⚘ Lilium Kokusu | 4/2
-4- / 2
Yarım saattir sessizce kahvelerini yudumluyorlardı. Ve Ömer, bir şeylerin ters gittiğine neredeyse emindi. Çünkü onun tanıdığı Kerem, suskun bir tip değildi. Aksine, her daim anlatacak bir şeyler bulan, sohbet etmeyi seven keyifli biriydi. Şimdiyse düşünceli tavırları ve suskunluğuyla tam bir gizem yumağıydı. "Bir şey var." dedi aniden. Dostu düşüncelerine öylesine gömülmüştü ki, ilk başta ne dediğini anlamadı bile. "Sende diyorum, bir şey var."
Başını kaldırıp boş gözlerle baktıktan sonra "Yok bir şeyim." cevabını verdi. Aslında itiraf etmeliydi ki, bu söylediğine kendini bile inandırabilmiş değildi. Bir şeyi olduğu gün gibi ortadaydı. Bu yüzden ayak diremekten vazgeçti ve "Aslında... Evet, bir şey var." deyiverdi. Hem belki içinde bulunduğu bu duruma arkadaşının da bir tavsiyesi, faydası olurdu. Paylaşmaktan zarar gelmezdi.
"E anlat da bilelim oğlum."
"Bir kız var." Klasik bir giriş olmuştu bu. Aslında Lilya'yı yalnızca bir kız olarak adlandırmak haksızlık olurdu. Çünkü ona daha önce hiçbir kadına hissetmediği güçlü duygular hissediyordu. En azından Kerem'in şu anki duygu ve düşünceleri bu yöndeydi. Onu herkesten ve her şeyden değerli bir yerde tutuyordu. Onu düşünmediği tek bir an bile yokken bunun adı aşktan başka ne olabilir, diye düşündü o an. Daha önce hiçbir kadını bu kadar düşündüğünü, hiç kimseden böylesine etkilendiğini hatırlamıyordu. Aslında bunun aşk olup olmadığını, eğer aşksa ya da değilse ne yapması gerektiğine dair arkadaşına danışmanın tam sırasıydı. Ömer bu gibi durumlarda güvenilir bir danışman olabilirdi. "Ona karşı garip duygular hissediyorum."
"Gariplikten kastın ne?"
"Mesela; sürekli onu düşünüyorum, ondan çok etkileniyorum, her an görmek istiyorum, özlüyorum. Bir de son zamanlarda işten ayrıldı. Sebebini bilmiyorum. Tam bir sır küpü. Çok tuhafım son zamanlarda, onu düşünmekten hiçbir şeye konsantre olamıyorum. Hep dalıp gidiyorum onun derinliklerine..."
Kollarını kavuşturdu ve keyifle gülümsedi. "Demek seni de aşk gazisi yapan bir kadın çıktı ha? Hiç beklemezdim. Şimdi çok merak ettim bu kızı. İşten neden ayrıldığını da bilmiyorsun..." Biraz düşünüp bu konuda fikir yürütmeye çalıştı. "Birdenbire ayrılma kararı alması biraz tuhaf tabi, ama belki de daha iyi bir yerle anlaşmıştır. Çok da üstünde durmamak lazım." Kısık gözlerle dostuna bakarak "Peki, nasıl bir kız?" sorusunu yöneltti.
"Dış görünüşünden ziyade ruhu öyle güzel ki... Yani, tamam, dışarıdan bakıldığında da güzel bir kız şimdi hakkını yiyemem. Çok süslü ya da gösterişli değil ama sadeliği göz kamaştırıcı. Bir de gözlerinde hep bir hüzün var. Sebebi belli olmayan, öyle gizemli bir hüzün... Çalışkan, dürüst, lafını esirgemeyen, cesur... Kısacası, kimseyi etkilemek için değişmiyor, oyunlar oynamıyor. Hep kendi gibi. Neyse o."
"Sen bayağı tutulmuşsun bu kadına. E açılsana be kardeşim, neyi bekliyorsun? Başka bir hergelenin gelip kızı kapmasını mı?"
"Hayır, tabi ki! Öyle bir şey olursa ne yaparım, nasıl toparlanırım bilmiyorum. Ama... Korkuyorum Ömer. Şuan en azından onunla dostça bile olsa konuşabiliyorum. Ya açıldığımda beni istemez, benden uzaklaşırsa? Aramıza set çekip mesafe koyarsa? Ya onu kaybedersem, ne yaparım ben?"
"Haklısın da... Böyle de sonsuza dek sürmez yani ben söyleyeyim sana."
