5. BÖLÜM | DÜĞÜM
"Kaderleri, düğümleniyordu."
Bölüm müziği:
Perdenin Ardındakiler- Ankara'yla bozuşuruz
****
5. BÖLÜM-DÜĞÜM
Neydi?
Yıllarca adını koyamadığı, belki de koymak istemediği, kaçtığı o derin çukur neydi böyle kalbini avcuna sıkıştıran? Görmekten hep korktuğu o bal kuyusu gözlerinde günden güne daha çok kaynayan duyguları anlasa da, hapsolmaktan korktuğu o şey ne olarak adlandırılıyordu? Yapabilecekken, elinden her şey gelebilecekken, durduğu noktada sayan adımlarına karışan tedirginlik neyden kaynaklanmıştı?
Mantık, bu kadar mı güçlüydü zihninde?
Olmasaydı ne olacaktı peki? Her gün, her dakika işlerini bitirmek için an kolladığı, gelmek için sabırsızca gün içinde koşturduğu hallerine bir isim verebilecek miydi? Her gece geldiğinde sabahına yataktan çıkmak istemeyişinin, kollarını sıkıca sarmaladığı ince belin o narin dokusundan ayrılmamak için alarmını günden güne daha geç kurmasının anlamı neydi?
Neydi?
Aklı almıyordu. Geldiği durumu, yokluğuna çarpan kalbinin şiddetini ne aklı, ne bir anda her şeye kapanan mantığı almıyordu. Titreyen ellerine baktı uzunca. Oturduğu bankın sert dokusuna daha çok yayılıp etrafında gezdirdi bakışlarını kimsenin bakışlarını umursamadan.
Otogardaydı.
Herkesin yüzünde tekrar tekrar bakışlarını gezdirirken göreceği tek bir tutam kıvırcık saçın dalını farketmek için gozlerini bile kırpmaktan korkuyor, gözden kaçıracağı tek bir detay uğruna nefesini bile almak istemiyordu dikkatini dağıtmamak için.
Çaresizce gişe girişlerinde dizili insan topluluğuna baktı.
Nereye gitmişti? Nasıl gitmişti? Hiç dışarıya çıkmadığını biliyordu.
Detaylar, canından can alıyordu sanki.
Yıllarca hapis kalan ruhunun bir anda serbest kalmasının acemiliği ile ne yapabileceğini sorguluyordu saatlerce. Alışveriş yapmadığını, gezmediğini, tek bir gün şehrin tozuna karışmadığını biliyordu.
Biliyordu Serhad.
Her şeyi bilen aklının galibiyeti, kalbini ezip geçmişti acıtarak.
Günden güne bağlandığı kadının dört duvar arasında her şeyi olurken, gerçek hayatta hiçbir şeyi olamamıştı.
Kendinden nefret de etse, kendine saysa da sövse de ne yazardı bu saatten sonra? Silahını çıkarıp kafasına sıksa, yokluğunu hissetmese, daha az acırdı canı, biliyordu bunu ama önce bulacaktı.
İyi olduğunu bilecekti.
Hiçbir yeri bilmeyen hali, çaresizce ne tarafa gideceğini düşünen zihni üşüştü aklına bir anda.
Gidebilmiş miydi?
Aklına gelen her kötü ihtimali kalbi şiddetle reddederken derince nefesini çekti içine. Nefes yerine zehir dolan ciğerlerinin sıkıştığını, onu görene kadar günden güne daha çok solduracağını biliyordu içini. Bir anda alev alan mantığının külleri ciğerlerine savrulmuş, değdiği her bir nefes dalını ateşe vermişti sicim dolu közler. Aksine kalbinde hissettiği susuzluk ile yutkundu acı çekerek.
Kalbi, kuruyordu.
Bakışları bir anda gişelerin dizili olduğu duvarın üstündeki büyük saate takıldı.
07.00
Tüm düşüncelerini, tüm planlarını, tüm her şeyi yerlebir eden gidişinin ardından saatler geçmişti. Dün akşam hiç bıkmadan sabahlara kadar her deliğe bakmıştı. Mardin'in tüm sosyal tesislerine, hasta kayıtlarına, son kez tekrar otogar gişe girişlerine kadar her yere baktırmıştı.
Baktığı yerde kalmıştı Serhad.
Öylece kalakalmıştı otogarın soğuk bankında dakikalarca.
Tek bir Allah'ın kulu görmemiş, denk gelen tek bir insana rastlamamıştı koca şehirde. Nasıl bir sınava, nasıl bir savaşa girmişti bilmiyordu ama hissediyordu.
Yenilgiyi, kabullenmek üzereydi.
Ceza mıydı?
Yılların cezasını böyle mi ödeyecekti?
Ödemeye razıydı. Yanında olduğu her an yüzüne bakmamasına, sesini duymamaya, varlığını bile görmemeye razıydı ama bilinmez yokluğu mahvediyordu saat geçtikçe kalbini. Zihnini bulandıran her detay ile omuzlarına külçe kadar yükler biniyor, kendi içindeki muhasebesinde yenik düşünüyordu.
Girdiği savaşı kaybediyordu Serhad.
Varlığını yıllarca avuçlarında koruyan kadınını kaybediyordu ruhu duymadan.
Yıkım, sessizdi.
İçinde kopan çığlıkların her biri beynine vuruyor, anlını öyle bir ağrıtıyordu ki, gözlerini kapatmamak, gözünden kaçacak tek bir sureti göremeyecek olmanın telaşı ile tutuyordu kendini.
"Ağam-"
Başını dümdüz, tüm gişeleri gören noktadan çekmeden gelen adamına kulak verdi.
"Hiçbir kayıt sisteminde ne isim, ne de benzeyen bir kadın girişi yok ağam. Birkaç kayıt sistemi ise ani bir arıza nedeni ile durmuş o yüzden öğrenmedik. Gece vardiyasında çalışanları biraz önce devir yapmışlar. Birkaçına ulaştık, onlarda öyle birine kayıt işlemi başlatmamışlar. Kamera kayıtlarına hala bakamadık.-"
Olması zaten mümkün değildi ki.
Bu zaman da hangi yer kimliksiz işlem yapıyordu?
Dün gece sabaha doğru tekrar mekana gitmiş, tüm hıncını Hasan olacak o adamdan çıkarmıştı. Ardından yeni öğrendiği odasına gitmiş, ona ait ne varsa tüm eşyasını toplayarak çıkmıştı bir daha adım atmayacağı mekandan. Hasan'ın son dakika odasına girip para aldığını söylemesiyle içi bir nebze olsun rahatlarken, eline verdiği kimliğiyle öylece kalmıştı olduğu yerde.
Göz kapakları birgün boyunca uyumamanın acısını çıkarmak istercesine inatla kapanmaya zorluyor, başına vuran ağrı tüm bedenini halsiz düşürecek kadar kendini belli ediyordu saniyeler aktıkça. Bakışları usulca üzerine indi. Hiç değiştirmediği siyah boğazlı kazağından bile hissettiği hafif esinti ile üşüdüğünü hissetti.
Hava, soğuktu.
Hava, onun dayanamayacağı kadar soğuktu.
Gözleri bitmişlikle kapandı. Yıkılmaz görüntüsünün altında beslediği enkaz, saatler geçtikçe daha büyük yıkımlara zemin hazırlıyor, daha çok deviriyordu tüm güçlü kalan direncini.
"Kamera kayıtlarını savcılık izni olmadan açmıyorlarlar, hal çaresine bakalım mı, yoksa bekleyelim mi izni ağam?"
Mahmut'un tedirgin sesini duydu kulakları. Göz kapaklarına asılı görüntülere daha fazla bakmak için açmadı gözlerini. Sıktığı bedeninin titrediğini hissederken, salladığı dizlerinin hareketini kesmeden başını duvara yasladı arkaya devirerek. Hafif hafif vurdu başını duvara.
Vurdu tüm hatalarına.
Bir bir vurdu tüm yanlışlarına.
Ne yapacaktı?
Ne yapabilirdi?
Bunca yıl onca yapabileceği şeyler varken şimdi ne yapması bir şeyleri geri getirirdi?
O'nu geri getirecek hiçbir şeyi yoktu.
