⚘ Lilium Kokusu |3/2
-3- / 2
Sarılarak içeri girdiler. İçinde tanımlanamaz bir sıkıntı vardı. Ölüm gibi bir şeydi aslında evliliği. Hatta devam etmesi iki tarafa da yapılan bir haksızlıktı. Çünkü Simge'yle evliliğinin son zamanları cehennem azabını andırıyordu. Şimdi böyle söyleyince karısına haksızlık ediyormuş gibi hissetti. Aslında zamanı biraz geriye sardığında çok güzel günlerdi, kabul. Büyük bir aşktı, bitmeyecek gibi görünüyordu. Aslına bakılırsa Çağrı açısından bitmiş sayılmazdı ilk zamanlar. Çocuklarının olmaması onun için bir boşanma sebebi ya da karısına olan aşkını içinde bitirmek için bir bahane olamazdı. Ama Simge o kadar uğraşmıştı ki bu aşkı içinden söküp atması için... Her gün canından can alan sözleriyle, davranışlarıyla can çekişe çekişe bitirmişti evliliklerini ancak farkında değildi.
Sonra ne olduysa oldu, bir şekilde Nükhet'le tanıştı. Bu kadın kendisine dünyadaki tek ve en özel erkekmiş gibi davranırken yeniden nefes aldığını hissetmiş, hayata dönmüştü. Bir yandan karısına ihanet ediyor olmanın verdiği suçluluk duygusuyla kavrulurken diğer yandan hayatının en sakin, en huzurlu dönemlerini geçirirken bulmuştu kendini. Simge'yle ilk zamanlarından bile daha güzeldi her şey. Ama sonu yoktu işte.
Mesela çocuk istediği hâlde Nükhet'le bu şansı denemeyi aklından bile geçirmemişti, geçirmezdi de. Bunun nedeni, ona güvenmemesiydi. Evet, ona güvenmiyordu. Ona karşı tutkusu, beslediği derin hisleri inkâr edemezdi. Onunlayken çok mutlu, huzurluydu. Daha önce hiçbir kadında yaşamadığı duyguları yaşatıyordu ona. Ama sevmek güvenmeye yetmiyordu işte. Nükhet'e karşı konulamaz tutkular beslediği hâlde güvenemiyordu. Elinde değildi. Onunla bir ilişkiye başlamamak için çok çaba sarf etmiş, kendine engel olmuştu. Evli olması bir engeldi. Ama daha büyük bir engel vardı ki... Nükhet'in eskiden en yakın arkadaşı Ömer'le birlikte olması her şeyin sebebini açıklamaya yeterliydi. Hatta bu olay yüzünden Ömer'le de araları fena bozulmuştu. Hepsi onun yüzündendi. O eğer duygularına hâkim olmayı becerebilseydi bunlar başına gelmezdi. Aynı anda hem karısını aldatan bir aşağılık olmuştu, hem de en yakın arkadaşı Ömer'le araları açılmıştı. İçini hafif bir pişmanlık mı dolduruyordu sanki? Pek sanmıyordu. Evet, eşine yalan söylediği ve en yakın arkadaşını kaybettiği için mutsuzdu ama kimsenin veremediği rahatlığı, huzuru veriyordu ona Nükhet. Öyle bir ikilemdeydi ki ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Bildiği tek şey artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağıydı.
Koltuğa oturduğunda etrafında pervane olan kadının ilgisi hoşuna gitmişti. Onun "Ne içersin sevgilim?" sorusuna herhangi bir cevap vermedi. Bakışları kararsız ve sönüktü. Yorgun olduğu her hâlinden belliydi.
Neyse ki böyle durumlarda Nükhet ne yapması, nasıl davranması gerektiğini iyi bilirdi. Bir erkeği nasıl etkilemesi, idare etmesi ve rahat ettirmesi gerektiğini iyi bilen kadınlardandı. Çok soru sormazdı bir kere. Bunaltmazdı insanı. Eğlenceliydi. Gerektiğinde masum genç kız rolünü de çok iyi yapardı. Hani şu meşhur "Senden önce yalnızca bir kişiyle ilişkim oldu." yalanı vardır ya, bu yalanın fikir annesi bile olabilirdi Nükhet. Karda yürür, izini belli etmezdi. Gerektiğinde iyi bir yalancı olabilirdi. Mağduru oynamak da uzmanlık alanıydı. İnsanları manipüle etmeyi de iyi becerirdi. Her yönüyle donanımlı bir kadındı o. Çağrı'yı etkilemesi de zor olmamıştı. Doğrusu uzaktan zor bir adam olduğunu sanmıştı ama biraz ilgi, biraz şefkat gösterince kalbinin kapılarını açmak hiç de çetin olmamıştı. Ona özel olduğunu azıcık hissettirmesi bile yetmişti. Ya gerçekten kolay biriydi, ya da zor adamdı ancak sıkıntılı bir dönemine denk gelmişti. Doğru zamanda doğru kişiye doğru hamleyi yapabilmişti. Evet, galiba mantıklı olan buydu. Herkesin ulaşmaya çalışıp elde edemediği Çağrı Şanal onun kollarındaydı artık. Bu ona inanılmaz bir özgüven vermişti. Çağrı'nın ne istediğini biliyordu. Biraz huzur... Bilge bir tavırla "Viski." dedi yalnızca. Onu rahatlatacak şeyleri bilmenin verdiği gururla içkiyi hazırlamaya gitti.
