________
Ellerinin arasında huzursuz olan Alessi'ye, baktığında kulağından akan kırmızı sıvı amcasını telaşlandırmıştı. Daha sıkı kavrayıp karanlık bir tünele girdi hızlıca, tünelin ışıklarını yakan koruyucular sayesinde aydınlanan yolla daha da hızlı atmaya başladı adımlarını.
Koruyucuların sığınağına girdiğinde devasa gece mavisi renginde halı serilmiş, en az kırk basamaktan oluşan merdivenleri çıkıp Alessi'yi desenli zeminin ortasında bulunan siyah renkteki soğuk mermere yatırdı. Soğuktan etkilenen Alessi'nin bedeni hakimlerin durduğu yere doğru dönüp cenin pozisyonunu aldığında amcasının endişesi gittikçe artmıştı.
Korkulu gözlerle hakimleri bekliyordu. Kafasını kaldırıp yüksek duvarların üzerindeki balkon tarzı yapıya bakıp gelip gelmediklerini kontrol etti.
Devasa salonda Alessi'nin sızlanlanmaları dışında hiçbir tıkırtı dahi yoktu.
Ümitsizce Alessi'yi almak için yanına yöneldi, gittiğinde terlemiş yüzünü ve kapalı gözlerini görmesiyle amcasının endişesi iki katına çıkmıştı.
Alessi'nin alnındaki terleri avucuyla silip minik bir öpücük kondurdu. Kucağına almak için hazırlanmıştı ki duyduğu güçlü ayak sesleriyle giydikleri siyah kapüşonlu pelerinlerinden dolayı yüzleri görünmeyen hakimlerle karşılaşınca derince bir oh çekmişti.
"Bu çocukta kim?" diye sordu hakimlerden biri, ses öylesine tok ve güçlü bir sesti ki ortamın da etkisiyle etkileyici bir yankı oluşmuştu.
hakimlerin ortasına konumlandırılmış olan kürsüye baktı. Üç hakim sağda, üç hakim solda dururuyordu. Ortada da baş usta hakimin durduğu devasa bir kürsü, kürsünün çıkıntılı yapılarına işenmiş kurt sembolü mevcuttu. Baş hakim orada yoktu, diğer hakimlerin de giysileri aynı olduğundan kimin sorduğunu çıkaramamıştı.
"Alessi Williams."
"Kolye nerede?" baskın ses tonuyla sol kısımdaki hakimlerin ortasında durmuş, ellerini diğer hakimlerin yaptığı gibi gümüş altın karışımlı korkuluklara dayamış olan hakim sormuştu. Amcası soru karşısında titredi. "Kolye yok efendim." Bu soru karşısında gerçekten bir cevabı yoktu amcasının, sadece Alessi'nin iyileşmesini istiyordu. Derince bir nefes aldı ve devam etti. "O yaralı, lütfen yardım edin!"
"Kolye yoksa koruyucu! kızı bize getirmen için bir sebep de yok. Şimdi kızı al ve geri götür."
"Bir dakika Adam." Araya giren İnce, nazik sesin sahibi kadın, duruşunu dikleştirerek devam etti. "Buraya getirmişse gerçekten yardıma ihtiyacı olduğu içindir, o bir koruyucu ve kız hakkında ne diyorsa dinlememiz gerektiğini düşünüyorum." Sağ elini önce kalbinin üstüne ardından başına ve en sonunda havaya kaldıran kadın hakim, "görünüşe göre ağır darbelere maruz kalmış. Bana katılan var ise elini kaldırsın." diye soru yöneltti diğer hakimlere. Amcası da heyecanla çıkacak cevabı bekliyordu. Hiçbir kıpırtı dahi yoktu. Kadın hakim umutsuzca başını yere eğdi ve eski pozisyonuna geri döndü. Son söz söylenmişti.
"Efendim kız iyi değil." diye diretti amcası, korkulu gözleri hakimlerden ayırıp Alessi'nin bilinçsiz bedenine kaydı. "Lütfen efendim ben şuan ne yapacağım?" diye sordu öfkeyle karışık ses tonuyla. "Sen bize karşı mı geliyorsun koruyucu?korkundan aldığın cesaret ile sesinden çıkan öfkeyi anlamadığımızı mı sanıyorsun? Kız iyi değilse onu herhangi bir doktora götürebilirsin."
