2. Bölüm
Yatağımdan huysuzca doğruldum, o eski tanıdık ses artık yoktu; beni uyandıran, her sabah neşesiyle güne başlatan anneannemden geriye bir boşluk kalmıştı. "Saçmalama," dedim kendi kendime, kötü düşünceleri zihnimden kovarak. Yavaş adımlarla mutfağa doğru ilerledim. Buzdolabının kapağını açtım ve içerideki raflara boş gözlerle bakmaya başladım. Bir şeyler bulmayı umuyordum, ama her seferinde aynı sonuç: hiçbir şey canımı çekmiyordu. Kapağı kapatıp bir iki saniye bekledim, sonra tekrar açtım, sonra bir kez daha... Her defasında aynı döngü, aynı sonuç.
Sonunda derin bir nefes aldım ve vazgeçtim. "Yemek falan istemiyorum," diye mırıldandım kendi kendime. Mutfağı arkamda bırakıp odama doğru yürüdüm. Aynaya şöyle bir göz attım, üzerimdeki eski tişört ve pijama takımıyla oldukça dağınık görünüyordum. Dolabı açıp temiz bir kıyafet çıkardım ve üzerimi değiştirmeye başladım. Hayatım artık sadece bu anlamsız tekrarlarla doluydu.
Okul çantamı hazırlayıp anahtarımı cebime attım, ardından evden çıktım. Bahçeye doğru yürüdüm ve suluğumdaki suyu lilyum çiçeğinin toprağına yavaşça dökmeye başladım. "Eve geldiğimde açmış ol, tamam mı? Ama ben gelmeden sakın açma, anlaştık mı?" dedim, alaycı bir gülümsemeyle.
O anda, saçma bir şey oldu. Rüzgardan mıydı, yoksa zihnim bana oyun mu oynuyordu bilmiyorum, ama çiçek sanki kafasını sallamış gibiydi. Gözlerimi kırpıp birkaç saniye çiçeğe baktım, sonra kendi kendime gülerek, "Hayal görüyorum galiba," dedim ve fazla takmadan yoluma devam ettim.
Anneannemin ölümünden tam bir ay geçmişti ve bu süre boyunca okula hiç gitmemiştim. Bu kararıma şimdi bakınca, "Ne iyi halt etmişim," diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Ama işte bugün, o uzun aradan sonra tekrar okula dönüyordum.
Okula adım attığımda, herkesin şaşkın bakışları üzerimdeydi. Muhtemelen okulu bıraktığımı düşünüyorlardı. İç çekip gözlerimi devirdim ve sınıfıma doğru ilerledim. Çantamı sırama fırlatıp yerine oturdum, ama sınıfta bir gariplik vardı. Herkes bana bakıyordu, hem de sanki bir uzaylı görmüş gibi.
"Ne öcü görmüş gibi bakıyorsunuz?" diye söylendim, gözlerimi onlardan kaçırmadan. İşte o an, sınıfın gıcık kızı Velina'nın o sinir bozucu sesi duyuldu. "Okulu bıraktığını düşünmüştük, yani beni geçemeyeceğini anlayınca." dedi alaycı bir şekilde, dudaklarında iğneleyici bir gülümsemeyle.
Velina... Kendini bir şey sanan kız. Denemelerde her zaman benden sonra gelen ama bununla yetinmeyip sürekli rekabet içinde olan. Evet, çalışkandı, ama hiçbir zaman benim kadar değil. Buna rağmen her fırsatta kendini üstün görmeye çalışıyordu ve bu da sinirlerimi zıplatmaya yetiyordu.
"Kusura bakma, Velinacım, ama sahalara geri döndüm. Bu yüzden ayağını denk al, olur mu tatlım?" dedim, yüzümde sahte bir gülümsemeyle. Ardından oturup çantamdan bir defter çıkardım. İçimden, "Bir gün o sarı saçlarını elimle tek tek yolacağım, Velina. Söz," diye geçirirken derin bir nefes aldım.
