⚘ Lilium Kokusu | 5/2
-5- / 2
Odasında, cam kenarındaki divana kurulmuş dışarıyı seyrediyordu Gonca. Ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilemez hâldeydi. Bir yandan ablasını merak etmekten kendini alamıyordu, nerede olduğunu bilse, iyi olduğunu duysa yetecekti onun için. Nedense mektuptan pek ikna olmamıştı ancak şuan elinden gelen pek de bir şey yoktu. Lilya ablası aramalarına hâlâ yanıt vermiyordu. Onun ağzından her şeyin yolunda gittiğini duysa rahatlayacaktı. Ancak ablası böylesini uygun görmüştü anlaşılan.
Öte yandan İlker denen o adam anlamsızca hayatına girip kafasını karıştırmıştı. En olmadık yerlerden çıkıp sürprizler yapıyor, peşinde dolanıp duruyordu. Kendisi de adamdan etkilendiğini inkâr edemiyordu artık, fakat diğer yandan tekinsiz geliyordu bu adam. Onun çapkın tavırları kafasında soru işaretleri bırakıyordu. Sanki herkese böyle davranabilen, her kadına böyle yaklaşan bir karakteri varmış gibi hissediyordu. Belki de hislerinde yanılıyordu, bilmiyordu ama insanın içine bir kere şüphe düştü mü söküp atılamıyordu işte.
Derin bir nefes alıp iç geçirdi Gonca. "Allah'ım, ne yapacağım ben..." Ablasından haber alamıyorken, başında daha ciddi sorunlar varken o adamı düşündüğüne inanamıyordu. Bu sorumsuzluğu kendine konduramıyordu. Bir şeyler yapmalı, ablasına ulaşmanın bir yolunu bulmalıydı. İşte o zaman rahatlayacak, güncel yaşamına dönebilecekti.
●●●
Bir yol ayrımındaydı Çağrı. Çok büyük bir kararın eşiğindeydi. Birçok şeyin yeni yeni farkına varıyordu. Kafasını dinlemeye ihtiyacı vardı ve 1 gün boyunca ortalıktan yok oldu. 1 gün boyunca her şeye paydos verdi. İşine, evliliğine, ilişkisine...
Aklı karışıktı genç adamın. Kalbi karışıktı. Nükhet'le bir ilişkiye başlarken işlerin bu raddeye geleceğini hiç düşünmemişti. İlk zamanlar ona huzur veren tek yerdi Nükhet'in yanı. Şimdiyse evliliğinde mutsuzken, evliliğinin dışında yarattığı dünyasında da mutsuzdu. Hiçbir açıdan huzuru kalmamıştı. Ama bunun tek bir suçlusu olduğunun da farkındaydı; kendisi. İşleri bu hâle getiren yine kendisiydi, bir başkası değil. Yaptığı çok büyük bir hataydı. Bunu anlaması biraz geç olmuştu ama bazı şeylerin kafama dank edebilmesi için bunları yaşamam gerekiyormuş, diye düşündü. Simge'ye büyük bir haksızlık ettiğini iyice anlamıştı. O eşiydi, hayat arkadaşı. Bu zamana kadar tüm zorluklara birlikte göğüs germeye çalıştığı hayat arkadaşı. Oysa eşini yarı yolda bırakmıştı. Düşüncesizce ve bencilce hareket etmiş, onu aldatmıştı. Büyük haksızlık etmişti ona. Ancak anladığı başka bir şey daha vardı, Simge'yle evliliği daha fazla yürümeyecekti. Ona olan sevgisi de, aşkı da bitmişti. Nükhet de bu mutsuzca savrulduğu yaşam boşluğunun içinde sığındığı, dinlendiği bir duraktı. Fakat Nükhet zamanla bu huzurlu ve mutlu yolculuğu menfaat ilişkisine çevirmişti. Ve anlaşılan oydu ki onunla da ilişkisi sağlıklı bir şekilde sürmeyecekti. Biraz mantıklı düşününce içinde bulunduğu durumun vahametini anlamıştı.
