⚘ Lilium Kokusu |3/1

-3- / 1

"Kadere inanırım ben. Bazen bazı şeylerin olması gerekiyordur ve olur. Hatta bazen, bazı şeyler olmak ister. Sebebi açıklanamaz, gerekliliği sorgulanamaz, sorgulanması teklif dahi edilemez. Biriyle çarpışırsın, hayatın değişir. Ve insanlar buna 'Kaderin Çağrısı' der."

-Çağrı

*

Yorgun gözkapaklarını kırpıştırdı adam. Yeni başlayan güne düşük enerjisiyle karşılık verdiği için bugünün hiç bitmeyeceğini düşündü. Aracından indi ve holdingin kapısına doğru yürümeye başladı. Çalan telefonunu cebinden çıkarıp göz ucuyla baktığında aramayı meşgule aldı. Aklı, kalbi karmakarışıktı. Bir kadının kalbi neden karışır bilmiyordu ama onun gibi bir erkeğin kalbi nasıl karışır çok iyi biliyordu. Bir erkeğin, sevildiğinden şüphe ettiği an karışırdı. Onu kocası gibi değil de, çocuk sahibi olabileceği bir imkân olarak gören biri gibi gören eşi yüzünden kurumuştu kalbi. Elbette Simge'yi de suçlamıyordu. O da çok zor zamanlar geçirmişti. Ama Simge, tüm acılarını kocasına yaslanarak atlatmak yerine ilişkilerini yıpratarak atlatmayı tercih ediyordu. Onun yapısı da böyleydi işte. Yıkıcı.

Kapıdan girmek için hamle yaptığı sırada aynı anda girmeye çalışan biri sırtına sinek gibi yapışıp geri düştüğünde arkasına dönüp bakmayı akıl etmesi bir iki saniyesini aldı. Genç kadını kaldırmak için elini uzattı. "Hanımefendi, iyi misiniz?"

Karşısındaki adamın yardım teklifini kabul ederek elini uzattı ve yavaşça ayağa kalktı. Üzerini silkelerken "Teşekkür ederim. Biraz aceleciydim, özür dilerim." dedi Lilya. Normalde rol yapma konusunda pek iyi olduğu söylenemezdi. Ama o an nasıl olduysa oldu, rol yapmasına gerek kalmadan her şey aniden gerçekleşti. adama çarpışı gerçek bir seyirde ilerledi.

Anlayışlı bir biçimde gülümseyen Çağrı ise "Önemli değil. Ben de çok dikkat etmedim, geldiğinizi görseydim dikkatli geçerdim." cevabını verdi.

Adamın hoşgörülü bakışları karşısında eziliyordu. Hedefindeki bu adamdı. Nasıl biri olduğunu bilmiyordu. İyi miydi, kötü müydü? Yardımsever miydi ya da alçakgönüllü? Belki de iş yerinde çekilmez biriydi. Herkes yaka silkiyordu ondan. Kim bilir... Belki dünya iyisi biriydi. Ancak bunların hiçbiri onu ilgilendirmiyordu. Onun görevi bunları sorgulamak değil işini yapmaktı. Başkasının iyiliğini düşünürse kardeşinin hayatını kurtarma şansını elinden kaçırabilirdi. Bu yüzden acıması olmamalıydı. Sessizce başını salladı ve "Tekrar özür dilerim. İyi günler." diyerek usulca içeri girdi.

Çağrı genç kadın giderken arkasından birkaç saniye baktıktan sonra içeri girip yoluna devam etti. Daha sonra gözleri kadını arasa da birden kayboluvermişti sanki.