Geç kalmıştı. Çok geç kalmıştı. Zihnini talan eden öyle çok ayrıntı, detay vardı ki, gözünün önünde canlanan anılara bir bir hapsoluyor, elini kolunu bağlayacak kadar kuvvette dolanıyordu bedeninin etrafına dikenli bir tel gibi. Bir anda çalan telefon ile bakışları aralanarak hızla sesin geldiği yöne çevrildi. Yerinden hareketlenerek ayağa kalktı. Cebinden hızla telefonu çıkarıp arayana baktı.
Devrem.
Beklemeden açarak kulağına yasladı telefonu.
"Bana iyi bir haber ver Yavuz."
Karşıdan gelen birkaç hışırtı sesinin ardından gelen sese odaklandı.
"Kardeşim dün akşam saatlerinden sabah saat 07.00 'e kadar olan tüm mekan güvenlik kameralarına, işlek caddenin mobese kameralarına baktırıyorum şimdi. Söylediğin mekanın güvenlik kamerası yok ne yazık ki. Çıkışını, ne yöne gittiğini tespit edemedik. Bana attığın resim ile eşleşen birkaç profil yakalanmış kameralara-"
Kalbi, durma noktasındaydı.
Sesi, nefesini yarıda keserek çıkmıştı hızla dudaklarından.
"Nasıldı?"
İyi miydi?
"Tam olarak bana kıyafet veya onu daha iyi tanıyabileceğimiz bir ifade vermediğin için emin olamadım hiçbir kızdan ama dediğine göre kıvırcık saçlı, 1.65-70 boylarında birkaç kişi tespit ettik. Emniyete gel, beraber bakalım. Eğer o kişilerden biri ise iz sürebiliriz."
Başını hızla salladı aynı zamanda adımları çıkışı bulurken.
"Hemen geliyorum."
Hızla telefonu kapatarak koşar adımlarla çıktı otogardan. Yanında gelen Mahmut'a bakarak arabasına yürüdü.
"Sen birkaç adamla burda kal. Ne yap ne et o kamera kayıtlarına ulaş Mahmut. Ulaşır ulaşmaz incele ve bana haber ver."
Emirlerini bir bir sıralarken arkasında dizili onlarca aracın aynı anda çalıştığını gördü. Seri adımlarla bindiği aracını hız kesmeden çalıştırıp yola koyuldu. Ardını takip araçların ardı ardına peşine takılırken görenleri öyle büyük korkutuyordu ki, görebiliyordu Serhad. Kimseyi umursamadan tüm adamları toplamış, sabaha kadar her köşeyi aramıştı karış karış.
Yoktu.
Aklı, mantığına ters düşecek kadar yanılmıştı.
O kadar adamın gözünden kaçacak kadar, nereye sığınmıştı? Tüm otel resepsiyonlarına bakmıştı. Hiçbir şekilde ne kimliksiz kayıt, ne de tarif edilen benzeri hiçbir kadın giriş yapmamıştı.
Nasıl böylesine kaybolmuştu bir anda?
Sadece birkaç saat geç çıkmıştı odaya. En fazla ne kadar uzaklaşabilecekti bilmediği yerde? Şaşkınca bir soluk verdi sıkıntıyla. Camını açarak hafif yağmur çişeleyen havaya baktı. Havanın durumu içini daha çok sıkıntıya sokarken hızla önünde giden araçları geçti. Bakışları tüm geçenin alışmışlığı ile etrafta, yanından geçtiği tüm kaldırımlarda, oturma alanlarında dolanırken hakimiyetini sağlayarak daha dikkatli baktı duraklarda bekleyen insanlara.
Başını iki yana sallayarak önüne döndü.
Gece boyu yürüyerek her deliğe girmişti. Civarda girmediği mekan, önüne gelen her insana sormadığı soru kalmamıştı.
Yoktu.
Varlığının ardından gelen yokluk, şaşkına çeviriyordu yüreğini.
Nasıl bir histi?
Derince içini titreten o yokluğun getirisi olan o his nasıl böylesine kuvvetli olabiliyordu? Delirecekti. Düşünmekten, zihnini talan eden her kötü ihtimalin an geçtikçe kuvvetleniyor olması yüzünden aklını kaybedecekti.
Görünen karakol ile dikkatini toplamaya çalışarak bahçesine son hız girerken ardından gelen araçların yarısı bahçeyi, kalanın ise bahçenin etrafını kaplayan tellerin ardına dizildiğini gördü. Hızla adımları içeriye yöneldi. Islanan, günlerin ardından uzayan siyah saçlarını eliyle geriye iterken kapıyı açarak sıcak ortama adım attı.
Sıcak.
Üşüyor muydu?
Her detay adım attıkça kalbine doğarken sessizce iç çekti. Kameralara takılan birkaç kızdan birinin O olma ihtimali, öyle yüreğini yerinden çıkaracak kadar ritmini bozuyordu ki, derince nefeslendi. Merdivenlerden üst kata çıkarken arkadaşının yıllarca yolunu arşınladığı odasının önüne gelerek çalmadan daldı odaya. Elinde telefonla bilgisayar başında bekleyen devresine baktı.
"Tam seni aramak üzereydim kardeşim. Bahsettiğin kıza benzeyen biri var, dün gece saat 23.30 sularında, Cumhuriyet Mahallesi'nin alt sokağında, bir cafe yolu üzerinde. Hemen bak da teyit edelim kızı."
Adımları duraksız buldu bilgisayar başını. Eğilerek dikkatle tüm ekranı kaplayan küçük, onlarca kareden oluşan kamera kayıtlarını inceledi.
"Nerde?"
"Bekle, köşeyi döndüğü an kamera açısına girecek."
Kalbi, ritimsizce bekledi göreceği görüntüyü.
Tıkanan ciğerleri ile tuttuğu nefesini farkederek titrekce bir nefes çekti içine. Hareketi, yanında bir anda başı ona dönen arkadaşı tarafından farkedilirken gözlerini ısrarla ekranda tuttu.
"Göründü. İyice incele, kamera kalitesi düşük olduğu için bulanık görüntüler."
Dikkatle baktı ekrana. Yavaş yürüyen kızın adımları sakinken yüzünü kaplayan kıvırcık saçlarına baktı hızla. Üzerinde gezdirdiği bakışları hızla yüzünü daha dikkatli incelerken ona benzeyen tek bir nokta için gözünü bile kırpmadı ama yoktu.
Bal kuyusu gözler yoktu.
Güzel yüzü yoktu.
Gözlerini kapatarak masaya yaslandı çaresizlik çöken omuzlarıyla.
"Değil mi, ne oldu?"
Arkadaşının sorusu ile başını kaldırmadı eğdiği yerden. Başını bitmişlikle iki yana salladı.
"Değil.-"
Gözleri, yanıyordu.
"Nasıl olmaz Yavuz? Aklım almıyor bu işi."
Stresle ayaklandı eğildiği yerde. Elleri beline yaslı odada dört dönmeye başladı başını yine hiçbir şey bulamamanın siniriyle iki yana sallayarak.
"Ulan sadece 1 saat ya var, ya yok. Bir saat içinde nereye gitti bu kadın? Hadi diyelim gitti, nasıl hiçbir kameraya denk gelmez?-"
Elleri saatlerce yaptığı gibi ilk hedef olarak saçlarını buldu.
"Abi delireceğim, bu nasıl iş?"
Adımları cam kenarını buldu. Düşündü. Sadece düşündü tüm ihtimalleri. Bu civarda yoktu. Tüm pansiyon, apart giriş kayıtlarına baktırmıştı.
Geceyi nerede geçirmişti bu kadın?
Başını çevirerek yıllarca her işte yanına olan arkadaşına baktı.
"Tüm kamera kayıtlarına tekrar bakalım. Taksiye binen, otobüse, ne bileyim şahsi araca binen bir kız yok mu?"
"Bu detayı düşündük kardeşim ama kamera açıları kısıtlı. Her mekan sadece girişine ve mekan içine taktırır bilirsin. Bazı mekanların ise hiç yok. Bu durumda trafik kameralarına baktırdım çocuklara ama onunda açısı sadece yol güzergahını gösterdiği için kaldırımların hepsini detaylı bir şekilde göstermiyor. Ben incelerken denk gelmedim açıkçası. İçinin rahat etmesi için bir de sen bak istersen?"
Hızlı adımlarla tekrar bilgisiyar başına geçti.
"Bakalım."
Açılan kamera kayıtları ile dikkatle eğildi ekrana.
