*MATENİ* Bölüm 1

——————————————————

Yeni başlayanlar, eskiden takip edenler, kitabıma şans verdiğiniz için teşekkür ederim ve hoşgeldiniz.

Başlama tarihinizi bu satıra bırakabilirsiniz.

Hatalarım varsa affola.

Esen kalın.

——————————————————

Vücudunu ele geçiren soğuğun etkisiyle yüzü bembeyaz olmuş titriyordu. Sanki tüm kanı vücudundan çekilmişti, tüm duyguları bedenini terk etmişti. Karşısında duran adamın zafere ulaşmışçasına gülümsemesi küçük kızın öfkesini arttırmış, titremesini son buldurmuştu.

Nefreti tüm hücrelerinde hissediyordu küçük kız.

Dayanamadı.

Sinirle koştu, adamın dibinde durdu ve cüsseli ayağına kendince ağır, adama göre sivri sinek ısırığından daha hafif vuruşlar sergilemeye başladı.

Adam duygusuzca küçük kıza baktı.

Küçük kızın gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Nefretini belli etmek adına şişmiş ve kızarmış dudaklarını araladı. "geber!" kelimesi döküldü o dudaklardan. Bu tek kelime adamı sinirlendirmeye yetmişti. Küçüğün bedenini boğazından tutarak kaldırdı. Sertçe, karşısında küçük bir kız çocuğu yokmuş gibi duvara dayadı. Kendi boyu kadar yerden kesilen kız korkmuştu ama korkusunu karşısındaki adamdan gizlemeyi zorda olsa başarıyordu. Cüsseli elin altında kurtulmak için boş çabalar sarfediyordu küçük kız. Her çırpınışında boğazındaki eller daha da baskı yapıyordu.

"Soruyorsun. Korkuyorsun ve benim ne kadar kötü biri olduğumu düşünüyorsun." Elleri istemsizce kasılırken aldırmadı. "Küçüğüm," kızın kulağına kadar yaklaşıp durdu, küçük kız bu durumdan epey rahatsız olmuştu ki bunu adamın yüzüne tükürmesiyle belli etmişti.

"Şu an görmüş olduğun kişi babanın eseri." adam yüzündeki tükürük damlasını aldırmadan devam etti. "Sen küçük kız, ailenin yansımasısın. Bu yüzden ölmelisin!" İncecik boğazını kaplayan güçlü eller daha çok sıkmaya başladığında yüzündeki kan akışı artmış kıpkırmızı olmuştu. Tekrar akmaya başlayan yaşlarının ardından adamın arkasında duran korumalarına baktı. Bir umut diledi gözleriyle. hiçbiri küçük kızın gözlerine bakmıyorlardı, bakmaya yeltenemiyorlardı, tâki içlerinden bir askerin kızın gözlerine bakana dek...

Aradığı umudu, şefkati ve merhameti o mavi gözlerde bulduğunu sandı bir an için ama o da diğerleri gibi başını yere eğmesiyle küçük kız yıkılmıştı.

Jackson, büyük ellerinin arasında kaybolan kızın narin boğazı öyle güçlü sıkıyordu ki küçük kızın gözlerinin geriye döndüğünü görmesiyle duraksadı, az da olsa içinde oluşan endişe duygusuyla kızı yere bıraktı.

Kız anında yere yıkıldı. Minik göğsü derin bir şekilde inip kalkıyordu. Nefesini toparlamaya ve  sanki boğazında bir şey takılmışçasına çıkan öksürüklerini dindirmeye çalışıyordu.

Küçük kız sonunda yerde öksürüklere boğulmamış gibi toparlanıp göz yaşlarını sildi. "Adın..." zorlukla yutkundu, "adın ne?" Adam bu saçma sorusuna gülmekle karşılık verdi. "Adım mı? Ne yapacaksın adımı?" dedi adam ciddi bir ses tonuyla.

Küçük kızın sol yanağında genişleyip beliren gamzesiyle cevap verdi. "Seni bulacağım, bulduğumda ise," minik eller boğazında nazikçe gezinirken "bana, annemin ve babamın sana yalvardıklarından daha beter yalvaracaksın!" Sesini yükseltmeye çalıştı. Başaramadı.

