1.8
Halsey - eyes closed
∞
"Teşekkür ederim Lalisa!" Chae Young'un aigoo yaparak beni kıvama getirme çabalarına gülümsedim. Fakat asla gardımı indirmedim.
"Olmaz," diyerek kafamı iki yana salladığımda Chae Young'un yüzündeki kocaman gülümseme aniden solmuştu. "Ama lütfen, gitar kursuna yetişmem lazım ama sevgili öğretmenim kütüphaneni temizleme görevini bana verdi. Bak valla benim yerime yaparsan bir hafta istediğin her şeyi yaparım."
Tek kaşımı kaldırdım. "Söz mü?"
"Şerefim ve onurum üzerine söz veriyorum Lisa." diyerek tuttuğu kolumu daha da göğüsüne bastırdı. Yanağıyla kedi gibi sevimlilik yapmaya başladığında ise bütün yelkenledim yerle bir olmuştu. Lanet olsun, çok yumuşak bir kalbe sahiptim.
"Tamam." diyerek göz devirdim. Bu kıza asla karşı koyamıyordum. Çünkü çok tatlıydı!
"Sen harikasın." Chae Young binlerce kez teşekkür edip koşarak yanımdan uzaklaştığında derin bir nefes alıp sıranın üzerindeki kitaplarla bakıştım.
"Allah benim belamı versin." Kendi kendime göz devirerek kitapları kucağıma alıp sıkıca tuttum ve sınıftan çıkıp kütüphaneye doğru yol aldım.
Fakat yarı yolda kitapları taşıyamayan çelimsiz kollarım çözülmüştü ve kitaplar elimden beyaz zemine düşmüştü. İçimden kendime özenle seçtiğim küfürleri savurarak yere çöktüm. Eğer ki bu kitaplara zarar gelirse bütün cebimi kütüphaneye boşaltmam gerekecekti. Kitapları toplarken başka bir el daha bana yardım ettiğinde kaşlarımı çattım ve durdum.
Hayır, merak etmeyin bu klişe bir aşk sahnesi değildi. Ama öyle olmasını isterdim. Taehyung'un gelip bana klişeliğin dibini yaşatmasını isterdim. Yeter ki o olsun.
Kafamı yerden kaldırarak bana yardım eden elin sahibine baktım. Göz göze geldiğimizde bana kocaman gülümsemişti. "Merhaba, sanarım yardıma ihtiyacın var?"
Jisoo,
O çok güzeldi. Hem yakından daha da güzeldi. Yüz hatları, bakışları, saçının rengi ve en önemlisi gülümsemesi.
"Aslında bende kütüphaneye gidiyordum. İstersen sana yardım edebilirim. Hem yapacak daha eğlenceli bir şeyim yok."
Taehyung'un onun yanında neden hep gülümsediğini anlamıştım sanarım. Jisoo'nun dudaklarının yana kıvrılmasında çiçekli bir dünya vardı ve onu gören kişi kendini cennete gibi hissediyordu.
Jisoo kitapların yarısı kucağına aldı, ben de hiç bir şey söylemeden ayağa kalktım ve kütüphaneye gittik. Kitapları alfabe sırasıyla raflara dizmeye başladığımda bir an Jennie'yle beraber olduğumu sanmıştım.
Jennie ve Jisoo, ikisi de Taehyung'a aşıktı. Ve ikisi de benim onu sevmeme en büyük engeldi.
"Sen sever misin?"
"Neyi?" diyerek daldığım boşluktan bakışlarımı çekip Jisoo'ya sabitledim. Yüzündeki gülümsemesi benim şaşkın halimi gördüğünde daha da büyümüştü.
"Özdemir Asaf'ı?"
Ne diyordu?
"Ne?" diyerek tekrardan anlamadığımı belirttim.
"Türk bir şair. Benim en sevdiklerimden. Şiirleri koreceye çevrildi bu yakınlarda ve beni derinden etkiledi. Adam yürüyen baş yapıt sanki."
Sonra Jisoo bana bir kitap uzattı. "Ben zaten okudum. İstersen sen de oku, hayatın değişecek."
Elindeki kitabı alarak teşekkür ettim. Kitabı incelemeyi sonraya bırakarak kütüphanenin kitaplarını dizmeye devam ettim.
"Taehyung çok mu seviyorsun?"
Elimdeki kitabı rafa yerleştirdiğimde duyduğum soruyla elim havada asılı kalmıştı. Çok mu belli ediyordum ki? Neredeyse etrafımdaki herkes anlamıştı. Taehyung bile..