"Doğru söylüyorsun. Eskiden en azından şirketteydi, istediğim her saniye bir bahaneyle onu görebiliyordum. Ama şimdi... Çok uzakta. Aynı şehirdeyiz ama kilometrelerce, şehirlerce uzaktayız gibi. Öyle özlüyorum ki onu..."
Güldü Ömer. Dostunu ilk defa böylesine umutsuz bir âşık gibi görüyordu, hayretti doğrusu. "Sen bu aşktan verem olup yataklara düşmezsen iyidir."
Genç adam imalı bir ses tonuyla "Sen de bunu bekliyorsun zaten, farkında değilim sanma. Ölsem bir rakip eksildi diye sevinirsin." dedi. Fakat gözleri gülüyordu bunları söylerken. Sonra birbirilerine bakıp kahkaha attıklarında Kerem'in aklında yine Lilya vardı. Ona açılıp açılmayacağını, açılsa da bunu nasıl yapacağını düşünüyordu. Onu kaybetmekten ölesiye korksa da bu işin sonsuza dek böyle sürmeyeceğinin de gayet tabi farkındaydı. Er ya da geç bir şeyler yapmalıydı.
●●●
Son konuşmalarının ardından 2 haftadan fazla zaman geçmesine rağmen içini kemiren kurt durmak bilmiyordu. Simge artık buna dayanabileceğini hiç sanmıyordu. Kocası gün geçtikçe ondan uzaklaşıyor gibiydi. Ve her yalan söyleyip eve geç geldiğinde o kadının yanında olduğunu bilmek acı veriyordu artık. Bu kaldırabileceğinden de büyük bir yüktü. Bazen dürüst iç sesi onu "Nasıl kadınsın sen? Hiç gururun, onurun yok mu senin" diye azarlarken âşık iç sesi devreye giriyor, "Ne olursa olsun siz birbirinizi çok seviyorsunuz. O kadın gelip geçici. Çağrı sana dönecek, seviyor seni. Basit bir kadın için evliliğini bitirmeye değmez." deyip yine kandırıyordu onun kalbini.
Genç kadın her şeyin farkındaydı, ama çok seviyordu kocasını. Bırakmak istese de bir an bile bu fikre alışamıyor, delirecek gibi oluyordu. Tüm gün Nevbahar Hanımla alışveriş yaptıktan sonra bir yere oturdular. Nevbahar Hanım sözde onun kafasını dağıtmak için getirmişti buraya, biliyordu Simge. Ama bu olay çözülmedikçe onun kafası falan dağılacak değildi. Kocasının ona dönmesini dört gözle bekliyordu. Bu sahte aşk oyunu bitmeli, Çağrı ona dönmeliydi. Çünkü onlarınki gerçek aşktı. O kadınla yaşadığı ise ucuz seks, hayatın bunaltıcı tarafından bir kaçış, kısa bir molaydı. Er ya da geç bitecek, elbet son bulacaktı. Buna tüm kalbiyle inanıyordu. Bu düşünceye öylesine bağlanmıştı ki, aksi gerçekleşirse tüm hayat damarları kesilecekmiş gibi hissediyordu.
Onun keyifsiz ve düşünceli hâlinin farkındaydı Nevbahar Hanım. Fakat bu durumu nasıl çözeceklerini bilmiyordu. Genç kadına akıl verip onu dizginlemek kolaydı, ama bu meseleye kalıcı bir çözüm getirmek düşündüğü kadar kolay olmayacaktı. Aslında bir çözüm vardı ama... Ne kadar mantıklı olduğu tartışılırdı tabi. Ancak şöyle bir düşündüğünde başka çare de yok gibiydi. Simge yıllardır bir bebek istiyordu fakat kendisinden kaynaklanan bir problem yüzünden bir türlü çocukları olmuyordu. Ve bunu hep bir eksiklik olarak düşünüyor, evliliklerinin bu noktaya gelmesinden kendini suçluyordu. Belki el ele verip bu sorunu çözerlerse her şey yoluna girerdi. Ya da en azından Simge kendine yüklenmekten vazgeçerdi. "Ne kadar üzgün ve düşünceli olduğunun farkındayım."
"Söylediğin her şeyi yaptım. Ama olmuyor, olmuyor işte... Bir şey olacağı da yok."
"Hemen ümitsizliğe kapılma."
"Aklım ve kalbim çatışmaktan yoruldu artık Nevbahar Teyze. Nasıl davranacağımı, ne yapacağımı, ne düşüneceğimi bilemez oldum. Ben kocama çok âşığım, ama o... O basit bir kadının peşinde, beni unutmuş bir biçimde, kaybolmuş gidiyor. Yavaş yavaş yok oluyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum."
Biraz düşündükten sonra bu meseleyi açmaya karar verdi. "Bak, aslında bir çözüm var ama sen ne dersin bilmiyorum doğrusu."