Amcasının susmaya niyeti yoktu. Bir adım ileri attı ve başındaki kapüşonunu indirdi. "O, Victor Williams'ın kızı efendim. Sizlerden biriydi, bizden biriydi kolyenin uğruna canına kıyıldı. Katledildi efendim. Bu kız, cesaretiyle hayatta kaldı şimdi bize onca hizmetinden sonra Victor Williams'a minnetimizi böyle mi göstereceğiz? Emanet ettiği son değerli varlığını öylece bırakacak mıyız?" Koruyucu sinirlenmişti. Artık hiçbir şeyi gözü görmüyordu.
"Koruyucu Jacop Patel!" İsminin Adam olduğunu öğrendiği hakimin sesi tüm boşlukta gür bir şekilde yankılanmıştı. "Bize karşı çıkmaman gerektiğini söylememe rağmen bu yaptığın davranışın amacı nedir?" Hakim Adam, diğer koruyucuların arasından ayrıldı. Devasa mavi motif işlemeli halının serili olduğu merdivenlere yöneldi ve aşağıya doğru inmeye başladı. "Bahsettiğin Victor Williams tapınağın kaynağını, kolyeyi koruyamadı senin zannettiğin gibi. Kolye kayıpsa, bu Victor'un suçu. Kızını koruyamadıysa, bu Victor'un suçu, bu olanlar Victor Williams'ın Jackson'a yenilmesinin sonucu. Şimdi beni anladın mı koruyucu? bu kızı buradan götür! Derhal!"
Umutsuzca başını yere eğdi. Çabası işe yaramıyordu, daha da fazla diretirse birilerinin damarına basacağını anlamıştı amcası. Alessi'nin yanına gitti. Getirdiği ile aynı pozisyondaydı, ortamdaki bağırmışlar ve yankılar bile uyandırmamıştı. Öyle hırpalanmıştı ki istese de kalkamazdı.
Amcası Alessi'yi kaldırmak için yavaşça, kesilen bileğinden kurumuş olan kanlı kolunu kendi omuzuna yerleştirdi. Cenin pozisyonundan kıvrılan bacaklarını da diğer koluyla altından geçirdi. Şimdi amcasının sıcak kollarına geri dönmüştü.
'Biz koruyuculardık öyle değil mi?' Gözlerinin içine bakarak sormayı dilemişti bu soruyu, fakat o çoktan diğer hakimlerinin yanına geçmişti.
"Ben seni iyileştireceğim merak etme," kucağındaki küçük kızın alnına minik buse kondurdu amcası. Kırılacak bir eşya gibi olabildiğince hassas ve nazik tutmaya çalışıyordu. Olurda yarasına istemsiz bir baskı yapıp ona tekrardan acıyı yaşatmasını istemiyordu.
Yaklaşık onbeş metre boyutunda gri betonun demir kokusunun yayıldığı, usta koruyucuların ihtişamlı heykellerinin arasından geçip çıkışa ulaşmıştı amcası. Onu karşılayan puslu bir geceydi. Ay bulutların arasından loş ışığını yaymaya çalışıyordu. Hava biraz serindi bu yüzden hızlı olmalıydı. O yaralarının arasına bir de üşütmesini istemiyordu. 'Keşke sadece üşütmüş olsaydın' diye geçirdi içinden amcası.
Bildiği bir doktor vardı. Onun evine gitmek için yola koyuldu. Taşlardan yapılma Tenteli evlerin arasından geçti ve toprak rengindeki minik kulübeye yöneldi. Kapıyı ayağı ile vurarak çaldı. İçerideki kişinin sitemleri kapının dışına kadar çıkıyordu. "Bu saatte, gecenin bu saatinde hangi insan beni rahatsız ede-." Kapıyı açtığından gördüğü manzara karşısında donakalmıştı.
"Onu hemen içeri getir Jacop!"
*
Brendon'un cevabına karşı jackson kibirle; "Burada kimsenin yapmadığı bir durum yok. Etrafımda senin gibi kana susamış bir sürü asker var. Bu işi halledecek emri sana verdiysem kendine bir lütuf saymalısın Brendon."
