4. BÖLÜM | ÖZGÜRLÜK
"Savaşlar, kaybedilmek için başlamıştı bu gece. "
⚡
Bölüm Şarkısı✨
-Yıldız Tilbe-Delikanlım-
- Yıldız Tilbe- Vazgeçtim-
***
Yoğun içki kokan nefesine karışan o iğrenç tad, geceden kalma sürekli dalgalanan midesinden yükseliyordu. Boğazında hissettiği yanma ile derince yutkundu geçecekmiş gibi. Boş midesine dolan rakı bütün ağzının tadını kaçırmış, nefesini dışarı verdikçe midesini daha çok bulandıracak derece de vuruyordu tekrar boğazına. Bedenine çöken yorgunluğu, başının ağrısını derince hissetse de umrumda bile değildi. Düşüneceği en son şey buydu.
Gelmemişti.
Gelmesini isterken her ne kadar uyuyor olsa da, aklı başındaydı. Sabah kollarında o kadın ile uyanacağını zannederken boş çarşaflara kalmıştı tüm hissi.
Gelmemişti.
İçinde baş kaldıran o yoğun öfke kendineydi. Gelmesini isteyen bencil tarafına kızıyordu. Biliyordu gelmeyeceğini ama yılladır gözlerine her baktığında yakaladığı o duyguya kapılıp gelebileceğini düşünmüştü her şeye rağmen.
Bilmese de, o duygu, yavaş yavaş öfkeye dönüşmüştü günler içinde.
Parmak boğumlarına çöken kanı farketti bakışları. Dikkatle açıp kapattı parmaklarındaki yaralara rağmen. Her bir parmağının boğumuna kan oturmuş, daha unutmadığı akşam karşısına çıkan adamları aklına getirmişti tekrar.
Unutması, imkansızdı.
Dişlerini hırsla sıkarak öfkeyle derin bir nefes aldı. Önündeki kağıt parçalarında göz gezdirdi bütün dikkatini toplamaya çalışarak.
Çalışmak, en iyisiydi.
"Bu akşam üstü yapılacak olan teslimat için sınır ötesinden adam gelecek. Eğer bir aksilik çıkarsa harcarım canını Mahmut. Bugünlerde gözüme çok batıyorsun!"
Mahmut gülmek istedi işittiği sözlere lakin ağası o kadar çok öfkeliydi ki sesini çıkarsa gerçekten de canını harcayacak gibi duruyordu. Elinde neredeyse yarım saattir döndürdüğü kaleme baktı. Düşünceleri öylece gözlerinden akarken ne düşündüğü, neyin hesabını yaptığını çok iyi biliyordu. Stresle salladığı dizlerine, başını ovalayan yaralı ellerine baktı.
Susmak en iyisiydi.
"Duydun mu beni?"
Hızla başını salladı Mahmut. Sesinden akan karşı konulamaz emir tonu, duruşunu düzeltmesine neden oldu.
"Anladım ağam. Emrin olur."
Serhad ağa, oturduğu koltuktan yavaşça kalkıp içki dolabına yöneldi. İçinden çıkardığı saf rakı şişesini hızla dudaklarına dayayarak içine akan zehri memnuniyetle kabullendi. Midesini alt üst eden içkiden baska aklını bulandıran hiçbir bok yoktu elinde.
Ya O'na gidecekti, ya da içecekti.
Dudaklarının kenarına bulaşan damlaları sinirle sildi elinin tersiyle. Yine de gitmek için içinde çağlayan duygulara karşı koymadı. Nedeni ne olursa olsun, ne halt yemiş olursa olsun O'nu görmeden, O'na dokunmadan saniye geçirse, zehir olacakmış gibi hissediyordu.
"Demek inat ediyor öyle mi?"
Konunun yine dönüp dolaşıp Yazgı'ya gelmesine şaşırmadı Mahmut. Sabah erkenden uyanan ağasının gözleri istekle getimesini istediği kadını aramış, bulamayınca ise sıkı bir yumruk yemişti ağasından. Ardından dur durak bilmeden şirkete geçmiş, sabahtan bu yana deli gibi çalışmaya başlamıştı.
8 gündür olduğu gibi..
Akşam olan olaylar aklına geldi. Sevdiği kadın kovmaktan beter etmiş, sessizliği ile duruşuna birkez daha hayran bırakmıştı. Mahmut, kaç yıldır görüyor, biliyordu o kadını. Duruşunu, sakinliğinden akan asilliği görmüştü. Dün gece gördüğü kadın ise tam bir kaplana dönüşmüş, ağzına geleni bir an olsun çekinmeden söyleyip mekandan dışarı attırmıştı.
Normalde çıkmazlardı ama zor kullanmak, onların zararına olurdu.
"Çok söyledim ağam, çok ısrar ettik lakin dinlemedi. Zor kullanmak istemedik kızarsınız diye. Mecbur çıktık geldik geri."
Usulca başını salladı Serhad ağa. Biliyordu gelmeyeceğini, onu görmek istemeyeceğini ama gelecekti! Yine de içinde bastıramadığı o yoğun isteklerinin üzerine set çekmeyecekti. Gerekirse kendi gidecekti ayağına. Zorla konuşacak, bir hal çaresine bakacaktı durumun.
Zaten bunca yıl paşa paşa gitmiyor muydu o mekana?
