1.9


Charlene Soraia - wherever you will go







"Elini ver aptal!" Düz duvara tırmanmaya çalışan yorgun suratlı Taehyung'a bakarak sıkıntılı bir nefes verdim. Uyku kafasına vurmuştu herhalde. Yada örümcek adam gibi aniden doğaüstü gücü falan olduğunu düşünüyordu.

Sonunda elimi tuttuğunda onu bütün gücümle içeri çektim ve tabiri caizse odamın içine şimşek gibi düşüp, yere yığıldı. Tamam, sadece bir kaç saat önce çok güzel şeyler yaşadık falan ama o soğukta ve rahatsız bir bankta onun uyumasına izin veremezdim. Sabaha sırtı tutulur, kambur gezerdi.

Taehyung'u sabahın altısında sürükleyerek bir kaç metre uzaklıktaki evimize getirmiş, annemlerin uyanmaması için pencereden direk odama sıvışmıştık. Tabii Taehyung bütün bu işlemleri benim yapmamı nefes alan taş gibi beklemişti. Uykusunu bir türlü dağıtamıyor, uyanamıyordu. Onu taşıyacağım diye belim kopmuştu resmen!

Andaval!

Homurdanarak odamın ışığı içeri sızdıran perdelerini kapattım ve yerde uykusuna devam eden Taehyung'un yanına ilerleyerek kolundan yapıştım. "Kalk, burada uyuyamazsın."

Hoşnutsuz bir şekilde söylenmem ve odanın karanlık olması yüzünden sanarım çekiştirdiğim Taehyung kafasını komidiye çok şahane bir şekilde çarpmıştı. İnleyerek kafasını tuttuğunda uzandığı yerden kalkıp oturur pozisyona geldi.

"Ah, özür dilerim." Onun karşısına çökerek oturduğumda kafası yarıldı mı diye elimle saçlarını kontrol etmeye başladım. Kesinlikle ve kesinlikle şu an içinden bana sövüyor olmalıydı.

Taehyung aniden gülmeye başladığında telaşla ellediğim kafasındaki bakışlarımı çekip onun yüzüne diktim. Neden gülüyordu? Hayır, bu böyle sorulmamalıydı. Doğrusu, neden bu kadar güzel gülüyordu?

"Ne oldu?" diye şaşkınlıkla sorduğumda gülmesine son vermiş, ifadesiz bir şekilde bana bakmaya başlamıştı.

"Bu kadar aptal olduğu tahmin etmiştim." Taehyung hiç anlamadığım bir şeyi uyku mahmuru bir sesle söyleyerek alayla sırıttı.

"Hı?" Ben hâlâ ne demek istediğini anlamamıştım. "Kafanı çarpmana neden olduğum için mi aptalım? Ama ben sadece yerde uyumaman için seni yatağa taşımak istemiştim. Bunun nesi aptallık?"

Taehyung'un yüzü eskisi gibi ifadesizliğini aldığında kafasını iki yana salladı ve ayağa kalktı. Bakışlarını etrafta gezdirmeye tenezzül bile etmeden odak alanına takılan ilk şeye, yani yatağıma doğru ilerleyerek ve uzandı. Benim yatağımda yatıyordu.

Ben nerede uyuyacağım diye kara kara düşünerek kendimi o kara deliğe atmadan ayağa kalkıp onun yanına doğru ilerledim. Başına dikildiğimde kollarımı göğüsümde birleştirmiş, tek kaşımı kaldırarak ona bakmaya başlamıştım. Sonunda -ki bu iki dakikanı aldı- beni fark ederek yüzüme baktı.

"Ne?"

"Ayakkabılarını çıkar pasaklı adam."

Taehyung yeni hatırlamış gibi yatakta oturur pozisyona geldi ve ayakkabılarını çıkarıp tekrardan uzandı. "Şimdi uyuyabilir miyim?"

"İyi geceler Taehyung," diye oldukça kısık bir sesle mırıldandım. Karanlıktı fakat parlayan gözlerini görebiliyordum. Bana baktığı için mi bu kadar parlaktı gözleri? Bu ihtimal bile değilken aklıma gelmesi gerçekten çok geniş bir hayal gücüne sahip olduğumun kanıtıydı. Bütün bunların sadece bir kuruntu olduğunu varsayarak gözlerimi kaçırdım ve onun yanından gitmek için haraketlendim.

Sanarım bu gece uyuyamayacaktım. Ama olsundu. Çokta sorun değildi yani.

Daha bir kaç adım atmıştım ki bileğime sarılan yumuşak parmaklarla tekrardan bakışlarımı onunla buluşturdum. "Sen uyumuyor musun?"

Ama bana böyle güzel bakma be adam, kalbinde ben yoksam o bakışlar niye? Robot değilim ki ben, benimde bir kalbim var. Çok hassas hem de. Çok çok kırılgan.