"Elbette efendim. Sizi gururlandırmak benim için bir şeref." Brendon Jackson'ın karşısında saygıyla eğildiği sırada Jackson vakit kaybetmemek adına içi kan dolu şişeyi tekrardan tutmasını istedi. Arka kısmına sıkıştırdığı özel yapım bıçağı ile avucundan derin bir kesi açtı Jackson. O an Yüzünde acıya dair hiçbir mimik yoktu. Tuttuğu kanı sertçe aldı ve avucunun arasında ki şişeyi parçalara ayırdı. Avucundaki kanla harmanlanan küçük kızın kanı ve cam parçaları parmak aralarından sızarak yere düşmeye başladığında elindeki kanın bir zerresinin bile ziyan etmek istemezcesine avucunu sıkabildiği kadar sıktı.
Brendon meraklı gözlerle bunu neden yaptığını sormak istemişti içten içe ama Jackson'un yüzü o kadar ciddileşmişti ki sorma fikrini hemen yok etmişti kafasında.
Brendon şaşırmıştı çünkü ilk defa öldürülmesini istediği kişinin kanı ile böyle bir seremoni yapmıştı, normalde özel bir odada saklamayı tercih eder sanıyordu.
Jackson kapattığı gözlerini aniden açtı. Avucundaki cam parçalarının hepsini kırmızı yoğun sıvı eşliğinde yere bıraktı. "Evet." dedi göz kapaklarını birbiriyle buluşturarak derin bir nefes aldı ve bu yaptığı şeyden ne kadar haz aldığını açıkça karşısındaki askerlere gösterdi.
Hepsi bu durumu sakin ve gülerek karşılarken
Brendon şaşkın ve sinirliydi. Jackson'un gözünden hiçbir şey kaçmayacağı gibi Brendon'un da duygusunu farketmişti. Diz çökmüş olan Brendon'un ayağa kalkmasını işaret etti. "Bir sorun mu var Asker?" Jackson kanı, ellerinde her yere bulaşmasını sağlayacak şekilde birbirine sürtüyordu.
Brendon başı eğik bir şekilde,"hiçbir sorun olamaz efendim." dediğinde Jackson bir adım atarak askere yaklaştı, "beklediğim bir cevaptı, fakat yüzün dilinle aynı şeyi söylemiyor."
Brendon daha da şaşırmıştı. Pelerinin başı yüzlerini epey örtüyordu ve dizleri üzerinde, başı da eğik iken görmesi imkansız bir durumdu diye düşündü. Ne diyeceğini bilemedi. "Hayır efendim, hiçbir sorun yok." diyerek kendisinin bile inanmayacağı bir cevap verdi. Şüphe duydurmamalıydı çünkü sonuçlarının ne olacağını çok iyi biliyordu.
"Sana güveniyorum Brendon ama güvenimde parçalanmalar olsun istemeyiz değil mi?" diye soru yöneltti Jackson.
"Eğer benden bir şüpheniz varsa efendim sizin için her şeye hazırım." Başını daha da aşağı eğerek cevaplamıştı soruyu. Asıl olan Brendon hiç hazır değildi, sadece farkına varmıştı Jackson'un kendisinden şüphe duyduğuna ve eğer şüphesi devam ederse Brendon'a verdiği tüm görevleri tekrardan sorgulatır, sonuçları da insan bedeninin kaldıramayacağı kadar ağır olurdu, fakat Brendon için hiçbirisi önemli değildi, başına ne geleceği umrunda değildi, tek düşündüğü kızdan şüphelenmesin yeterdi.
"Benim sadık askerim. Her zaman her şeyin zamanı vardır." Jackson'un keyfi o kadar yerindeydi ki sinirlenmeden, sakin bir şekilde söylemişti. Sakince söylediği cümlesinin ardından beklenmedik şekilde her yüzeyi kanla kaplanmış elini Brendon'un yüzünde gezdirdi. Brendon, ne geri çekilme, ne de yüzünü geri çekme veya tek bir kelime söyleme tenezzülünde bulunmamıştı. Bulunamamıştı.
"Şimdi, hepiniz işinizin başına, akşama eğlence yapacağız. Bu güzel günün şerefine!" eliyle herkese gidin işareti yaptığı sırada tüm askerler çöktükleri dizlerinin üstünden kalkıp selamlamaya durmuş ve hep bir ağızdan 'yaşasın jackson!' bağrışları arasında dağılmışlardı. Ses kalabalığının içinde Jackson'un "Ryan sen benimle geliyorsun." sözünü iki kişi haricinde kimse duymamıştı.
