1. Bölüm

Merhaba, ben Sira. Hayatım her zamanki gibi sıradan, tek başıma yaşıyorum. Ailem yok, ama bir tek anneannem var ve onu çok seviyorum. Adı Maris, çok gizemli bir kadındır. O, sakin, sessiz ve hep derin düşüncelerdedir, tam zıttım. Ben ise tam aksine, hareketli, meraklı ve her şeyin peşinden koşan biriyim. Aramızda büyük bir fark olsa da, ona duyduğum sevgi her şeyin önünde gelir.

Anneannem, "Sira!" diye bağırınca hemen yatağımdan fırladım. Mor saçlarımı yüzümden çekip banyoya yöneldim. Aynada karşıma çıkan mavi gözlerim, her zamanki gibi beni büyülemişti; çok güzellerdi. Yüzümü yıkayıp saçlarımı tararken, gözlerimdeki yansıma bana hep bir huzur verir. 15 yaşındaydım ve büyüdükçe anneannemin bana ne kadar benzediğimi fark etmeye başlamıştım.

Kahvaltı masasına oturup, sessizce yemek yerken birden anneannem bana, "Çiçeği suladın mı?" diye sordu. Başımı kaldırıp ona baktım. Lilyum çiçeği, o tanıdık çiçek... Dört yaşımda, ilk kez onunla tanıştım ve o günden beri her sabah sulamayı bir alışkanlık haline getirdim. Ama ne zaman bir değişiklik olacak diye hep bekledim. Çiçek büyümüş, ama yaprakları asla açmamıştı. Sanki bir zamanı bekliyormuş gibi... O zaman, bana göre, asla gelmeyecek gibi görünüyordu.

Gözlerimi bıkkınca devirdim. "4 yaşımdan beri o çiçeği suluyorum, yani 11 yıldır... Ama 11 yıldır bir yaprağını bile açmadı. Çok saçma, bir daha sulamamaya karar verdim. Sonuçta, hiç bir şey olmuyor," dedim, sinirli bir şekilde.

Anneannem kaşlarını çattı. "Öyle bir şey olmayacak. Onu her gün sulaman gerek. Bir daha böyle bir cümle duymak istemiyorum, genç bayan," dedi ve masadan kalkıp odasına gitti.

Mor saçlarımı önümden çektim. Doğduğumdan beri saçlarım mordu, bu da çok saçmaydı. Her şey saçmaydı. Saçlarımın mor olması, her gün o çiçeği sulamam ve o çiçeğin asla açmaması gibi... Masadan kalkıp bahçeye gittim. Saksıdaki lilyum çiçeğini sulayıp, çiçeğin yanına oturdum ve konuşmaya başladım.

"Niye açmıyorsun? 11 yıldır seni suluyorum, sana karşı çok sabırlıyım haberin olsun. Ayrıca anneannem niye bu kadar seni önemsiyor, anlamıyorum," dedim.

Çiçeğin yanından kalkıp diğer çiçekleri sulamaya başladım. Onlar, adeta özenle büyütülmüş gibiydi; rengarenk açmışlardı. Lilyum çiçeğine bir an için ters bir bakış attım. Onun solmuş yapraklarına, hiç beklemeden gelişen bu diğer çiçeklere nazaran ne kadar cansız ve umursamaz olduğunu düşündüm. Bir an sinirli bir şekilde içeri girdim.

Evimiz, içinde yıllarca anı biriktirilmiş küçük ama çok sevimli bir yerdi. Üç odalı, bir salonlu... Annem ve babamdan kalmıştı bu ev. Bir yanda onların hatıraları, diğer yanda benim yalnız geçirdiğim günler... Odaya adım atarken, içimde tuhaf bir boşluk hissettim ama hemen susturdum. Lise 3'e gidiyordum. Sınavlar, dersler… Her şeyin içinde kaybolmuş gibiydim.

Masamda biriken soru kağıtları beni bekliyordu. Bu kadar çok çalışmam gerekiyordu, çünkü herkes, özellikle hocalarım, başarılarımdan sürekli bahsedip benimle övünürlerdi. Ama içimde bir eksiklik vardı. Her şey ne kadar mükemmel görünüyor olursa olsun, bir şey eksikti. Ve o eksikliği bir türlü bulamıyordum.

Çözmem gereken soruları çözüp yatağıma oturdum. Yine sıkıcı bir gündü. Bir an boşlukta kaybolmuş gibi hissettim. Telefonumu alıp biraz TikTok’ta gezinmeye başladım, ama her şey bana aynı geliyordu. Videolar, şarkılar, komik anlar... Hepsi bana sanki bir anlam taşımıyordu. Bir süre sonra içimdeki bir dürtüyle telefonun ekranını sildim ve Google’a girdim. Bir şeyler aramak istedim, belki bir şeyler bulurum diye düşündüm.