Lilya ise asansör beklerken çalan telefonuna baktı. Arayan Kerem Beydi. Şimdi onunla konuşup kendini anlatacak gücü yoktu. "Neden zorluyorsun, anlamıyorum ki..." Sabahtan beri telefonları susmak bilmemişti. Bir yandan geçen gün ikna edici bir konuşma yapmasına rağmen Kerem Beyin hâlâ olayı eşelemesi, diğer yandan tüm bu yaşananlardan ve yapılmış anlaşmadan habersiz arkadaşı Cemre'nin sürekli arayıp kendisine ulaşmaya çalışması... Hesap vermesi gereken çok kişi vardı ve işler rayından çıkıyordu. Düşünmesi gereken o kadar şey vardı ki, şuan Kerem Bey listenin en sonunda bile yer almıyordu. Önce Kasım Ülgen'in numarasını tuşladı ve bekledi.

"Alo..."

Onun hafif çatallaşmış sesini duyduğunda teyit etmek istedi. "Kasım Bey..."

"Ben de senden haber bekliyordum. Şirkette misin şuan?"

"Evet. Sabah aradılar, kabul edilmişim." İstemsizce yeni bir haber verir gibi çıkmıştı sesi. Ama kendisi de, telefonun diğer ucundaki adam da bunun olacağını biliyordu.

Doğal ve keyifli bir ses tonuyla. "Güzel. Ne zaman başlıyorsun?"

"Şimdi onu konuşmaya gidiyorum. Benim en az 1 haftaya ihtiyacım var Kasım Bey. Şuan aileme açıklamam gereken-"

Kararlı ve otoriter bir ses tonuyla genç kızın sözünü kesti Kasım Ülgen. "Senin bu saatten sonra ailen için harcayarak 1 haftan olamaz. Yarına kadar ailene durumu açıkla ya da hiçbir şey söylemeden ortalardan kaybol. Nasıl yapacağın umurumda bile değil. Artık daha fazla beklemek istemiyorum."

"Ama-"

"Yapacak çok işimiz var Lilya. En geç yarın akşam yardımcımla görüş ve plazaya gidin. Evine yerleş, keyfini çıkar. Ben geleceğim ve sana ne yapman gerektiğini bir bir anlatacağım." Genç kızın telefonun diğer ucundan hırıltılı nefes alışverişini duyunca bilge bir tavır takındı. "Merak etme, her şey iyi olacak. Ben her konuda sana yardımcı olacağım."

"Onlardan ayrı yaşamak zorunda mıyım?"

"Bunu daha önce konuşmuştuk Lilya. Böyle olması gerekiyor. Eğer o evde kalmaya devam edersen Çağrı araştırdığında senin bir para avcısı olduğunu düşünecek. Gerçek bir karakter yaratmalıyız, anlıyor musun? Bunu bir strateji oyunu gibi düşün. Gerçek, güçlü bir karakter ve mantık hatası olmayan bir kurgu yaratmalıyız. Hiçbir şekilde şüpheye yer bırakmamalısın. Anladın mı?"

Telefonda kendisinden yanıt bekleyen adamın görmeyeceğini bile bile çaresizce başını salladı kadın. Cılız bir ses koptu dudaklarından. "Anladım." Telefonu kapattı. Gereken görüşmeleri yaptıktan sonra ölü bir beden gibi şirketten çıkmayı başardı. Hantallaşmıştı tüm bedeni.

Dışarı çıktı. Soğuk havayı ciğerlerine çekti. Yanıyordu. Ciğerleri, bedeni, kalbi, tüm benliği benzin dökülmüş gibi cayır cayır yanıyordu. En kötüsü de, bunu kendine Lilya yapmıştı. Bütün gün sahilde gezdi, dolaştı. Derin nefesler alıp çıkış yolu aradı. Ama içinde bulunduğu durum dışında bir çözüm, çare yoktu. Tek çare verdiği kararda saklıydı işte. Onu da kendisi kabullenemiyordu bir türlü. Eve gidip son kez ortalığı pırıl pırıl edecek, güzel yemekler pişirecek, küçük güzel yuvalarının bacasını tüttürecek ve bir not bırakarak kapıyı yavaşça çekip çıkacaktı. Çıkıp gidecekti. Toz bulutu gibi uçup gidecekti. Yeni hayatının gereği buydu ve yerine getirmeliydi.