Brendon yediği şokun etkisini daha yeni hissetmeye başlıyordu. Belki de duygular saklanmış kuyudan çıkmak için uygun zamanı beklemişti. Çöktüğü yerden kalkamamış tek dizinin üzerinden de taş zemine yıkılmaması için iki eliyle zeminden destek almıştı. Sindiremiyordu, sanki içindeki öfkesini besleyecek kadar olan ateşini bugün yüzüne sürülen acı dolu kan harlamıştı, şimdi o alev herkesi yakacak boyuta gelmişti. İçindeki yangına engel olamıyordu, ya yanacaktı ya da yakacaktı Brendon.
Destek aldığı sağ elini yumruk yaptı fakat sonra durdu. Şimdi öfkesini hiç sevmediği bir duygu bastırıyordu. Sanki o duygular kendi içerisinde kavga halindeydiler ve bu kavganın sonucunu üzüntü kazanmış gibi duruyordu. Brendon'un gözünden sıcak ve tuzlu bir yaş süzüldü, o yaş damlasının yerdeki minik su birikintisine karışması bunun bir kanıtı olarak sayılabilirdi. Su birikintisinde ki bulanıklaşan yansıması da şuanki durumunun somut biçimiydi.
Artık kalkması gerektiğini biliyordu fakat o gücü kendinde bulamıyordu. 'Onun kadar güçlü değilim' diye söylendi, bir yaş damlası daha süzülmüştü o cümlenin arkasından.
Ayağa kalkmak için bir hamle daha denedi. Tüm öfkesinin toplandığı yumruğunu yere koydu. Sanki görünmez bir dalga yayılmıştı o an. Öfkenin yakıp kavuracağı bir dalgaydı bu. Siyah deri botlarının üzerinde doğruldu ve dizine bulaşan toz parçalarını sertçe temizledi. Toza sinirlenmediği kesindi, Brendon'un sert hareketleri o dizin Jackson için kirlenmiş olmasıydı. "Biraz daha sakin." diye dindirmeye çalıştı öfkesini ve adımlarını daha temkinli atması gerektiğini hatırlattı kendisine.
Etrafına göz gezdirdi, kalenin ortasındaki çeşmeye gitti hızlıca. Midesinin hala bulandığını hissediyordu Brendon. Gri mermerden yapılan süs havuzunun yosun kaplamış suyundan alabildiğince büyük bir su kütlesi aldı avuçlarına, hızlı hareketlerle oavalamaya başladı yüzünü, her ovalama hareketi yaptığı sırada havuzun içine damlayan kanlı suları görmemek için gözlerini kapayarak devam etti işlemine. Temizlendiğine emin olduğunda açtı gözlerini ve arkasında pelerinin iç yüzeyi ile kuruladı yüzünü.
Kalenin etrafındaki tünelden geçip hemen yanındaki ikinci tünele geçti. Tek farkı bu tünelin üstünün açık olmasıydı. Birkaç asker gözüne ilişti. Kapüşonunu daha çok indirdi yüzüne, tek isteği sessizce yanlarından geçip gitmekti.
Yağmur damlalarının vurdukça zamanla iz bırakmış duvarların arasından geçmeye devam etti, önünde yürüyen askerler gibi, tek farkı Brendon'ın düşünceli adımlar atıyor olmasıydı. 'Neden Ryan'ı yanına istemişti?' diye düşünmeden edemiyordu.
"Hey! Brendon!" seslenen asker, seslenmenin beraberinde kolunu da sırtına koymuştu.
"Hey, Simon." konuşmak istemiyordu brendon, sadece kafasındaki sorularını düşünerek tahmin yürütmek istiyordu ama askerin inatla yanından ayrılmamasından konuşmaya devam edeceğini anlamıştı.
"Ne oldu dostum yüzünü düşürten nedir böyle?"
"Yüzümün düşük olduğunu kim söylemiş bugün eğlence var." yalandan bir gülümseme belirdi Brendon'un yüzünde, Simon da buna inanmış olacaktı ki kolunu Brendon'un omuzundan çekmiş "eğlencenin dibine vuracağız, içkiler ve kadınlar!" Diye Bağırarak uzaklaşmıştı.
Brendon Simon'un arkasından sadece kafa sallamakla yetinmişti. Ryan diye iç geçirdi Brendon. Ryan, Jackson'un en güçlü adamlarından biri hatta favorisi bile denilebilirdi. Ryan tam bir askerdi hem fiziksel; güçlü vücut hatlarının olması, hem de mental olarak tam Jackson'un etkileneceği bir askerdi. Brendon düşünmek için ya da daha da dikkat çekmemek adına tenha bir alan için ilerlediği koridorun sağ tarafına doğru sessiz adımlar atıyordu. Girmiş olduğu bu koridor yarı açık, üstünde tahta yığınlarıyla kapatılmış bir koridordu. Kalede ki temel kitapların bulunduğu küçük bir odaya yöneldi. Biliyordu ki burada çoğu zaman kimse olmazdı şimdi de olduğu gibi.