Bakışlarımı Jisoo'ya çevirdim. "Biliyorum Lisa. Bunu anlamayacak kadar kör değilim. Hem bana nefretle bakan gözlerin bunu anlamam için kocaman bir sebep."
"Senden nefret etmiyorum." dedim kısık çıkan sesimle. "Sadece,"
"Paylaşamıyorsun, onu."
Aşk.. bencillik miydi gerçekten?
Sevdiğim adamın sevgilisi benden bu sorunun cevabını istiyorsa ona nasıl davranmalıydım? Ters mi olmalıydım? Çünkü agresiflik etmeye hakkımın olmadığını biliyordum. Yada karşısında ağlamalı mıydım? Bunu yapamayacağımı da biliyordum. Ben onun karşısında sadece sessiz kalabilirdim.
Çünkü en tatmin edici cevap, sessizlikti.
"Lisa," diyerek elini omuzuma koydu Jisoo. Bir abla gibi omuzumu okşamaya başladığında yine mükemmel gülümsemesini yüzüne yerleştirmişti.
"Onu gerçekten çok sevdiğine ikna olduğumda kendi ellerimle sana getireceğim."
Gözleri dolmuştu.
"Çünkü bazı hisler aşktan daha güçlüdür. O hissin adı güven. Taehyung sana güvendiğinde, ona benimle kalmasını söylemeyeceğim. Sana gelmesine izin vereceğim."
Jisoo son kez gülümsedikten sonra omuzumdaki elini çekti ve arkasını dönerek bir kaç adım attı. Onu durduran şey benim sorum olmuştu.
"Taehyung sana güvenmiyor mu?"
Durdu, fakat sessiz kaldı.
"Taehyung," diyerek bir şeyler mırıldandı ama sesi sona doğru kırılmıştı.
"Ama sana aşık. Bu yüzden güvenmek zorunda. Seni öptü." Jisoo'ya doğru bir adım attım. O da eşzamanlı olarak benden tarafa dönmüştü.
"Biliyor musun Lisa, bir insanın aşkının karşılıklı olması mucize gibi bir şeymiş."
"Taehyung'u sevmiyorsun." diye fısıldadım. Bana cevap vermedi. Yine gülümsemekle yetinmişti.
Taehyung'u sevmiyordu.
Onu sevmiyordu.
Taehyung bunu bildiği halde sürekli onun peşinden mi koşuyordu yani? Kalbi kırılmıyor muydu? Üzülmüyor muydu hiç? Koşarken takılıp düşmüyor muydu? Acımıyor muydu dizleri? Acımıyor muydu sahi?
__
Elimdeki kitabı okuyarak gece yarısını geçmesini umursamayarak eve doğru gidiyordum. Bugün yurtta kalmak istemiyordum. Çünkü Taehyung'un odasıyla pencerelerimin karşılıklıydı ve bütün gece sönmeyen ışığını izleyerek acı çektiğini düşünecektim. O acı çektiği için benim de canım acıyacaktı. Ama ben bu gece rahat bir uyku çekmek istiyordum.
Hiç bir şey düşünmeden uyumak. Ama bu imkansız gibi bir şeydi.
Keşke gözlerimi kapattığımda herşey bir hayal olsaydı. Yaşadıklarımın hepsi bir hayal, hayallerimin hepsi birer birer gerçekleşseydi.
Taehyung'la el ele tutuşsaydık mesela. Kaldırımda gülerek yürüseydik, pamuk şeker alsaydık. Yada sinemaya gitseydik, korku filmine. Romantik komedide olabilirdi aslında. Sonra hiç kimsenin olmadığı bir yere gidip çimlere uzansak beraber. Gökyüzünü izlesen. En parlak yıldızı birlikte seçsek.
Sonra kapattığım gözlerimi açıyorum ve önümde sadece koca bir tavan olduğunu görüyorum.
Ve ben, her gece hayallerimi o tavandan asarak uyuyorum.
Fakat o asla öldüğünü hissetmiyor. Ama ben, onu defalarca öldürüyorum. Zihnimde..
O gece de öyle olmuştu. Onu aciz birisi olarak düşünürken kendimin de aynı durumda olduğumu anlamış ve kalbimin kıvrılarak sıkıldığını hissetmiştim.
Taehyung yine o ıssız parktaydı.
Sessiz olmaya çalışarak oturduğu bankın arkasından geçip ilerlemeye devam etmeye yeltendim. Çünkü bu gece onunla kalırsam, daha kalbim yaralıyken kovayla tuz basardı biliyorum.
Yakardın canımı. Hem de çok yakardın Taehyung.
"Lisa?" Onun kalın sesini duyduğumda kendime verdiğim bütün sözleri yine anında bozmuştum.