Çağrı ise iki arada bir derede kalmıştı. Duyguları öyle karmaşıktı ki, huzur bulduğu şu nadir anlarda bile rahatlayamıyordu.
●●●
Kafenin camından dışarı bakarken sessizce kahvesini yudumluyordu adam. Oldukça düşünceliydi. Kafası karışıktı. Sessizdi. Karşısında bir şeylerden bahsedip duran arkadaşı 2 dakikadır suskunluğunu koruyordu. "Sen niye sustun? Bir şeyler anlatıyordun. Bir sorun mu var?"
"Ben de tam sana soracaktım." diye karşılık verdi Ömer. Arkasına yaslandı ve sağ ayağını sol dizine attı. "Bir sorun mu var Kerem?"
Yaramaz bir çocuk gibi ensesini kaşıdı adam. "O kadar belli oluyor mu ya?" Kendisi bile ne olduğunu anlayamıyordu. Lilya'ya karşı bazı duygular hissettiğini kendine itiraf edeli uzun zaman olmamıştı. Neye uğradığını şaşırmıştı. Ne ara olmuştu, nasıl olmuştu bilmiyordu ama bir sabah kalktığında onsuz yapamayacağını anlamıştı. Aşkın hiç böyle bir şey olacağını düşünmemişti. Birdenbire gelen, insanın kalbine nasıl sızdığı belli olmayan sinsi bir duygu olduğunu bilse de, böylesini tahmin etmemişti doğrusu. Ona olan hislerini kendine daha yeni itiraf edebilmişken Lilya'nın ani gidişi sarsıcı olmuştu onun için. Yanında çalışırken en azından her gün onu görebilmenin mutluluğunu yaşıyordu. Şimdiyse ondan bile mahrum kalmıştı. Ona aşkını itiraf etmek şöyle dursun, görmek için bahanesi bile yoktu artık.
Ömer ise "Hem de nasıl..." yanıtını verdi. "Eee anlatmayacak mısın ne olduğunu?"
Eli kahve bardağında gezinirken "Birinden çok hoşlanıyorum." deyiverdi. Mutlu olması gerekirken umutsuz ve karamsar bir yüz ifadesine bürünmüştü.
"E bu çok güzel bir haber!"
"Sandığın kadar değil Ömer. Gerçekten."
"Nasıl yani? Kafam karıştı."
İç geçirerek "Benim de kafam karıştı valla ne yalan söyleyeyim." diye söylendi ve kahvesinden bir yudum daha aldı.
"Kim bu şanslı kadın?"
"Lilya."
"Aaa, hani şu senin yanında çalışan kız... Doğru hatırladım değil mi? Adı Lilya'ydı."
"Evet."
"Peki, neden bu kadar mutsuzsun?"
Bakışları dışarıya yönelirken sağ elini saçlarına daldırdı. Anlatmalıydı. Belki Ömer bir çıkış yolu gösterir, bir öneride bulunurdu da onu kalbinin hapsettiği bu karanlık zindandan kurtarırdı. "Çünkü o beni görmüyor. Benim varlığımın farkında bile değil. Onun için patronum sadece, sıradan bir insanım. Daha doğrusu, patrondum. İşten de ayrıldı çünkü."
"İşten mi ayrıldı? Neden?"
"Onu da tam olarak anlatmadı ki. Ailesiyle alakalı bir sıkıntı olduğunu söyledi. Benimle paylaşamazmış, özelmiş."
"Ben umutsuzluğa kapılacak bir durum göremiyorum Kerem."
"Nasıl yani?"
"Sen böyle umutsuzca karşımda durunca aşkını ilan ettin de karşılık bulamadın sandım. Oysa daha duygularından bahsetmemişsin bile. Nereden biliyorsun onun da seninle aynı hisleri paylaşmadığını?"