İçerisinde çokta iyi olmayan bir ağaçtan yapılmış iki adet tahta sandalye, ortasına konumlandırılmış aynı malzemeden bir masa ve kale ile ilgili bir kaç kitabın bulunduğu yan yana dizilmiş kitap raflığı bulunuyordu. Yer yer çürümeler başlayan sandalyelerden birini çekip oturdu Brendon. Aklına gelmişken sandalyeyi biraz kalçasıyla geri çekip kalktı ve iki adım mesafesindeki odun kokusunun bulaştığı kitaplardan birini alıp yerine geri oturdu. Her ne kadar buraya çoğunlukla kimsenin gelmediğini bilse de ihtimalini düşündü, 'ya gelirse?' En azından kitabın önünde açık olması dikkat çekmezdi ve biliyorlardı ki Brendon kitap okumayı seven biri olarak tanınırdı. Kitaptan herhangi bir sayfa açtı ve boş gözlerle kitaba bakmaya başladı. Gözleri kitabın tozlu sayfalarında gezinirken düşüncelere daldı.
'Neden?' dedi içte içe, neden Ryan yerine kendisinin kızın işini bitirmesini istemişti. O an ki dakikaları aklında canlandırmaya çalıştı, şimdi içinden bir ses ona duymak istediklerini sunmuştu. 'Sen bana lazımsın Ryan' Jackson, bu cümleyi kurmuştu sonra Brendon'dan kızın işini bitirmesini istemişti.
"Umarım açık verememişimdir." diye iç geçirdi Brendon. "Umarım." diye yineledi kendisini.
Yavaşça kalktı yerinden, sandalyeyi eski pozisyonuna getirip düzelttikten sonra masanın neminden ıslanmaya başlamış kitabı aldı ve kitapların arasına geri bıraktı. Tam odadan çıkacakken duyduğu bağrış sesleri olduğu yerde kalmasını sebep olmuştu.
"Onlar geldi!" diye bağırınıyordu Asker.
"Siper alın. Koruyucular geldi!" diye ekledi başka bir asker.
"Onların kellesini uçuracağım." dedi birisi. Brendon kütüphaneden çıkıp Başının üstündeki çürük, kurtlanmış tahtadan aşağı düşen parçalara aldırmayarak yukarıda ne olup bittiğini öğrenmek için baktı. Gözüne giren talaş parçalarından önce gördüğü şey, koruyucunun askerlerden birinin boynunu kırmasıydı.
"Koruyucular."
Gözüne kaçan parçayı çıkarmaya çalışırken Brendon sert bir tekmeyle soğuk ve ıslak zemini boylamıştı. Yere düşmesiyle beraber yüzü açığa çıkan Brendon'un tek yapabildiği elleri ile kendisini korumaya çalışmasıydı. Gözlerini açamıyordu, hem acıyor hem de korkuyordu. Sonra farketti ki kendisine gelen herhangi bir darbe yoktu. Yavaşça araladı gözlerini. Zorlukla gördüğü kişi o adamdı.
"Ayağa kalk!" Brendon bağırmanın etkisiyle yerden elleriyle destek aldı. Avucunda hissettiği minik taş parçalarına aldırmayarak dizlerinin üzerinde durdu ve kısa bir nefes almasının ardından dizlerinden destek alarak ayağa kalkmıştı.
Adamın arkasından silahı hazır bir şekilde ve sessiz adımlarla gelen askeri farkeden Brendon çevik bir hareketle koruyucuyu duvara itip belindeki bıçağı çıkardı ve askerin karın boşluğuna sapladı. Yerde acıyla kıvranan askerin hala bilinci açıktı. "Ne-den Brendon bi-" sözünü tamamlayamadan ağzından çıkan yoğun kan ile öldüğünü anlamıştı Brendon.
"Sağol," koruyucu maskesinin altındaki boğuk sesiyle seslenmişti.
Brendon koruyucunun sözüne karşın başını bir kez aşağı eğdi. "Efendim, bana vurmanız gerekiyor."