Kaybolduğu koskoca 1 günün sonunda bazı şeyler kafasında daha netti artık. İyice düşünmüştü her şeyi. En ince ayrıntısına kadar ne istediğini, ona neyin iyi geleceğini düşünmüştü. Düşünüp taşınmış, kararını vermişti. Şimdi kilidin içinde çevirdiği anahtar bugün son kez kendi evinin anahtarıydı. Yarın burası onun yuvası olmayacaktı artık. Az sonra içeri girecek, Simge'yle konuşup her şeyi bitirecekti. Ondan boşanmak istediğini söyleyecek, aklında netlik kazandırdığı her şeyi bir bir gerçekleştirecekti. Biliyordu ki bu sadece kendisine değil, Simge'ye de borçlu olduğu bir şeydi. Bu karar, her ikisine de iyi gelecekti. Çünkü evlilikleri boyunca bu bebek meselesi ilişkilerini öyle zedelemişti, genç kadına ruhen öyle zarar vermişti ki... Sırf çocuğu olmuyor diye kendini anne olmaya, çocuk sahibi olmaya şartlandırmış, başaramadıkça kendini suçlamıştı. En kötüsü de Çağrı'nın buna çanak tutmasıydı. Sanki bu durum onun suçuymuş gibi başka bir kadının kollarında aramıştı huzuru. Bu dertle onu baş başa bırakıp kaçmıştı ilk fırsatta. Bunu yaptığı için kendini asla affetmeyecekti. Ve buna bir son vermeliydi bugün.
İçeri girdiğinde ev sessizdi. Girişte ilerleyip salona doğru yürüdü. Artık kafasında en ufak bir soru işareti yoktu. Salona girdiğinde, şöminenin önündeki koltukta oturmuş dergileri kurcalayan karısıyla karşılaştı. Derin bir nefes alıp Simge'nin yanına yürüdü. Kendisini fark eden kadına "Merhaba." dedi usulca.
"Merhaba." Aklında bin bir türlü şey vardı. Mesela 1 gündür nerede olduğunu ona sormamak için kendini zor tuttu. Ancak bunu yapmamalıydı. Çünkü eğer sorarsa hem dırdırcı kadın konumuna düşecekti, hem de alacağı cevabın onu yaralamasından korkuyordu. Ya bir anda çözülürse, başkası var deyip beni terk ederse diye düşünmekten alıkoyamıyordu kendini.
Çağrı ise bu konuşmayı ne kadar uzatırsa uzatsın bir faydası olmayacağını hatta uzattıkça daha da zorlaşacağını bildiğinden, direkt konuya girmeyi tercih etti. "Seninle konuşmam gereken önemli bir şey var Simge."
Heyecanlanmıştı kadın. Acaba taşıyıcı annelikle alakalı söylediklerini düşünüp sıcak bakmaya karar vermiş olabilir miydi? O da evliliklerini kurtarmak için çabalıyor olabilir miydi gerçekten? Kalbi hızla atıyordu. Hâlâ o kadınla görüşüp görüşmediğini merak etti. Kadınca bir histi bu. Tüm bunları bile bile susmak seven bir kadın için korkunç bir duyguydu. Bunu ancak gerçekten seven bir kadın yapabilirdi. İlişkisi için her türlü fedakârlığı yapabilecek türden bir kadın. Gerçekten âşık bir kadın. Peki, ya karşısındaki kişi gerçekten âşık değilse? O zaman ne olacaktı? Bunları düşünmek istemiyordu Simge. Bu denli kötümser olmak istemiyordu. Hayatında yeterince olumsuzluk varken bu kadar dibe batmak istemiyordu. Kendine daha fazla eziyet etmek istemediği için yalnızca "Dinliyorum." demekle yetindi.
Böyle bir şey nasıl söylenirdi, bu tarz konular nasıl konuşulurdu bilmiyordu. Fakat konuya bir yerden girmesi gerektiğinin de farkındaydı. En iyisi direkt söylemekti. "Simge, ben boşanmak istiyorum."