Soru dolu bakışları arkadaşının yüzünde gezinirken onun ciddi olup olmadığını gözlemliyordu. "Öyle bir şey olsaydı anlardım Ömer. Onun kardeşlerinden başka düşündüğü bir şey yok."
Aşk ve ikili ilişkiler konusunda ne de kolay yorum yapabiliyordu değil mi? Kendisi aldatılıp terk edilmemiş gibi... Ama Ömer, yaşadığı her şeyin insana bir ders verdiğine tüm kalbiyle inanıyordu. İyi ya da kötü yaşanan her şeyin bir sonuca bağlandığını da tecrübe etmişti. O da tecrübe edinmiş, zamanla rahat bir insan olup çıkmıştı. Ve kazandığı tecrübeyi arkadaşıyla paylaşmayı boynunun borcu sayıyordu. "Buna sen karar veremezsin. Önce bir al karşına kızı, konuş. Hislerin karşılık bulamazsa karalar bağlarsın." Her konuda aklıselim düşünen Kerem, bu konuda çuvallamıştı belli ki. Aşk denen şeyin mantığı devre dışı bıraktığının bir kanıtıydı bu.
Dostunun önerisiyle biraz cesaretlenen adamsa kararsız bakışlarla "İşe yarar mı sence?" diye sordu. İşin ucunda Lilya'yı tamamen kaybetmek de vardı.
Başını iki yana sallayarak "Denemeden bilemezsin." Yanıtını verdi Ömer. Kahvesinden bir yudum alırken oldukça rahat görünüyordu.
Onun bu haline imrendi. Gerçekten. Çünkü aşka düşmeden önce o da tıpkı dostu Ömer gibi çok rahat bir adamdı. Ama hayat onu da yontmanın sırası geldiği kanaatine varmıştı belli ki. Boynu kıldan inceydi, eğer Lilya tarafından yola getirilecekse buna dünden razıydı. Sadece bir umut yeterliydi her şeyin başlaması için. Bir umut...
●●●
Anahtarıyla içeri girdiği için şaşkındı Gonca. Çünkü bu zamana kadar ablası mutlaka eve ulaşmış olurdu. Onu Lilya ablası karşılar, günün tüm yükünü omuzlarından alır, güzelce sofrayı hazırlar ve tüm gün neler yaptığını sabırla dinlerdi. Tıpkı bir anne şefkatiyle... Ama bugün bir ilk gerçekleşmişti. Okuldan eve döndüğünde kapıyı çalmıştı ancak açan olmayınca anahtarıyla girmek zorunda kalmıştı. İçeri girdiğinde harika yemek kokuları karşıladı genç kızı. Ev tertemizdi. Hiç olmadığı kadar temiz ve düzenli. Güzel yemek kokuları burnunu doldurduğunda sakinleşmişti. Ablası buralardaydı ve kapıyı duymamıştı belli ki. Hem kim bilir, belki de günün yorgunluğuyla uyuyakalmıştı. Bütün sorumluluk onun üzerindeydi tabi, normaldi. Mutfağa dalıp yemeklerin iştah kabartıcı kokusunu daha yakından burnuna çekti. Anlayamadığı, bu kadar erzak onların evine nasıl gelmişti? Onların bu kadar parası yoktu ki. Olamazdı da. "Abla?" Önce Lilya'yla birlikte kaldığı odaya baktı, ablası yoktu. "Abla! Neredesin?" Tolga'nın odasına da baktı, orada da yoktu. Banyoya, yüklüğün olduğu küçük odaya... Her yere baktı ancak ablasına dair en ufak bir iz bulamadı. Yer yarılmıştı da içine girmişti sanki. Evin içinde seslenip durdu defalarca, cevap alamadı. Tekrar mutfağa döndüğünde masanın üzerinde duran bir not kâğıdı ilişti gözüne. İçine bir kuşku düşmüştü. Hani şu insanın içini yiyip bitiren cinsten.
"Canlarım benim... Tolga'm, Gonca'm... Size bunu yüz yüze söylemeye cesaretim yoktu. Bu yüzden yazmayı seçtim. Ben gidiyorum. Nereye, niçin diye sormayın. Gidiyorum işte. Ne zaman döneceğimi bilmiyorum, ama bir gün döneceğim. O gün geldiğinde sizi neden bırakıp gittiğimi, her şeyi anlatacağım. Sadece biraz sabır...
Sizin de yuvadan yalnız uçma vaktiniz geldi. Hayat mücadelesine bir süre bensiz devam etmeniz gerekecek. Döndüğümde sizinle gurur duymak istiyorum. Ne olur beni aramayın, hiçbir şeyi sorgulamayın. Tek bir şeyi bilin yeter, zira bu sizi ayakta tutmaya yetecektir.