Açık konuşmak gerekirse Simge o an öylesine çaresizdi ki, dünyanın en mantıksız çözümü bile gelse ona can simidi gibi sıkı sıkı sarılmaya dünden razıydı. Bu yüzden can kulağıyla karşısındaki kadını dinliyordu. Çok heyecanlıydı ve merak içindeydi. "Söylesene, nedir?"
"Taşıyıcı annelik diye bir şey var, duymuşsundur. Aslında Türkiye'de yasal değil ama yurt dışında yaygın sayılabilir. Bu konuda profesyonel kişiler de var. Sosyeteden birkaç kadın da bu şekilde çocuk sahibi oldu. Hatta geçen gün gazetede haberini görmüştük hatırlarsan."
"Evet, hatırlıyorum. Ama o konu hakkında hiçbir bilgim yok, nasıl olur onu da bilmem." Başta biraz düşününce aklına yatmadı. Ama sonra durup düşündüğünde daha mantıklı bir çözüm yolu yoktu ki önlerinde? Seçebileceği ikinci bir alternatif yoktu. Bu yola bel bağlamıştı. Mantıklı veya değil. Umursamıyordu. Çünkü biliyordu ki bir bebekleri olursa Çağrı ona geri dönerdi. Aslında tek sorunları buydu. Çünkü bu problem hayatlarına sızmadan önce onlar birbirine çok âşık bir çiftti. Her şey yolundaydı. "Sen araştırdın mı?"
"Biraz araştırdım. İstersen bilgi alabileceğimiz birini de tanıyorum. Ama Çağrı'yı ikna edebilir miyiz, bilemedim."
"Sen o işi bana bırak." Uzun kirpiklerinin gölgelediği kararlı bakışları deliciydi. "Ucunda Çağrı'yı yeniden kazanmak varsa, her şeyimle savaşmaya değer." Onu kaybetmektense her şeyi feda etmeyi yeğlerdi.
●●●
Son günleri yoğun bir biçimde çalışmakla geçtiği için zamanının çoğu Lilya'yla geçiyordu. İşe başlayalı daha 2 hafta olmasına rağmen epey alışmış, her şeye hâkimdi kız. Notları tutuyor, toplantılar hakkında gereken her şeyi yapıyor, kişisel programlarını düzene sokuyor hatta görevi olmamasına rağmen ekstra olarak diğer departmanlardaki bazı işleri de el çabukluğuyla çözüyordu. Onun enerjisine hayrandı. Daha önce çalıştığı hiçbir asistan bu kadar çalışkan ve iş bitirici çıkmamıştı. Hayatı yeniden düzene girdiği için mutluydu.
Evliliği hariç tabi...
Onu da zaten değil Lilya, kendi bile düzene sokamazdı artık. Freni patlamış kamyon gibi hızla şarampole yuvarlanıyordu ilişkileri. Bir gün bir yere toslayacak, her şey her yere dağılacaktı, çok iyi biliyordu bunu. Ama o gün gelene kadar sessiz kalmayı tercih ediyordu. Boşanmak istiyordu artık, ancak bunu bile söyleyemiyordu. Dürüstçe karısının karşısına geçip "Ben boşanmak istiyorum." diyemiyordu. Çünkü karısının ne düşüneceğini çok iyi biliyordu. Sebebini bebeklerinin olmayışına bağlayıp kendini suçlayacaktı. Hâlbuki alakası yoktu. Eskiden bu problem böylesine büyüyüp ayak bağı değilken bebek bile istemiyordu aslında. Hâlâ yana yakıla baba olma gibi aşırı bir isteği yoktu. Başından beri Simge'nin isteğiydi bu, o mutlu olsun istemişti. Çünkü o mutlu olursa biliyordu ki kendi de mutlu olacaktı. Üstelik yaşları geçmeden bir bebekleri olursa fena olmaz diye düşünerek kabul etmişti karısının bebek isteğini.
Ama olmadıkça Simge bunu bir onur meselesi hâline getirmiş, hırs etmişti. Bu uğurda ilişkilerini de yıpratmıştı her defasında. Tartışmalar kavgaları takip etmiş, evlilikleri yavaş yavaş çatırdamaya başlamıştı. Şimdiyse geldikleri nokta korkunçtu. Sırf boşanma sebebini bebek meselesine bağlamasın diye Simge'ye gerçekte ne istediğini söyleyemiyor, susmak zorunda kalıyordu. Mutsuz bir evliliğe devam etmek mecburiyetindeydi. Artık eskisi gibi sevmiyordu Simge'yi. Aslında kimseyi sevmiyordu şu sıralar, kendini bile. Sadakatsiz bir koca oluşu her defasında sert bir tokat gibi suratına çarpılıyordu. Hem de kendi vicdanı tarafından. Bu en büyük ceza olmalıydı. Öte yandan Nükhet'e duyduğu tutkuyu da bastıramıyordu. Öyle ikilemde, öyle kaybolmuştu ki... O bile kendini bulmaz hâldeydi.