Kocasının son cümlesi kulağında boş bir uğultu şeklinde yankılandı defalarca. Uzaktan gelen bir mırıltı gibi kulaklarında uğuldadı durdu. Midesi karıncalanıyordu. Şaşkındı. Şoke olmuştu. Ne olup bittiğini anlamak zor değildi. Başka bir kadın olduğunu zaten biliyordu. Ve şimdi de kocası karşısına geçmiş boşanmak istediğini söylüyordu. Parçaları birleştirmek zor değildi. Ancak ne ara bu hâle geldiklerine anlam veremiyordu. Nasıl olmuştu bu? Onlar severek evlenmişlerdi. Âşıklardı. Neden? Nasıl? Aklında yankılanıp duran iki kardeş soruydu bunlar. Neden ve nasıl... Zorlukla "Nasıl yani?" diyebildi. Zorlukla ayakta duruyor gibiydi.
"Bak Simge, sen benim ilk aşkımsın. Çok sevdik birbirimizi. Çok sevdim seni, evet. Bunları asla inkâr etmiyorum. Ama..."
"Ama?"
"Ama bu yaşananlar... Hepsi zamanla bizi çok yıprattı, ilişkimize çok zarar verdi. Her erkek günün birinde baba olmak ister, doğru. Ancak ben bunu sorun etmemeye çalıştıkça sen bu yarayı daha da kaşıdın. Benim de hatalarım oldu, yanlış anlama seni suçlamıyorum yalnızca. Karşılıklı hatalar yaptık, yıprattık birbirimizi. Bu süreçte yeterince senin yanında olamadım. Belki olabilseydim bu kadar çıkmaza sürüklenmezdik. Sana haksızlık ettim. Birbirimize istemeden de olsa zarar verdik. Bilmiyorum, beni affedebilir misin ama ben ikimiz için de doğru olduğuna inandığım bir karar verdim. Ve bunun geri dönüşü yok."
Kocası gayet net konuşmuştu. Kararlı olduğu ortadaydı. Ne yani, bu hikâye böylece bitecek miydi? Buna izin veremezdi. Hayır, olmazdı. Öylece kabullenip hayata devam edemezdi. "Çağrı ne diyorsun sen? Nereden çıktı bu şimdi birdenbire? Ben seni seviyorum. Seni kaybetmek istemiyorum. Lütfen..."
"Simge yapma, ne olur. Ben sana olan aşkımı kaybettim. Bak, sana hâlâ ilk günkü gibi değer veriyorum. Bende yerin çok ayrı. Her zaman da öyle olacak, emin ol buna. Ama biz bunca şeye rağmen devam edersek, ben aşkım bittiği hâlde bu evliliğe devam edersem hem sana hem kendime haksızlık etmiş olacağım. Her şey daha da kötü olacak. Aşk olmadan devam eden evlilikte bir süre sonra sevgi ve saygı da yok olur. Sakin kafayla düşündüğünde sen de bana hak vereceksin." Donup kalmış karısının omzuna dokundu ve bir şeyler daha ekleyecekken vazgeçti. Onun yerine "Eşyalarımı sonra aldırırım, hoşça kal." diyerek çıkış kapısına doğru yürüdü. Ardında şaşkınlıktan sessiz kalan kadını bırakarak evden çıkıp gitti. Burası artık onun evi değildi. Yıllardır yaşadığı yere yabancılaşmıştı adeta. Buraya ait değildi. Bomboş hissediyordu. İçinde ne iyi ne kötü hiçbir duygu barınmıyordu o an. Yalnızca zincirlerinden kurtulmuş, üstündeki yükleri atmış gibi rahat hissediyordu. Ne üzgündü, ne de mutlu. Tek hissedebildiği duygu özgürlüktü.