Lilyum çiçeği… O lanet olası çiçek. Ne zaman ona baksam içimde bir şeyler kıpırdardı. Ama şimdi, o merak daha da büyümüştü. Onun hakkındaki bilgileri okumaya başladım. Neden hiç açmadığını, neden bu kadar özel olduğunu anlamak istedim. Sadece çiçek değil, sanki içinde bir sır taşıyor gibiydi. Her şeyin ötesinde bir şey vardı, bir his, bir ipucu…

Okudukça içimdeki merak daha da arttı. Lilyum çiçeğiyle ilgili öğrendiğim her şey, bana bir şeyler anlatıyordu. Fakat hala o açmayan yapraklar ve o çiçeğin gizemi vardı. Neden yıllardır her gün suladığım halde açmamıştı? Bu sır neydi?

Telefonu bir kenara bırakıp salona geçtim. Anneannem, koltuğuna kurulmuş, elinde şişleriyle örgü örüyordu. Yanına oturup televizyonu açtım. Bir film kanalı bulup ekrana dalmıştım. Zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım bile. Anneannem, bir süre sonra şişlerini toparladı ve "Ben yatıyorum, Sira. Çok geç olmadan sen de uyu," dedi. Hafifçe gülümsedim, başımla onayladım. O odasına çekildiğinde mutfağa geçip kendime bir sandviç hazırladım.

Televizyonun karşısına yeniden oturup film izlemeye devam ettim. Ekrandaki sahnede, erkek karakter, kadın karakteri aldatıyordu. Çatık kaşlarla ekrana baktım ve kendi kendime mırıldandım: "Erkek değil misiniz, hepiniz aynısınız işte."

Saat gece yarısını geçtiğinde telefonum titredi ve ekranımda bir bildirim belirdi. Saçma bir uygulamadan gelen bu bildirimde kocaman harflerle "Doğum günün kutlu olsun!" yazıyordu. Yorgun gözlerimle ekrana baktım, ardından yüzüme ufak bir gülümseme yerleşti.

"Evet," diye mırıldandım kendi kendime, "16 yaşım herkese hayırlı olsun. En çok da bana... Huzurlu olsun, amin."

Telefonu elimden bırakıp tavana baktım. 16 yaşına girmek nedense içimde tuhaf bir his uyandırmıştı. Sanki bu yaş, sıradan bir yaş değil de bambaşka bir şeylerin başlangıcı gibiydi. Ama bunun ne olduğunu bilmiyordum.

Birkaç dakika geçmişti ki anneannemin odasından bir düşme sesi geldi. Gözlerim hızla o tarafa çevrildi, kalbim hızla çarpmaya başladı. "Anneanne?" diye seslendim ama bir yanıt gelmedi. Hemen ayağa kalktım ve odasına koştum. Kapıyı açar açmaz gördüğüm manzara beni olduğum yere mıhladı.

Anneannem yerde hareketsiz yatıyordu. Nefes almıyordu...

Bir an için tüm dünya durmuş gibiydi. Gözlerim donmuş bir şekilde ona bakıyordu, bedenim hareket etmeyi reddediyordu. Ama sonra içimdeki bir dürtüyle dizlerimin üzerine çöktüm ve ona doğru eğildim.

"Anneanne?" Sesim titriyordu. Cevap gelmedi.

"Anneanne!" Bu sefer sesim daha yüksekti, neredeyse haykırmıştım ama yine bir yanıt alamadım.

Gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı, kalbim sanki yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Ellerimle omzuna dokundum, onu sarsmaya çalıştım. "Sakın beni bırakma, ne olur uyan... Anneanne, lütfen!"

Ama hiçbir şey olmadı. Hiçbir hareket, hiçbir ses.

Gözyaşlarım artık engellenemez bir sel gibi akıyordu. "Sana yalvarıyorum, ne olur uyan... Beni yalnız bırakma... Lütfen!" diye fısıldadım, ama odada sadece sessizlik yankılanıyordu.

İçimde bir boşluk oluşmuştu, bir şeyler kırılıp parçalanıyordu. O an, o dakikada, dünyamın altüst olduğunu hissettim. Anneannemin beni asla terk etmeyeceğini düşünmüştüm. Ama şimdi... Şimdi tamamen yalnızdım.

***

Anneannemin ölümünden tam üç gün geçmişti. Üç gündür sessiz, soğuk bir evde tek başımaydım. Kimsesizdim. Bu üç gün içinde hiçbir şey yapamamıştım; ne ağlayabilmiştim ne de geçmişi düşünmeden durabilmiştim.

Ve bu, tam doğum günümde olmuştu. Ne ironiydi ki, hayatımdaki herkes beni doğum günümde terk etmişti.

Altı yaşıma girdiğimde babam ve annem bir trafik kazasında gitmişti. Onların yokluğunu anlamaya çalışırken, dedem on üç yaşıma bastığım gün bizi bırakmıştı. Ve şimdi... Anneannem.