"Bunlar gece 22:00-00:00 saatleri arasındaki elimize geçen görüntüler. Saat 22:00 gibi çıktığını söylemiştin, bu durumda gece 00:00 olmadan ya bir yere gizlendi, ya da gözden kaçırdığımız bir nokta da araç yoluyla uzaklaştı.-"
Tıpkı onun gibi dikkatle ekrana bakan adamın gözleri üzerine çevrildi.
"Başka ihtimalleri düşünmek istemiyorum."
Gözleri sıkıca kapandı.
O'da istemiyordu.
Sıkıca kapattığı göz kapaklarını hızla açarak bulanan bakışlarını yine dikti ekrana. Tuttuğu nefesinin takıldığı ihtimaller öylece kalbine batarken öyle bir şey olmamasını diledi. Sadece ama sadece başına kötü bir şeyin gelmemesini diledi. Onu bulacaktı. Onu ne pahasına olursa olsun bulacağını biliyordu ama tek korkusu bulmadan önce başına bir şey gelme endişesiydi içini yakıp kavuran.
Geldiğini öğrendiği an olacaklardan korktu Serhad.
Yapacaklarından, gözünü karartan öfkesinden, hakimiyetini kaybetmesinden...
Önüne gelen her karede binlerce insanı inceledi umutla. Gelip geçen onlarca insanın içinden seçmek kolaydı. Tek bir tutamı yeterdi onu tanımasına ama yoktu. Geç saate sadece taksi vardı. İşlek cadde de ilerleyen birkaç belediye otobüsünü gördü. Duraklara daha dikkatli bakarken gözleri kısıldı. Omzuna dokunan el ile bakışları arkadaşına döndü bir anda.
Halini, garipce izliyordu.
Halini..
Ne hale gelmişti günler içinde?
"Kim bu kız?"
Beklediği soru erken gelirken bakışlarını tekrar ekrana çevirdi.
Kimdi?
Neyiydi?
Cevabı olmayan sorular öylece zihnini ele geçirirken derin bir nefes aldı. Onu nasıl tanımlayabilirdi? Nasıl tanıtabilir, neyi olduğunu gösterebilirdi ki?
Alın Yazısı'ydı.
Kadınıydı.
Yıllarıydı..
"Yıllarım..-"
Dudaklarından bir anda döküldü gerçekler..
"Yıllarım, O benim."
Başını çevirerek şaşkınca ona bakan arkadaşına baktı.
"Hayatında biri olduğunu bilmiyordum? Ne zamandır var?"
Hayatı..
Hayatındaki tek kadındı O.
Değil mi?
Bakışları masadaki takvime takıldı bir anda.
Yandı gözleri.
"Bu gece yarısı, 3 yıl dolacak..-"
4. yılın başlangıcı olan geceye onsuz adım atacaktı.
Başını öylece iki yana salladı.
"3 yıl Yavuz.. Bir adam, 3 yılının her ânını dolduran kadının varlığını, bir yere koyamaz mı?"
Kendine kendine konuştu farkettikleriyle. Acı usul usul ele geçiriyordu tüm hislerini. Yabancısı olduğu bu kavruk ateşin ısısında yanıyordu kalbi sanki. Başını çaresizce iki yana salladı. Dilini yakan olanca kelime kalbini de aynı ateşe acımadan hapsederken, soluk borusundan boğazının darlığına doğru yükselen o keskin ateşin alafını hissetti.
"Koyamadım..-"
Leke, sıçramıştı zihnine.
"Ben onu, O odadan başka hiçbir yere sığdıramadım."
"Ne olmuş ulan sana? Ne oğlum senin bu halin?"
Sıkıntıyla, gelen soru ile derin bir nefes aldı.
"Bilmiyorum,-"
Gözlerini usulca kapattı.
"Bunun adı, sanı, tarifi ne bilmiyorum. -"
Gözlerini açarak kardeşi bildiği adama baktı.
"Yıllarca bilememenin acısını, onun yokluğuyla ödüyorum şimdi..-"
Başı öylece takvime kaydı tekrar.
"Varlığının doldurduğu her günümün acısını, hissettiğim bu hisle ödüyorum ben..-"
"Abi sen,-"
Can dostu bildiği adamın diline varmayan o hissin adı boğazında bir nabız gitti yankılandı.
"Onu bulmalıyım,-"
Kaybolduğu tüm hislerde öylece boğuldu yıllarını verdiği kadının eksikliğinde.
"Onu bulmak zorundayım ben,-"
Bakışları öylece döndü arkadaşına. İçinden geçenleri dökebileceği tek insandı karşısındaki. Biliyordu.
"Çünkü,-"
Kelimeler, düğüm düğümdü. Diline dolanan olanca kelimeden seçip almak öyle zordu ki, yokluğunu nasıl tarif ederdi, hangi kelime karşılığı olurdu o hissin, bilmiyordu.
"Sığmıyor Yavuz. Onsuz, bir soluk bile sığmıyor içime..."
****
-Yazgı ŞIVAN-
DÜN AKŞAM- SAAT 00:30
Özgürlük, bu muydu?
Bu kadar boş, yanlız ve korku muydu? Issız sokaklar özgürlük için biçilen kaftan mıydı onun için? Adım attığı her sokağın duvarlarında yankı yapan, dudaklarından havaya karışan her dumanın toz bulutuna karışmasının ferahlığı mıydı özgürlük?
Korkuydu.
Özgürlük, korkuydu onun için..
Nefes sesine karışan gecenin soğuk yeli yüzüne her çarpmasında daha çok titreyen dudakları ile bakışlarını birkez daha arkasına çevirdi korkuyla. Kolları birbirine daha çok sarılırken hızlı adımlarla girdiği bir başka işlek caddenin yan sokağında yürümeye devam etti. Ayağındaki spor ayakkabıları çoktan çamur olurken, üzerine damlayan yağmur damlaları ile hırkasının nemlendiğini hissediyordu. Saçlarını biraz daha yüzünün önüne getirerek soğuktan korumaya çalıştı tenini.
Üşümüyordu. Üşümüyordu.
Hava soğuk değil.
Titreyen tenini göz ardı etmeye çalışmak aptallık mıydı? Gözlerini sıkıca açıp kapattı. Gittiği, adımlarını yürüdüğü yolun daha en başında belirsizlik içinde kaybolan ruhunun tedirginliğini en dipte hissederken nasıl yapacağını düşündü.
Yıllarca nasıl yapmıştı?
Nasıl katlanmıştı her şeye? Aklına getireceği en son yüz bir anda gözlerinin önünde belirirken yanan gözlerini kırptı ihtiyaçla. Onu ne düşünmek, ne de bu saatten sonra görmek istiyordu.
Kendi defterini, kendi kapatmıştı.
Başını iki yana sallayarak işlek caddeye çıkmak için iki mekan arasındaki boşluğa yöneldi. Cebindeki parasını taksiye vermek istemiyordu ama başka çaresi yoktu.
Yağmur, çoğalıyordu.
İki duvar arasından geçerek bir anda çıktı kalabalık caddeye. Gecenin kaçı olmasına rağmen hala caddelerde gezinen insanların işini anlamazken yönünü soluna çevirdi. Gördüğü durak ile adımları tam o yöne ilerleyeceği an gördüğü yüz ile durdu adımları.
Durdu nefesi.
Göz kapaklarında yankılanan resmin bir sanrısı olduğunu düşündü kısa bir an.
Bir anda O'nun etrafında dağınık halde bulunan onlarca adam gördü takım elbiseli. Dudakları şokla aralanırken Mahmut'u da görmesiyle gerçekliğinden emin olduğu görüntü karşısında hızla çıktığı iki duvar arasına geri girdi nefes nefese. Elleri hızla kalbini bulurken yalvardı.
Belki de yıllar sonra ilk kez dua etti.
Görmemesini, onu tekrar karanlığına hapsetmemesini istedi. Saatler sonra onu bir anda görmek kalbini boğazında hissettirirken tuttu nefesini. Elleri sıkıca üşüyen dudaklarına kapandı. Kirpikleri ihtiyaçları birbirine tutunurken dolan gözyaşlarını geri itti zorla.
Şimdi değil.
Şimdi olmazdı.
Titreyen bedenini saran örme hırka onu soğuktan korumazken başını korkuyla duvara yasladı. Titreyen kirpikleri telaşla aralanarak etrafına bakındı korkuyla. Başını usulca çıkardı duvar köşesinden.
Arıyordu.
Deli gibi arıyordu O'nu.