Yemek gecesi kusursuz bir biçimde hazırdı. Lacivert, şık takım elbisesini giymişti. Şirket toplantılarının ve kutlamalarının yapıldığı her zamanki otelde düzenlenmişti yemek. Birçok iş adamıyla sohbet etme ve fikir alışverişinde bulunma şansı bulmuştu. Tüm bunlar biraz olsun karışık olan aklını dağıtmasına yardımcı olmuştu. Kısa süreliğine de olsa biten evliliğini, yaptığı hataları, kendi elleriyle mahvettiği hayatını düşünmeden durabilmişti. Kalabalık ve yoğunluk kendiyle baş başa kalmasını önlüyordu neyse ki. Ancak yine de gece boyunca zaman zaman karşısındaki meslektaşlarını ve dostlarını dinlerken aynı konuya dalıp gidiyordu ister istemez. Kolay mıydı bir evliliğin bitişi? Bir çırpıda boşanmak istiyorum demeyle biter miydi? Belli bir geçmişe sahipken tek bir söz bitirmeye yeter miydi? Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam edebilir miydi insan? Bunun olması gerekiyordu, boşanmaları en doğru seçenekti. Bunu biliyor olmak, onca yılın hatırın hüzünlenmesine veya düşüncelerde boğulmasına engel olmuyordu. Elbette sarsılmıştı. Onca yıl, onca emek, birlikte geçirilen güzel günler vardı. Ancak artık Simge'ye aşk değil, vefa duyuyordu yalnızca. Bir ilişki için daha kötüsü olamazdı herhâlde. Aşk, sevgi, saygı değil vefa, minnet duymak. Karşındaki kişiye hakaret gibiydi bu. Birine zorla borçlanıp o kişiden köşe bucak kaçmak hatta zamanla ondan nefret etmekten daha farklı bir şey değildi bu. İyi ki daha sonra değil, şimdi bitiyordu. İyi ki seviyeli bir biçimde, hatıralara daha fazla saygısızlık etmeden bitiriyordu. Zira karısını başka bir kadınla aldatarak yeterince saygısızlık yapmıştı anılarına.
Davet bitmişti ve herkes dağıldığı sırada otelin barında buldu kendini. Kendine bir içki söyledi ve kafasını dinlemeye çalıştı biraz. Kendiyle kaldığında daha da kalabalıklaşıyordu aslında. İç sesleri susmak bilmiyordu. Üstelik bir tane de değildi bu ses, bir sürü kişi kafasının içinde aynı anda konuşuyor gibiydi. Bazen delirecek hâle geliyordu. Biten bardağını uzatarak "Bir tane daha." dedi barmene. Omzuna kuş tüyü gibi konmuş elin varlığı ile arkasına döndü. Karşısında gördüğü kişinin serap olduğunu düşünse de, görünüşe göre oldukça gerçekti.
Bütün gece bu anı beklemiş, adeta leşin üstüne çöken akbabalar gibi fırsat kollamıştı. Karakterine aykırı birine bürünmüştü. Mecburiyetten ve çaresizlikten inanılmaz bir dönüşüme uğruyordu. Bu durum kendisinden utanmasına sebep olsa da, bu yol girmişti bir kere. Geri dönüşü yoktu. Olmamalıydı da. Tolga'yı kurtarmanın tek yolu buysa, gözünü kırpmadan her şeyi yapardı. Aile olmak sadece sözde olmuyordu, bazen fedakârlık yapmalıydı insan. Ailesini korumak adına kendini yok etmesi gerekse de bu medeni cesareti gösterebilmeliydi. Yaptığı belki de fedakârlık ya da cesaret değil, aptallıktı. Kim bilir... Ama kimin umurundaydı ki? Elinden yalnızca bu geliyorsa, fedakârlık veya aptallık ne fark ederdi? Tüm cesaretini toplayıp "Merhaba." demişti karşısındaki adamın meraklı bakışlarına karşılık olarak. Gerçi hafif kayan bakışlarda meraktan çok yorgunluk emareleri vardı ama...