Gözlerini hırsla kapattı Serhad. Nasıl yapacağını, nasıl devam edeceğini bilememenin getirdigi sinir bedenine günden güne işliyor, öfkesine öfke katıyordu her dakika. Uykusuzluktan yanan gözlerini ovuşturdu. Ağrıyan başı, ona saatlerdir eziyet üzerine eziyet çektiriyordu. Üzerine gelişi güzel geçirdiği gömleğine, pantolonuna baktı Serhad. Haline şaşırmadan edemiyordu.
Bu kadar dağılacak ne vardı?
Başını sinirle iki yana salladı. Bu gece o mekana gidecek, girecekti hiç çaresiz kollarına o kadının. Daha evlilik sözü yoktu ortalıkta. Sözü, nişanı hiç yoktu. Önünde hiçbir engeli yoktu.
Gidip o ince beline sarılarak uyuyacaktı.
Başını hırsla önündeki boydan cama vurdu. Elindeki şişesi kendini hissettiricesine çalkalandığında hızla tekrar akıttı dudaklarının arasından. Günlerdir içmediği içki kalmamıştı.
Olmuyordu.
Ne unutturuyor, ne de kafasını rahatlatıyordu.
Bir anda elindeki şişeyi odanın bir köşesine fırlattı. Arkasından hızla çekilen adamını gördü. Savsak adımlarla masanın önünde duran ikili deri koltuğa attı kendini.
"Bana daha etkili bir şey getir Mahmut."
Derin bir nefes işitti kulakları.
"Gelmek istemiyor ağam."
Kan çanağı gözlerini usulca araladı. Mavi gözleri bir şahinin gözleri kadar yırtıcı, karşısındakini mum edecek kadar sert bakıyordu.
Gelmek istemediği biliyordu zaten.
"Eger bir kez daha gelmek istemediğini diline alırsan seni gebertirim."
Sesi, diyeceklerinin doğruluğunu kanıtlar derecede net, öfkeli çıkmıştı. Bir adım geri attı genç adam.
"Kusuruma bakma ağam. Bir daha olmaz."
Öfkeli nefeslerinin arasında soluk almaya çalıştı. Göğsünde olan gömleğinin birkaç düğmesini açarak rahatlatmak istedi ama mümkün değildi. Onsuz ferah hissetmesinin imkanı yoktu. O kadının varlığının getirdiği bambaşka bir rahatlama hissi vardı. Üzerindeki etkisini daha ilk gecelerinde hissetmiş, bedeninin hakimiyetini kontrol altına alıp, yumuşak davranmıştı.
Yumuşacık teninde kendini kaybetmemesine şaşırmıştı.
İradesini, hakimiyetini bilen bir adamdı o yaşına kadar. Her şeyin üst üste geldiği bir gece de kendini dizginleme ihtiyacı hissetmeden sinirini başka birinden çıkarmak istemişti. Sürekli gittiği mekanlar olurdu ama hiç birinde masasına ne kadın çağırır, ne de o işlere kalkışırdı.
Kafayı bulana kadar sarhoş olsa bile iradesi hep yerli yerinde kalırdı.
Önünde hiçbir engel olmamasına rağmen bir kadınla yakınlaşmanın onu hep bir adım geriye sürükleyeceğine inanan bir adam olmuştu. Bu yüzden ihtiyaçları bile olsa mesele bir kadına yaklaşmak istemezdi.
O gece kendini kaybettiği ilk geceydi.
Ondan sonra gelen her gece kendini kaybetmişti Serhad ağa.
"Belgeleri yolladın mı Adana'ya?"
Kafasını işle meşgul etmek istese de aklına yer edinen net düşünceler çoktan hakimiyeti dışında yolunu çizmişti bile.
"Yolladım ağam. Geri dönüş olumlu oldu. Diğer yağ fabrikasına ve kumaş fabrikasına da ortak oldunuz. Birkaç yıla kalmadan tamamen alırız fabrikaları. Ellerinde tutunacak fazla bir hisse kalmadı. Başkasına satsalar bile parçalarını kurtaramazlar bizden. "
Başını, yüzüne yerleşen memnuniyet dolu gülümseme ile salladı her şeye rağmen. İşlerini ne kadar çok aksattığını biliyordu.
Umrunda da değildi.
Zihnini ele geçiren anılar ile bulanan beyninin uyuştuğunu hissetti. Gözlerinin önüne her bir kıvırcık tutamı yer edinmiş kaybolmazken, seyretmekten ne olursa olsun bırkmayacağını birkez daha anladı Serhad.
"Son yapılan anlaşma ne durumda?"
Sesi, aklına gelmesiyle bile keyiflenirken derdini unutturacak güce sahipti hayali.
"O işte tamamdır ağam. Aksisini kimse istemezdi zaten."
İşleri tehditle ilerletmek her ne kadar istemese de bazı yerlerde işe yarıyordu.
Birkaç detayın dışında her şeyi halletmenin rahatlığı ile daha çok yayıldı koltukta.
Bu güzel haberleri akşam kutlayacaktı yıllarca olduğu gibi.
***
-3 YIL ÖNCE~12 KASIM~
Günler birbirini kovalarken zamanın nasıl geçtiğini, nasıl geçebileceğini sorguladı zihninde genç kız. Birkaç günün boş geçmesinin ardından hala bu odada tek bir kişi tarafından rahatsız edilmeden kalırken, o adamın gidişinin ardından geçen 3 günü düşündü.
