⚘ Lilium Kokusu | Prolog

PROLOG

Gelmeden önce içtiği iki bira, alışık olmayan bünyesini çarpmıştı. Öyle gergindi ki... Yanından rüzgâr gibi geçip giden uzun boylu adamın hafifçe kendisine çarptıktan sonra dönüp baktığını sonradan fark etti. Çatık kaşların altındaki asaletli bakışlara kilitlendi. Sadece iki saniyeliğine... Çakırkeyifti. Sonra içinde bulunduğu durumun ciddiyetine vardı. Adam da kısa bir bakış attıktan sonra özür bile dilemeden gitmişti zaten. Kollarını kavuşturmuş cesaretini toplamaya çalışırken neyi beklediğini bilmiyordu Lilya. Bildiği tek şey, kardeşini bu imkânsız durumdan kurtarmak zorunda olduğuydu. Kardeşi Tolga o hapishanede 1 hafta daha kalamazdı. Ne yapıp edip onu oradan çıkarmalıydı. Ama nasıl? Bilmiyordu. İşte bunu bir türlü bilmiyordu. Bir çözüm üretemiyordu o an. Aptal kafası bir türlü çalışmıyordu. Öldürülen gencin babasıyla konuşmak için buraya kadar gelmişti ama o adamla görüşüp meramını anlatabileceğini de sanmıyordu doğrusu. İçeri girmek için bile cesareti yokken bu durumu nasıl çözebilirdi ki? En kötüsü de, ne söylerse söylesin oğlunu kaybetmiş bir babadan merhamet dilemek imkânsızdı. Tolga'nın o genci öldürmediğine, suçun onun üzerine kaldığına emindi ama karşı tarafı bu gerçeğe nasıl inandırabilirdi? Bu mümkün değildi. Bir imkânsızlığın peşinde koşsa da durmadı. O an deli cesaretiyle kapıdan içeri girdi. Resepsiyona doğru yürüdü ve görevli adamın soğuk bakışlarla "Hoş geldiniz, buyurun." sözüyle içindeki son özgüven kırıntısını da yitirdi. "Ben... Ben Kasım Ülgen'le görüşecektim. Acaba onu holde beklediğimi söyler misiniz?"

Resepsiyon görevlisi soğuk ve ilgisiz bakışlarla kızı baştan aşağı süzdü ve "Kim diyeyim?" diye sordu.

Görevli adam ona bir böcek gibi aşağılarcasına bakıyordu. Üstüne başına bakılırsa buraya pek de uygun sayılmazdı. Elbette "Tolga Demir'in ablası." diyemezdi. Savaşı baştan kaybetmek istemiyordu. "Lilya... Lilya Demir." Umutsuz bakışları kendisini aşağılayan bakışlardan bile medet uman cinstendi.

Adamsa bir süre karşısındaki kıza baktıktan sonra telefona yönelip Kasım Beyi aradı ve durumu anlattı. Kısa süren konuşmadan sonra "Peki efendim." diyerek telefonu kapattı. "Kasım Bey sizinle görüşmek istemiyor."

Normalde "Meşgul." veya "Şuan uygun değil." gibi kibar ret cümleleriyle karşılaşırdı ama bu defa gayet net bir cevapla karşı karşıyaydı. Bu defa ne düşüneceği veya hissedeceği bile umursanmıyordu anlaşılan. Olsun, dedi kendi kendine. Kardeşi yüzünden aşağılanmaya, yüzünü karartıp birilerine yalvarmaya alışmıştı. Hatta bıkmıştı, yılmıştı bile. Ancak Lilya'nın şuan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Bu defa olmazdı. Sabrı taşmış bir edayla gözlerini kapadı ve "Oda numarası kaç?" sorusunu yöneltti.

"Maalesef bu bilgiyi sizinle paylaşamam."