Şu sıralar hayatında daha tuhaf bir şey varsa, bu da Lilya denen bu kızın dikkatini çekmiş olmasıydı. Duygusal manada değildi, ama istemsizce onu araştırırken, onun hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışırken buluyordu kendini. Mesela eski çalıştığı yerde de böyle çalışkan, enerjik, azimli ve dürüst mü biliniyordu? Merak etmişti. Fakat dönüp de referanslarına bakmadı hiç. Elinde olan bilgiler cazip gelmiyordu, bilinmeyenleri araştırmak istiyordu hep.
Evine giden yolda gerekli gereksiz her şeyi düşündükten sonra aracı evin garajın park etti ve araçtan indi. Yine evin tüm lambaları yılbaşı ağacı gibi yanıyordu. Muhtemelen yine 2 haftadır karşılaştığı manzara onu bekliyordu. Mükellef bir yemek masası, mutluluk oyunu oynayan bir eş ve sessiz geçecek olan bir akşam yemeği. Anahtarla kapıyı açtığında karısı güler yüzlü bir ifadeyle karşıladı onu.
"Hoş geldin hayatım!"
"Hoş bulduk."
"Nasılsın? Nasıl geçti günün?"
"İyiyim, sen?"
"Ben de iyiyim. Seni bekliyordum." Kocasının ceketini el çabukluğuyla soydu ve "Harika bir masa hazırladım, ellerini yıkayıp otur hemen." dedi. Yüzünde sahte de olsa neşeli bir ifade vardı. Nevbahar Hanımın dediği gibi. İçi kan ağlasa da mutlu rolü yapmak zorundaydı ve bu onu içten içe kanatan zehirli bir hastalıktı. Böyle sahte mutluluk oyunu oynadıkça kendini şizofren gibi hissediyordu. Çünkü karşısındaki adam da bir şeylerin yolunda gitmediğinin ayrımındaydı artık. Kimden neyi saklıyordu ki?
Yemeğe oturduklarında yine sessiz bir akşam yemeği gibi görünen bu gece farklıydı aslında. Henüz Çağrı bunun farkında olmasa da, son derece farklıydı.
Çünkü Simge, Çağrı'nın teyzesiyle konuştuğu meseleyi açacaktı. Doğru zamanı kolluyordu. Adam sessizce yemek yedikten biraz sonra kadehine biraz şarap doldurdu ve ona uzattı. "Bugün Nevbahar Teyzeyle alışveriş yaptık."
"Ne güzel."
"Bana bir meseleden bahsetti."
"Neymiş o?"
Kocasının iki kelimeyi geçmeyen ilgisiz kelimeleri her ne kadar onu yaralıyor olsa da umursamamaya çalışıyordu. "Taşıyıcı annelik diye bir şey varmış, duymuşsundur."
Yine bebek meselesi açıldığı için oldukça huzursuz hissetti kendini adam. Bu konunun kapanması için daha kaç konuşma yapması gerekiyordu? Mutsuz bir evliliği küçücük bir bebek kurtaramazdı. Bu klasik bir çözümdü, evet. Ama asla kalıcı bir çözüm olmamıştı. Bebek yalnızca iki mutsuz insanı biten bir evliliğe bağlayan güçlü bir sebepti işte. Bundan ötesi yoktu.
"Çocukları olmayan çiftler..."
"Bu konuyu kapattığımızı sanıyordum Simge."
"Haklısın, ama bir dinlesen..."
"Ne diyeceğini çok iyi biliyorum. Bak Simge, evliliğimizdeki sorun bu değil."
İmalı bakışlarla "Ben asıl sorunun ne olduğunu çok iyi biliyorum, merak etme sen." derken öfkeden yeri tekmelemek istiyordu ama asil bir biçimde yemek masasının başköşesinde oturmaya devam ediyordu. Böyle bir durumda sakin kalmak öyle zordu ki... Az önce neredeyse ağzından kaçıracaktı onu bir kadınla gördüğünü. Ama bunun stratejik bir hata olduğunu çok iyi bildiği için son anda frenledi kendini. Onu tamamen kaybetmemek için susmalıydı.
"Neymiş asıl sorun, söyle de bilelim."
