0.7


V & RM - 4 o'clock









"Yarın kumsala gideceğiz. Okulun en sevdiğim etkinliği işte bu kızlar. Ruhumu satarım ben bu okul için!" Chen'in neşe dolu sesi beni derin düşüncelerimden alıkoyarak sınıfa geri döndürdüğünde gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp tamamen uyanmaya çalıştım.

"Senin ruhun yok Chen," Cha Young kaşlarını çatıp tuhaf bakışlarından ona atarken öyle bir ciddiyetle bunu söylemişti ki, ortamda aniden gergin bir sessizlik oluşmuştu.

Tabii bu sessizlik sadece birkaç saniyemizi almıştı. Çünkü Sehun'un kahkahası diğerlerininkini tetiklemiş ve bir anda kendimi herkesle beraber kahkaha atarken bulmuştum. 

"Ben seninle ruhumu bile paylaşırım kardeşim. Sen bu zibidileri takma." Chanyeol kolunu Chen'in omuzuna atıp çocukmuş gibi saçlarını karıştırdığında dudaklarımı birbirine bastırıp sakinleşmeye çalıştım.

"Sensin zibidi!" Jennie elindeki kalın kitabı hırçınla Chanyeol'ün kafasına geçirdiğinde çocuk birkaç defa sendelemiş sonra gürültüyle yere kapaklanmıştı.

İşte bizim takım..

"Lalalisacığım bugün çok güzelsin," Chen aniden ayağa fırlayıp yanıma geldiğinde gözlerimi iri iri açıp ona bakmaya başlamıştım. Kesin bir şey isteyecekti. Bu çocuk bana boşuna yalakalık yapmazdı çünkü.

"Yine ne var?" diyerek ona keskin bakışlarımdan atıp karşımda aeygo yapışını izledim.

"Benimle çıkar mısın?" dedi kedi yavrusu gibi kocaman olmuş gözleriyle.

"Ne?" Tükürüğüm aniden boğazıma ilişip kaldığında öksürmeye başlayarak ayağa fırlamıştım. Tamam, bunu kesinlikle beklemiyordum.

"Ulan ben sana öyle şap diye yapıştır mı demiştim. Senden bir bok olmaz kardeşim affedersin." Chanyeol Chen'in ayağına tekme atarak söylendiğinde hâlâ yerde boylu boyunca yatıyor vaziyetteydi.

"Arkadaşlar." diyerek araya girdim hemen. "Bakın arkadaşlar diyorum. Arkadaşımsınız. Chen sen benim kardeşim gibisin ya, çocukluktan beraber büyüdük neredeyse. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi."

"Ama seni çok seviyorum." Şimdi de yavru köpekler gibi mırıldanmıştı. Bu çocuğa ne olmuştu bugün?

Derin bir nefesi ciğerlerime saplayıp onun yanına gittim ve kafasını avuçlarım arasına alarak sıkıca tutup silkmeye başladım. "Bu neyin kafası çocuğum! Kendine gel! Bu psikolojik birşey. Hissediyormuşsun gibi ama hissetmiyorsun aslında. Üçe kadar sayacağım ve sen gözlerini kapatıp uyuyacaksın. Uyandığında hiçbir şey hatırlamayacaksın. Okei?" Chen'in kafasını silkmeyi durdurduğumda ortama aniden kökenli bir sessizlik inmişti.

"Çocuk mu kandırıyorsun sen Lisa?"

Chen ellerimin arasından kafasını kurtarıp, oturduğu yerden ayağa kalktı ve hiçbir şey söylemeden sınıftan çıktı. Kalbini mi kırmıştım? Ama şaka değil miydi? Bakışlarımı sırayla Suho, Chanyeol, Jennie, Cha Young ve Sehun'un üzerinde gezdirdiğimde hepsinin ciddiyetle beni süzmesi ürkmeme sebep olmuştu.

"Arkadaşlar korku filminde falan mıyız? Neden beni az sonra testereyle doğrayacağınızı hissediyorum?"

"Çocuğun kalbini kırdın angut! Öyle söylenilir mi?" Jennie bıkkınca nefesini vererek beni yanıtladı. Diğerleride ona katıldığında bu sefer sıkıntılı bir nefesi dışarı ben vermiştim.

"Tamam," diyerek saçlarımın arasına ellerimi geçirip göz kapaklarımı birkaç saniyeliğine kapattım. "Gidiyorum. Bu olayı kökünden çözüp geleceğim."