Koruyucu Brendon'un lafını ikilemden yüzüne ve göğsünün üstüne hızlı ve etkili bir bıçak darbesi atmıştı. Brendon biraz sendelese de bunun yeterli olmayacağını biliyordu.
"Efendim ye-" lafını bitirmesine izin vermeden koruyucu karın bölgesinde kanamanın çok olmayacağı boşluğa bir bıçak darbesi daha savurdu. İşte etkisini şimdi hissetmişti Brendon, bir iki adım sendeleyip yere düşeceği zaman koruyucu onun kolundan yakaladı. "Siz gidin. Ben hallederim." elini istemsizce karnına götürürken "bu- biraz acıdı." diyebilmişti. acıyla karışık gülmesinin ardından gözlerini kapamıştı.
Koruyucu yerde bilinçsiz yatan Brendon'un yanına çömeldi. Belinde bağlı olan ceplerden birinden küçük yuvarlak bir şişe çıkardı ve içindeki yeşil sıvıyı Brendon'un karnındaki yaraya birkaç damla akıttı. "Sanki bu biraz fazla kaçmış." dedi gülerek. Sonra gülmesi aniden yüzünü terketti koruyucunun.
"Sen çok güçlü bir çocuksun, güçlü bir kalbin var Brendon. Bu eşsiz gücü asla yitirme." Şişeyi cebine koyup etrafını kontrol ettikten sonra hızlıca ayağa kalktı koruyucu, tünelden çıkmak için etrafa kısa bir göz gezdirmesinin ardından buhar Kanalının kapağını açtı ve gözlerden kayboldu.
Brendon'un yerde kanlar içinde yattığını gören başka bir asker yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek istedi tedirgince, çünkü asker hala etrafındaki tehlikenin bitip bitmediğini bilmiyordu. Yavaşça elini Brendon'un burnuna yakın mesafede tuttu, hissetttiği sıcak nefesle "o yaşıyor, yaşıyor!" diye bağırmaya başladı.
Brendon gözlerini aralamaya çalışırken hissettiği acı duygusunun azalmasına şaşırmıştı. Onca darbeye rağmen ağrısını, dinmiş gibi neredeyse hissetmiyordu. Bozuntuya vermeden kendisine kar payı çıkarmalıydı Brendon. Her ne kadar ağrısı dinse de karın bölgesinden kan sızmaya devam ediyordu. 'Bu işime yarar.' diye içinden geçirdi. Ellerini kanayan bölgeye koydu ve askerin karşısında acı dolu inlemeler eşliğinde kıvranmaya başladı.
"Kardeşim, seni iyileştirecekler merak etme." Tanıdık bir ses diye düşündü Brendon. Şimdi gözleri tam bir şekilde açabilmiş ve sesin sahibini görmüştü.
"S-Simon." Brendon role kendini iyice kaptırmıştı ama yapması gerektiğini biliyordu. Dişlerini sıkmış kelimelerin daralmış yolda geçmesini istemişti ki bu sayede daha sinirli ve acı dolu bir ses çıkacağını biliyordu. "Ben elimden geleni yapmaya çalıştım, çalıştım, çalıştım..." diye sayıklamaya başlayınca Simon "sakin ol kardeşim." diyerek Brendon'u sakinleştirmek istedi.
Brendon bunun da yeterli olmayacağını biliriyordu. "kardeşimi kurtaramadım ben!" elini yumruk yapmış, zeminde oluşmuş içi su dolu oyuğa vurmaya başlamıştı. Her vuruşunda yükseklere sıçrayan çamurlu su damlalarını aldırmadan "onları öldüreceğim!" Son sözüyle etrafındaki tüm askerler bir ağızdan "Onları öldüreceğiz! Evet!." diyerek Brendon'a destek olmuşlardı. 'En azından askerlerin güvenini kazanmaya başardım' diye düşünüp mutlu olduğu sırada duyduğu ayak sesleri mutluluğunu sonlandırmıştı.
Tüm askerler tek sıra halinde dizildiler ve Jackson'un geçmesi için yol açtılar. "Brendon." Duygusuz bir seslenişine ek yüzündeki belirsiz bir ifadeyle yanına yaklaştı Jackson. Arkasında duran iki askere parmak işareti ile kaldırmasını istedi.