●●●

Merdivenlerden yukarı çıkarken hafif telaş içerisindeydi. Çağrı'nın teyzesi Nevbahar Hanım aramış, kahve içmeye geleceğini söylemişti. Bir an önce hazırlanmalıydı. Yatak odasına gelir gelmez aynaya baktı. Ellerini saçlarında gezdirdi ve güzel göründüğünden emin oldu. Sonra üzerindeki kıyafetin fazla günlük olduğunu düşündü ve Nevbahar Hanımın karşısına böyle çıkmak istemedi. Evlendiklerinden beri en büyük destekçisi oydu. Nevbahar Hanıma çok saygı duyuyor, değer veriyordu. Çok zor zamanlar geçirdiklerinde bile onlara destek olan yine oydu. Simge ne zaman üzülse, karalar bağlasa, hayata ve evliliğine karşı umutları tükense Nevbahar Hanımla konuştuğunda her şey çözülecekmiş gibi hisseder, içi ferahlardı.

Giysi dolabını karıştırırken aklına bir kuşku girdi. O an ne olduğunu bilmediği bir duygu, hayali bir ses hiç yapmadığı bir şeyi yapmasını istiyordu. Daha önce duymadığı bir ses Çağrı'nın eşyalarını kurcalamaya teşvik ediyordu kadını. Aslında bu hangi yönden bakılırsa bakılsın yanlış bir şeydi. Ama o Çağrı'nın karısıydı. Hayatında biri varsa eğer bunu bilmek en doğal hakkıydı. Göz göre göre uyutulmaya, kandırılmaya tahammül edemezdi.

Kuşku gerçekten de insanların içini yiyip bitiren bir kemirgenmiş, dedi kendi kendine. Daha ne olduğunu anlamadan kocasının pantolon ve ceketinin ceplerini karıştırırken, kirli çamaşırındaki gömleklerini koklarken buldu kendini. Hiçbir şey yoktu. O an kendinden utandığını itiraf ediyordu. Ancak utancı kocasına böyle bir şeyi yakıştırdığından ötürü değildi. Asıl mahcubiyeti hâlâ içinin rahatlamayışındandı. Bu yaptıkları oldukça klişeydi. Birinin karısını aldatıp aldatmadığını bu şekilde anlamak akla mantığa sığan bir şey değildi ona göre. O akıllı bir kadındı. Ve hissediyordu. Gerçekten hissediyordu. Hislerinde yanılan biri de değildi üstelik. Son zamanlarda bazı şeyleri fazla abarttığının, Çağrı'yı bıktırdığının o da farkındaydı. Fakat evlilik öyle sıkılınca kenara atılacak bir oyuncak değildi. Eğer Çağrı düşündüğü gibi kendisini aldatıyorsa, bunu ona gösterecekti.

Kapı çaldığında karamsar düşüncelerine paydos verdi. Merdivenlerden aşağı indi ve yardımcısı kapıyı açarken misafirperver bir edayla karşıladı Nevbahar Hanımı.

"Simge, canım."

"Nevbahar Teyze, hoş geldin. Nasılsın?"

Sıradan selamlaşma sözlerinden sonra sarıldılar. Daha kapının önünde görür görmez Simge'nin bir derdi olduğunu anlamıştı kadın. Yine kuşku, korku ve tedirginlik doluydu bakışları. Bir konuda endişe yaşıyordu. İkilemdeydi. "İyiyim kızım, sen?"

"İyiyim."

Ağzının kenarıyla keyifsiz bir biçimde tebessüm etti. "Desene, iyiyim demek adet olmuş." Kendisine şaşkın ve meraklı bakan genç kadına güldü. "Tecrübe öyle bir şey ki, bir insanın yüzüne baktığında her şeyi okur sana." Kış bahçesine geçerlerken sessizliğini korudu yaşlı kadın. Kendisi de pek günlük güneşlik bir hayat sürmüyordu neticede. Yüzüne bakmayan, onu sevmeyen, benimsemeyen hatta onu yok sayan bir oğlu vardı. Arasında duvarlar olan bir oğlu... Ama tecrübe zamanla sabretmeyi de öğretiyordu insana. İsyan etmemeyi, düşlediği hayatın gelmesini beklemeyi, hoşgörülü olmayı öğretiyordu aynı zamanda. Evin yardımcısı kahvelerini getirdiğinde nazik bir gülümsemeyle "Teşekkürler Kerime." dedi kadın.