Adamın tüm kasları gerilmişti. O küçük, çok bilmiş kızın kendisine bu cümleleri söylemesi öfkesini daha çok arttırmıştı. Yerde savunmasızca yatan kızın bedenine attığı sert tekme bile tatmin etmemişti. Tekmelerin ardı ardına kesilmez iken kızın dişlerinin arasından çıkan kana bakıp gülümsedi. Şimdi tatmin olmuştu işte. Sonra yüzü aniden asıldı. Solundaki koyu kırmızı pelerinli askere parmağıyla küçük kızın kanının sıçradığı ayakkabılarını göstererek silmesi için işaret verdi. Asker başıyla onay verip bir dizinin üzerine çöktü ve ayağını dizinin üzerine koyup kanın rengi ile uyumlu olan pelerinin iç yüzeyine silip yavaş adımlara geri çekildi.

Küçük kız yarı baygın biçimde açabildiği tek gözüyle adama baktı. "Ne oldu? Yoksa bu küçük kızdan korktun mu?"

Adam tedirgindi, şaşırıyordu çünkü bu yaşta bu kadar olgun konuşmasına... "Seni ben öldürmeyeceğim!" dedi sesini yükselterek. Belki de gerçeği saklamaya çalışmıştı. "Asker! İcabına bak." Ayakkabısını silen asker öne atılmıştı ki adam onu koluyla engelleyip, "Sen bana lazımsın Ryan." Solundaki askere aynı şekil parmağıyla emir verdi.

"Adım Jackson Light. Madem çok merak ettin o zaman sen ailenle buluştuğunda selamlarımı iletirsin. Seni küçük pislik!"

Adam her ne kadar gözden kaybolsa da kızın bilincinin kapanmadan önceki gördüğü son kişi, yavaşça yaklaşan askerin mavi gözleri olmuştu.

Genç asker küçük kızın öfkeden dönmüş olan koyu kahverengi gözlerindeki intikamı ve en derinlerinde açığa çıkmayan savunmasızlığını görmüştü. Yapamazdı. Bu küçük bedene kıyamazdı. Askerin aklına bir fikir gelmişti ama o fikir de bu küçük bedene zarar verecekti. Ellerini uzun siyah saçlarına daldırıp geriye doğru taradı sinirle.

Fazla zamanı yoktu. Kız her an uyanabilirdi, bu yüzden hızlı karar vermek zorundaydı asker.

Ellerini pelerinin arasına daldırıp kemerinin arasına sakladığı kabza kısmı meşe ağacından yapılan ve tüm askerlere verilen klasik av bıçağını çıkarıp yerde korkudan bayılan kızın yüzüne bakıp ince bileğini cüsseli elinin arasına aldı.

Her ne olursa olsun buraya girdiğinden beri birçok acımazsızlıkla karşılaşmıştı. Bu yapacağı hiçbir şey gibi gelmesi gerekiyordu ama genç asker için zor olduğu ellerinin titremesinden belliydi. Derin bir nefes aldı ve av bıçağını kızın bileğine doğru stresle ilerletmeye başladı. Bıçağın kızın bileğinin tadına bakmasına milimler kalmıştı ki aniden durup düşündü. Başka bir yol. Küçük kızın canını yakmayacak bir yol ama bulamadı. Zaten en iyi yolu seçmişti. Elindeki bıçak bile arasındakilerinin en küçüğüydü.

Son bir nefes daha aldı ve bıçağı nazikçe kızın kolunda gezdirip fazla derin olmayan bir yol açtı. Hızlıca akmakta olan kan için boynunda asılı olan mini altın rengindeki cam şişenin bağlı olduğu kolyeyi koparıp akan kanın altına tuttu ve pembe kanın şişeyi doldurmasını izledi.

Cam şişe ağzına kadar dolduğunda şişeyi akmakta olan kanın altından çekti ve tıpasını kapatıp köşeye koydu. Şimdi askerin tek bir işi kalmıştı ama öncelikle kızın kanını durdurması gerekiyordu. Yanında malzeme bulunmayan asker telaşla uzun parmaklarını ve geniş avucunu kızın soğumuş bileğine koyup bir süre bastırdı. Elinin her tarafını kaplayan kızın masum kanını temizlemeden şişeyi alıp ayağa kalkmak için hazırlandı.