"Boş ver." Hışımla yemek masasından kalkarken bir savaşta daha yenilmenin yorgunluğu vardı çökmüş omuzlarında. Merdivenleri yavaşça çıkarken artık kocası için hiçbir şey ifade etmediği acı da olsa anlamıştı. Eskiden ne olursa olur gelir düşmüş omuzlarına sarardı güçlü kollarını. "Geçecek bir tanem..." derdi. Şimdi geçmeyeceğine o da ikna olmuş, bittiğini kabullenmişti. Savaş bitmiş; Hayat 1, Simge ve Çağrı 0 puandı. Yenilmişlerdi. Dağılmışlardı. Hem de bir daha toparlanmamak üzere... Ancak Simge bunu kabullenemezdi. Bu kadar kolay değil, diye geçirdi içinden. Güç toplayıp tekrar deneyecekti. Gerekirse ölmüş aşklarını diriltecekti! Yapması gereken ne varsa yapacaktı.
●●●
Okula doğru yalnız bir biçimde yürürken kendini ne kadar yalnız hissettiğini fark etti Gonca. Şöyle bir düşündüğünde haklıydı da. Tolga hapiste, ablası Lilya onları bırakıp gitmişti. Üstelik bundan Tolga'nın haberi bile yoktu. Belki sürpriz bir biçimde geri döner diye söylememişti. Hem olsa ne diyecekti ki, nasıl açıklayacaktı bu durumu? O evde yapayalnız oturup aptal aptal derdine yanmak o kadar sinir bozucuydu ki... Üstelik ablasının onları sebepsizce terk edişi, bir kez olsun aramayışı oldukça tuhaftı. Lilya daha önce hiç böyle sorumsuzca bir davranış sergilememişti. Ayrıca şuan diğer zamanlardan daha çok ona ihtiyaç duyduklarını da iyi biliyordu, niçin birdenbire ortalardan kaybolmuştu? Yer yarılmış da yerin içine girmişti sanki. Kendini tam bir aptal gibi hissediyordu. Her şeye rağmen kendisini bin bir fedakârlıklarla büyütmüş ablasını gözden çıkaramıyordu. Bunu nasıl yapabilirdi ki? Mantıklı bir sebep arıyordu. Ancak bu şekilde içi rahatlardı.
Okulun kapısına yaklaştığında yine o adamın girişte beklediğini gördü. Ne işi vardı yine burada? Her dakika yanında bitmesi de neyin nesiydi? Usulca yaklaştı ve adama dik dik baktı. O sırada içeriden, uzak bir mesafeden Damla geliyordu. "Yolunu kaybettin galiba. Yine ne işin var burada?"
"Niçin? Burada beklemem yasak mı?"
"Hayır, tabi ki değil. Ama seni buralarda sık sık görür oldum."
İmalı bakışlarla "Belki de beni buraya bağlayan biri vardır, kim bilir..." deyiverdi dürüstçe. Her zaman aklından ve kalbinden geçen ilk şeyi söylemek hoşuna giderdi İlker'in. Bazen patavatsızlığa kaçsa da bunu yapmak her zaman rahatlatırdı onu. Sakin bir biçimde elini uzattı. "Ben İlker."
Umursamaz tavrından ödün verme niyetinde değildi kız. Bu yüzden kısa bir el sıkışma sırasında "Adım Gonca." dedi yalnızca. "Ama bu tanışmanın bize ne faydası olacak? Yani buraya sırf özür dilemek ya da tanışmak için mi geldin?"
"Belki bir kahve içeriz, ben yaptığım kabalığı affettirmeye çalışırım diye geldim aslında."
"Ne gerek var?"
"Çünkü kendimi suçlu hissediyorum."
Sağ elini beline koydu ve "Şunu merak ediyorum, sen her çarpıştığın kızı gittiği yerlere kadar takip edip onları kahve içmeye mi davet edersin?" diye sordu Gonca.
"Dışarıdan bakıldığında sapık gibi mi görünüyorum?"
Adamın gücenik bakışlarında ne kadar ileri gittiğini gördü. Hiç tanımadığı birini açıkça sapıklıkla suçlamıştı. Onu dinlememişti bile. Tamam, adamın buraya kadar gelip özür dilemesi epey tuhaftı, ama bu ona sapık muamelesinde bulunmasını haklı göstermiyordu. "İleri gittiysem özür dilerim, ama sen de kabul et bu normal bir davranış değil."
"Belki de senden etkilenmişimdir."
