0.6



The thousands years - amv







Okul neredeyse boşaldı boşalacaktı. Bugün cumaydı ve herkes ailesini görmeye gidecekti. Her hafta sonu olduğu gibi. Ben ise yurda gidip, oda spreyi kokan odamda ayaklarımı uzatıp leş gibi yatmak istiyordum.

Sırt çantamın içinden anahtarlığımı çıkartmak için kökenli bir savaş verdikten sonra sabıkama yılın savaşçısı damgasını vurdurmuş, peluş ayıcığın ucuna bağlı anahtarımı çantamdan çıkartmıştım. Derin bir nefes alıp W isimli okulun arka bahçesinde bakışlarımı gezdirdim.

Bugün yanımdan geçen herkesin garip bakışları altında ezilip kalmıştım resmen. Sanki adam öldürmüştüm. Bana öyle bakıyorlardı ki, kendimi dünyanın en büyük suçunu işlemişim gibi hissetmeden edememiştim.

Hele kızlar tuvaleti..

Susuyorum.

Tehdit edenden, arkamdan konuşana kadar her insan tipiyle karşılaşmıştım bugün.

Okuldan çıkmak için ilerlediğim kaldırımda kedi miyavlaması duyarak aniden duraksamıştım. Bakışlarımı sesin sahibini aramak için etrafta gezdirmeye başladığımda az ilerideki ağacın altında Taehyung'u görmeyi beklemiyordum.

Fakat bu sefer oturup çizim yapmak yerine, ağaçta kalmış kediyi indirmek için kollarını açıp onun gibi miyavlıyordu. Bu hali biraz tatlı, fazlasıyla komikti gerçi.

Onu anlamadan dinlemeden yargılayıp, ağzıma gelene sıraladığım için biraz pişman olsamda, utancımdan onun yanına gitmeyip uzaktan izlemeye başladım. Hep yaptığım gibi.

Ağacın tepesinde kalmış turuncu kediyi indirmek için elinden gelen herşeyi yapıyordu ama indiremiyordu. Ben olsam ağaca tırmanıp kediyi kucağıma alır öyle indirirdim. Ama burkulmuş bir bacakla bunu yapmak ne mümkündü?

Yine de ona yardım edebileceğimi düşünerek yanına doğru ilerlemeye başladım. Pişmanlığın sırası değildi.

"Yardıma ihtiyacın var mı?" diyerek yanında durduğumda bakışlarını bana çevirerek yüzümü incelemeye koyulmuştu. Aslında gözlerinden sorgu işaretleri fırlatıyordu adeta. "Kedi için." dedim sırt çantamı çıkarıp ağacın yanına bıraktığımda.

Omuz silkti ve bakışlarını tekrardan kediye sabitleyerek onu çağırmaya başladı. "Gel pisi pisi. Sana mama vereceğim. Hem de en pahalısından. Bak ben cimri bir adam değilim."

Omuzumu ağaca yaslayıp onu izlemeye başladığımda kendimi tutamayarak bu haline kıkırdamıştım. Ansızın keskin bakışları tekrardan beni bulduğunda kaşlarını çattı.

"Ne gülüyorsun?"

"Hiç," diyerek tekrardan kıkırdamaya başladığımda açtığı kollarını indirerek yanıma gelip, tam dibime girmişti.

Yüzümdeki gülümseme aniden bir çiçek gibi hızla solduğunda, kaşlarını kaldırmış alayla bana bakmaya başlamıştı. Sırtımı ağaca yaslayarak ufaldıkça ufalmaya yeltendim ama ağacın içine giremezdim ya sonuçta. "Sen indir bakalım."

Lavanta ve toprak gibi kokan kokusu ciğerlerime dolduğunda boğazımı temizleyerek işaret parmağımı alnına dayadım ve onu kendimden iterek uzaklaştırdım.

"Şu an havalı havalı çekil ben yaparım deyip, ağaca tırmanarak kediyi alıp sana kapak yapmak isterdim ama ayağım burkulduğu için bu hayalim içimde kalmış bulunmakta."