On altı yaşımda, hayatımda kalan son kişiyi de kaybetmiştim. Her doğum günümde bir kayıp yaşamıştım ve şimdi o günler artık kutlanacak birer anı olmaktan çıkmış, yalnızlığımın en derin yaralarını açan işaretlere dönüşmüştü.

Bunu neden yaşadığımı, neden hep tek kaldığımı anlamıyordum. İçimde bir boşluk vardı; sanki hayatımdaki herkes beni bilerek terk etmişti. Neden? Neden herkes beni bırakıp gidiyordu?

O an, oturduğum yerde boğazıma bir yumru oturdu. Ellerim titriyordu ama gözlerim hâlâ yaşsızdı. Ne kadar ağlamayı denesem de olmuyordu. Sanki gözyaşlarım bile bana küsmüş gibiydi.

Bahçede, lilyum çiçeğinin yanında oturmuş yıldızlara bakıyordum. Gökyüzü her zamanki gibi güzeldi ama artık hiçbir şey bana huzur vermiyordu. Anneannemden bana kalan tek şey bu ev ve yıllardır hiçbir değişim göstermeyen bu lilyum çiçeğiydi.

Ama ne evin, ne çiçeğin, ne de yıldızların bir anlamı vardı artık. Her şeye küsmüştüm. Özellikle de hayata.

Benden ailemi alan, beni yapayalnız bırakan bu hayata. Ve, ne kadar saçma gelse de, bu çiçeğe de küsmüştüm.

Yıllardır büyümesini izlediğim, her gün özenle suladığım bu çiçek... Hiç açmamıştı. Sanki her şey gibi o da bana sırtını dönmüş, hayata inancımı daha da kırmak için inatla bir yaprak bile açmayı reddetmişti.

"Saçmalık," diye mırıldandım, başımı gökyüzüne çevirerek. Gözlerim bir kez daha yıldızlara takıldı. Her zamanki gibi oradaydılar, ama ben artık onlara bakarken dilek tutmayı bile unutmuştum.

Birden anneannemin sesi kulaklarımda yankılandı: "Çiçeği sulamayı unutma."

Bu sesi duyduğumda içim ürperdi. Gerçek miydi, yoksa yalnızlığım bana oyun mu oynuyordu, bilmiyordum. Ama o sözler yankılanmaya devam ederken, üç gündür çiçeği sulamayı unuttuğumu fark ettim.

Derin bir nefes alıp yerimden kalktım. Ayaklarım yorgun ama ağır adımlarla mutfağa doğru ilerledi. Anneannemin sesi hâlâ zihnimde çınlıyordu. Bir bardağa su doldururken ellerim hafifçe titredi.

Bahçeye geri döndüğümde hava serinlemişti. Gözlerimi yıldızlardan çiçeğe çevirdim. Uzun bir süre hareketsizce baktım. Sanki o da beni izliyordu, sessiz ama derin bir inatla.

Yavaşça, suyu lilyum çiçeğinin toprağına dökmeye başladım. Toprak suyu hızla emiyordu, ama ben devam ettim. Bir damlasını bile ziyan etmek istemiyordum.

"Tamam," dedim kendi kendime, başımı çiçeğe yaslarken. "Şimdi de açmazsan gerçekten küseceğim."

Bu dediğimle kendi kendime güldüm. Delirmiş olmalıydım. Bahçede tek başıma bir çiçekle konuşuyordum. Yeniden lilyum çiçeğinin yanına diz çöktüm ve onu incelerken derin bir nefes aldım.

"Şu an seni kökünden koparmak istiyorum," dedim, ciddi bir tehdit tonu takınarak. Ama cevap yoktu, sadece sessizlik.

"Ve eğer açmazsan bunu yapacağım," diye ekledim, sesim biraz daha yüksek çıkmıştı. Yine sessizlik.

Derin bir nefes alıp çiçeğe biraz daha yaklaştım. "Evet, şu an bir çiçeği tehdit ediyorum ve bu çok saçma. Ama kimse beni yadırgamamalı, çünkü artık kimsem yok," dedim ve bu sefer sesim kısık bir mırıltıya dönüştü.

Başımı hafifçe iki yana sallayıp ekledim: "Anneannem burada olsaydı, bunları söylediğim için kesin beni azarlardı. Hatta belki döverdi bile."

Tam o anda, gökyüzünde bir yıldız kaydı. Bakışlarım istemsizce yukarıya kaydı. İçimde garip bir his yükseldi; sanki bir şeylerin değişeceğinin habercisiydi. Ama ne olduğunu anlamak için henüz çok erkendi.





Sizce lilyum çiçeğinin özelliği ne?

Lilyum çiçeğinin görüntüsü bu açık hali kapalı halini yapamadım ve çiçeğe aşık oldum

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top