Hoca sınıfa gelip dersini anlattı, sonra da çıktı. Ders boyunca Velina’nın bakışlarını üzerimde hissettim ama onu görmezden gelmek en iyi yoldu. Ders biter bitmez, kantine gidip kendime bir meyve suyu aldım. Boş bir masaya oturdum ve telefonumu çıkarıp kaldığım diziyi izlemeye başladım. Bir süreliğine Velina’yı, sınıfı ve hatta hayatımdaki karmaşayı unutmak istiyordum.
Okuldan çıkar çıkmaz koşarak eve geldim ve doğrudan lilyum çiçeğimin başına oturdum. Yine açmamıştı ve bu beni derinden üzmüştü. "Bugün 12. yıl dönümün, artık açmalısın," dedim kendi kendime, ama çiçek hiç kıpırdamadı. Bir süre daha sabrettim, fakat yine hiçbir şey değişmedi. Sinirlerim daha da bozulmuştu. Ayağa kalkıp saksıya tekme attım, "Gerizekalı çiçek!" diye bağırdım. Ama tekme attığımda hiçbir şey olmadı, sadece sinirim giderek daha da büyüyordu.
Eve girip bir sağa bir sola yürümeye başladım, sinirlerim daha da bozulmuştu. Delirmiş gibiydim, kimsem yoktu ve açmayan bir çiçekle konuşuyordum. Param da bitmek üzereydi, ne yapacağımı bilmiyordum. Tekrar çiçeğin yanına gittim, yavaşça yanına oturdum ve açmayan yapraklarını nazikçe sevdim. “Özür dilerim, seni seviyorum ama artık açmanın zamanı gelmedimi sence?” dedim, sesim titreyerek. Babamı, ölmeden önce çiçeklerle konuşurken görmüştüm. O zamanlar ona neden onlarla konuştuğunu sormuştum. Bana verdiği cevap, o an aklıma geldi: “Çünkü bazen, kelimelerin yetmediği yerlerde, sessiz bir konuşma en güçlü olanıdır.”
Bu yüzden sürekli çiçeklerle konuşuyordum. İnsanların yapamadığı, anlamadığı şeyleri onlar yapıyordu. Onlar sessizce dinliyor, hiçbir yargı olmadan kabul ediyorlardı.
Bence insanın en yakın arkadaşı çiçek olmalıydı, tabii bu, bana göre. Çünkü onlar, her zaman orada, sabırlı ve anlayışlıydılar. İnsanlar gibi kırılmıyor, seni terk etmiyorlardı. Kimseye güvenim kalmamıştı, ama çiçekler her zaman vardı.
Acaba çiçekler konuşabilseydi, nolurdu diye düşünmeden edemiyordum. Belki de her bir yaprakları, toprakla ve gökyüzüyle olan bağlarını anlatırlardı. Belki de bir çiçek, insanların duygularını daha derinlemesine anlayabilir, suskunluklarında bize söylenmeyenleri aktarabilirdi. Kendi sessiz dünyalarında, o kadar çok şey birikiyordu ki, onlarla konuşabilseydim, belki de her şey çok farklı olurdu.
İçimden bunları düşünürken, okşadığım lilyum yaprağının yavaşça açıldığını fark ettim. Ardından, diğer yapraklar da birer birer açmaya başladı. Yaprakları o kadar güzeldi ki, bir an durakladım. "Dur, bir dakika," diye mırıldandım, "Lilyum çiçeği açmış mıydı?" Gözlerimi kapatıp tekrar açtım, evet, gerçekten açmıştı! Şaşkınlıkla gözlerimi ovuşturup tekrar açtım, yine açmıştı! Lilyum çiçeği gerçekten açmıştı, şok olmuştum. Ama içinden çıkan şeyle, şokum daha da büyüdü.
Lilyum çiçeğinin içinde, elma büyüklüğünde, küçük bir canlı vardı.
2. Bölümde burda bitmiştir haydi eyvallah.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top