Günler önce ona dokunan, her şeyin ardından kollarında sessizce uyuduğu adam.
Uyandığında ise yanında olmayışının verdiği rahatlık ile içini boşaltmak istercesine ağladığı, sessiz hıçkırıklarını duraksız serbest bıraktığı o günün üzerinden 3 gün geçmişti. Bugün dördüncü günün sabahına uyanmış, üzerindeki ince kumaştan üretilen pijama takımı ile pikenin altında ısınmaya çalışıyordu. Ara ara odasına getirilen yemek ile insan görüyor, hiçbir şey demeden dakikalar sonra yemeği almak için gelen kadını görerek geçiriyordu günlerini. Bakışlarını boş duvarda olan çiziklerde uzunca dolaştırdı.
Nedensizce yorgun hissediyordu kendini. Başına giren ağrının ağırlığı ile gözlerini duvardan çekerek kaldırdı başını usulca yattığı yastıktan. Üzerindeki ince pijama takımı ile ılık odada üşümese de hafif titrediğini hissediyordu. Halsizce bedenini yataktan kaldırıp cama ilerledi. Sabahın ilk ışıkları odayı daha yeni yeni doldururken esnedi uykulu hali ile. Hiçbir şey yapmasa da sadece beklemek bile yormuştu zihnini.
Ne bekliyordu?
Başında daha ne gelebilirdi?
En kötü ihtimali günler önce tanımadığı bir adamın kollarında yaşamamış mıydı? En acısını, en özelini kabullenerek açmamış mıydı?
Eğer canını hiç düşünmeden yakan bir adam gelmiş olsaydı, yaşayacağı o ağır hissi tarttı zihni.
Bakışları halsizce dolandı günlerdir olduğu gibi boş sokakta. Boş çöp kutusunun etrafına sinen sokak hayvanlarının üşüdüğünü belli eden tüğlerinin bozuk hali ile ister istemez üzüldü. Hala gün tamamen aydınlanmasa da hafif güneş ışıkları odasının içini aydınlatacak kadar yetiyordu ona. Görünen binalara, tüm gücünü aşan gökyüzüne baktı usulca.
Kaçsa, ne pahasına olursa olsun kaçsa, ne halde olacaktı?
Sessizce iç çekti Yazgı.
Başını çevirerek saate baktı.
05:23
Bu saatte neden uyandığını bile bilmezken bakışlarını sokaktan çekerek lavaboya adımladı. Bir anda kapının ardından gelen adım sesleri ile durdu hareketi. Pijamasına sarılan parmaklarının sıkı sıkıya tutuşunu biraz gevşetmek istedi. Günlerdir duyduğu seslerden biri olabilirdi. Kahkaha sesleri, gülüşerek konuşma sesleri. Bazen ise, duymaktan öğrendiği çok başka sesler..
Bu sefer ses, daha yakından geliyordu.
Bir adım geriye gitti istemsizce. Korkulu bakışları kapı koluna sabitlenirken o beklediği sonu düşündü.
Günlerdir beklediği durumu düşündü zihni.
Titreyen bedenine söz geçiremezken nefesini almadığını bile farkedemeyecek kadar odaklanmıştı kapıda göreceği en ufak bir harekete. Bir anda kavranan kapı kolu ile birkez daha geriye adımladı.
Hazır değildi.
Hazır değildi.
Değildi.
Dişlerini hırsla birbirine bastırdı. Aşağı kayan kapı kolu ile öylece bekledi. Aralanan kapının ardından karanlık koridorun loş ışığı odaya vururken göreceği bir başka yabancı simanın darbesini yaşayacaktı belki de saatlerce. Kalbini sıkıştıran düşünceyi yerlebir eden, beklediğinin tam aksine günler önce ona dokunan adamı görmesiydi.
Başını duvara yaslayışını, mavi bakışlarını yüzüne çevirmesini seyretti usulca.
"Gün-"
Uzunca baktı açık kahve gözlerine karşısındaki adam.
"Aydın Alın Yazısı."
Sesi, nefesine vuran yoğun içkinin dalgalanmasını yaşıyor, bedeni çuval gibi tutunmaya çalışıyordu duvarda. İzledi sadece hareketlerini öylece sarhoş adamın.
Alın Yazısı.
İsminin her anlamını bu adamın dudaklarından duymuştu günler önce. Birbirine karışan saçlarının anlına dökülmesine, bedenini saran beyaz gömlek ve siyah kot pantolonun duruşundaki dağınıklığına baktı. Güneşin sarı ışığı odayı her geçen saniye biraz daha fazla aydınlatırken kapıyı kapatmasını, ardından kilitlemesini seyretti.
Olacak mıydı?
Kalbini ele geçiren düşünceler ile birlikte tam geriye doğru bir adım daha atacağı sırada sendeleyerek doğrulmaya çalıştığını gördü. Adımları öyle düzensiz ve savsaktı ki, haline göz yumarak olduğu yerde beklemeye devam etti.
"Kıvırcık?"
Ona yeni yeni lakaplar takan adama bakmaya devam etmek istese de hali hiç de iyi olmadığı için birkaç adım attı yardım etmek için.
"Niye geldin?"
Karşısındaki adamın gülüşü yüzünü bir anda kaplarken bir adım daha atarak biraz daha yaklaştı ona.