İtiraf etmesi gerekirse adamın dürüstlüğü ve sürpriz bir yumurta gibi her daim karşısına geçmesi etkileyiciydi. Belki de bu yüzden ona herkese davrandığı gibi davranıp kızamıyordu. Ama yabancı bir erkekle kahve içmek ne kadar doğruydu? Konu doğruluğa gelmişken... Doğrular ve yanlışlarla ilgili her şeyi ablası Lilya'dan öğrenmişti. Şimdi o bile ortalarda yoktu. Kardeşine yapma dediği şeyleri yapar olmuştu. Örnek aldığı kişi bile böyle davranabiliyorsa buna şaşmamak gerekti. Uysal ama ciddi bir ifadeyle "Kahve teklifini kabul ediyorum." dedi kısaca. Bu sırada saatine bakıyordu. İlk dersinin başlamasına daha epey vardı. Girişte kendisini bekleyen Damla'ya döndü. "Ben yarım saat, 1 saate dönerim. Beni merak etme."
"Etmem, sen rahat ol."
Arkadaşının sesindeki o imalı tondan rahatsız olsa da bunu sonra soracaktı ona. Şuan hiç de tartışacak havada değildi çünkü. Son günlerde okul arkadaşlarının bu adamdan bahsetmesi de bir işaret olabilirdi. Geçen gün kız arkadaşlarından biri "Hem yakışıklı, hem de senden hoşlanıyor. Bence küçük sürprizler yapması çok hoş. Ben olsam etkilenirdim." demişti İlker denen bu adam için. Başında milyon tane dert varken biraz olsun rahatlamak istediği için kabul etmişti bu teklifi. Tabi bir de karşısındaki adamın cesaretinden, dürüstlüğünden ve pes etmeyen kişiliğinden biraz olsun etkilenmişti, bunu da kendine itiraf etmeliydi. Ama bu, hâlâ ablasının bu mantıksız davranışı düşünmediği anlamına gelmiyordu. Oldukça karmaşık duygular içerisindeydi. Onu nerede bulabileceğini bile bilmiyordu. En iyisi ilk fırsatta en yakın arkadaşı Cemre'ye sormaktı.
●●●
Şirketteki yeni iş gününde masasındaki dosyaları önem sırasına göre dizerken son zamanlarda yapmak zorunda kaldığı saçmalıkları düşünmemeye çalışıyordu. Ve bu saçmalıkların kardeşlerini nasıl etkilediğini... Acaba Gonca durumu Tolga'ya anlatmış mıydı? Çok kızmışlar mıydı ona? Bilmiyordu ama çok korkuyordu. Onları kaybetmekten, yaptıklarını açıklayamadığı ve onların yanına dönemediği için yalnız kaldıklarını düşünmelerinden ve kardeşleri tarafından unutulmaktan... Hayatta hiçbir şeyden bu kadar korkamazdı herhâlde. Dünyaya gözlerini araladığından beri tek bir şeyi öğrenmişti Lilya; ailenin değeri. Herkes bırakıp gidebilirdi insanı, ama aile her zaman bir arada kalmalıydı. Olması gereken buydu. Onlar her koşulda birbirini koruyup kollayan olmalıydı.
Fakat bunu başta kendisi unutmuş gibiydi. Kız kardeşi Gonca'yı onca dertle bir başına bırakmıştı. Belki bunu isteyerek yapmamıştı ama teknik olarak ailenin gereğini yerine getirmediği açıkça ortadaydı. Şimdi kim bilir ne yapıyordu. Belki de onu yapayalnız bıraktığı için çok kızmıştı ablasına, kim bilir... Ama bunu yapmak zorundaydı ve yapmıştı. Zamanı gelince her şeyi anlatacak, af dileyecekti. Ne olursa olsun onları yüzüstü bırakmak istemezdi, fakat şartlar böyle gerektirmişti. Yarım saat önce Cemre'yle konuşmuştu. "İyi misin?" diye sormuştu arkadaşı. Böyle bir durumda nasıl iyi olabilirdi ki? Savaşıyordu yalnızca. İyi olmak ve güçlü durmak için mücadele veriyordu. Bir söz vermişti ve vaat ettiği şeyi gerçek kılacaktı. Ancak o şekilde kardeşini tıkıldığı o fare deliğinden kurtarabilirdi. Sonrasında ailesine, yuvasına geri dönecekti. O zamana kadar kardeşlerine göz kulak olması için iyice tembihlemişti Cemre'yi. İçini biraz olsun rahatlatan şey de arkadaşına bu konuda sonsuz güveniydi. Biliyordu ki Cemre varsa gözü arkada kalmazdı.