Sizi seviyorum...
Ablanız Lilya."
Ne demekti bu? Şaka gibi bir şey miydi yani? Nasıl yapardı bunu? Neden? Ablası neden onları bırakıp gitmek isteyebilirdi ki? Buna niçin gerek duyabilirdi? Sorgulamayın demişti, ancak arkasında soru işaretleri bırakıp gitmek de neyin nesiydi? Hiç düşünmemiş miydi, bu insanlar bu soruların cevabını ne denli merak ederler diye? Bir an bu notun ablasına ait olmadığını düşündü. Belki de kaçırılmıştı, olamaz mıydı? Ama nottakiler ablasının sözleriydi. El yazısı da ona aitti. Kimse tam anlamıyla onun gibi cümleler kuramazdı. Bu kadar tesadüf olamazdı. Delirmemek için kendini zor tutuyordu. Bu işi araştırmalıydı ama nasıl? Defalarca aradı onu. Ancak duyduğu yalnızca telesekreterin gıcık bir ses tonuyla "Aradığınız numara kullanılmamaktadır." cümlesini telaffuz etmesiydi. Lilya'yı, ablasını nerede bulabileceğini bile bilmiyordu. Tek umudu olan Cemre'yi arayıp olumsuz yanıt aldığında tutunabileceği hiçbir ihtimal kalmamıştı. Cemre de çok endişelenmişti, ona bile hiçbir şey söylememişti. Ağabeyi Tolga'ya ne diyecekti? Hapishane köşelerinde düşünmekten delirebilirdi. Bir süre ona hiçbir şey söylememeye karar verdi. Onu endişelendirmek istemiyordu. Belki o zamana kadar ablası da aklını başına toplar geri dönerdi, kim bilir...
"O gün gelince..." Ablası bıraktığı notta sürekli bu sözleri kullanmıştı. Dönmek için hangi günü bekleyecekti ki? Hiçbir şey yapmadan onu bekleyeceklerini de nereden çıkarmıştı? Nasıl bu kadar rahat davranabilmişti? Lilya öyle biri değildi ki! Ona ne olmuştu böyle? Merak ve endişe içindeydi.
●●●
Yeni hayatına açılan ilk kapıdan içeri girdiğinde hiçbir merakı olmamasına rağmen etrafını incelemeye başladı. Gayet iyi dayayıp döşenmiş bir daireydi. Kasım Beyin adamına dönüp "Sen gidebilirsin." demesiyle kısa süreli bir tedirginlik yaşadı. Bu evde tek başına kalma fikri, kardeşlerine olan özlemi... Her şey o kadar zordu ki... Camdan dışarıdaki manzaraya baktı. "Bu kadar lükse ne gerek vardı?"
"Aslında lüks değil. Sıradan bir daire işte, çalışma odan gibi düşün."
Gerçekten iyi dayanıp döşenmesine rağmen ev küçüktü. Zaten tek bir kişi için daha büyük bir eve ihtiyacı yoktu ki. Adamın söze girmesiyle derin düşüncelerinden sıyrılmayı başardı.
"Kim sorarsa bu dairenin rahmetli babandan kaldığını söylüyorsun. Unutma, siz eskiden çok zengindiniz."
"Bu kadar yalana ne gerek var?"
"Bu yalan değil. Yeni hayatın, yeni kimliğin için kurgulanmış sanal bir öz geçmiş. Böyle olmasını istiyorum."
Şu saatten sonra boynunu bükmekten başka çaresi olmadığını anlatan genç kadın camdan dışarı dalgınca bakarken "O karanlık yerden ne zaman kurtaracaksınız kardeşimi?" diye sordu. Aslında bu sorunun cevabı olumlu olsun çok isterdi ama az çok tahmin edebiliyordu bu işin bu kadar kolay olmayacağını.
Elleri ceplerinde salonda adımlayan yaşlı adamsa "Daha zamanı var." cevabını verdi. "Sen şuan sadece yeni hayatına bak Lilya. Yepyeni bir hayat seni bekliyor." Portmantonun yanındaki aynanın önüne gelen kadına yaklaştı. Henüz çok gençti. Korkuyordu. Endişeliydi. Aynadan kendisine bakan kadının omuzlarına dokundu arkadan. "Sen fedakâr bir ablasın. Ve her şey güzel olacak. Güven bana."
Güvenmek mi? Kendine bile güvenmeyen bir kadın, başkasına güvenebilir miydi? Bu yeni ev, şaşalı hayat, konforlu düşler... Hepsi kendisine bir insanın hayatını mahvetmesi için verilmişti. Bunun vicdan azabıyla yastığa başını nasıl koyabilirdi?
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top