"Efendim?" diyerek ona taraf döndüm. Bakışlarımı yüzüne çıkardığımda göz göze gelmiştik. Gözlerinde burada ne işim olduğuyla ilgili bir takım soruları görebiliyordum. "Evim bu semtte." dedim onun sormasına müsaade etmeden. Anladığıyla ilgili kafasını salladı.
Uzun bir süre sessizce birbirimize baktığımızda bir kaç adım arkaya attım. "İyi o zaman ben gideyim. Sen de rahat rahat otur. Yalnız buralarda it kopuk çok olmaz, bu yüzden bolca dinlen." Bir kaç adım daha atmıştım ki Taehyung alayla gülümseyerek konuştu.
"Otursaydın?"
"Aslında işlerim vardı," Ukalaca konuştuğumda tek kaşını kaldırmıştı. "Ama madem bu kadar ısrar ediyorsun, seni kırmak kabalık olur."
Koşarak onun yanına gittim ve tam yanında oturdum. Benim şapşal haraketimle gülümsediğini görmüştüm. Benim yüzümden gülümsemişti. Ciğerlerime oturduğum ilk andan yine o karışık kokusu dolmuştu. Ne koktuğunu asla kestiremiyordum. Sadece o kokuyordu işte.
Canın hâlâ yanıyor mu Taehyung? Bak seni eğlendirebilirim. Küçükken komşumuzun çocuğunun doğum gününde palyaço olmuştum. Herkesi güldürmüştüm. İstersen senin içinde küçük bir şeyler yapabilirim.
Lütfen sadece mutlu olmayı iste. Seni gülümsetebilirim..
"Lisa," diye fısıltıdan farksız bir şekilde konuştu. "Buradan yurda gitmek çok uzak ve gitsem bile gece yarısını geçtiği için beni almazlar."
Ne dediğini anlamak için yüzünü incelemeye başladım. Göz altları yine morarmıştı. Yüzünde oldukça yorgun bir ifadenin izleri vardı.
"Biraz gözlerimi kapatsam sorun olur mu?" diyerek oldukça kısık çıkan sesiyle tuhaf bir soruyu bana yönlendirdi.
Çok mu yorgundun Taehyung?
"Uykun mu var?" diye sordum ifadesizce. Aslında endişelenmiştim ama ona bunu belli edemezdim. Onunla yılışıklar gibi sürekli ilgilenmem onu rahatsız ederdi.
"Hayır sadece birazcık gözlerimi dinlendireceğim. Sadece dört dakika."
"Tamam Taehyung." Yüzündeki bakışlarımı çekip karşıdaki ağacı izlemeye başladım. Dallarında gezinen küçük gri bir kuş vardı. Sürekli bizi dikizliyordu. Ona gülümsedim.
Ve ben o küçük kuşa gülümsediğim küçücük zaman diliminde omuzumun üzerinde hissettiğim ağırlıkla kalbimin göğüs kafesimden fırlayacağını sandım. Taehyung başını omuzuma yaslamıştı.
Beklemediğim bir haraket yaptığı için şaşkınlıktan yerimden kıpırdayamamıştım bile. Aldığı nefesleri, kalbinin çarpmasını ve damarlarından akan kanı hissediyordum sanki. Ruhu bedenime yaslıydı sanki. Ve sanki, Taehyung benim omuzuma değil kalbime başını yaslamıştı.
En sonunda derin bir nefesi ciğerlerime çektiğimde hafifçe öksürmüştüm. Taehyung ise bunu yanlış anlayıp -muhtemelen rahatsız olduğumu düşünmüştü ki- kafasını omuzumdan kaldırmıştı.
"Düşündüğüm kadar rahat değilmiş." dedi kendini rezillikten kurtarmak için.
Hızla bakışlarımı ona sabitledim. Hayır hayır, ondan rahatsız olduğumu düşünmesini istemiyordum. Elimi kafasına yaslayarak tekrardan kafasını omuzuma koydum. Bu haraketim onu şaşırtmıştı.
"Tabii ki kafanı omuzuma yaslarsan rahatsız olursun," diyerek konuştuğumda saçlarıyla temas eden elimi hâlâ çekmeye cesaret gösterememiştim. Kafası omuzumda, elim saçındaydı.
İşte bu his.. sadece muhteşemdi.
"Kalbini yaslamalısın Taehyung,"
—
Yaklaşık bir saati çoktan devirmiştik, birlikte. Taehyung omuzumda uyuyordu. Ben ise usulca onun saçlarını okşuyordum. Bu pozisyona nasıl gelmiştik, daha dün bütün umudum bitmişken bir anda nasıl bu kadar dibimde olabilmişti, bilmiyorum ama anı yaşamaya karar vermiştim.