"Sana gelmem için burda değil misin?"
Kırıklar..
Kırıklar batıyordu usulca.
Titreyen dudakları ile gözlerini kırptı usulca. Devam eden adımları bir anda durdu karışındaki adamın ezen sözlerinin ardından. Bakışlarını ondan hızla çekerek yatağa çevirdi bakışlarını.
Ne için buradaydı günlerce?
Gerçekler yüzüne birer birer çarparken günler öncesinde ona dokunuşu, ardından gösterdiği ilgi aklına geldi.
İş için buradaydı karşısındaki adama göre.
İş.
Başını önüne çevirerek yatağa yürüyerek bir anda devrilen bedene baktı Yazgı.
"Gel yanıma."
Kısık sesine karışan emir tonu ile seyretti sarhoş adamı. Birazdan sızacak olma ihtimaline tutunarak hareket etmedi yerinden.
"Sarhoş olmama güveniyorsan yanılıyorsun kıvırcık. Aklım hala yerinde."
Günler önce ona sarfettiği sözler aklına geldi.
-Aklım yerinde duracaktı Alın Yazısı.
Son davranışlarına göre şimdi dudaklarından dökülen kelimelerin ince uçları batmıştı yüreğine. Hissiz adımları yatağın köşesini bulduğunda aynı boşlukta bakan bakışları yüzünü inceleyen mavi gözleri buldu usulca.
"Otur."
Yatağın yarısını kaplayan gövdesine bakmadan oturdu yanına. Elleri başının iki yanında sere serpe uzanırken bir elini kaldırarak başını ovuşturdu.
"Başım ağrıyor kıvırcık."
Kapanan gözlerine çevirdi bakışlarını. Suskunluğunu farkeden adamın aralanan bakışlarını görmesiyle önüne çevirdi halsiz gözlerini. Göz kapaklarına inen ağırlık ile titreyen bedenini ovuşturdu.
"Üşüyor musun?"
Başını iki yana salladı halsizce.
"Hayır."
Uzanan adamın doğrulduğunu gördü. Bakışlarını yan profilinde hissederken bir anda çenesine değen parmaklar ile başını hızla çekti birden. Bakışları hızla gözlerini bulurken hareketine dalgınca bakan adamın yüzünü inceledi.
"Senin-"
Yaptığı hareketi umursamadan elini bir anda anlına koyan adamın parmaklarını izledi.
"Ateşin mi var?"
Ellerinin altından çekilerek ayaklanacağı sırada bir anda beline dolanan kol ile şaşkınca ona döndü. Kalkmaya yeltendiği yatağa tekrar otururken başını hızla ona çevirdi.
"Ilık bir duş al sen, bende ilaç isteyim çocuklardan."
Başını iki yana sallayarak bir anlık dalgınlığı ile kalktı yataktan duraksamadan.
"Bir şeyim yok benim, iyiyim."
Adımları tekrar cam kenarını bulurken artık tamamen aydınlanan oda ile bakışlarını tekrar ona çevirdi. Ayaklanan bedeninin sallandığını, düzensiz adımları ile ona yöneldiğini gördü.
Bir anda dikkatini üzerindeki lekeler çekti.
Şokla aralanan dudakları ile gördüğü kan lekelerine bakakalırken kocaman açılan gözleri, gözlerine tırmandı hızla.
"Üzerinde-"
Parmak uçları usulca üzerini işaret etti korkarak.
"Üzerinde kan var senin."
Ona doğru gelen adamın duraksayan adımlarına bakarken şaşkınca hala üzerine bakıyordu herhangi bir yara olup olmadığını anlamak için. Tekrar seslice gülüşünü gördü adamın.
"Ne var bunda?"
Normal bir şeymiş gibi konuşan adamın umursamaz haline daha büyük bir şaşkınlık ile bakakalırken geriye bir adım attı korkarak.
"Üzerinde kan var diyorum, ne demek ne var bunda ya?"
Şaşkın sesine karışan korkunun binlerce tonu karşısındaki adama bir bir geçerken bir adım geri attı ondan uzaklaşarak.
"Bu kadar korkacağın bir şey yok kıvırcık. Alt üstü birkaç leke."
Düz sesi, tüm sarhoşluğuna rağmen sert çıkarken sırtının cama değdiğini hissetti. İnce kumaştan geçen soğuk ile teni ürperirken kan görmenin bulantısı çoktan yüklenmişti midesine.
Kan, sevmezdi.
"Tamam sakin ol, gelmiyorum."
Korku dolu gözlerini görmesiyle ondan uzaklaşan, üzerindeki gömleği bir anda çıkartan adamı izledi korkarak.
"Bak, gitti lekeler. Şimdi gel yanıma."
Emirvari sesine anlamayarak bakarken hala yerinde duruyor olmasına uzunca bakışını izledi.
"Gelecek misin, geleyim mi?"
Sert sesine karşı bir adım attı ona doğru. Usulca yürüyerek elinde tuttuğu gömleğe, çıplak gövdesine geçen hafif kurumuş kırmızı lekelerin görüntüsüne baktı.
"Geç yatağa."
Bakışları tedirgince mavi gözlerini buldu.
Olacaktı.
Acı akan nefesiyle yutkundu Yazgı.