"Lütfen! Biraz yardımcı olun bana. Kasım Beyle kesinlikle görüşmeliyim. Hayat memat meselesi!" Tüm dil dökmelerine rağmen adam başını iki yana salladı, Nuh diyor peygamber demiyordu. "Müşterilerimizi gereksiz konularda rahatsız edemeyiz. Üstelik siz de duydunuz, Kasım Bey sizinle görüşmek istemiyor."

Genç kız, çaresizce başını sallarken bile aklında dönüp duran tilkilere söz geçiremiyordu. Kapıdan çıkar gibi yaptı ve dış kapının köşesinde resepsiyon görevlisinin bir iş için yerinden ayrılmasını bekledi. Aradığı fırsat çok bekletmeden ayağına kadar geldi ve parlak siyah saçları yana taranmış görevli çağrıldığı için bulunduğu yerden ayrıldı. Onun yerine gelen görevli ise Lilya'yı tanımıyordu. Şimdi işi çok daha kolaydı. Tek yapması gereken dikkat çekmeden bir müşteri gibi yavaşça yukarı süzülmekti. Ve bunu başardı. Görevlinin görüş açısından çıktığı an merdivenleri üçer beşer çıkmaya başladı. Hiç vakti yoktu. Her şey bir anda olup bitmeliydi. O adamı ikna etmesi gerekiyordu. Ne yapıp edip o adamı ikna etmeli, kardeşini kurtarmalıydı. Her şey, bu adamın tek bir sözüne bağlıydı. "Tek sorun, şimdi onu nasıl bulacağım?" Çaresizce katları gezerken bir odanın önünde Kasım Ülgen'i görmenin mutluluğunu yaşadı. O an "Serap mı görüyorum, Allah'ım?" diyerek gözlerini ovuşturdu. Hatta sevinç çığlıkları atmamak için kendini çok zor tuttu. Ama oradaydı işte, karşısındaydı. Odasından çıkmaya hazırlanıyordu. Bundan daha iyi bir fırsat bulamazdı herhalde. "Kasım Bey!" diye seslendiği sırada hem hızlı adımlarla adama doğru yürüyor, hem de konuşacağı konu için cesaretini toplamaya çalışıyordu. Zira cesur olmaktan başka çaresi de yoktu.

Adam durdu, baktı ve kaşlarını çattı. "Yine m sen?" Umursamaz bakışlarını birkaç saniyeliğine kızın üzerinde gezdirdikten sonra yoluna devam etti. Ta ki bu münasebetsiz kız yolunu kesene kadar.

"Kasım Bey lütfen, en azından konuşmama müsaade edin. Bakın benim kardeşim şehir eşkıyası değil. Yapmayın bunu."

"Değilse neden peşimde koşup benden merhamet dileniyorsun? Eninde sonunda kardeşinin suçsuz olduğu ortaya çıkacaktır." Bilmiş tavırlarla kaşlarını kaldırdı. "Çünkü, sen de emin değilsin. Kardeşinin yapmadığına inanmıyorsun."

"Ha-Hayır... Hayır, tabi ki kardeşime inanıyorum! Sadece..."

"Sadece ne?"

"Sadece kardeşim orada daha fazla kalamaz. Eğer bir anlaşmaya varırsak... Yani aramızda uzlaşabilirsek... Belki mahkemeye kadar kardeşim dışarda-"