Nedendi bu uğraşı? Bitmemiş miydi? Son bulmamış mıydı yılları? Daha hala ne istiyordu ondan? Adamlara yağdırdığı emirleri, işlek cadde de delirmiş gibi ellerini saçlarına daldırarak asılmasını, karşısındaki Mahmut'a bir şeyler söylemesini seyretti boş bir şekilde.
O bu caddedeyken adım atsa görürdü. Adamlar her aralıktan birer birer çıkmaya başladığında telaşla ardına baktı. Hızla ara sokaktan çıkarak olduğu sokağa baktı. Kimseyi göremezken adımları onların tam tersine ilerledi hızla. Başka bir ara sokaktan çıkıp taksiye binmeli ve uzaklaşmalıydı. Gözleri telaşla duvar aralarını, arkasını kontrol ederken gördüğü bir kamerayla hızla başını çevirdi. Saçlarını yüzüne gererken adımlarını hızlandırarak gördüğü bir başka iki duvar arasına göz attı.
Adımları duraksız boş iki duvar arasını bulurken başını çıkmadan önce uzattı caddeye. Takım elbiseli kimseyi görmezken hızla kaldırıma çıkarak taksiye bakındı. Bakışları etrafını saniye arayla kolaçan ederken açılan hırkasının önünü tekrar kapatarak kendine sarıldı. Kirpiklerine damlayan su damlasıyla bakışları karanlık gökyüzünü bulurken, korunacak, bu geceyi atlatacak bir yer bulmayı istedi.
Geldiğini gördüğü taksi ile elini kaldırdı hızla. Aceleyle elini sallayarak durdurmak istedi ama öylece geçip giden taksi ile dumura uğradı. Şaşkınca giden taksinin ardından bakarken bir başka taksi görme umuduyla tekrar soluna çevirdi başını. Bir anda olduğu tarafa doğru gördüğü takım elbiseli adam ile başını hızla diğer tarafa çevirdi. Eğer telaşa kapılırsa farkedilirdi. Durduğu yerde beklemeye başladı. Kıvrık saçlarının arasından ara sokağa girerek bakınan adamı izledi. Gelen bir başka taksi ile elini kaldırmadan yavaşlayan araç ile binmek için durmasını bekledi. Heyecanla bindi arka koltuğa.
"Nereye abla?"
"Abi beni otogara götürür müsün?"
Orada kimse karışmazdı ona. Sabaha kadar orda bekleyebilir, sabah olunca da ilk araba nereyeyse oraya giderdi. Üşüyen bedenine daha çok sarılıp camdan arkasına baktı telaşla.
"Abla birinden mi kaçıyorsun bak çoluğum çocuğum var. Başıma bela almayım gece gece?"
Duyduğu sesle hızla önüne dönerken hızla başını iki yana salladı. Bir anda gelen soru ile aklına bir şey gelmezken anlık gelen bahane hızla döküldü dudaklarından.
"H-hayır, kaçmıyorum sadece otobüs bekliyordum da, hala mı gelmedi diye bakıyordum. Param az abi, sen beni otogar yakınına kadar götürsen yeter, olur mu? Sonra ben sora sora bulurum."
Başını sallayan adama içi rahatlayarak bakarken hızlanan yağmurun şiddeti onun arabaya binmesini bekliyormuş gibi bir anda arttığında, gözlerini sıkıca kapatarak aracın içini kaplayan sıcaklıkta gevşeyen kaslarını hissetti.
Ardında bıraktığı adamın son görüntüsü O olacaktı.
Onu arayan, delirmişcesine caddeyi birbirine katan halini unutmayacaktı Yazgı.
Ne değişmişti, neden bir anda yine peşine düşmüştü bilmiyordu ama bu sefer izin vermeyecekti.
Kapılmayacaktı.
Bu sefer ne kapılacak, ne de gelecek tek bir gününü ona teslim etmeyecekti.
Mutlu olmak istiyordu. Sadece ama sadece mutlu olmak, yoluna bakmak istiyordu bu saatten sonra. Hayatında tek bir gün düzen içinde yaşamak, tek başına ayakta durmanın gücünü hissetmek istiyordu. Ruhundaki gücün hayatını kurmasına yardım etmesini, onu bundan sonra hiç yalnız bırakmamasını istedi tüm kalbiyle.
Bakışları, tıpkı yılları gibi akıp giden camdaki su damlasını izledi..
Akıp gitmişti ömrü.
Hiçbir gece onu yalnız bırakmayan adamın sözleriyle, dokunuşlarıyla, her günün ardından tek başına çıkıp gitmesiyle, bitmisti hayalleri..
Bitmişti.
Nasıl tekrar hayal kuracaktı Yazgı?
Nasıl kalbinin kırıklarını bir araya getirecek, eskisi gibi atmasını sağlayacaktı?
Güçsüz kalan, kalan tüm güçlerini kesen o zayıflığı hissetti içinde. Titreyen dudaklarının hareketini çözülen bedenine bağlamak istedi ama olmuyordu.
Yüzü, gitmiyordu gözünün önünden.
Buz mavisi gözlerinin anlamlarla dolup taştığı anlar doldu zihnine. Her dokunuşunda ona geçen tüm hisleri görmüştü Yazgı. Bazı zamanlar öyle emin oluyordu ki ona karşı bir şey hissettiğine dair, öyle çok şefkat akıyordu ki parmak uçlarından, ona zevk için dokunmadığı geceler doldu kalbine.
Bazı geceler sadece seyrediyordu.
Öylece seyrediyordu O'nu.
Yıllarca süre gelen o kadar çok özel anları olmuştu ki, tüm özelliğini, tüm güzelliğini çürüten tek şey, gitmesiydi.
Gidiyordu.
Her gördüğü hissin ardından gitmişti O adam.
İnandığı tüm hayallerinin üzerine yıkım başlatan tek şeydi gidişleri..
Onun verdiği son yarayı unutmayacaktı genç kadın. 3 yıldır yarattığı her kırığı kaynatmış, olmadığı her gece sindirmişti ama son sözlerini ne unutacak, ne de bundan alacağı dersi göz ardı edecekti. İşittiği her sözün ağırlığı altında daha çok hırslanacak, güçsüz kalan kalbinin her köşesini ince ince iyileştirecekti.
İyileştirmek zorundaydı.
Ondan geriye kalan, bedeninde taşıyacağı tek bir kırık bile istemiyordu.
Yavaşlayan araç ile bakışları iki koltuk arasından ön tarafı buldu bir anda. Zamanın, yolun ne ara geçtiği anlamayacak kadar dalmış, yine kesilmişti tüm gücü usul usul. Bakışları şoförün yan profilini buldu.
"Geldik mi?"
"Geldik sayılır. Paran azsa burda in sen, bu kaldırımı devam et, tabela çıkar karşına, ordan da sağa dön, düz gittiğinde terminalle karşılaşırsın."
Başını sallayarak ceplerindeki paralara baktı. Ardından sayaçta göz gezdirdi.
"Ne kadar tuttu?"
"100 TL."
Şokla adama baktı. Sorgu dolu gözlerle sayacı gösterdi.
"Sayaçta 45 TL yazıyor."
Adam başını çevirerek dik dik baktı.
"Sayaç bozuk. Paramı veriyor musun, vermiyor musun?"
Korkarak cebinden gördüğü 100 TL'yi hızla uzattı. Hızla kapıyı açarak çıktı araçtan. Bir anda gaza basarak uzaklaşan adamın ardından baktı bir süre. Daha yolun başında böyle insanlarla karşılaşıyorsa sonrasında ne gelecekti başına? Sıcaktan soğuğa geçmenin şokuyla titreyen bedenine sıkıca sarıldı yine. Hızlı yağan yağmuru bir anlık unuturken yüzüne yapışan saçlarını geriye itti. Tarif ettiği yola doğru hızlı adımlarla koştu. Döndüğü köşenin karşısında yazan tabelayı farketmesiyle takip etti tarif edilen yolu.
Karşısına çıkan büyük yazı ile derin bir nefes alarak adımlarını daha da hızlandırdı. Sıcak bir ortam için titreyen bacakları, alelacele giydiği elbise için kendine saydıracak kadar çok üşümesine neden olmuştu. Giriş kısmından hızla geçerek içeriye adım attı. Bakışları hızla gişe kısımlarının üzerinde olan saate baktı.