Yavaşça yatağa ilerledi. Açık olan yerine geçerek oturdu. Yatağın etrafından dolanarak diğer tarafına geçen, ince pikenin altına girerek uzanan adama baktı omzunun üzerinden. Ne yapacaktı?
"Uzan."
Sesinin tonu, uykuluydu. Başını önüne çevirerek son kez baktı bedenine.
Bedenine sinecek lekelere hazır mıydı?
Kirlerden arınması günden güne daha zor olacaktı.
Usulca yattı yastığına. Sıcaklığını çoktan kaybeden yatağı bedenini titretirken pikeyi üzerine çekeceği sırada beline dolanan kalın kol ile bir anda sırtına değen sıcak bedeni hissetti teni.
Kolu sıkıca sarmaladı ince belinin kavisini.
Saçlarına sokulan, ensesine vuran nefesi ile sıkıca sarıldı ardından tanımadığı adam.
Tanımadığı adam.
Adını bile bilmiyordu.
"Saçların-"
Parmak uçlarını saçlarında hissetti.
Yumuşak hareketlerle yastığa doğru serilen saçlarının hareketini anımsarken sesi daha çok mayhoş, uyumaya hazır geliyordu.
"Çok kıvırcık. Zapdedilemez duruyor."
Hareketlerine son vererek açılan ensesine yaslanan burnunu hissetti teninde. Derince nefesini çekmesini, belindeki kollarını mümkünmüş gibi daha çok sıkıştırarak daha çok kendine çekmesini seyretti.
Uyuyacaklar mıydı?
"Birkaç gündür-"
Belinin kavisinde hareketlenen parmaklarını anladığını an kendine öyle bir sıktı ki Yazgı, nefesini tuttu hızla.
Onunla uyumaya razıydı ama dokunması..
"Nedensizce uyuyamıyorum kıvırcık."
O da uyuyamıyordu.
Her dakika birinin gelecek korkusuyla yatağından hiç çıkmamış, sanki üzerine çektiği pikenin onun gizleyeceği düşüncesi ile başbaşa kalmıştı.
"Uyudun mu?"
Kısık, mırıltı gibi çıkan sesini duysa da cevap vermedi. Onunla konuşmak, işi değildi.
Uyumak, işi miydi peki?
Usulca kapadı gözlerini. En azından dokumayacaktı. Bunun rahatlığı ile uyumak, halsiz bedenini dinlendirmek istedi bir çare.
"Kıvırcık?"
Neden bu kadar çok konuşuyordu?
"Aklımda saçların gibi oldu biliyor musun?"
Anlamayan zihni ile aralandı bakışları. Burnunu ensesine sürtmesini, ardından anlını ensesine dayayarak düzenli nefeslerini hissetti. Kısık sesini zor duysa da anlamıştı az çok.
"Bütün her şey dolandı birbirine kıvırcık. Ne ayırmak mümkün-"
Sarıldıkça sarılıyordu.
"Ne de ayrılmak.."
****
Başkaldan duygunun adı neydi?
Zihnini, kalbini ele geçiren o kuvvetli duygu öfke miydi? Yıllarca içinde günden güne büyüttüğü duygunun ağırlığı bir anda nasıl böylesine yıkıcı bir duyguya dönüşerek içini yangın yerine döndürebilmişti? Nasıl gözlerine o ince perdenin inmesine izin vermiş, geldiği vaziyeti kabullenmişti?
Gözü, kör olmuştu Yazgı'nın.
"Dediklerimin neyini anlamıyorsun Yazgı? Müşteri çıkmıyor sana. Git odana çabuk!"
Gözlerini, sinirle ona bir şeyler zırvalayan Hasan'dan çekerek önünde olan içki dolu bardağına çevirdi.
"Müşteri çıkmıyor öyle mi?"
Alay kokan sesine karışan öfke yine gün yüzüne bir anda çıkarken olacak olanları hesap dahi etmeden yakıp yıkmaya hazır bir şekilde izliyordu yine. Hırsla elindeki bardağı dudaklarına dayarken acı tadın boğazını delik deşik edecek kadar asit yüklü olması zerre umrumda olmamıştı. Yerinden hızla kalkarak gözüne kestirdiği bir masayı, ardından masada oturan iki adamı süzdü hırçın bakışlarla. Bir anda adamların onlara dönmesiyle afallarken yine de çekmedi gözlerini onlardan.
Sinirle, bakışlarını ona şaşkınlıkla bakan, ne yapacağını çoktan anlayan adamın durdurmak için ayaklanan hareketlerine çevirdi.
"Birde ben bakayım müşterim var mı, yok mu?"
Onun hamle yapmasına izin vermeden bir anda atıldı kalabalığa. Ayakta servis yapan garsonların arasında köşede bulunan, o her şeyi başlatan masaya yürüdü. Zihnini an be an dolduran o geçmişte attığı adımlarla dolup taşarken, aynı yolu başka bir hisle, daha kuvvetli, daha yıkıcı bir öfkeyle yürüyor olmak, gözlerine inen perdenin daha çok kapanmasını, içinde harlanan ateşin daha da büyüdüğünü anlamasını sağlıyordu. Önüne gelecek her engele ateş püskürecek kadar dolu, hırsını kurban edecek birini bulmanın zevkini yaşayacak kadar hırçın hissediyordu kendini.
Ne hale gelmişti?