"Hadi kızım, hadi. Başka kapıya." Elleri ceplerinde genç kızın yanından ayrılırken aslında suçun Tolga denen o çocuğa atıldığına çoktan ikna olmuştu. Kız buraya gelmeseydi de bunun böyle olduğunu tahmin ediyordu. Hatta kimin yapmış olabileceğini bile tahmin edebiliyordu. Ancak tek derdi bu değildi. Kasım Ülgen, sadece oğlunu kaybetmiş basit, acılı bir baba değildi. O aslında oğlundan çok yatırımını kaybetmiş bir yatırımcıydı. Çocuğu onun en büyük yatırımıydı ve eğer oğlunu kaybettiyse, tüm planları bu şekilde suya düştüyse bunun tek bir sorumlusu vardı. Oğlunun tek düşmanı... Ondan intikam almalıydı. Ve hiçbir zengin iş adamı, ateşe çıplak elle dokunmazdı. Mutlaka bir maşa kullanırdı. Ve kaybedecek bir şeyi olmayan bir kızdan daha uygun bir maşa bulamazdı. Kızın çaresiz bir ses tonuyla "Kasım Bey!" diye seslenmesi üzerine arkasına döndü. Zavallı kız, yalvaran bakışlarla kendisine bakıyordu. Eğer başına gelecekleri bilseydi yine de kardeşi için bu fedakârlığı yapabilir miydi? Uzun bir sessizliğin ardından "Beni takip et." dedi adam. Anahtarla odaya girdi ve terasa çıkarken duraksayan kızın meraklı ve ürkek bakışlarını umursamadan "Ne duruyorsun, gelsene." dedi.

"Ben..."

"Merak etme, sadece konuşacağız. Hem benden merhamet dilenen sendin, unutma."

Terasa çıktıklarında hayranlıkla etrafına bakındı Lilya. İstanbul ayakları altındaydı sanki. Bu şehri hiç bu gözle görmemişti. Hiç bu kadar yüksekten izlememişti. Galata Kulesi'nin ışıkları hiç bu kadar gözlerini kamaştırmamıştı. Bir yandan da korkuyordu, bu adam onu neden buraya getirmişti? Birdenbire fikrini değiştiren ne olmuştu?

O an kızın aklını okur gibi cevapladı adam. "Samimiyetine inandım." Kır saçları arkaya taranmış, 50'li yaşlara yaklaşmıştı Kasım Bey. Bu zamana kadar tüm yatırımını tek çocuğuna yapmış bir babaydı. Her şeyden önce de bir iş adamı... Şimdi emeklerinin boşa çıkmasına sebep olan o gerçek şehir eşkıyasına, zengin züppesine gününü göstermenin fırsatı ayaklarının altına kadar gelmişken vazgeçecek değildi. "Senin samimiyetine, kardeşinin masumiyetine inandım. Bu yüzden konuşmayı kabul ettim."

Lilya'nın gözleri parladı. İnanç dolu bakışları adamın üzerinde gezinirken duyduklarına inanamadı. "Nasıl yani? Gerçekten mi? Ama... Bunca zaman beni dinlemediniz, şimdi nasıl birdenbire-"

"İnandım işte! Nedenini, nasılını ne yapacaksın sen? Ancak kardeşinin masumiyetine sonsuz inanan, güvenen bir abla senin yaptığın fedakârlıkları yapabilir. Ben de senin sözünü teminat bildim, güvendim." Tehditkâr bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı adam. "Yanlış mı yaptım?"

"H-Hayır, hayır çok doğru yaptınız! Ben... Bakın, ben kardeşimi çok iyi tanıyorum. Tolga böyle bir şeyi yapmaz, yapamaz! İstese de yapamaz. Yani, zaten istemez ama..."

"Tamam, ben seni çok dinledim. Şimdi konuşma sırası bende. Ben konuşacağım, sen dinleyeceksin." Elleri ceplerinde kıza arkasını döndü. Manzarayı seyrederken "Sana inandım, ama her şeyin bir karşılığı var biliyorsun değil mi?" diyerek söze başladı.

"Nasıl yani?"

"Seninle bir işim olacak. Daha doğrusu yardımına ihtiyacım var."

Hiçbir şey anlamıyordu. "Ne yardımı?" Bu konuşmanın altından ne çıkacağını çok merak ediyordu Lilya. Bu adam ondan ne isteyebilirdi ki? Zaten zengindi ve her şeyi vardı. Alayla gülerek "Siz... Benden ne isteyebilirsiniz ki?" diyerek küçümsedi kendini. Aslında insanların kendisine davranışları sebep olmuştu buna. İnsanlar onu küçümsedikçe zamanla Lilya da kendisini önemsiz biri gibi görmeye başlamış, bu güçlü hayat karşısında ayakta duramayacağını anlamıştı. Gerçekçi olmak gerekiyordu, değil mi?