00.50
Ne ara bu kadar zaman geçmişti bilmiyordu ama uykusuzluk içinde kan ağlayan gözleri hızla boş bir köşe aradı. Bir anda ona doğru gelen bir adam gördü gözleri. Nefesini tutarak bekledi öylece.
"Abla ne tarafa gidiyorsun? Uygun fiyata Bitlis'e, Van'a, Urfa'ya ve Adana'ya doğu seferlerimiz var. İç - Ege seferi istersen sabah var otobüs-"
Duraksız konuşan adamı hızla böldü hiç düşünmeden.
"Ben Ankara'ya gitmek istiyorum."
Ankara.
Orası uzaktı buraya. Bulamazdı.
Değil mi?
Sorguyla adama bakarken adamın arkasını dönüp gişe pankartlarına bakmasını izledi.
"Bizim gişe de yok ama Mardin Seyahat yazan gişeye bak abla, gece seferi yarım saat önce hareket etti. Bir daha var mı bilmiyorum."
Hızla başını sallayarak başını gişe tarafına çevireceği sırada köşede duran kamerayı farketti. Başını hızla gişeye dönemeden diğer tarafa çevirdi. Aceleyle bakındı lavabo kısmına. Gördüğü yönlendirme tabelasıyla adımları telaşla o tarafı buldu.
Kameraya uzak bir noktada olan gişeyi farkettiğinde yönünü çevirerek oraya gitti hemen. Biletini almak, varsa eğer otobüs hemen gitmek istiyordu burdan.
Hemen.
Bir saniye bile havasını solumadan defolup gitmek istiyordu bu şehirden.
"Buyrun, yolculuk nereye?"
Ellerini stresle masanın üzerinde topladı. Gözleri yukarı çıkarak köşelere baktı kamera olup olmadığına bakmak için.
"Şey ben Ankara için bilet alacaktım ama?"
"Ankara ne yazık ki yok, son seferi çıkardık 00.30 'da. Yarım saat önce gelseydin yetişirdin. Sabah saat 07.00' de var en erken. Alayım mı biletini, ne yapayım?"
Başını çaresizce salladı olumluca.
"Tamam olur."
"İşlem için kimlik alabilir miyim?"
Gelen soru ile öylece kalırken bakakaldı adama. Elleri öylece olmadığını bildiği halde ceplerini yokladı.
"B-ben şey-"
Telaşa kapılan halini farkeden adamın bakışını yüzünde hissetti.
"Kimliksiz olmuyor mu? Yani kimlik numaramı söylesem?"
Ne söyleyecekti?
Kaç zamandır lazım oluyordu ki ona?
Başı gelse aklına sonu yoktu.
Sıkıntıyla bir nefes aldı.
"Olur, söyleyin lütfen numarayı."
"Ben-"
Gözleri etrafı taradı öylece. Yalana alışkın olmayan dili bir anda dolanırken birbirine, derin bir nefes aldı.
"Ben bir şey unutmuşum evde, hem sefer de yokmuş, sabah geleyim, olur mu?"
"Tabik ki, nasıl isterseniz ama erken gelin yarım saat önce falan, yerler doluyor."
Başını sallayarak gerisin geri gideceği sırada aklına gelen soruyu yöneltti çalışana.
"Fiyat nedir acaba?"
"Sadece gidiş mi, yoksa gidiş- geliş mi alacaksınız?"
Mümkünse gelmeyecekti.
"Gidiş."
"En düşük 110 TL' den başlıyor. "
Başını sallayarak tekrar lavabo yazan kısma geçti. Kapıdan geçeceği sıra oturan adamın sesini duydu.
"Ücretli hanımefendi."
Şaşkınca bakışlarını adama çevirdi.
"Ne kadar?"
Şaka mıydı?
"2 TL."
Cebindeki paralara baktı. Gördüğü 50 Tl'yi çıkarıp verdi.
"Bozuk yok mu abla?"
"Yok. Boz onu sen."
Adamın sıkkınca cebine yönelerek deste parasını çıkarmasını seyretti. Küçük kağıt paralardan verip üzerine bozuklardan verdi. Aldığı parayla adımları hızla lavaboyu buldu. Bakışları hızla aynada kendini bulurken saçlarına dokundu. Uzun saçlarının ıslak hali kıvırcık tutamlarını yatıştırırken, solgun yüzüne baktı.
Yemek yemeliydi.
Hızla cebindeki paraları lavabo tezgahına çıkardı. Onu başka bir şehirde idare edebilecek kadar parasının olmasını diledi sessizce.
Cebinden çıkan 300 lirayla derin bir nefes çekti içine. Kalan 200 lira ile kalacak bir yer bulabilirdi Ankara'da. Korkuyla atan kalbinin o derin kasılmasını en derinde yaşarken, elinde olan tek cesaretini kaybetmemeye çalıştı. Gözlerini sıkıca yumarak yaslandı tezgaha.
"Allah'ım ne olur yardım et bana. Ne olur."
Titreyen sesine karışan o narin duygunun ağırlığı ile gözleri doldu. Ne kadar kendine itiraf edemese de korkuyordu. Yeni bir hayattan, karşısına çıkacak olan yeni insanlardan, kötü niyetlerden..
İçeri giren bir bayanla hızla önündeki paraları düzenle toplayıp cebine koydu. Saçlarını düzenliyormuş gibi yapıp ellerini suyun altına götürdü dereceyi sıcağa getirerek. Isınan elleri ile biraz daha sıcak suyun altında tutup kuruladı ellerini. Usulca çıkışa yürüyüp oturacak, sabaha kadar bekleyecek bir köşe aradı gözleri. Bakışları bir anda biraz önce konuştuğu gişe memurunu görmesiyle hızla başını çevirdi gözlerini sıkıca yumarak.
Adımları hızla önün görüş açısından kaçarcasına bir köşeye geçerken, kalorifer aradı gözleri. Olan her yer tıklım tıklım doluydu. Elleri kollarına sarılarak bir duvara yaslandı. Gözlerini kapatarak başını arkaya yasladı öylece.
Yorgundu.
Yol, daha şimdiden ağır geliyordu omuzlarına.
Adımlarına yapışan tonlarca ağırlığında olan yılları yapışıp kalmış, gitmemesi için yavaşlatmak uğruna her şeyi yapıyordu. Yine de kalan tüm gücüyle, zihnine yeni doğan tüm cesaretiyle adım atmaktan bir an olsun vazgeçmiyor, üzerine gidiyordu hayatın, özgürlüğün..
Özgürlük.
Özgürlük, güzeldi.
Rahatca nefes alan ciğerlerinin kimse olmadan, hiçbir baskı hissetmeden ferahlığı tatmasını derince soludu dakikalar boyunca. Kapalı gözlerinin uyku için sızlayan halini unutturan tek şeydi belki de bu ferahlık. Ne olursa olsun, ne yaşamış olursa olsun, yarın onun için yepyeni bir hayat olacaktı.
Yepyeni bir hayat.
Yepyeni bir düzen.
Yarın başka bir şehire adım atar atmaz iş bakmaya başlayacak, ne olursa olsun, önüne ne çıkarsa çıksın çalışacaktı. Kendi hayatını kuracak, geride bıraktığı her şeyi unutacaktı artık. Tek bir gün bile düşünmeyecekti geçmişini. Bir anda gür bir ses duymasıyla hızla gözleri açılırken ardındaki duvara daha çok yaslandı korkuyla.
"Seferleri olmayanların burda beklemek yasak. Lütfen seferi olmayanlar burda kalabalık yapmasın."
Güvenlik görevlisi olduğunu belli eden formasına kısa bir bakış atıp gözlerini duyduklarıyla başka bir yere çevirdi telaşla. Birkaç insan kalkarak giderken kendini sıkarak olduğu yerde beklemeye devam etti.
Telaş kaplayan kalbinin atışını kulaklarında hissederken kalkan birkaç insanı izledi. Boşalan yerler daha adım atamadan dolarken derin bir nefes aldı.
Her yer insanla dolmuş, taşmıştı bu saat olmasına rağmen. Herkesin birkaç saat sonra kalkacak bir arabası mı vardı yani? Başını iki yana sallayarak etrafa bakındı. Gizli, herkesten uzak bir köşe bulmak, biraz olsun kafa dinlemek istiyordu ama olmayacaktı. Bakışları görünen camdan belli olan yağmur damlalarına takıldı. Hava hala hızını kesmeden yerleri ıslatmaya devam ederken nereye gidecekti ki? Gözleri tekrar giden güvenlik görevlisine takıldı. Bir dahaki seslenmesine kadar biraz daha durabilirdi.