Geldiği konum, yılların getirdiği bastırılan duygularının üzerine çekilen setlerin an be an devrilerek bir yıkım gerçekleştirmesini izliyordu şimdi. Daha birkaç hafta önce öyle hayaller içinde mutlu oluyordu ki, şimdi geldiği durumun acizliği ile gözlerini hırsla kapatıp açtı.
Hiçbir şey umrunda değildi.
Masaya yaklaşarak tam önünde durdu masanın. Adamlardan biri önüne dönerken diğeri hala onun gelmesini seyretmiş, uzun uzun süzmüştü belki de. Üzerinde yıllar önce ona asla yakışmayan ama şimdi tüm hatları ile göz dolduran kırmızı elbisesi, kırmızı ayakkabıları vardı. Tüm geçmişini silmiş, başladığı noktaya bugün tekrar gelmişti Yazgı.
İşi bu muydu?
Yapacaktı.
Bakışlarını bedeninde gezdiren adam, hızla yer açarak ona oturması için alan sunmuştu sorgusuzca. Bakışları uzunca dolandı koltuğun kırmızı dokusunda. Uzunca seyretti başlayan noktanın bitiş noktasına gelişini.
Bu gece bitecekti Yazgı.
Ona dair hiçbir şey kalmayana kadar her şeyini kaydedecekti başka bir adamın dokunuşunda.
İçini ele geçiren hissizlik ile bir adım attı oturmak için. Dudaklarına vurduğu mühür aralanarak derin bir nefes sundu içine.
Oturdu Yazgı.
Usulca oturdu içindeki yıkımın sessiz çığlıklarını göz ardı ederek.
"Sen şu bahsedilen kız olmalısın. Piyasaya çıktığını bilmiyordum?"
Bakışlarını donukca yanında ona yaklaşmaya başlayan adama çevirerek seyretti yüzünü. Gençti. Bu yüzünü kaplayan hafif kirli sakalından, az da olsa heybetli bedeninin dinç duruşundan belliydi.
Bahsedilen?
Sorgu dolu ifadesini görmesiyle gülerek kolunu arkasına uzatarak oturduğu yerde yayılan adama baktı.
"Serhad ağanın şu meşhur gözdesi."
Gerçekler hep acıtırdı değil mi?
Acıtıyordu.
Gözde.
Güldü Yazgı. O, herkesin gözünde gelip geçici bir hayat kadınıydı. Ne kadar istenilirse o kadar zaman diliminde gözde ilan edilen o kadınlardandı. Dudaklarına konan gülümseme yanındaki adam tarafından çok farklı anlaşılırken daha çok yaklaşmasını izledi öylece.
Öylece izledi yıkımı.
Bir anda hızla kulağına eğilen adamın nefesini teninde hissetmesi ile geri çekildi kendine hakim olamadan. Kolunun etrafına dolanan kuvvetli parmaklar uzaklaşmasını engellerken kulağına dokunan dudakları tiksintiyle hissetti.
"Şimdi de-"
Fısıltı gibi çıkan sesi ile yükselen safra tadının acısını boğazında yaşadı Yazgı.
Kolundan aşağı sıyrılan parmakların beline dolanmasını, hızla kendine çekmesini seyretti boş bir şekilde.
Dur demeyecekti.
"Benim gözdem olmaya ne dersin Yazgı?"
Başını çevirip yanındaki adama bakacağı sırada mekandan yükselen silah sesi ile yerinden bir anda sıçrarken yanındaki adamın ondan bir anda uzaklaşmasını, nereden bulduğunu göremediği silahın emniyetini açarak mermiyi namluya vererek hazır hale getirmesine baktı şaşkınlıkla.
Silah.
Barut kokusunu sevmezdi O.
Aklına onca hengameye rağmen anılar dolarken başını çevirerek ne olup bittiğine bakmak istedi. Bir anda saçlarının dağıldığı ensesinden tutularak egilmesini sağlayan adamın kuvvetli bileğinin gücüne karşı gelemeden eğildi masaya doğru.
"Noluyor lan?"
"Abi-"
Silah sesleri hızla yükselirken karşılarında oturan adamın ne dediğini anlayamamıştı. Kadınların çığlık sesleri, karşılık verilen daha çok silah sesi ile ortalık savaş alanına dönerken elini kaldırarak ensesini tutan bileğe doladı parmaklarını. Hızla çekerek doğruldu yerinde. Bu seferde sırtından uygulanan baskı ile bakışlarını hırçınca adama çevirdi.
"Çek ellerini."
"Uslu dur. Beyninden merminin geçmesini istemem daha tadına bakmadan."
Tiksintiyle bedenini hızla ondan uzaklaştırarak ayağa kalkmak isterken koluna yapışan elin bileğini öfkeyle dişlerini geçirdi.
"Siktir, nesin lan sen?"
Başını çekerek birkaç adım uzaklaşarak arkasını döneceği sırada bir anda bir bedene çarparak sendeledi zor durduğu topuklu ayakkabıların üzerinde. Başını hızla çevirerek kime çarptığına bakacağı sırada beline dolanan kolun ağırlığı ile yana savruldu hızla. Neye uğradığını şaşırırken irice açılan gözleri ile gördüğü yüzün afallamasını kalbinde yaşamıştı saniyeler içinde.
Gelmişti.