"Anlatacağım... Ama önce bana bir sorunun cevabını vermelisin. Kardeşin için neleri göze alabilirsin? Onu kurtarmak için ne kadar ileri gidebilirsin?"

Önce sorunun mantığını anlamaya çalışsa da devamında omuz silkti ve "Benim canımın bir kıymeti yok. Kardeşim iyi olsun, yeter. Gerekirse canımı bile veririm." cevabını verdi.

Memnuniyetle güldü adam. Başını sallayarak "Güzel..." diye mırıldandı. "Merak etme, senden canını istemeyeceğim ama en az onun kadar önemli bir anlaşma yapacağız. Karşılığında ise seni ve aileni ihya edeceğimden emin olabilirsiniz."

"Kardeşimi serbest bıraksınlar, yeter."

"Merak etme, bırakacaklar. Ama anlaşmanın şartlarını yerine getirdikten sonra."

Meraklı bakışlarını adama dikti Lilya. Onu nasıl bir tehlike bekliyordu? Bilmemesine rağmen en kötülerini aklına getirdi. Ne olursa olsun kardeşim için değer, dedi kendi kendine. "Neymiş anlaşma?"

İçerden getirdiği zarfı kızın önüne koydu. Kız zarfı açıp içindeki fotoğrafı incelerken "Can düşmanım, Çağrı Şanal..." diye açıklama yaptı. "Tek yapman gereken bu adamı kendine âşık edip onun güvenini kazanmak. Bunu yapabilir misin?"

Fotoğrafa uzun uzun bakarken şaşkındı Lilya. Otelin önünde çarpıştığı karizmatik adam, diye içinden geçirirken buldu kendini. "Ama... Ama bu..."

"Hiçbir şey söylemeni istemiyorum şuan. Sadece beni dinle. Bu adamı avcunun içine alman karşılığında hem kardeşini serbest bırakacağım, hem de istemediğin kadar parayla yeni bir hayata başlamanı sağlayacağım. Tek isteğim, bu adamın kalbini söküp bana getirmen, anlıyor musun?" Karşısındaki kız ağzını açıp bir şey söyleyecekken tekrar sözünü kesti. Bugün bir şey söyleyip teklifi reddetmesini istemiyordu. Kartını uzattı usulca. "Şimdi al bunu, evine git ve iyice düşün. Artısını eksisini iyice masaya yatır. Sonra net kararını ver, öyle konuşalım."

Kararsız bakışları bir fotoğrafta bir de karşısındaki adamda gidip geldi. Adeta sersemlemişti. Kardeşi Tolga için bunu yapabilir miydi? Yapardı aslında. Ne kadar zor olabilirdi ki? Sadece bir adamı baştan çıkarmak... Yani işi sadece bu seviyede düşünürse bir zorluğu yoktu. Ancak böyle sonlanmayacağını biliyordu. Devamında seviyenin daha da zorlaşacağını... Sonra yarım saat öncesini düşündü. O anki çaresizliğini... Allah'a bir yol, bir çare dilendiği saatleri... Şimdi bir çare vardı. Zor veya imkânsız, bir çare...

O adamın kalbini söküp getirebilir miydi?

...


YAZAR NOTU: Merhabalar arkadaşlar! Bu hikâyeyi de biliyorsunuz, uzun zaman önce yazmak istediğim bir kurguydu. Umarım beğenirsiniz... Biliyorum hikâyelerimi ihmal ediyorum ama her şey daha güzel olacak. Buna inanın ve hikâyelerimin bolluğunun keyfini çıkarın. Siz galp ben!

SİZLERİ SEVİYORUM, VOTE VE YORUMLARINIZI BEKLİYORUM!


Multimedya: Tuğkan - Aylar Olmuş

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top