Ne var ki kardeşlerini çok özlemişti, onları düşünmeden bir günü geçmiyordu artık. Her gün onları aramak istiyor, Gonca'yı özel bir numaradan arayıp hiç konuşmadan sesini duymaya karar veriyor, sonra bir şekilde vazgeçiyordu. Bunu yapmaya hakkı yoktu. Daha çok kafasını karıştırmaya, tam her şeyi yoluna koymuşken her şeyi alt üst etmeye, başına bir dert de kendisi olmaya... Onu tüm bu dertlerle baş başa bırakmışken bir de bu düşüncesizliği yapamazdı kardeşine. Bir an önce bunları düşünmeye son vermeli ve işine odaklanmalıydı. Gerçekleştirmesi gereken önemli görevler vardı. Birine bağlı olmak, kaba tabirle birinin adamı olmak hiç ona göre bir şey değildi. Üstelik Çağrı denen bu adamın kendisinin asıl niyetini anlamasından da çok korkuyordu. Dosyalarla işi bittiğinde alt kata inip patronunun kahvesini hazırladı. Kendisi çok dakik olduğu için bu dakikalarda kapıdan girmiş olmalıydı.
Tüm işlerini bitirip masasına döndükten iki buçuk saat sonra Çağrı Beyin kuzeni İlker Bey gelmişti. Kendisine doğru yaklaşıp "Çağrı odasında mı?" diye sorduğunda kafası hâlâ darmadumandı ama yüz ifadesinde bunu belli edecek tek bir emare bile yoktu. "Odasında, beklerseniz hemen haber verebilirim."
"Tamam." Elleri ceplerinde kuzeninin odasına kabul edilmeyi beklerken yeni tanıştığı genç kızla geçen ilk buluşmasıydı. Birlikte oturup kahve içmişlerdi. Arkadaşça. Bu ilk buluşma sayılabilirdi, değil mi? Biraz sohbet ettiklerinde Gonca'nın ne kadar aklı başında, düzgün, realist ve idealist biri olduğunu anlamıştı. Her ne kadar kendisine yaklaşan erkeklere biraz agresif davransa da, bu onu daha da çekici kılmaktan başka bir işe yaramıyordu. Hem İlker onun bu huyunu sevmişti. Demek ki ona gerçekten değer verip emek sarf etmeyen hiçbir erkek onun özel alanın giremeyecekti. Ve bu da genç kızı onun gözünde kendine saygısı olan, ulaşılması güç, saygın bir kadın hâline getiriyordu. Bu yüzden doğru bir seçim yaptığını düşünüyordu. Asistan dışarı çıktığında Çağrı'nın odasına girmeyi beklerken Çağrı'nın dışarı çıkmasına birkaç saniyeliğine şaşırdı. "Bakıyorum da beni kapılarda karşılıyorsun artık."
"Acil bir şey yoksa çıkmam gerekiyor İlker."
"Yok, acil bir şey değil. Akşam evde de konuşabiliriz. Ne oldu?"
"Geçen gün anlaştığımız firmayla bir toplantı düzenledim, ona gecikiyorum."
"Bana ihtiyaç var mı?"
"Yok, ben halledebilirim. Sen dün konuştuğumuz işi bağlamaya çalış olur mu?" Ceplerini yoklayıp telefonunu yanına almayı unutmadığından emin oldu ve "Senin de dediğin gibi akşam görüşürüz artık." dedi ve kuzeniyle vedalaştıktan sonra hızlı adımlarla asansöre yetişti.
Toplantı bitiminde planladığı gibi aracına bindi ve Nükhet'in evinin yolunu tuttu. Sıkıcı bir toplantının ardından dolmuş bir kafayla gidebileceği bir orası kalmıştı. Eve gitse Simge her zamanki gibi onu boğacaktı. Artık iki kelam edemez olmuşlardı. Evliliklerinin bu noktaya gelmiş olmasından kendini suçluyordu aslında. Eğer bebek meselesinin bu kadar önemli olmadığını karısına hissettirebilmiş olsaydı, şimdi bu noktada olmazlardı. Gerçi defalarca bu konu açılmış ve o da gerçek hislerini tüm çıplaklığıyla Simge'ye anlatmıştı. Bebek için acele etmek zorunda olmadıklarını, baba olmak için yanıp tutuşmadığı, aşklarının yeterli olduğunu... Hepsini sabırla tekrar etmişti. Ama yeterince ikna edici olamamıştı belli ki. Bu yüzden kendini suçlu bulmaktan alı koyamıyordu. Karşılıklı yapılan hatalarla öyle yıpranmışlardı ki...
Zili çaldığı ilk defada kapı ardına kadar açılmıştı. Genç kadın kendisini her an kapı önünde bekliyor gibi heyecanlı görünüyordu. Heyecandan gözleri parlamış bir biçimde "Geldin..." dedi iç geçirerek. Galiba Çağrı onun bu hâline vurulmuştu. Genç kadın, kendisine sanki dünyadaki tek erkekmiş gibi özel ve değerliymişçesine ilgili ve şefkatli davranıyordu. Bu ihtimam karşılığında "Evet, geldim." cevabını verdi gülümseyerek. İçeri girdiğinde onu harika bir yemek masası bekliyordu. Her defasında bu kadın bu kadar hazır ve nazır olabilmeyi nasıl başarıyordu? Eşsiz bir başarıydı bu.