Aralanan dudakları ne olduğunu anlamadan tekrar kapanırken elindeki silahı, yüzünü ele geçiren öfkenin ağır baskınlığını izledi. Ortalığı bu hale neden getirdiğini anlamazken, namlunun çevrildiği adama çevirdi hala şaşkınlığın emaresini taşıyan bakışlarını.
"Seni uyardım Hamza."
Sesi.
Sesinin tonunu hissetmeyeli neredeyse 9 gün olacaktı.
"Eğer bana dair tek bir şeye parmağının ucunu değecek olursan acımam demiştim sana!"
Ona dair..
Bakışları hızla onun bedenine dönerken üzerinde gezindi bakışları. Öylesine serseri görünüyordu ki, görüntüsünün boşluğu ile dolmuştu mekan sanki.
Kalbini durdurmak istedi Yazgı.
Durdurmak, günlerdir üzerini bastırdığı öfkesinin yerine özlemin ağır darbesini geri çevirmek istedi tüm kuvvetiyle.
Uzunca seyretti günler sonra gördüğü yüzü. Yan profili öyle çok katlanılmaz bir ağırlık barındırıyordu ki dur diyemedi kalbine genç kadın.
Kendine engel olamadan baktı uzunca.
Sakallarının uzayışına, saçlarının birbirine girecek kadar karışmasına, yüzünü gölgeleyen renksizliğin tek parlayan noktanın gözlerine sinmiş olmasına baktı dikkatle.
Hali, farklıydı.
Aksayan bedenini farketti. Silahı tutan bileğinin kuvvetine yapışıp kalan sabitlik ne kadar belliyse, adımlarına karışan dalgalanma öyle çok farkediliyordu.
Sarhoştu.
"Getirin lan o pezeveği."
Bir anda iki kolundan tutularak zorla getirilen Hasan'a döndü bakışları. Aralık dudakları ile öylece bakakalırken dudağının kenarından akan kana, patlayan kaşına baktı hayretle.
Öylece baktı yine hiçbir şeyi düşünmeden yakıp yıkan adama.
"Sana bitti dedim Hasan. Sana sadece bittiğini söyledim. O'nu ortaya çıkarmanı söylemedim."
Uyarı dolu sesi ile şokla Hasan'a bakarken bir anda çakıştı gözleri.
"Ağam ben çıkarmadım zaten. Zaptedemedik. Kendi ille de çıkacağım diye tutturdu yemin billah olsun."
Bakışlarını bir an olsun çekmedi denk geleceği mavi gözlerden.
Başının yana dönmesini, koyu gözlerinin gözlerine bir anda kenetlenmesini öylece seyretti boş bir şekilde. Çenesini öyle çok sıkıyordu ki, gerilen yanaklarının kasılan birkaç kasının dalgalanmasını öylece izledi.
İçinin titreyişi öylece yayıldı bedenine.
Ağlamayacaktı.
Asla ağlamayacaktı.
İçinde dolup taşan öyle çok his vardı ki, nasıl dur diyecekti, nasıl gözleri önünde engelleyecekti bilmiyordu ama karşısında güçlü durmak için, yıkılmadığını göstermek için her şeyi yapabilecek kadar bir öfkeye sahipti bir yanı.
Bakışmaları dakikalara uzadı.
Her bir karışını incelediğini, yüzüne sürdüğü boyalara uzun uzun bakışını seyretti öylece.
Bakışları usulca bedenine indi. Kısa elbisenin kapatamadığı bacaklarında, göğüslerini belli edecek kadar açık dekoltesinde dolandı.
Uzunca seyretti ilk gördüğü kadının 3 yıl önceki halini..
"Hayrola amcaoğlu? Gözden, yeniden mi kiymete bindi?"
Alay dolu sesin sahibine bakışları dönerken göz göze geldiği kahve gözlerin ona uzunca baktığını gördü. Gözlerinden akan anlamların bir anda zihninde uyandırdığı hatıralar ile şaşkınca bir soluk aldı.
Amcaoğlu.
Hamza HAŞİMOĞLU.
Gözleri şaşkınlıkla aralanırken kendine lanet etti Yazgı. Oturacak başka hiçbir masa yokmuş gibi, çoğu gece öfkeyle bahsettiği kuzeni Hamza denilen o adamın masasına oturduğuna inanamıyordu. Başını hala atlatamadığı şaşkınlık ile iki yana sallarken bakışlarını tekrar ona çevirmeden birkaç adım ile geriye döndü.
Onun ile ilgili olan hiçbir şey umrunda olmayacaktı.
Arkasını döner dönmez daha dün gece demediğini bırakmadığı adam ile göz göze geldi. Düz ifadesine karışan boşluk ile uzunca baktı Mahmut denilen adamın gözlerine. Hızla gözlerini kaçırarak birkaç adım atmıştı ki duyduğu ses ile yarım kaldı hareketleri.
"Nereye güzellik? Daha yeni başlamıştı gecemiz."
"Ulan-"
Bir anda silah sesinden daha büyük bir kargaşa mekanı kaplarken başını bir kere bile çevirmedi geriye. Neydi bu yaptığı? Günler sonra ne yapmaya çalışıyordu? Başını hırçınca tekrar dik tutmaya zorladı kalbine inat. Adımlarını yavaşça koridora yönlendirirken yeni odasına adımladı usul usul.
Onu görmek, başlayan yıkımı hızlandırmıştı.
"Senin şerefini sikerim Hamza."