"Pek uykum yok. Bir şeyler yazacağım, zaten birkaç saat sonra okula gitmemiz gerek. Çalışma masamdaki ışığı açık bıraksam olur mu? Çokta parlak değil zaten, seni rahatsız etmez."

Yalanımı peş peşe sıraladığımda Taehyung tuttuğu bileğimi bıraktı ve onaylarcasına birkaç mırıltı çıkardıktan sonra yastığa sarıldı. Gözlerini kapatıp sarıldığı yastık benimdi. Benim kocaman siyah yastığım. Sabaha onun kokusu üzerine sinecekti ve ben kesinlikle o yastığı artık yurda götürerek onunla uyuyacaktım. Bu su götürmez bir gerçekti.

Sessiz olmaya gayret ederek çalışma masama doğru ilerleyip loş ışığı açtım ve yine sessiz olmaya çalışarak sandalyede oturdum. Önümde duran dolaptan çizim defterimi alarak en sevdiğim siyah kalemimi çekmecemde aramaya koyuldum.

Taehyung'un resmini çizmek istiyordum.

Belki çokta iyi çizim yeteneğine sahip değilim ama çocukluktan resim dersleri almıştım. Sadece birkaç yıldır atölyeye gitmeyi reddediyordum. Resim çizmeyi sevmezdim eskiden, sevmediğim bir şeyi neden yapayım ki değil mi? Ama şimdi, ilk kez çizim defterimi annemin zoruyla elime almıyordum. Ben kendim istediğim için onu ellerimde tutmuştum. Ve Taehyung bu kadar güzel uyuduğu için onun resmini çizmeye kalkışıyordum.

Öncelikle küçük bir gülümseme yerini yüzümde belledi, daha sonra hafif kalp çarpıntıları doldurdu kulağımı. Onları takip eden ise titrek aldığım nefeslerimdi. Onunla aynı odadaydım. O uyuyor ben onu çizmeye çalışıyordum.

O kadar güzel uyuyordu ki, sadece izlemeyi çok istiyordum. Ama bu anı bir daha asla yaşamayacağım için kıymetini bilip kendim için bir ömür yetecek bir hatıra almalıydım.

Kalemim beyaz kağıtla temas etti. Bütün sesler sustu ve ben profesyonel bir ressam oluverdim bir anda. Önce alnı, sonra yan profilinden burnu, dudakları, çenesi. Gözlerinin üzerine dökülen kahverengi saçları dağınıktı ve gözleri uykusuzluktan şişmişti. Kalemin onu çizen her mürekkebi kalbimde kocaman bir bahçe yeşertiyor gibiydi. Geniş omuzları, damarlı yastığı saran kolları ve uzun kemikli parmakları. Esmer tenine işlenmiş en değerli mücevher gibiydi damarlarından akan kan.

Onu çizdiğim her an kendimi bir ressam gibi değil, bir yazar olarak hissetmiştim. Çünkü resimim sadece fiziksel özelliklerini değilde, sanki onun ruhunu yansıtıyordu. Yada yansıttığı şey benim ona olan yoğun duygularımdı.

Gülünce içimin nasıl ısındığını, bakışlarındaki hiç çözemediğim o derin anlamı, nefes aldığındaki kalkıp inen göğüsüne saklanmış kalbinin atış sesini, rüzgarla savrulan kahverengi saçlarını ve ifadesiz sesindeki harflere giydirdiği binlerce yaşanmışlığı yansıttım beyaz kağıdın üzerine.

Onu çizdim, en çokta onda çizdim her şeyimi.

Odanın yavaş yavaş aydınlandığını fark ettiğimde artık loş ışığa ihtiyacım yoktu. Onu kapattıktan sonra Taehyung'un üzerinde gezdirdim bakışlarımı. Hâlâ uyuyordu.

Resimimin son dokunuşlarını yapmaya başladığımda sadece gölgelendirme işlemini tamamlayabilmiştim. Çünkü göz kapaklarımın üzerine çöreklenen ağırlığı daha fazla kaldıramadım ve onları usulca kapattım. Son gördüğüm şey ise çizimime damlayıp, mürekkebi hafifçe etrafa yayan damlalar olmuştu. Bu damlaların ismi; gözyaşıydı.

Onu çizerken gözlerim ağrımıştı ama sorun değildi. Çünkü onu çizmem için gözlerimle ihtiyacım yoktu. Ben onu kalbimle, bakışlarımla ve ruhumla istediğim zaman çizebilirdim.

Resmimi tamamladım Taehyung. Ama bunu sana asla veremeyeceğim. Çünkü senin odanın ışığının neden bu kadar geç söndüğünü anladım galiba. Anladım, anladım da bu fena acıtıyormuş cidden.