Ama genç adamın bilmediği şey de buydu. Nükhet'in büyük oyunlarıydı bunlar. Hem güzel, hem hamarat hem de erkeğini elinde tutmasını iyi bilen bir kadın imajı çizerek Çağrı'nın tek kadını olma hevesi içerisindeydi. Asıl niyetine gelinecek olursa, Çağrı'nın yeni karısı olmak istiyordu. Evet, doğruydu bu. Onun hesabına göre Çağrı karısından boşanacak, onunla evlenecekti. Çünkü o güzel, hamarat, geçimli, uysal, itaatkâr, erkeğine değer veren bir kadındı. Ona göre bir erkeği kandırmak bu kadar kolaydı işte. Çağrı'ya bakılacak olursa yanılıyor da sayılmazdı hani.
Yemeğe oturduklarında "Ne güzel yemekler bunlar..." dedi Çağrı. "Benim için bu kadar hazırlık yapmana gerek yoktu."
"Olur mu hiç öyle şey? İçimden geldi..."
İlgi görmek, birileri tarafından değerli olduğunu hissetmek harika bir duyguydu. Diğer erkekleri bilmiyordu ama onun aradığı şey sevgi, ilgi ve şefkat olmalıydı. Hoşlandığı kadın tarafından dünyadaki tek erkekmiş gibi sevilmek en büyük lütuftu onun için. Ancak bu gecenin daha farklı bir özelliği vardı galiba. En azından Çağrı öyle hissediyordu. "Bugünün anlam ve önemini açıklamayacak mısın?"
"Seninle olduğum her gün, her an benim için çok özel... Ama haklısın, bugünün farklı bir anlam ve önemi var."
"Neymiş o?"
Aklındakileri cümlelere dökmenin vakti gelmişti. Hatta geç bile kaldığını düşünüyordu. Daha önce bu konuyu açmaktan vazgeçmesinin tek sebebi, Çağrı'yı korkutup kaçırmaktı. Karşısındaki adamın onu evlilik delisi bir kadın olarak görmesi korkunç olurdu doğrusu. Ama artık o seviyeyi geçtiklerini düşünüyordu. Farklı bir noktadaydılar artık. Çağrı için önemli bir yer edinmişti, onu kendine bağlamıştı. Bu yüzden az sonra söyleyeceklerinde engel teşkil edecek bir şey görmüyordu.
"E hadi Nükhet, söylesene."
Daha fazla uzatmanın bir manası yoktu. Dosdoğru "Ben sana bir bebek vermek istiyorum." dedi Nükhet. Karşısında şaşkınlıktan kaskatı kesilen adamın tepkilerini izledi usulca.
Çağrı ise çok şaşkındı. Böyle bir konuşma gündemi beklemiyordu. En azından bu evde, bu kadınla. Sevdiği, âşık olduğu kadın bile onu yanlış tanımıştı. Bir parça hayal kırıklığı saklıydı şaşkın bakışlarında.
...
*
YAZAR NOTU: Uzun zaman sonra herkese merhabalar! ♥️ Direkt konuya giriyorum. Wattpad'de son durumlar malûm. Hacklenen hesaplar, çalınan hikâyeler vesaire... Bir süre yeni bölüm yayımlamama kararı almıştım ama bu tür şeyler normal şartlarda da olabildiği için bu kararın çok da caydırıcı olmadığını düşündüm. Elçilere danıştım ve yeni bölüm yayımlamanın sorun olmayacağını söylediler. Ben de azar azar da olsa bu süreçte yeni bölümler yayınlamayı düşündüm. Gelelim bu hikâyemize... Esasen Lilium Kokusu'na serinin ilk kitabı Tutku Meyvesi final olduktan sonra devam etmeyi düşünüyordum ama işler planladığım gibi gitmedi, Tutku Meyvesi'nin daha çok yolu var. E karakterler ve olaylar bağımsız olduğu için çok severek okuduğunuz bu hikâyemi de boşu boşuna bekletmek istemiyorum. ♥️ O yüzden ufak ufak yeni bölümleri yayımlamaya başlıyorum hadi hayırlısı. Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiniz. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘
Aiiiyyyy bu arada yeni kapağımızı nasıl buldunuz? Hem seriyle uyumlu hem de göz kamaştırıcı bence. 😍 @veyl02 bebeğim yaptı yine çok uğraştı iki gözümün çiçeği. ♥️ Yeni bölümlerimize yeni kapağımızla başlıyoruz bakalım. 🌷 Siz galp ben! ♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top