Asker üzgün olduğu kadar şaşkındı da, nasıl olur da kızın kolunu kesmesine rağmen uyanmamış ya da bağırmamıştı. Askerin şaşkınlığını pişmanlığı örtüyordu. Koskoca adamı ağlatmıştı küçük kız.

Asker temiz olan elini sanki hissediyormuş gibi siyahların arasına karışmış kahverengi saçlarını sevip titreyerek elini geri çekti ve akan göz yaşını sildi.

Kızı şuracıkta yalnız bırakması gönlüne yatmasa da mecburdu, çünkü elinden başka bir şey gelmiyordu. Gelemiyordu. Genç asker ayağa kalkıp mavi gözlerinin tekrar bulanıklaşmasına neden olan yaşlarını gizlemeye çalıştı, yapamadı. Başarısız oldu. Bir asker için onu da geçmişti zihni, bir erkek için fazla duygusaldı ama olmamalıydı.

Küçük kızın canını yaktığı için kendine kızıyordu. İçten içe kendini yiyordu. Kızmasının da geri dönüşü olmayacağını biliyordu. Asker zorlukla da olsa ayağa kalktığında elinden damlayan kanlarla kırılmış kapıya doğru ilerlemeye başladı.

Tam adımını dışarıdaki taşlara basmıştı ki duyduğu yumuşak sesle olduğu yerde kalmıştı.

"Teşekkür ederim."

Kızın ince dudakları arasından çıkan iki cümle askerin vicdan azabını söküp atmıştı aniden.

Asker ne açıklama yapacağını bilemediğinden hiçbir şey söylemeden ayrılmıştı. Gerçi kız anlamıştı, asker de bunun farkındaydı.

Dışarı çıktığında yüzüne çarpan soğuk hava bedeninin titremesine neden olmuştu. Mavi gözler kendisi gibi masmavi gökyüzüne baktı. Kara bulutlar gözükmeye başlamış rüzgarın beraberinde fırtınayı getireceğinin ihtimalini düşündü. Elindeki şişeyi sımsıkı sardı parmaklarının arasında.

Yerde taşların arasındaki kum taneleri rüzgarın etkisiyle gözüne doğru gelmeye başlayınca koluyla engellemeye çalıştı ama bu çabası omuzunun ittirilmesiyle son bulmuştu.

Asker hızlı refleksle adamı tutmuştu karşısındaki adamın kim olduğunu bakmak için kendine çektiğinde kulağına isabet eden yumrukla sendeleyip birkaç adım geriye gitmişti. Aldığı yumruk darbesi o kadar güçlüydü ki askerin kulağında feci bir çınlama bırakmıştı.

Asker yüzünü buruşturup karşısında duran adamın kapüşonundaki kurt amblemini fark ettiğinde korkusu iki katına çıkmıştı. Bu onlardan sadece biriydi.

Kaçmak istedi ama kolunu tutan ellere bile bakamadan geriye çekildi. Kapüşon adamın yüzünün yarısını kapladığı için kim olduğunu seçemiyordu ama çenesinden boynuna doğru akan terleri görebiliyordu. Şimdi anlamıştı asker. "Orada!" diye bağırdı, kanlı eliyle karşıdaki evi gösterirken. Adamın gözleri ise öfkeyle askerin elindeki kan dolu şişeye takılı kalmıştı. Adam olamaz diye düşündü. Hiddetle askeri boğazından tutup taş zemine sertçe sıpıttı.

"Ona zarar verdin mi?!" asker adamın öfkeli hırlamasına karşın hayır anlamında kafasını sallayabilmişti sadece.

"Bu kanın, Şişenin ne olduğundan haberim var! Sizler ölmek için elinizden geleni ardınıza koymayın. Duydun mu beni!" adamın elleri boğazını o kadar güçlü sıkıyordu ki ses tellerini bile sıkıştırmıştı. Asker hissetmişti. Küçük kızın nasıl acı çektiğini bir kere daha şaşırmıştı güçlü kalmasına. Zorlukla Ağızından aralanan, "o yaşıyor." İki kelime adamın elinin birden gevşemesini sağlamıştı.

Adam askeri ayağa kaldırırken, "Bu kanda neyin nesi?" Sorduğu sakin soruyla asker rahatlamıştı.