Sabah ne yapacaktı?
Kimlik numarasını az çok hatırlıyordu ama nasıl emin olacaktı? Sıkıntıyla içinden tekrar etmeye başladı. Takılan tüm harflerin yerine başka sayı yerleştirirken kulak aşinası olduğu sayıların eminliğinden şüpheliydi. Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Bakışları boş bir yer tekrar bakınırken gördüğü boş sandalye ile hızla oraya ilerledi. En köşede son koltukta hızla yerini alırken biraz olsun uyumak, dinlenmek istiyordu.
Kapanan gözleri ile durgunlaşan zihni öylece karanlığa hapsolurken, saçlarını yüzünün önüne çekti gizlenmek için. Hırkasının önünü sıkıca kapatıp başını yanında duran dolaba yasladı. Midesinin açlığını hissediyordu ama parasını Ankara'ya saklıyordu çaresizce. Aç bir şekilde uyumak zordu ama diğer tüm sıkıntılar açlığını bastıracak kadar çoktu.
Geçecekti.
Yaşadığı tüm bu sıkıntılar geride kalacaktı.
Tüm kalbiyle içini ele geçiren umuda tutundu Yazgı.
****
"Hanımefendi?"
"Hanımefendi beni duyuyor musunuz?"
Dudaklarından çıkan mırıltı anlaşılıyor muydu bilmiyordu ama başı öyle çok ağrıyordu ki, gözlerini zar zor araladı. Bulanık görüntü netleşene kadar kırptı güçlükle kirpiklerini. Öyle çok bitkin hissediyordu ki kendini, yaslı olan başını halsizce kaldırdı dolaptan.
"Burda uyuyakalmışsınız. Otobüsünüz var mıydı?"
Duyduğu sözlerle gözleri şokla aralanırken hızla gözlerini etrafta gezdirdi. Telaşla yerinden ayaklanarak üstüne baktı. Korkuyla cebini yokladı. Eğer başına bir de parasızlık gelirse ne yapacağını düşündü hızlı atan kalbiyle. Hissettiği parayla derin bir nefes alarak gözlerini kapattı elleri başını bulurken. Göz kapaklarına saplanan o yoğun ağrı ile sıkıca ovuşturdu anlını. Çekinerek güvenlik görevlisine baktı.
"Saat kaç acaba?"
"06:30'a geliyor."
Rahatlayarak derin bir nefes aldı.
"Yarım saat sonra otobüsüm var. Çok teşekkür ederim uyandırdığınız için."
Utanarak gülümsedi karşısındaki görevliye.
"Rica ederim ama iyi görünmüyorsunuz. Kapının yanında uyumuşsunuz, büyük ihtimal açılıp kapanan kapıdan soğuk aldınız. Şu tarafta sıcak yemek servisi başlatan mini cafe var. Orda biraz ısının isterseniz?"
Anlayışlı ses tonu ile konuşan adama minnetle bakarken halsizce başını salladı.
Iyi değildi.
Tam bugünü mü bulmuştu hastalık?
Adımları tarif ettiği noktayı bulurken bileti aklına geldi. Gitmeden önce biletini alıp, sefer saatine kadar yemek yemeliydi. Onu tek ısıtacak olan hırkasına halsizce sarılıp adımlarını dün akşam konuştuğu adamın olduğu gişeye çevirdi.
"Ankara'ya bilet alacaktım?"
"Tam zamanında geldiniz. Son 2 koltuk kalmıştı. Kimliğinizi alayım?"
"Şey ben evde de bulamadım. Söylesem olur demiştiniz?"
"Söyleyin lütfen?"
Tereddütle aklında düzenlediği sayıları söyledi. Kalbi heyecanla doğru çıkmasını ümit ederken bekledi işlem yapmasını.
"1725*******."
"Yazgı ŞIVAN, onaylıyor musunuz?"
Öyle büyük bir rahatlama ile nefes aldı ki gelen soruyu bile cevaplayamadı heyecandan.
"Yazgı Hanım, onaylıyor musunuz?"
Hızla başını sallayarak onaylarken ellerini heyecanla masada alacağı bilet için bekletti.
"Ücret 110 tl, Mardin Seyahat ile saat 07.00 'de kalkış yapacak Ankara otobüsüne biletinizi aldım."
Aceleyle ücreti öderken, eline aldığı bileti cebine koydu.
"Otobüse önceden binebiliyor muyuz?"
"15 dakika önceden yerleşmeye başlayabilirsiniz. Siz son 15 dakika kala şu kapıda bekleyin, yardımcı olacaklardır."
Gösterilen kapıya bakıp başını salladı.
"Teşekkür ederim. İyi günler."
Adımlarını yeni açılan, küçük iki tane masa bulunan cafeye çevirdi.
"İki simit, bir meyve suyu alabilir miyim?"
"Hemen veriyorum kızım."
Paket içinde aldığı ürünlerin ücretlerini ödeyerek masalardan birine oturacağı sırada bir anda terminalin giriş kısmını kaplayan kalabalığı farketti. Dikkatle bakacağı sırada bir anda hepsinin içinden geçerek içeri adım atan adam ile öylece nefesini tuttu.
Neden oluyordu bu?
Neden engeller duraksız buluyordu tüm gittiği yolları?
Başını hızla diğer tarafa çevirip lavabo yazan yere yürüdü aceleci adımlarla. Birkaç adamı tanımasa da onun tanıyacağını biliyordu saçlarından. Saçlarını hemen hırkasının altına aldı.
Ücretini vererek tekrar girdi lavaboya. Burda bulamayacaklarını biliyordu. Başını hızla lavabo kısmına çevirdi. Ellerindeki yiyecekleri telaşla tezgaha bırakırken koşarak lavaboya girip kapıyı kapattı. Derind derin aldığı nefeslerinin yanında hissettiği telaş öyle ağır basıyordu ki, sadece dakikalar sonra gideceği son şehirde yine görmüştü onu.
Bırakmayacaktı.
Peşini bırakmayacaktı.
Biliyordu, neydi ona göre bilmiyordu ama zaafı olduğunu, sadece yılların getirdiği bir alışkanlık olduğunu görüyordu onda. Ne yaparsa yapsın, ne olmuş olursa olsun yine istiyordu onu.
İstiyordu.
Hep istemişti.
Derin bir nefes alıp rahatlamaya çalıştı. Acılan kapı sesi ile almaya çalıştığı nefesini tutarken elleriyle dönen başını ovuşturdu. Teninin ateşi eline öylece yansırken ateşinin olmasını umursamadı. Ağrıyan gözlerini ovaladı ihtiyaçla.
"Dolu mu?"
Tıklanan kapı ile bir anda irkilirken sesini normal tutmaya çalırarak konuştu.
"Dolu."
Hızla arkasını dönerek şifona bastı birinin olduğunu belli etmek için. Halsizlik çöken omuzlarıyla lavabonun duvarına yaslanırken saatin yaklaştığını biliyordu. Aklına gelen detayla hızla doğrularak hırkasından saçlarını kurtardı. Yan bir şekilde örerek kabarıklığını bastırırken, gerisin geri tekrar hırkasının altına koydu. Usulca araladığı kapı ile başını çıkarıp baktı birinin olup olmadığına. Adımlarını harekete geçirip hızla hala yerinde duran yiyeceklerini alırken aceleyle çıktı lavabodan. Dakikalardır bekliyordu. Kapıda para alan adama telaşla sordu.
"Abi saat kaç?"
07:00."
Gözleri şokla kocaman açılırken gelen saat ile hızla koştu otobüs kapısına. Başını çevirerek baktı etrafına ona dair bir şey görebilmek için. Gişe kısımlarında gördüğü takım elbiseli adamlar ile tarif edilen kapıya yürüdü sakince. Diğer tarafına bakacağı sırada gördüğü adamlar ile çevirdi başını. Hırkasına sarılarak çıktı kapıdan. Nerde olduğunu bilmiyordu. Belki de gitmişti. Bunun rahatlığı ile yürüdü.
"Ankara yolcusu kalmasın. Ankara yolcusu kalmasın. Kalkıyoruz!"
Hızla koşarak muavine biletini gösterdi.
"Geç abla geç, nerde kaldın?"
Hızla otobüse girerken son kez başını çevirip kapı girişine baktı buğulu gözleriyle.
