these salty tears on my cheeks




21.05.2019



o gün, her şey farklıydı.

öfkeden kuduruyordum ve her zaman adım atmadan önce iki kez -hayır yetmiş üç kez düşünen ben, bu kez tek bir kez bile düşünmeden gecenin dördünce penceresini taşlamaya başlamıştım.

her yağmur yağdığında beni arayıp çağıran jungkook için hep gelmiştim. saat kaç olursa olsun, asla itiraz etmeden.

odasına girmiş ve bütün geceyi onun saçlarını okşayarak huzurlu bir şekilde uyumasına sağlayarak geçirirdim.

bugün yağmur yağmıyordu. yaz yağmurları durmuştu. ama ben onun penceresinin altındaydım, her yağmur yağdığında olduğu ama tek farkın yağmayan yağmur olması gibi.

jungkook penceresini açtığında korkuluklara tutunarak kendimi yukarı çektim ve pencerenin önünde durup bana şaşkınca bakan çocuğu omuzlarından iterek, odasına girdim.

"bana söylemeyi ne zaman düşünüyordun?" diye kükredim. hayatımda bu kadar öfkelendiğim ikinci bir an, doğrusu hatırlamıyordu.

sessiz kalmasına alayla güldüm. "söylemeyi düşünüyor muydun?"

jungkook anlamı olmayan birkaç mırıltı çıkartarak bana doğru bir adım attığında tekrardan onu iterek kendimden uzaklaştırdım.

"ben senin arkadaşın değil miyim? söylesene değil miyim?"

"öylesin." demişti en sonunda incinmiş bir şekilde.

"o zaman neden fotoğraflarımızın yayıldığını ve bunun için seni sıkıştıran çocukları bana değil de Woon'a anlattın?"

haklıydım.

onu o gün kiraz ağacının altında öperken birisi fotoğrafımızı çekmişti ve jungkook bunun için erkekler tuvaletinde sıkıştırılmıştı. o çocukların kim olduklarını ve ne kadar ileri giderek ona ne derecede hasar bıraktıklarını bilmiyordum ve bilmemek beni delirtiyordu.

beni bundan daha fazla delirten şey ise; bunu bana değil, bir başkasına anlatmasıydı.

"taehyung, ben sadece.." jungkook bir şeyler açıklamaktan çok uzak bir şekilde bir şeyler açıklamaya çalıştığında yumruğumu yüzüne geçirmiştim.

bunu beklemediği için yatağa doğru dizleri üzerinde düştü. patlayan dudağını elinin tersiyle silerek yaşaran gözleriyle bana bakmaya başladı.

üzgün hissediyor olmalıydı ama beni ne kadar kırdığının farkında değildi.

"eğer sen bana güvenmeyeceksen ne anlamı var?" diye konuştum kırgınlıkla ama bir o kadar da öfkeyle. "eğer kötü anında bana değilde bir başkasına sığınırsan benim senin hayatında var olmamın ne anlamı var ki?"

sonra arkamı dönüp girdiğim pencereden çıkacağım sırada yağmurun atıştırdığını fark etmiştim. bu duruma şimdiye kadar yarattığım bütün yaratıcı küfürleri sıraladım.

pek tabii gidebilirdim.

ama gidersem benim onun hayatında var olamın bir anlamı kalmayacaktı.

bu yüzden, tek bir kez olsun hâlâ yerden kalkmadan bana bakan jungkook'a bakmadan arkamı döndüm ve yatağına giderek bir köşede kıvrılarak uzandım.

o gece gökyüzü bulutsuzdu ama Tanrı'nın bir şakası gibi aniden yağmur bastırmaya başlamıştı.

birkaç dakika sessizlikten sonra jungkook odanın ışığını kapatarak yanıma uzanmıştı. sessizdik ve bir o kadar da haraketsiz.

bir saat kadar hiçbir şey yapmadan öylece uzandım. sol tarafımda iki büklüm olarak dizlerine sarılan bu çocuğun korktuğunu biliyordum. bu gerçeği çok iyi biliyordum ama kırılan onurum haraket etmeme izin vermiyordu.

ama sadece altı dakika sonra kısık sesli ağlamasını duymuştum.

ağladığını anlamamam için oldukça sessiz olmaya çalışıyordu ama bir kere duymuştum onu. zaten onunlayken duyduğum tek şey nefes alışları olurdu. her anını ezberlemek istercesine dikkatle dinler ve izlerdim. o fark etmese bile.

sonunda dayanamayarak kolundan tuttuğum gibi onu kendime çektim ve sıkıca sarıldım.

"ben sadece senin benden başka arkadaşın olsun istemiyorum," diye fısıldadım göğüsümde ağlayan bu korkak çocuğun saçlarını okşayarak. "dertlerini sadece bana anlat, sadece bana güven istiyorum."

sadece beni sev istiyorum.

jungkook gömleğimden tutunarak, gözyaşlarının arasından özürlerini sıralamaya ve başıma yeteri kadar dert açtığı için üzgün hissettiğini söyleyip durdu.

ama önemli değildi.

özür dilemesine gerek yoktu.

kalbimi iki parçaya bölse bile, iyileştiğinde yine onun için atmaya başlardı. bunun aşırı olduğunu biliyordum ama söz konusu o olduğunda hiçbir şey sıradan kalmıyordu.

o gece, o ağlamaktan sızana kadar saçlarını okşadım. hiç bıkmadan. daha sonra saçlarının arasına öpücük bırakarak, gözlerimi kapatmıştım.

yarından sonraki zorlukların başımıza geleceğinden habersiz, belki de birlikte bu kadar huzurla geçireceğimiz son geceydi.

ama şu an durup geriye baktığımda, her ne kadar insanı ağlatacak derecede güzel anılar biriktirmiş olsak da, şunu dilerdim.

yeniden birbirimize yabancı olabilseydik keşke.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top

Tags: #taekook