Gözlerimi açtığımda hiç kimseye bakmamış direk sınıftan çıkarak etrafta Chen'i aramaya başlamıştım.

Beni niye seviyordu ki? Yani beni neden seviyordu? Sevilmeyi hakeden birisi bile değildim ki.

Uzun bir arayışın ardından Chen'i okulun çatısında dizilmiş bankların üzerinde oturup boşluğu izlerken bulmuştum. Ama böyle masumca otururken onu nasıl reddedebilirdim ben?

Herşey bu kadar zor olmak zorunda mıydı?

Peşinden koştuklarımız bizi asla görmez, bizi sevenleri biz asla kabullenemezdik işte. Hayat bu kadar acımasızdı. Ne olurdu herkes hayatı boyunca tek bir kişiyi sevseydi ve sevgisi hep karşılıklı olsaydı?

"Chen?" fısıltıdan farksız sesim havaya karıştığında ağır adımlarla onun yanına gidip oturdum ve bende boşluğu izlemeye koyuldum.

"Hiç bir şey söylemek zorunda değilsin." diyerek bakışlarını yerden çekmezken konuştu.

"Biliyorum," dedim ve ellerimi bedenimin iki yanından banka dayayıp, kalçalarımın altına sıkıştırdım. "Ama sadece seni dinlemek için geldim. Hatırlıyor musun? Sen çocukken de böyleydin. Bir şeye üzüldüğünde hiç kimsenin seni asla bulamayacağı yerlere saklanıp sesizce boşluğu izlerdin."

"Ama sen beni hep bulurdun." dedi gülümseyerek. Bu mutluluktan uzak acı bir gülümsemeydi oysa.

"Evet, bulurdum. Çünkü biz dostuz. Gerçek dost." Bakışlarımı ona çevirdiğimiz de göz göze gelmiştik. Sadece bir an içim çok kötü burkulmuş, canım yanmıştı. "Bazen dostluk aşktan daha kuvvetli bir bağdır. İnan bana, dostunun sana verdiği samimiyeti, sıcaklığı aşık olduğun birisi bazen sana veremez."

Ama sen bana bir yabancıymışım gibi davransanda senin yanında kendimi evimdeymişim gibi hissediyordum Taehyung? Bunun açıklaması ne?

"Biliyorum ama bak ben, her ayak sesi duyduğumda acaba sen misin diye düşünmeden edemiyorum, her dışarı çıktığımda acaba sende burada biryerlerde misin diye önüme bakmaktan çok etrafı izliyorum, yalnız olduğumda bile bir ihtimal, uzaktan beni izliyor musun diye düşünerek haraketler ediyorum. Yemek yediğimde sen yedin mi diye, acaba acıkmış mı diye, gece rahat uyuyabildi mi diye, ya da en basitinden bugün hava sıcak olsa bile üşüyor mu diye merak etmeden yapamıyorum. Çok aptalca ama ben seni düşünmeden yapamıyorum."

Aptalca evet.

Ama hangimiz bu aptallığı yapmıyoruz ki?

"Üzgünüm," diyebilmiştim sadece. Ben bunların karşılığını veremezdim. Ben bu sevgiyi kaldıramazdım ki. Sadece yapamazdım.

Göğüs kafesimi tümüyle kaplayan birisi varken kalbime zorla birisini sokamazdım. Yer yoktu ki.


-

Şöyle bir düşünün ki, birisini çok seviyorsunuz. O kadar çok ki her an nefessiz kalıyor, göğüsünüz daralıyor ve usulca ölüyorsunuz.

Bakışları çok güzeldi, ya da saçları daha çok, ten rengi bile güzeldi. Konuşması, gülümsemesi hatta somurtması bile o kadar samimi ve ona hastı ki, onu izlediğim her an bile canım yanıyordu.

Dokunamadığım saçını bir başkası okşayacak diye, tutamadığım elini bir yabancı tutacak diye, bana anlatamadığı derdini bir başka ben olmayan birisine anlatacak diye ödüm kopuyor.

Üzülüyorum.

O kadar çok üzülüyorum ki hem de başka hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. Toparlanamıyorum. Dağıldığımla kalıyorum hep.

O bir başkasının yerinde ben olabilirdim mesela diye düşünmeden edemiyorum.

Bana sevgiyle bakabilirdi, beni tutkuyla öpebilir ve masumca sarılabilirdi.