Bitmişti.
Değil mi?
Bakışları, son kez olmasını umarak dolandı kapıda.
Varlığını, şimdiye kadar yaşadığı tüm anların gerçekliği zihnini öylece ele geçirirken yutkundu zorlukla. Kalbini yoran, atışını zayıflatan bir şey bırakmıştı geride.
O'nu bırakmıştı.
Titreyen dudaklarını güçlükle ısırdı. Dalgalanan gözlerini önce ön cama, ardından başını çevirerek otobüsün dar koridoruna çevirdi. Adımları usulca içeri hareket ederken yavaş adımlarla en arka sıralarda olan koltuğuna yürüdü. Sol tarafta kalan cam kenarına geçerek oturdu. Bacaklarına bir anda vuran ısı ile gözleri kapanırken başı öylece yaslandı cama halsizce. Saçlarını usulca açarak yüzünü kapattı. Bir anda başka bir kapıdan otobüslerin olduğu yere çıkan iki takım elbiseli adam gördü. Hızla diğer tarafa dönüp ara boşluğa eğildi. Göz ucuyla bakarak nerde olduklarına bakışlarını gezdirdi telaşla.
Hareket eden araç ile kapandı gözleri. Nedensizce burnunun direği sızlıyordu. Neyin sancısıydı bu? Neyin acısını hissediyordu? Onu hiç düşünmeden yerin yedi kat dibine sokan adamı geride bırakmanın acısı mıydı?
Yoksa yıllarını verdiği, her gecesini, her gündüzünü dolduran adamı mı geride bıraktığı içindi?
Kapanan gözleri ile yeni güne adım atarken yine camına çarpan yağmura baktı gözlerini açarak. Usul usul sepeliyor, tüm gece ıslanan her yere kendini hatırlatıyordu büyük damlalarla. Omuzlarında öylece bekleyen ağırlığın, bu şehrin sınırlarından çıkmayı beklediğini biliyordu. Çıktığı an rahatlayacak olan tüm hislerinin ayaklanmak için sessizce kaldığını, doğru zamanı beklediklerini hissediyordu içinde.
Gidiyordu.
Kurtuluyordu artık.
Gözleri uyumak için tekrar tekrar kapandı. Halsizdi. Ateşini hissetmek için eli anlını buldu bitkince.
Yanıyordu.
Kapanan gözleri tekrar açılmadı. Yorgunca kapandı zihni tüm olacak olanlara güç kazanmak istercesine.
***
"Hadi be kardeşim, bir arıza niye bu kadar uzun sürüyor?"
Sinirle gişe memuruna baktı Mahmut. Neredeyse 15 dakikadır bekliyordu. Hala sorun çözülmemiş, kayıt sistemini görememişti. Derin bir nefes alarak yaslandığı masada diğer tarafa çevirdi başını. Yanına yaklaşan adamlardan birini gördü yorgun gözleri.
"Mahmut Abi?"
Kaşlarını çatarak vereceği haberi bekledi.
"Ne çıktı kameradan?"
"Abi adamlar açmadı. Tehdit ettik, bana mısın demiyorlar. Bi' sen bak istersen?"
Sinirle dişlerini birbirine bastırırken, yumruk yaptğı elini masaya vurdu.
"İlla gel sık mı kafama diyorlar, anlamıyorum? Sanki zor bir şeymiş gibi!"
Gişede sorunla ilgilenen adamların bakışlarından geçen korkuyu görmesiyle derin bir nefes aldı.
Yorgundu.
Üzgündü.
Üzgünlüğünü, sinirle gizliyordu.
Her şeyi tahmin ediyordu ama böylesine bir yokluğu tahmin etmiyordu Mahmut. Ağasının çekeceği cezayı biliyordu, yaptığı hatanın bedeli elbet olacaktı ama gidişi, değildi.
Yazgı'nın gidişi hiç iyi olmamıştı.
Adımlarını hızla kamera güvenlik odasına yönelteceği sırada gelen ses ile bir anda durdu adımları.
"Sistem geldi."
Bakışları hızla gişe masasını bulurken hızla tekrar yöneldi oraya.
"Hemen bak, Yazgı adında bir kadın bilet almış mı?"
"Nesi oluyorsunuz beyefendi?"
Gelen soru ile sinirle güldü Mahmut. İnsanlar onunla ya dalga geçiyordu, ya da göremeyecek kadar kördü. Hiç düşünmeden belindeki silahını çıkardı. Emniyetini açıp tetiği çekti. Sertçe masaya vurarak gözlerinin önüne koydu.
"Yazgı adında bir kadın bilet aldı mı, almadı mı?"
Birkaç adım gerileyen adamın ellerini kaldırarak bilgisayara yönelmesini izledi. Bir umit bekledi. Nedensizce içinden buradan da bir iz çıkmayacağını söylüyordu ama yine de sabırla her kapıya sormuşlardı gece boyu. Düşüncelerini bir anda bölen hiç beklemediği cevaptı.
"Yapmış."
Gözleri şokla aralanırken aralanan dudaklarına hakim olamadı. Tamamen kendi kontorlü dışında dudaklarından dökülenler ile adamlar garip bakışlarını ona yöneltti.
"Hassiktir!"
"Lan bulduk kızı."
"Harbi bulduk lan."
Yanındaki adamlarının da gece boyu süren koşuşturmanın ardından heyecanla konuşmalarıyla hızla masanın üzerine abandı koca gövdesiyle.
"Saat kaçta ve nereye?"
Telaş kokan sesi ile bir cevap bekledi adamlardan.
"Saat 07:00 arabasıyla Ankara'ya bilet almış. Yaklaşık 20 dakika once hareket etmiş araç. Mardin Seyahat."
Başını şokla salladı iki yana. Hala anlatamadığı şaşkınlık ile düşündü.
Ankara ne alakaydı lan?
"Aracın plakasını ver hemen."
"Beyfend-"
Silahını alıp hiç duraksamadan kafasına dayadı adamın.
"Eğer birkez daha beni oyalamaya kalkarsan, andım olsun sıkarım kafana."
"47 *** 35."
Duyduğu şey ile adamlara döndü hızla. Adımları aceleyle çıkışı bulurken cebine yöneldi. Arayacağı, araması gereken, öğrenmesi gereken tek insana haber vermek için hızla numarasını çevirdi. Yanında aynı hızla yürüyen adama seslendi.
"Duydun plakayı. Hemen araç güzergahını bulun."
Adamlar başlarını sallarken hızla arabaya atladılar. Aramayı başlatarak hopörlere aldı aracı çalıştırarak. Daha saniyesinde açılan telefon ile sözlerini bitirmesini beklemeden atladı heyecanla.
"Bir haber va-"
"Ağam bulduk. Yeminim olsun bulduk. Ankara'ya gidiyor. Yarım saat önce kalmış otobüs. Bizim çocuklar plakadan bulacak konumu, sana da atacaklar, biz çıktık gidiyoruz."
Hızını düşünmeden yükseltirken bir anda kapanan telefon ile güldü. Yanında olmayı, gece boyu depremlerle sallanan yüzünün her bir detayına sinen rahatlamayı görmek isterdi ama mutluydu.
Ona olan can borcunu, bu güzel haberlerle ödeyecekti.
Hızla ışıkları umursamadan ilerlerken yan tarafında bilgisayara bakan adamda göz gezdirdi
"Niye bu kadar geciktin?"
"Abi şu an çekim alanı düşük bir yerden geçtiğimiz için sinyal geç geliyor."
Duyduklarıyla girdiği tünelden hızla çıkarken araçları bir bir solladı.
"Şu an Mardin çıkış noktansındalar. Otoyola çıkmışlar. Urfa merkezden geçecekler sanırım. O yönde ilerliyorlar. "
"Hemen at Serhad ağaya."
Başını sallayan adama son bir bakış atıp önüne döndü.
Şükretti.
Buldukları için değil, bu yokluğun kısa sürdüğü için şükretti.
Eğer günler sürseydi, ne olacağını düşünmek bile istemedi Mahmut.
****
Göz kapaklarına binen bu halsizlik canını yakıyordu.