Brendon'un iki kolunun altından kaldıran askerlerin sayesinde parmak uçları üzerinde durmuş yerçekimi etkisiyle yarasından bir kaç damla daha kan sızmıştı. "Efen-" Jackson elini havaya kaldırarak sözünü kesti. Yüzündeki gülümseme ile, "işte bu Brendon! Onlar senin kardeşini öldürdü. Burada," eliyle tüm kaleyi gösterirken, "hepiniz kardeşsiniz." Jackson ince ve kemiksi parmaklarına giydiği ıslak deri eldiveniyle Brendon'un omuzuna dokundu. "Senden beklediğim öfke bu!" Omuzundaki el bu sefer karnına, yarasının tam üzerinde durmuş ve olabildiğince sert bir baskı yapmaya başlamıştı. Brendon'un geçmiş olan ağrısı şimdi feci bir şekilde tetiklenmişti. Dudaklarını sıkıp gözlerini kısabildiği kadar kısmıştı acısının hafiflemesini umarak, sanki bedenine tekrardan ağır ağır bıçak darbesi yiyormuş gibi hissediyordu Brendon.
Jackson sonunda elini çekti ve havada tutmaya başladı. Siyah eldiven kırmızı sıvıyla kaplanması Jackson'u memnun etmemişti. Askerlerden biri durumu hemen farkedip Jackson'un elindeki kanlı eldiveni hızlı hareketlerle temizledi ve geri adımlarla yanından uzaklaşıp eski konumuna döndü.
"Şimdi, kardeşinin ölmeden önce nasıl acı çektiğini anladın mı?"
"Anladım." diye mırıldandı Brendon. Jackson cevaptan tatmin olmamışçasına yeni temizlenen eldivenlerini tekrar gezdirmişti yarasının üzerinde "A-anladım efendim." diye bağırdı en sonunda. Canı çok yanmıştı öyleki bayılacakmış gibi hissediyordu.
"Aferin Asker! Dayanıklılığını takdir ediyorum. Bu gidişle seninle bir kaç anlaşmalar yapabiliriz." Brendon'un bu cümleye verebilecek hali yoktu. Gözlerini yumdu ve kendisini tamamiyle askerlere teslim Etti.
.......
"Ne zaman ayağa kalkar doktor?"
"En fazla iki gün." diye cevap verdi doktor soru soran kişiye, ardından elindeki kahve sarı rengindeki parşömen kağıtlarını karıştırdı.
"Durumu nasıl şuan konuşabilir mi?" Brendon'a bakarak sorusunu yöneltmişti meraklı kişi.
"Uyanırsa neden olmasın, ona verdiğimiz bitkinin ve alkolün etkisinde." Doktor elindeki kağıt topluluğunu Brendon'un ayak ucundaki fazla geniş olmayan koyu kahve, ince bacaklı masaya bıraktı ve Brendon'un durumuna göz gezdirdi. Yara aldığı bölgeleri sarmalayan beyaz bez parçasından sızan kan, bezi bölgesel kırmızı rengine çevirmişti. Belli ki kanaması hala vardı.
Doktor Brendon'un yanına gidip kanlanan bölgelere ufak bastırmalar yaptı ve eline gelen herhangi bir kan var mı diye kontrol etti. Yoktu. Bu çok iyi diyerek Brendon'un omuzuna vurmaya başladı. "Kalk bakalım asker," cevap alamayınca bir kere daha vurdu "seninle konuşmak isteyen biri var."
Herhangi bir tepki yoktu.
"O şuan derin uykuda."
"Evet doktor onu görebiliyorum."
"Çok iyi o zaman onunla şuan konuşamayacağını da biliyorsundur Asker, gidebilirsin." Doktor arkasını dönüp yan yatakta ki hasta ile ilgilenmeye yöneldiğinde adam da başı yana düşmüş şekilde yatan Brendon'a baktı. Yüzü açıdan olsa gerek kaşlar hafif yukarı kalkmış ve iki kaşının Ortasında kırışıklıklar belirmişti. Çamurlu taşların karıştığı nemli saçlarına kaydı gözleri, saçlarının hala nemli olması terler içinde kaldığını gösteriyordu. Demek ki acısı çoktu diye iç geçirdi.
"Sen nesin Brendon, neyin peşindesin?" Duymayacağını bildiği için sarfetti bu soruyu cevapta beklemiyordu zaten. Daha fazla doktorun dikkatini çekmeden ve sinirlendirmeden ayrıldı oradan.
———————————————————-
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi bu satıra bırakabilirsiniz.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top