Sen de böyle hissettin mi Taehyung? Bazen duyguların, kör birisine gökkuşağını gösterecek kadar çaresiz, duyamayan birisine dünyanın en güzel şarkısını dinlettirecek kadar anlamsız geldi mi?



Göz kapaklarımı araladığımda ilk gördüğüm şey beyaz bir çarşaf, ilk hissettiğim şey ise tarifi olmayan bir yumuşaklıktı. Yatağımdaydım. Hiçte kibar olmayan bir şekilde esneyerek yattığım yerden kalkıp etrafta bakışlarımı bir süre gezindirdim.

"Aptal kız,"

Dün geceyi hayal meyal hatırlıyorum ama Taehyung'un kokusunu çok yakınımda solumuştum. Sesi kulaklarıma çok yakından dolmuş, tenime temasını hissetmiştim. Göğüsündeki düzenli atan kalbine kafamı yasladığımı hatırlıyordum.

"Aptal kız, böyle yaparsan çok üzüleceksin."

Daha sonra.. uyuduğum için Taehyung'un beni kucağına aldığını hatırlıyordum. Onun da sesi uykuluydu yada fazla boğuktu. Uykulu olduğum için sanki sesini kuyunun en dibinden duyuyordum. Beni yatağa bıraktığını hatırlıyordum.

"Kendini hiç mi düşünmüyorsun aptal?"

Sonra ona mızmızlanmıştım sanarım. Çünkü bana verdiği karşılık hiçte öylesine durup dururken yapılacak bir şey değildi.

Saçlarımı çekiştirerek yataktan fırladım ve okul için aceleyle hazırlanmaya başladım. Ona ne demiştim? Ne demiş olabilirdim ki? Okula varana kadar aklımdaki tek soru buydu.

Hatta odamdan aniden fırlayıp çıkmam anneme kalp krizi ihtimaline patlamıştı. Kadının attığı çığlık hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu çünkü. Ona açıklama bile yapmadan evden fırlayıp çıkmam da yarın benim başımda patlayacaktı. Annem hiçte kendi işinde gücünde birisi değildi. Onun tek derdi kızının hayatı hakkında detaylara kadar öğrenmekti.

Öğlen teneffüsünde tepsimi alarak bahçeye çıktım ve en kör noktaya gidip yeni krallığımı kendime ilan ettim. Artık burada yiyecektim yemeklerimi. Bizim tayfayla pek fazla takılmak istemiyordum. Gerçi son zamanlarda iyice uzaklaşmıştım onlardan. Sebebi ise vicdan azabı duymamdı.

Jennie'nin yüzüne bile bakamadığım için yatıya kendi evime gidiyordum çoğu zaman.

Pilavımı çubuklarla ağzıma tıkıştırmaya başladığımda karşıma oturan bedenle kaşlarımı çatıp bakışlarımı ona çevirdim. Ama göz göze geldiğimiz andan ağzımdaki pilavı yüzüne püskürtmem eşzamanlı olarak gerçekleşmişti.

"Ben çok özür dilerim." Masanın üzerindeki peçeyi topluca avucuma alıp onun yüzünü silmeye koyuldum. Taehyung gözlerini sıkıca kapatıp derin nefesler almaya başlamıştı. 

Kendimi rezil etmekte üstüme yoktu gerçekten.

Yüzünü temizlediğimde tekrardan yerimde oturup ona suçlu çocuklar gibi bakmaya başladım. "Özür dilerim."

"Sorun değil." diyerek önündeki yemeyi yemeye başladı. Sessizce bende yemeğime kaldığım yerden devam ettim. Neden onca yer varken gelip karşıma oturmuştu ki?

"Nasılsın?" diye hiç beklemediğim bir anda konuştuğunda birkaç dakika sorusunu beklettim. Çünkü şaşırmıştım. Tanrı aşkına Taehyung gelip karşınızda otursa ve nasılsın diye sorsa siz bence kafayı bile yerdiniz.

"Teşekkür ederim sen?" diyerek ona kafasında antenleri varmış gibi bakmaya başladım.

"İyiyim," diyerek gülümsedi. Kafayı mı yiyordum acaba? Ağır bir şizofrenilik dönemimi geçiriyordum yoksa? Karşımda oturup bana gülümseyen kişi Taehyung'du değil mi? Yani onun bedenini giymiş uzaylı falan değildi?

"Az önce Jungkook'laydık ve bana bugün yeni tasarımlar için istediğim konunu seçebileceğimin haberini verdi. Ben de sonbahar olmasına karar verdim. Sence de sonbahar, ilkbahardan daha iyidir değil mi? Sonuçta sonbahardaki yağmur daha duygusal ve harikadır. Hisler çok önemli." Meyve suyunu kafasına diktikten sonra tekrardan gülümsedi ve konuşmasına devam etti. Bu arada ben hâlâ eşeğin tıra baktığı gibi ona bakıyordum.