"Afiyet olsun Nevbahar Hanım."

Baş başa kaldıklarında bakışları sıkıntıyla yoğrulmuş kadına baktı uzun uzun. "Senin yaşlarında olmayı çok isterdim."

"Niçin? Acı çekecek daha çok zamanınız, üzülecek daha çok şeyiniz olsun diye mi?"

Bilge bir yüz ifadesiyle güldü kadın. "Hayır. Senin yaşındayken yaptığım hataları telafi etmek için. Üzüldüğün boş şeyler Simge."

"Nasıl boş şeyler? Çağrı'yla çocuğumuzun olmaması boş bir şey mi?"

"Hayır."

"O zaman?"

"Çağrı seni sevdi Simge. Onca kadının içinden seni seçti evlenmek için. Senin oldu. Siz birbirinizi buldunuz, birbirinizin oldunuz."

İç geçirdi kadın. "Keşke her şey dışarıdan göründüğü gibi mükemmel olsa. İnsanlar diğerlerinin hayatına özenmeyi o kadar seviyorlar ki, kendi hayatlarındaki nimetlerin farkında bile değiller. Tıpkı bizim evliliğimize gıpta eden çocuk sahibi çiftler gibi..."

Simge'nin sözünü "Tıpkı senin gibi." diyerek düzeltti yaşlı kadın. Soru dolu bakışlarla açıklama bekleyen kadına güldü. "Çocuğunuz olmuyor ve bu senden kaynaklanan bir problem. Çağrı istese şuan senden ayrılabilirdi ama bunu yapmıyor. Neden sence?"

"Bu... Yalnızca bu beni sevdiğini göstermeye yetmez. Bu tek başına bir kanıt değil Nevbahar Teyze. Ben elimden geleni yapıyorum, yeterince anlayışlı olmaya çalışıyorum ama asla eskisi gibi olamıyoruz. O eve hep geç geliyor. Artık çaba bile sarf etmiyor anlıyor musun? Çocuğumuz olsun diye gayret bile etmiyor. Tedavi olanaklarını değerlendirmek istiyorum, onunla her seferinde konuşuyorum bu konuyu. Ama o hep geçiştiriyor, isteksizce kapatıyor meseleyi."

Hoşgörülü bakışlarını yeğeninin güzel karısına çevirdi kadın. "Yorulmuş olamaz mı? Sen çok koştuğunda yorulmuyor musun? O da seninle koştu, emek sarf etti. O da insan ve yoruldu. Ona biraz zaman ver Simge. Sıkboğaz etme. Yine eskisi gibi kendini senin yanında rahat hissetmeye başlarsa her şey kendiliğinden çözülecektir."

Kalan son umuduna sarılır gibi sarıldı bu ihtimale. "Öyle mi diyorsun?" Keşke Nevbahar Hanımın dediği gibi kolay olsaydı, değil mi? Yine de ümidini yitirmek için erken davrandığını düşünüyordu. Çağrı onun yanındaydı, hâlâ onu seviyordu. İsteseydi ayrılırdı ama ayrılmamıştı işte. Bu sorun evliliklerini bitirmeye yetmemişti. Nevbahar Hanım sorusunu başını evet dercesine hafifçe sallayarak yanıtlamıştı. Oldukça kendinden emin görünüyordu. Her zaman mantıklı düşünen, kendisine hoşgörüyle bakan bu kadını bir kez daha dinlemeye karar verdi. "İnşallah senin dediğin gibi olur da ben yanılırım."