Sıkıntılı bir nefes alıp ağacın önüne geçtim ve çaresizce miyavlayan kediyi süzmeye başladım. Keşke boyum iki metre falan olsaydı. O zaman rahatlıkla onu alabilirdim.

Taehyung yanıma gelip tam karşımda durduğunda göz göze gelmemek için bakışlarımı saçlarında gezdirmeye başladım. Kahverengi saçları, çok yumuşak görünüyordu. Keşke onlara dokunabilseydim. Ah, bunu çok pis istiyorum hem de.

"Seni kaldıracağım." diye konuştuğunda onun ifadesiz yüzüne karşın ben kaşlarımı çatıp anlamamış gibi ona bakıyordum.

"Hı?" dedim anlamadığımı kelimelere dökerek.

"Hı değil efendim diyeceksin." Beni taklit ederek konuştuğunda gözlerimi kocaman açtım. Bu adam cidden?

Taehyung arkasını bana dönerek diz çöktüğünde hâlâ ona anlamayan gözlerle bakıyordum. Ne yapmamı istiyordu? Sırtına binmemi mi?

"Hadi kımılda." Sert sesiyle beni uyardığında kafamı iki yana sallayıp, bakışlarımı okulun bahçesinde gezdirmeye başladım. Bu kez de birisi görürse batardım.

Bahçenin boş olduğuna emin olduğumda onun gibi diz çökerek kollarımı arkadan boynuna doladım. Yüzüm omuzuna denk gelmiş, onun yüzünün tam yanında durmuştu. Beni kaldırmasını beklerken yüzünü benden tarafa çevirip sabır dilenircesine konuştu. "Ne yapıyorsun?"

Yanağıma değen sıcak nefesiyle yüzümü ona taraf istemsizce çevirdiğimde aniden burunlarımız çarpıştı. Ve ben onun nefesini dudaklarımın üzerinde sonuna kadar hissetmiştim. Bu ölüm gibi birşeydi.

Kalbim göğüs kafesime toslayıp yara almaya başladığında bakışlarımı ondan kaçırdım. Ne yapmamı istiyordu ki?

"Sırtıma değil, omuzlarıma bin. Kediyi nasıl almayı düşünüyorsun böyle?" diyerek beni aydınlattığında onu onaylayarak kollarımı hızla sardığım boynundan çözdüm ve doğrularak derin nefes aldım. Yüzümün domates gibi kızardığına kılıfımı basabilirdim.

"Pekala," diyerek sağ bacağımı sağ omuzuna attım ve aynı şekilde sol bacağımıda sol omuzuna attığımda heyecandan neredeyse bayılıp gidecektim. Okul eteğinin içinde olduğum için zaten rahatsız hissediyordum ve bu şekilde onun omuzunda oturmuştum. Çok tuhaf histi. Sıcaklatıyordu insanı.

Taehyung çıplak bacaklarımdan tutarak ayağa kalktığında ekstra bir rahatsızlık hissi bütün bedenimi kapladı.

Taehyung ağaca doğru ilerleyerek kedinin tam altında durduğunda, ellerimle onun saçından tutunmamak için kendimi çok zor dizginliyordum. Yumuşacık kahverengi saçları beni taciz ediyordu resmen!

Bu kadar güzel olmaları haksızlıktı. Yani, diğer bütün kahverengi saçlı erkeklere.

"Gel kedicik." diyerek kollarımı kediye uzattım ve sindiği ağaç dalından onu alıp kucağımda sıkıca tuttum. Şefkatle kedinin küçük kafasını okşamaya başladığımda saçlarıma tutunan çiçek yapraklarıyla bakışlarım altında olduğumuz ağaca kaymıştı.

Bu, Kiraz ağacıydı.

Sakura.

Sabahtan beri ona bakmaktan tam altında olduğumuz ağacı fark etmemiştim bile. İşte senin üzerimdeki etkin böyleydi Kim Taehyung. Bu kadar dağınıktı zihnim, senin yanında.