Daha önce de çok hasta olmuştu ama ilk defa böylesine cayır cayır yanıyor, titriyordu sanki kriz geçiren bir hasta gibi. Bitap düşen bedeni öylece cama yaslı dururken, derin bir nefes almak istedi. Boğazındaki şişkinlik ile yutkunmakta zorluk yaşadı kısa bir an. Yüzü acıyla buluşurken eli yorgunca boğazını buldu. Ovuşturarak olan ağrıyı gidermek istese de öyle çok ağrıyordu ki, olduklarından en kötüsü, en zamansızı başına gelmişti. Dinlendikçe iyileşeceğini düşünürken daha çok halsiz düşüyordu sanki. Yediği simidin tadını hala damağında hissederken önünde olan sıcak kahveden bir yudum daha aldı gözlerini hafifce kapatarak. Yakıp giden sıcaklık ile derince soludu kokusunu.
Bardağı yerine koyarak tekrar gözlerini kapattı. Başı yerini bilircesine yine cama yaslı kalırken uykunun onu ele geçirmesini, gözlerindeki ağırlığın biraz olsun hafiflemesini istedi. Uyuşan zihni ile biraz olsun rahatlarken duyduğu sesler ile kapanan zihni tekrar açıldı.
"Ne oluyor ya?"
"Kim bunlar?"
"Dertleri ne, kaza yaptıracaklar."
Bir anda otobüsü ele alan uğuldamalar ile bakışlarını araladı yorgunca. Cam ile yüzü arasına sıkışıp kalan kıvrık saçlarını toplayarak neyden bahsettiklerini anlamak için solunda akıp giden yola baktı halsizce. Siyah bir araç sinyal veriyor, otobüse durması için korna çalıyordu. Bakışları dikkatle saate takıldı.
08.00
Neredeyse 1 saat geçmişti bineli. Kısa bir an onun adamları olma ihtimalini düşündü ama bunu hemen def etti kafasından.
Tek arabaydı çünkü.
Otobüsten birinin bir sorunu olduğunu düşündü. Yavaşlayan araç ile bakışları otobüsün önüne hızla geçen aracın otobüsü yavaşlatma çabasını izledi. Git gide duran otobüs en sonunda sağa çekerek hareketini sonlandırdı. Kalbine batan heyecan duygusunun o kötü hissi ile nefesini tutarken sakince bekledi. Bakışları koltuk arasından ön taraftan çıkacak olan tek bir yabacı yüz görmenin umudu ile beklerken, elleri sıkıca eteklerine tutundu. Ön taraftan yükselen sesler ile dikkatle dinledi.
"Kapıları sakın açma şoför. Bak uyarıyorum, ikinciye sesli uyarmam!"
Bu ses.
Hayır. Yanlış hissetmiş, ya da yanlış duymuş olmalıydı.
Mahmut değildi.
Mahmut değildi.
Hayır değildi.
Bakışları hızla koridora adımlayan adamın ayakkabılarından yüzüne çıktı aceleyle. Gördüğü tanıdık yüz ile bir anda öyle bir duyguya kapıldı ki, bunu ne adı vardı, ne de tarifi..
Olmuyordu..
Her hayalinin ardından bir yıkım yaşamadan olmuyordu.
Yine boşluktu her şey.
Kurtulamamıştı. Takılıp kaldığı bu şehirde yine kalmış, yine zincirlerini kıramamıştı. Her koltuğa dikkatle bakan adamın bakışları hızla onu buldu. Onu görmenin sevinci ile gülümseyen Mahmut'un yüzünü ele alan rahatlama ile öylece baktı yüzüne.
Bakışı bile öyle bitkindi ki..
Tepkisiz yüzünü incelediğini farketti karşısındaki adamın.
Kaçsa, gücünün tükendiği son ana kadar koşsa kurtulabilir miydi? Adımları bir anda koltuk arasından koridora çıktı. Ayaklanarak dönen başını umusamadan geriye adım attı. Öyle çok boşluk hissediyordu ki, o boşluktan dolup gelen tüm duyguları, gözlerine hapsoldu usulca. Yanağını ıslatan gözyaşı ile hızla sildi yanağını titreyen elleriyle. Uzerine gelen adamın hareketine titreyen ellerini kaldırdı acıyla.
Son bir umutla..
"Yapma Mahmut,-"
Sesi, acıydı.
"Sana yalvarırım yapma,-"
Sesi, çaresizlikti.
Ağladı Yazgı. Yine ellerinde yeşeren tüm umutlarının tükenişine ağladı.
"Bırakın beni gideyim, nolur."
Sesi, yıkımdı.
Başını çaresizce iki yana salladı. Ağrıyan gözlerine zulüm az gelmişcesine gözyaşları ile parlarken, bir bir damladı yanaklarına. Kendi kendine sayıklıyordu sanki. Yüzünü ele geçiren tüm duygularının bir anda patlak vermesiyle tüm her şeyi bıraktı avuçlarındaki. Başını hızla etrafta gezdirdi.
Gelmemişti.
Yoktu.
Son bir umuttu bu onun için.
"Bu son şansım. -"
Başını öylece iki yana sallamaya devam etti.
"Bu-"
Titreyen sesine, bir hıçkırık dolandı.
"B-bu son umudum benim."
Karşısındaki adamın değişen bakışlarını gördü bulanan zihni. Hastalığın verdiği baş ağrısı göz yaşlarına dayanamayarak daha çok ağrırken, burnunu çekti küçük bir kız çocuğu gibi.
Küçük bir kız çocuğu gibi..
Öyle çok çaresiz hissediyordu ki kendini, anlatamıyordu.
Onu anlatan tek şey, günler sonra gözyaşlarıydı.
"Yazgı Hanım-"
"Hayır. Hayır lütfen. Lütfen git. Git nolur. Bırakın beni-"
Delirmiş gibi salladı başını. Dolu gözleri uzunca baktı insaf beklediği adama. Yıllarca belki de derdini anlayacağı tek adamdı o. Her şeylerini bilen, en ufak bir şeyde haberi olan tek adamdı.
"Artık bıraksın Mahmut.-"
Başını çaresizlikle sağ omuzuna yatırdı. Yalvarırcasına baktı acı içinde. Hıçkırıkları, sesine bir bir karışırken titreyen sesini umursamadı.
"Y-yalvarırım bıraksın.-"
Bir cevap beklercesine gözlerine baktığı adamın bakışları camdan dışarıya takıldı. Birden otobüsün çevresini öyle büyük bir gürültü kapladı ki, yolu tamamen kaplayan bir sürü siyah araba gördü gözleri. Tüm herkes hızla cam kenarına geçerek ne olduğunu anlamak için korkuyla bakarken acı çığlıklar atarak duran bir arabanın ses yankılandı kulaklarında.
"Serhad Ağa bu."
Ağlıyordu Yazgı.
"Ne derdi var bu kızla?"
Alın yazısına ağlıyordu genç kız.
"Geliyor."
Son duyguyu, hazır olmadığı tek şeyi zihni algılarken telaşla Mahmut'a baktı. Başını yalvarırcasına iki yana sallıyor, yardım dileniyordu, etmeyeceğini bilerek. Karşısındaki adamın öylece başını iki yana sallamasını, haline üzüldüğünü her bakışından anlasa da saygıyla başını eğmesini izledi. Ardından omuzunun üzerinden arkasına çevirerek gördüğü görüntünün verdiği ciddiyet ile ceketinin önünü bağlamasını izledi saygıyla. Sesini dakikalar sonra duyarken, ilk kez şefkat dolu çıktığını hissetti naif kalbi.
"Sizi bırakması için,-"
Kader, örülüyordu.
Usulca kenara çekilerek bekledi gelecek olan yıkımı.
"Çok geç kaldınız Yazgı Hanım. Üzgünüm."
Otobüse binen adamın başını çevirmeyle denk geldiği buz mavisi gözlerinin ateşiyle harlandı yüreği yeniden.
Örülen kaderin düğümünü boğazında atan şah damarında hissetti.
3 yıl, dedi kalbi..
3 yıl Yazgı.
Biz çok geç kaldık gitmek için.
*****
-7000-
Yazgı ŞIVAN
Serhad HAŞİMOĞLU
-Yazarken keyif aldığım bir bölüm daha-
Ah şu Mahmut😄
Bol bol satır içi yorum istiyorum. Yorum çok görünce yazasım geliyor.
(her yazar gibi jajaja)
Sizi seviyorum.
Umarım keyif alarak okuduğunuz bir bölüm olmuştur. ❤
(Bir sonraki bölüm geç gelecektir. Lütfen bunu dikkate alarak takipte kalınız.❤)
Instagram: _r_e_kitapları_
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top