"O küçük kızı öldürmedim. Öldüremezdim." Öksürerek boğazını temizledi. "Jackson öldüğüne inanması için ondan biraz kan aldım. Üzgünüm." Asker kafasını yere eğdiği sırada bileğinden dirseğine dolanan kollara çevirdi gözünü.

Bu onların selamlaşmasıydı.

Selamlaşmaya karşılık verdiğinde kapüşonun altındaki memnuniyeti görmüştü asker.

"Koruyucular sana minnettar." Adamın sert ses tonu askerin her defasında korkmasına neden olsa da cümlede ki olumluluk onu rahatlatıyordu. Adam, kolunu son bir kez daha sıktıktan sonra koşarak eve girmişti. Kısa bir süre sonra kucağındaki küçük kızla çıktığında, adamın kolları arasında kaybolan zayıf bedene bakıp içinde bazı iplerin koptuğunu hissetmişti.

Mavi gözleri bu sefer kestiği koluna takılı kaldığında zorlukla gözlerini çekip Jackson'un yanına gitmeye koyulmuştu.

•••

Uzun bir koşunun ardından Jackson'un mekanına gelmişti. Biraz soluklanmak için durdu ve kendinden bile beklemediği şekilde harcadığı efor yüzünden kalp atışını hızlandırmış, terlemişti. Terlemenin etkisiyle uzun saçlarından özgürlüğünü ilan eden birkaç tutam, alnına yapışan saçlarını çekmeye çalıştı ama o iki tel oraya aitmiş gibi geriye gitmemişti. Bunun için vakti olmadığını aklına getirdi ve kaleye adımlarını sert ve kendinden emin şekilde atarak kalenin önünde beklemeye başladı.

İhtişamlı duvarların ardında saklanan Jackson'a nefret doluydu. O küçük kıza yaptıkları aklına geldikçe içinde biriken öfke de gitgide artıyordu. Şu lanet işin bir an önce bitirip gözden kaybolmak tek isteğiydi.

Sekiz metre boyunda ve adını hatırlayamadığı ama sağlam bir ağaçtan yapıldığını bildiği tahta kapının önünde nöbet tutan dört askerin yanına ilerledi. Askerler kendisinin üzerindeki kıyafeti ile aynı olduğunu görünce hazır ola geçmiş elindeki uzun silahları aynı hareketlerle arkalarına götürmüşlerdi.

Pelerinini geriye atıp selam vermiş ve bu selama karşılık veren askerler kapıyı açmışlardı.

Vakit kaybetmemek adına hızlı adımlarla içeri giren asker yine hızlı adımlarla hemen karşıdaki, aynı maddeden yapılma merdivenleri çıktığı sırada bir anda önünde beliren bir Jackson'u beklemiyordu.

Kemiksi yüzündeki şekilli sakalları ciddiyetini iki katına çıkartan jackson askerin gerilmesine sebep olmuştu. Gerginliği gidermek adına boğazını temizledi "Öldü." dedi asker emin bir şekilde.
"O, öldü" diye tekrarladı. Jackson ise rahat tavırlarla pelerini düzeltip duvara doğru ilerleyip ellerini toprak karışmış zemine dayamıştı.

"Demek öldü." Ürkütücü ses tonunu düzeltip devam etti. "Nasıl oldu bu asker, biraz bahseder misin?"

"Dediğinizi yaptım efendim. Bana vermiş olduğunuz görevi başarıyla yerine getirdim. O küçük kızı öldürdüm." Derine girmek istememişti çünkü gireceği bir derinlik yoktu. Tek dizinin üzerine çöküp başını eğdi asker ve küçük kızın kurumuş kanının bulaştığı avucunun arasında tuttuğu şişeyi Jackson'a uzattı.

Jackson tutunduğu yerden ellerini çekip birbirine vurarak temizledi. Parmağını şıklatmasıyla eline geçirilen siyah deri eldivenini uzun parmaklarına geçiren askere git işareti yapıp heyecanla şişeyi aldı.

"Asker bana adını söyle."

"Brendon efendim."

Jackson, şişenin tıpasını açıp içindeki kanı sanki bir çiçeği koklarmışçasına içine çektiğinde, Brendon şaşırmıştı.

"Söyle bana Brendon," koklamaya devam ederken, "sana neden güveneyim?"

"Kimsenin yapamadığını yaptım efendim," Brendon derince nefes aldı ve "onu öldürdüm."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top