Çok bir şey istemiyorum aslında, sadece lunaparka gidip çılgınlar gibi eğlenmek isterdim onunla. Sahilde kumdan kaleler inşaa edip onları ayaklarımızla ezerek dağıtırdık sonra, su savaşı yapardık. Nebileyim işte oyun parkına gidip çocuk için olan salıncaklarda sallanarak şarkı söylerdik.

Ya da sadece loş bir parkta sessizce oturup dinlenmek isterdim. Onunla birlikte.

Ama bunların hiçbiri olmamıştı.

Biz sadece iki yabancıydık. Ben onu uzaktan izlemeye mecburdum. O ise beni asla görmemeye kararlıydı.

Keşke iki arkadaş olsaydık ama biz tanıdık bile değildik. Yabancıydık birbirimize. Fakat en çokta duygularımıza yabancıydık.

Beni sevmiyordu. İnsan tanımadığı birisini sevemez ki. En çok acıtanıda buydu işte. Beni tanımasına izin veremezdim.

Avuçlarımdaki şansı hiç kimse fark etmesin diye elimi yanan sıcak sobaya dayayarak, avuçlarımı yakmıştım ben. O şansı benden almalarını istemediğim için kendi ellerimle yok etmiştim.

Hiç olmazsa beni bütün insanlık için sever miydin Taehyung?

Sevmezdin ki,

Sen insanları değil, yalnızlığı severdin çünkü. Ve ben çok kalabalıktım. İçimde binlerce sen vardın. Hiç solmayan, hiç yok olmayan yüzlerce sen.

Okulumuz yatılı olduğu için direk yöneticiden izin almış yarınki kumsal gezisine gitmek için birkaç parça şey almaya eve gidiyordum. Gerçi saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ama kumsala bikinisiz gidemezdim değil mi? Ve paramı yeni bir bikiniye de harcayamazdım. Öğrencilerin hayat zorlukları diye görünmez ama çok kutsal bir kural vardı.

Paranı çarçur etme!

Eve giden parka saparak yürümeye devam ettiğimde bakışlarımı sürekli karanlık sokaklarda gezdiriyor, sokak lambalarının aydınlattığı köşeleri inceliyordum. Birisi çıkıp gırtlağımı kesse hiç kimsenin haberi olmayacaktı. Burada çürüyüp gidecektim resmen.

Parkın çıkışına doğru ilerlediğimde kulaklarıma dolan sesle aniden ayaklarım istemsizce duraksamış, öylece kalakalmıştım.

Birisi şarkı mırıldanıyordu.

Şarkı çok hüzünlüydü ve adamın sesi çok kırgındı.

Arkamı dönerek sesin sahibini izlemeye başladım. Bu çocuğu tanıyordum. Bu çocuk oydu. Göğüs kafesimi tümüyle satın alan çocuktu.

Hiç kimsenin gelmeyi aklından bile geçirmediği bu eski parkta bakların birine oturmuş, hiç kimsenin onu duyamayacağı bir tonda şarkı söylüyordu. Sanki içindeki kederi etrafını çevreleyen ağaçlara, güllere, dikenlere ve kuşlara anlatmaya çalışıyordu.

Ama onu duymuştum.

Ben.. Onu gören ben, bu seferde onu duymuştum.

Ne yazık ki, o bunu hiç bilemeyecekti. Şeffaf bir kızın onu tamamen görmesi, duyması, hiçbir şeyi değiştiremeyecekti. Hep olduğu gibi.

Harry Potter'in görünmez pelerini vardı ruhumun üzerinde. Ve sen Taehyung, herkes gibi o pelerinin dışından bana bakıyordun. Bakıyordun ama göremiyordun. Bakıyordun ama anlamıyordun. Sadece bakıyordun.

Böyle uzun uzun, kırıkça. Bazen çok derin.

Seni hiç anlamamışlar değil mi? Çok kırmışlar seni değil mi? Canın yanmış, ayaklarına çiviler batmış, sırtına bıçaklar saplanmış.. Ama sesin çıkmamış değil mi?

Bir adım attım ona doğru.

Ve bir adım daha.

Fakat sonra durdum.

Kulaklarıma burun çekme sesi iliştiğinde bütün hücrelerimi buz tutmuştu.

"Saat dört," diye fısıldadım kendi kendime.

"Ve sen hâlâ ağlıyorsun yalnız kuş."

Göğüsüme zehirle kaplı bir hançer saplandı ve hançerin ucu kalbime denk geliyordu. Zehir onun gözyaşlarıydı. Ve her kirpiklerinden damlayıp giden gözyaşı kalbime batıyordu.