Beni dağıtıyordun ve her seferinde toplamayı unutarak gidiyordun.

"Bizi indirebilirsin." diye gülümseyerek konuştum. Onun yanında olmak, üzerinde olmaktan iyiydi. En azından ben ve hasta kalbim için böylesi hayırlıydı.

Taehyung tekrardan diz çökerek oturduğunda onun omuzlarından dikkatlice inip kucağımdaki kediyi okşamaya devam ettim. O da eşzamanlı olarak ayağa kalkmış gülümseyen bakışlarını kedinin üzerine sabitlemişti.

Bakışları gülümsüyordu.

Böyle birisinin kötü olması mümkün müydü?

Yoksa giydiği maskelerden biri miydi bu da?

"Çok güzel bir kedi," diyerek kocaman gülümsediğimde bakışlarımı kucağımdaki küçücük turuncu kediden çekip ona dikmiştim. Başıyla beni sessizce onayladı.

Konuşmayı pek sevmiyordu sanarım.

Kediyi okşayan elime birşeyler çarptığında kaşlarımı çatıp, çarpan şeye baktım ve bunun bir tasma olduğunu fark ettim. "Bu kedinin sahibi varmış?" diyerek kendi kendime sordum. Kısa bir süre sonra ise onun kalın sesini duymuştum.

"Evet," diyerek beni onayladı ve kediyi almak için ellerini uzattı. Kedinin sahibi o muydu? Kediyi dikkatlice ona uzattığımda, kendimi ona bakmaktan alıkoyamamıştım. Çok pürüzsüzdü.

Kahverengi saçları, gülümseyen gözleri ve hafifçe yukarı doğru kıvrılan dudakları çok masum duruyordu yüzünde. Sanki benden adam kaçırmamı isteyen o değilmiş gibi.

Sanki Tanrı güzellik anlayışının yarısını ona, diğer yarısını bütün dünyaya vermiş gibiydi.

Pembe kiraz çiçekleri havada süzülüp saçlarına takılıyor, ona daha hoş bir görüntü katıyordu. Kiraz çiçeklerinin aramızda akan tek şey olduğu o küçücük zaman diliminde, bütün dünyanı unutmuş gibi gülümseyerek kediyi ona uzattım. Turuncu kediyi elimden yavaşça aldığında parmakları parmaklarıma değmiş, bugünü benim için kutsallaştırmıştı.

Hiç bitmesini istemiyordum. İhanet eden bir dost, görünmez bir hayran olmak istemiyordum tekrardan. Şeffaf olmayı istemiyordum.

Bana baktığında beni görsün, tesadüfen okul koridorunda karşılaştığımızda birbirimize gülümseyerek selam verelim istiyordum.

"Hoşçakal," diye yavaşça mırıldandığında onu öylesine izliyordum ki, yüz çizgilerini aklıma kazımak için savaş veriyordum zihnimde. Kucağındaki kediyi okşayarak bana veda ettikten sonra arkasını döndü ve yürüyerek benden uzaklaşmaya başladı.

"Anneni özledin mi Lucy?" diye kediyle konuşmaya başladığında hâlâ onu duyabileceğim bir mesafedeydi.

Neden kedinin babası değil de annesiydi ki? Sanarım bu Taehyung farkıydı. Kendi kendime kıkırdamaya başlamıştım ki, yine onun sesini duydum. Ama bu sefer daha geniş gülmek yerine yüzümdeki gülümseme tamamen solarak yok olmuştu.

"Evet, ben de onu çok özledim. Ama ona seni kaybettiğimi söylemeyelim tamam mı? Eğer benden ayrılırsa seni et diye pişirip yerim."

Taehyung neden bu kadar az gülümsediğini şimdi anlıyordum sanarım.

Çünkü gülümsediğin başka birisi vardı.







"Y"

Merhaba millet,

Normalde böyle birşey yapmam ama bütün bölümler 10 voteyi geçtiğinde bomba gibi bir bölümle geri döneceğim.

See u later.

🌹

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top