"Merhaba..." Lilya'yı gördüğüne memnundu. Yalnız kalmak istediği şu sırada belki de görmek istediği tek kişi olduğunu itiraf etmesi için sarhoş olması gerekiyordu galiba. Yoksa böyle imkânsız bir şeyi nasıl itiraf edebilirdi kendine? Lilya'yı kendine yakın görüyordu nedense. Bu kadın yanında rahatça konuşabildiği bir arkadaşı gibi ya da belki rol yapma ihtiyacı duymadığı biri gibiydi onun için. Rahat olabildiği için huzur buluyordu.
Adamın elindeki içkiye bakarak "Kötü bir gün ha?" demekle yetindi.
"Kötülerin en kötüsü belki de."
"Anlatmak isterseniz dinlerim."
"Burada ne işin var?"
"Davette ben de vardım, hatırlatırım."
"İyi de, davet bitti."
Rahat bir tavır takınmaya çalışarak omuz silkti umarsızca. "Bilmem, kalmak istedim."
Kadının bu dürüst ve korkusuz tavırları ister istemez Çağrı'yı etkilemişti. Cesur ve umursamaz insanları hep kıskanmıştır zaten. Kimseyi kırma veya küçük düşme duygusu hissetmeksizin yalnızca hissettiklerini söylemek, bunu yapabilme cesareti göstermek büyük bir meziyetti onun için. Dobralık ve patavatsızlık arasında ince bir çizgi vardı ve Lilya dobra olan taraftaydı. Belki de bu zamana kadar kendisinin olamadığı kadar cesurdu. Kaybedecek bir şeyi olmamasından mı, yoksa kaybetmeyi umursamamasından mıdır bilemiyordu ancak hoşuna gittiği gerçeğini de inkâr edemezdi. "Kalmak istedin."
Başını sallayarak "Kalmak istedim." diye tekrarladı. Uzun ve sessiz bir bakışmadan sonra genç adam için doldurulan yeni içki bardağını şöyle bir kenara itti. "Daha fazla içmeyin." Cüretine kendi bile inanamıyordu o an. Bütün gece rahatlamak için birkaç kadeh bir şey içmişti. Yoksa hayatta böyle kendinden emin konuşamazdı. "Burada kalıyormuşsunuz. İsterseniz odanıza kadar size eşlik edeyim."
Çağrı ise "Kendim gidebilirim, teşekkürler." diyerek itiraz edecek gibi oldu fakat ayağa kalkınca aniden başı dönüp sendeleyince kadının kollarında buldu kendini.
Kaşlarını kaldırarak alaycı bir ifadeyle "Gerçekten de kendiniz gidebilirmişsiniz." dedi Lilya. Adamın kolunu omzuna attıktan sonra yavaş adımlarla bardan çıktılar. Asansörden inip Çağrı'nın odasının bulunduğu katın holünde sarhoş bir geminin kaptanı gibi sendeleyerek yürürlerken tebessüm etmeye çalışarak "Epey ağırmışsınız." dedi kadın.
Yürümesine yardımcı olan kadının yüzünde beliren soluk tebessümde takılı kaldı gözleri. İstemsizce uzun uzun baktı Lilya'nın yüzüne. Bunu fark eden genç kız bakışlarını kendisine çevirince birkaç saniye bakışmanın ardından içkinin verdiği cesarete dayanarak dudaklarıyla Lilya'nın dudaklarını örttü. Kadının bir süre karşılık vermemesini bile umursamadı. Çünkü ne karşılık vermişti, ne de geri çekilmişti.
Lilya ise Çağrı kadar sarhoş değildi, aklı bir parça yerindeydi, engel olabilirdi ama bile bile tüm bunlara engel olmadı. Sonunu bildiği hâlde olacakları durdurmadı. Buraya gelişinin ve bu adamın hayatına sızmasının sebebi de bu değil miydi zaten? Şimdi vazgeçmek için çok yanlış bir zamandı. Onun için çok geçti. Her şeyin farkındaydı ve olacaklara dur demedi. En sonunda adamın öpüşlerine karşılık verdi ve bir bilinmezliğe doğru yol alırken kendini serbest bıraktı umarsızca. Verdiği bu kararın sonuçlarına katlanacağını bilse de kırdı zincirlerini.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top