Taehyung birkaç dakika sessiz kalıp karşıdaki ağacı ve tam önündeki kuşu izledikten sonra ayağa kalkmıştı. Onun ayağa kalktığını algıladığımda bende hızla çalıların oraya saklanmış, yaprakların arasından onu izlemeye başlamıştım.

Elinin tersiyle yanağındaki gözyaşlarını silerek yürümeye başlamış, benim saklandığım çalıların yanından öylece geçip gitmişti. Beni yine fark etmemişti.

Taehyung yanımdan geçip gittiğinde hızla ayağa kalkarak tam arkasında durdum ve avazım çıktığı kadar bağırarak konuşmaya başladım.

"Kim Taehyung! Sen dünyanın en bencil adamısın! Hayatımda senin gibi birisini asla görmedim. Sadece kendini düşünen dallamadan başka bir şey değilsin. Senden nefret ediyorum!"

Haykırarak bağırıyordum ama o yürümeye devam ediyordu. Arkasına bakmadan öylece gidiyordu.

Beni duymuyordu bile.

"Hey, yalan söyledim tamam, lütfen gitme." diyerek tekrardan bağırmaya başladım. "Senden nefret etmiyorum! Etmiyorum değil, edemediğimden. Sana kızamıyorum. O kadar boktan bir durum ki bu, seni doğru dürüst sevemiyorum bile. Ben sadece seni uzaktan izleyerek aptalca hayaller kurmaktan başka hiçbir şey yapmayan şeffaf bir kızım."

Boğazım ağrıdığında duraksamak zorunda kalmıştım. Ama o duraksamadan sadece gidiyordu. Benden her adımında uzaklaşıyordu.

"Her ayak sesi duyduğumda acaba sen misin diye düşünmeden edemiyorum. Her dışarı çıktığımda acaba sende burada biryerlerde misin diye önüme bakmaktan çok etrafı izliyorum. Uykusuz olduğumda bile eğer sen, yalnız başına ağacın altında çizim yaparsan saatlerce seni izliyorum. Yemek yediğimde sen yedin mi diye, acaba acıkmış mı diye, gece rahat uyuyabildi mi diye, hasta mı diye, ya da en basitinden bugün hava sıcak olsa bile üşüyor mu diye merak etmeden yapamıyorum. Çok aptalca biliyorum ama ben seni düşünmeden yapamıyorum."

Avazım çıktığı kadar bağırıyordum ama o beni asla duymuyordu. Kulağında kulaklıkları vardı. Fakat, kulağındaki kulaklık değildi beni duymasına engel olan şey.

Kalbindeki kulaklıktı.

Eğer onu bir kere çıkartmayı deneseydi, bendeki bütün çığlıkları duyup, sırf bana sarılmak için bile koşarak gelirdi.

Ama yapmadı.

Kulaklığını asla çıkartmadı.

Beni asla duymadı.

O gece saat dörtte o kimsesiz parkta, beni duymadın Taehyung. Ama ben seni duydum. Sesini duydum, şarkını duydum, gözyaşlarını duydum.








"Y"

Merhaba millet,

Söz verdiğim gibi 10 voteyi geçtiği için bomba gibi bir bölümle geri döndüm. Bu bölümü yazarken içim acımadı değil gerçi.

Açıkcası hikayeyi bu kadar çok sevdiğinizi bilmiyordum.

Gelecek bölüme biraz daha artış yapalım ve 20 voteyi geçmesini bekleyelim.

Ben hiçbir kitabımda vote sınırı asla koymadım. Kitaplarımı voteler ya da yorumlar için yazmıyorum.

Ama bu kitaba bunu neden yapıyorum? diye illaki soracaksınız.

Çünkü bu hikaye benim için çok özel ve hakkettiği değeri görmesini istiyorum. Gerçekten çok özel.

Her bölüm bendeki bir duyguyu, bir anıyı ya da bir hayali temsil ediyor.

Taehyung benim için çok özel birisi. Biasınım olmasa da, bana insanın doğasında olan bütün duyguları iliklerime kadar hissettiren birisi. Ve ben bu hikayeyi ona hediye etmek istiyorum.

Belki onun bundan asla haberi olmayacak ama ben ruhumun testereyle kestiğim en özel parçasını bu satırlara döküp, belki rüyasında, belkide ruhunda okumasını bekleyeceğim.

Kaybedenler kulübüne hoş geldiniz.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top