"Okulu bitirdiğimde, Gucci'yle bir sözleşme imzalayacağım. Üniversite bittiğinde tamamen onlarla çalışacağım. Bu çok muhteşem değil mi? Düşünsene insanları anlatan bir sürü kıyafet tasarlayacağım. Çizimlerimde sadece duygular ön plana çıkacak ve hayatım boyunca yaşayacağım en yoğun duyguları onlardan ilham alacağım. Daha sonra ise.."

"Taehyung yapma." diyerek onu durdurduğumda ne yapmak istediğini anlamıştım. Kahretsin ki, anlamayacak kadar aptal değildim.

Derin bir nefes alarak bakışlarımı etrafta gezdirdim ve sorgulayıcı bakışlarla beni süzen Taehyung'a baktım. "Benden hoşlanıyor musun?" İfadesiz yüzü şaşkınlığa doğru kaydığında, aniden bunu sormama şaşırdığının farkındaydım. Ama cevap vermedi.

"Beni seviyor musun? Bana aşık mısın?"

Bakışları sertleşmişti ama cevap vermedi.

"Beni umursuyor musun?"

Yine cevap vermedi.

"Eğer bunların hiçbirini hissetmiyorsan vazgeç. Bunu yapma Taehyung. Dur. Bırak. Bana doğru adım atmaya bile kalkışma. Bencilin tekisin cidden."

Tepsimi elime alarak masadan kalktığımda duyduğum sesle bakışlarımı onunla tekrardan buluşturdum. "Hatırlıyor musun?"

"Neyi?" diyerek refleks olarak sorduğumda ifadesiz bakışlarını yüzüme çevirmişti.

"Seni öptüğümü."

Her ne kadar kalbim acısada bunun acısını daha sonra çekmek için rafa kaldırdım. Ama acı rafa kalkmayan tek kitaptı sanki. Hiç geçmiyordu. Satırları sürekli aklımda dönüp duruyordu.

"Senden hoşlandığımın farkındasın biliyorum ama bu beni kullanacağın anlamına gelmiyor. Teselli edilmek için benim yanıma gelemezsin Taehyung. Ben senin yaralarını saran o kadın olamam. Eğer seviyorsan, özlüyorsan acı çekiyorsan, başka kadınlara tutunmak yerine Jisoo'nun yokluğuna tutun. Çünkü hiçbir kadın onun gibi kokamaz, onun gibi gülemez, onun gibi konuşamaz, onun gibi heyecanlanamaz ve onun gibi bakamaz. Bütün kadınlar Jisoo'ya benzeyebilir ama hiç kimse onun gibi olamaz. Bu yaptığın çok aptalca ve bencilce. Daha fazla acı çekeceksin bu yüzden." Daha fazla acı çekerim.

Ve oradan gittim.

Cevabını beklemedim, açıklama yapmasını beklemedim. Belki kalsaydım beni durdurup bunların gerçek olmadığını söylerdi ama ben onu dinlemek istememiştim. Çünkü bu acıyı iyi bilirdim. Çünkü bende onun yaşadığını yaşıyordum. Fakat en azından ben, onun yokluğunda yinr ve yine sadece ona tutunmuştum.


"Kendini hiç mi düşünmüyorsun aptal?" Taehyung'un beni kucağından yatağa bıraktığında duyduğum sesine karşılık gülümsedim.

"Düşünüyorum tabii ki. Düşünüyorum ama sen zihnimde o kadar yer kaplıyorsun ki, kendime geldiğimde sadece sana olan duygularım hakkında düşünebiliyorum. Sen evsiz falan mısın? Aklımdan başka gidecek yerin yok mu?"

Taehyung uzun bir süre cevap vermeden sadece gözlerime baktı. Bakışları daha fazla konuşmamam gerektiğini uyarmıştı sanki. Acı mı çekiyordu ben konuştukça yoksa umurunda bile değil miydim? Çok küçük bir süreliğine de olsa gözlerinden acı çektiğini gördüm. Ama bu çok kısa bir süreydi. Öyle ki sessizliğim çok uzun sürmüştü.

"Sanarım yok Lisa, gidebileceğim hiçbir yerim yok."

Ve kalın sesi geceye sızdı. Sonra yüzüme doğru yaklaşmaya başladı ve ben.. onun yumuşak dudaklarını dudaklarımda hissettim. Ama her şey fazla pusuluydu. Beni öpmesi bile o an rüyadaymışım gibi hissettirmişti. Hayal olduğunu sanmıştım, güzel hissettireceğini düşünmüştüm oysa. Ama o bir kabustu.

Taehyung gittikçe benim kabusum olmaya başlıyordu. Yakamı kurtaramadığım o korkunç rüya gibi.




"Y"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top