Nevbahar Hanım gittikten sonra biraz rahatlamıştı ama Çağrı'ya gelen gizemli aramalar, mesajlar gözünün önüne geldikçe yine eve dama sığamaz hâle geliyordu. En sonunda dayanamadı ve ceketini alıp dışarı çıktı. Aracını şirketin önüne park ettiğinde burada ne aradığını düşünüp duruyordu. Kocasının hayatında başka biri varsa bile burası onların buluşacağı son yer olurdu herhalde. Aracını biraz geriye çekti, olur da kocası çıkarsa onu görmesini istemezdi. Ona karşı mahcup olmaz, rezil olmak istemiyordu. Sadece bir kanıt bulursa işte o zaman yüzüne çarpardı belki. Haksız taraf olmaya niyeti yoktu. Bu saatte şirketten çıkmayacağını düşündüğü kocası 20 dakika sonra kapıdan çıkmış, aracına binmişti. Şok olmuştu Simge. Bugün geç geleceğini söylememiş miydi? Önce bunun kocaman bir paranoya olduğunu düşündü. Belki de Çağrı şuan başka bir yerde olacak herhangi bir toplantıya gidiyordu. İş toplantısı. Olamaz mıydı? Pekâlâ olabilirdi. İhtimaller arasında hemen en kötüsünü düşünmek zorunda mıydı?

Uzak mesafeden takip etmeye başladı onu. Görünmemek için olağanüstü bir çaba sarf ediyordu. Yarım saattir yol yapmaları işleri daha da karıştırmıştı. Ve en kötüsü, Çağrı Polonezköy'e gidiyordu. Ne işi vardı ki orada? Dağ, bayır, çayır, çimen... Otlarla mı toplantı yapacaktı? Onun hiçbir toplantısı Polonezköy'de bir otelde olmazdı, bunu biliyordu. Nitekim park ettiği yer bir otelin önü değil, bir evin bahçesiydi. Direksiyonda duran elleri titriyordu. Ne yaptıysa aracından inemedi o an. Eli ayağı, hiçbir uzvu tutmuyordu o an. Adam arabadan inen kocasına baktı gözü yaşlı. Kalbi hâlâ hiçbir şey için geç olmadığını söyleyip duruyordu aptal aptal. Ne için geç değildi? Daha neyi görmesi gerekiyordu, bir kadının yatağında mı görmeliydi onu? Birkaç metre uzağında duran adam hayatının aşkıydı. Ona evet demişti, onunla hayatını birleştirmişti. Ve şimdi o adam önünde beklediği kapının açılmasıyla bir kadına sarılıyordu. Hatta daha ileri gidip kendisini dudaklarından öpen kadına karşılık veriyordu. Ne yazık ki çok uğraşmasına rağmen sık çalılıkların ardındaki kadının yüzünü net görememişti. O an kendine lânet etti. Vücudu hareket edebilseydi, arabadan inip o lânet kadının kim olduğunu görebilseydi... Çünkü onun burada olması hiçbir şey ifade etmezdi, ev Çağrı'nındı. Önce beklemeyi düşündü. Önce Çağrı çıkacaktı, sonra da kadın... O zaman görürdü kim olduğunu. Sonra biraz düşündü. Kim olduğunu görünce ne olacaktı ki? Görüp de ne yapacaktı yani? Onları çıkarken yakalayınca "Helâl olsun, beni aldattınız. Tebrikler size." falan mı diyecekti? Şuursuzca sürdü aracını. Geri dönecekti. Evine gitmek istiyordu.

Kalbi yanıyordu. Sanki üzerine benzin döküp yakmıştı bu adam. Ama neden yapmıştı bunu? Yeterince sevmemiş miydi? Ya da karısının sevgisi mi yetmemişti? Neden yüz çevirmişti? Kadının kim olduğu ya da onda ne bulduğu umurunda bile değildi o an. Yalnızca bunu neden yaptığını bilmek istiyordu. Aşklarını neden kirletmişti? Ne uğruna?

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top