Çok kötü bir arkadaştım. Belki çok kötü bir insandım ama.. Taehyung'a değerdi. Ona gerçekten herşey değerdi.
"Lisa," diye oldukça kısık bir sesle adımı mırıldandı.
"Efendim Taehyung?"
"Uyumamam lazım." Elini yavaşça saçlarındaki elimin üzerine yaslayıp onu aşağı indirdi. "O gelecek. Ona söylemem gerekenler var. Eğer ben söylemezsem hiç kimse söylemez. Onun benden başka hiç kimsesi yok ki."
Ense kökümden beni yakalayan boşluğu bir çırpıda silip attım ve sakince sordum. "Uyumalısın. Çok yorgunsun Taehyung. Ona yarın söylersin diyeceklerini."
Kimden bahs ediyorduk? Kimin hakkında konuşuyorduk bilmiyorum ama anlaşılan Taehyung için çok önemliydi.
"Sadece," diyerek zor toparlayabildiği cümleleriyle uykulu bir şekilde konuştu. "Buraya yalnız gelecek ve eğer onu görürsen, ona neden ağladığını sor. Korkuyorsa hayal kurmasını, yalnızsa yıldızları izlemesini, kırılmışsa gülümsemesini ve kaybetmişse.."
Taehyung sustu. Çünkü bilmiyordu. Kaybetmiş birisinin ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
Kaybetmiş birisi sadece kaybederdi işte. Geri dönemezdi, iyileşemezdi. Tümüyle kaybeder, boşlukta öylece yuvarlanırdı. Aynı onun gibi, aynı benim gibi ve aynı bizim gibi.
"Kim gelecek Taehyung?"
"Yalnız küçük bir kuş."
Daha sonra bütün sesler sustu. Ağaçlar yapraklarını dökmeyi bıraktı, rüzgar esmekten vazgeçti ve gökyüzü karanlığını üzerimize devirdi. Yıldızların altında kaldık. Issız bir parkta hiç gelmeyecek bir kuşu saatlerce bekledim. Taehyung uyudu, nefesleri benim nefesimi her saniye kesti.
Yarının farklı olacağını biliyordum.
Çünkü güzel şeyler birdenbire olur ve hemencecik de biterdi. Hiç bir şey sonsuza kadar sürmezdi.
Hiç bir mevsim, hiç bir karanlık ve hiç bir keder sonsuza kadar sürmezdi. Ve yine aynı şekilde hiç bir mutluluk, hiç bir aydınlık ve hiç bir gülümseme de sonsuza kadar sürmezdi. Her şey bir gün biterdi. Her şey bir gün kaybederdi.
Saat dört oldu.
Fakat o kuş asla gelmedi. Çok bekledim. Ben gerçekten çok bekledim. Bütün hücrelerim kasılmış ve ağrımıştı. Acıkmıştım ve üşüyordum. Yalnızdım ve mutsuzdum. Ama beklemekten asla vazgeçmedim.
Yine saat dörttü.
Bir şeyi farketmiştim. Farkettiğim öyle bir şeydi ki, saç diplerimden ayak uçlarıma kadar canımı acıtmıştı.
Elimi yavaşça koluma damlayan damlaların sahibinin yüzüne götürdüm ve parmak uçlarıma bulaşan acını hissettim. Yanağını yavaşça silerek kulağına doğru yaklaştım.
"Neden ağlıyorsun?" diyerek fısıltıdan farksız bir sesle sordum. Ama sesim titremişti. Kahretsin ki ağlamak üzereydim.
"Burada tek başımızayız, seninle ben. Sen ve ben."
Akan gözyaşlarını ben sildikçe yenileri akıyordu. Uykusunda mı ağlıyordu? Rüyan kalbine hançerler mi saplıyordu Taehyung? Canını mı yakıyordu? Seni kıyıdan kıyıya mı vuruyordu?
"Ben ve sen,"
Yalnız küçük kuş.. o Taehyung'tu.
Korktuğunda hayal kuran, kırıldığında gülümseyen, yalnız kaldığında yıldızları izleyen ve kaybettiğinde.. hiç bir şey yapamayan o kuş Taehyung'tu. Herşeyiyle, tümüyle oydu.
Loş parktaki yalnız küçük kuş, o sendin.
Birazda kaybetmiş bir kuştun. Gökyüzünde özgürce süzüldüğün sırada koca bir buluta çarpıp yere çakılmıştın. Ve düştüğünde başta kanatların olmak üzere herşeyini kaybetmiştin sen.
Uçamıyordun,
Gülemiyordun,
Hissedemiyordun.
Sen kaybedendin..
"Y"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top