"Annen bir pavyon gülüne bu kadar abayı yaktığını duysa kim bilir nasıl üzülür amcaoğlu?"
Adımları usulca durdu.
Kalbi usulca tekledi.
Pavyon gülü..
Titreyen dudaklarını sıkıştırdı bir çare. Unutmak için, hafızasından silip atmak için zorladığı kelimeler birer birer önüne tekrar çıkarken bakışları boşluğa düştü.
-Sen bir pavyon gülüydün, bende kokladım, bitti.
Bitti.
Bitmişti.
Zihnini ele geçiren her kelimenin aklına düşmesi ile günden güne daha çok bitecekti. Ne yeniden başlamasına, ne de en ufak bir adıma izin verecekti Yazgı.
Şimdi bitmişti.
Asıl her şey şimdi son bulmuştu kalbinde usul usul.
Her şeyi daha iyi anlıyordu. Sevgi ile öfkenin arasındaki o ince çizginin kıl kadar olduğunu, inceldiği yerden kopmak için an kolladığını daha iyi görüyordu. Hissettiği duygunun onu her gördüğünde daha da yoğun hale döndüğünü hatırlıyordu birkaç hafta önce.
Şimdi gördüğünde ise içini kaplayan nefret o kadar hissedilir derecedeydi ki, hissettiği özlem bile belirsizleşiyordu.
Tekrar adım atmak istedi. Odasına girmek, bir daha da çıkmamak istedi o gidene kadar.
"Ben senin derdini biliyorum. Derdin ağalık değil mi?"
Bunu demekten ne kadar utansa da, sesini özlemişti.
Ağalık.
Şan, şöhret.
Yüzü tiksintiyle buruştu Yazgı'nın. 3 yılını silip atan da o ağalık sevdasıydı değil mi? Evlenmesi gerektiğini, bir ağa olarak geleceğin mirasını aktaracak bir çocuğunun olması gerekiyordu.
Namuslu, ak süt emmiş bir kız mı istemişti annesi?
Güldü Yazgı.
Yine, tekrar güldü kaderine.
Ne namussuzdu, ne de annesinin sütü haramdı. Tertemizdi hala o. Tek suçu yıllarını tek bir adama vermek olmuştu. Ölmek uğruna bile olsa kaçmalıydı. Defolup gitmeliydi burdan. Alacakları canı bile umrunda olmayacaktı.
Korku.
Toydu. Yaşı gençti. Şimdi 22 yaşındaydı ama yeni yeni hissettiği gücün kırıntılarını canlandıracak ne imkanı vardı, ne de alanı. Tek yapabileceği hırsına, öfkesine yenik düşmekti.
"Ağalığı isteseydim çoktan senden önce evlenir kaçıncı çocuğu yapardım amcaoğlu. Senin derdin ne ağalık, ne de evlilik.-"
Sırtında gezinen bakışları hissetti.
"Senin derdin bu kadın ama çok sevgili yengem kabul etmez değil mi?"
Birkaç hışırtı duydu.
"Eğer o sesini kesmezsen ne amcam umrumda olur, ne de arkandan ağıt yapacak yengem. Siktiğimin düşüncelerini içinde tutacaksın Hamza. O beynini dağıtmıyorsam, bil ki elimi o pis kanına bulamamak için."
Derdi neydi peki?
Daha kaç gün önce evleneceğini söyleyerek gitmemiş miydi?
Anlamayan bakışlarını daha fazla koridorda tutmadan arkasına çevirdi. Hamza denilen adamın dudağından akan kanın koyu rengi gözlerine batarken göz göze geldi onunla.
"Sen-"
Bakışlarını gözlerinde tutmaya devam etti adam. Birkaç göz ona dönerken hala boynuna sarılı olan ellerin sahibi omzunun üzerinden ona baktı.
Serhad HAŞİMOĞLU.
Bakışı, zulümdü kalbine.
Bakışı, eziyetti.
"3 yıldır buraya niye geliyorsun Serhad?"
Bakışlarını ondan çekerek tekrar önüne dönerek ellerini çekti yapıştığı adamdan.
"Hiç düşündün mü bunu?"
Güldü genç adam. Gülüşü farklıydı. Sanki her şeyi en ince ayrıntısına kadar biliyormuş gibi dudaklarından dökülecek olan kelimeleri seçiyordu bilerek.
"Hangi erkek bir kadında tam 3 yıl tutuklu kalır ki?-"
Yerinden doğrulamasını, dudağının kenarından akan kanı silmesini seyretti.
"Kalmaz amcaoğlu. Hiçbir erkek, bir pavyon güzelinin koynuna tam 3 yıl girmez."
"Sen-"
"Ben ya. Doğru. Senin hayat felsefen buydu yıllar önce değil mi? 'Bir kadının varlığı her zaman zayıflıktır.' Halkıymışsın. Hiçbir şey farketmedin Serhad. Öyle çok gözün kör oldu ki bu kadının peşinde dolanan köpeklerle, ne yaptığımı, ne kadar işine balta vurduğumu ruhun bile duymadı."
Sustu.
Sessizliği, son gecelerinde olduğu gibi yine en büyük cevaptı Yazgı için.
Bir anda atıldı üzerine Hamza denilen adamın. Silahının kabzasını anlına öyle bir vurdu ki birkaç adım geri gitti Yazgı. Birden önünden hışımla geçen adamlardan biri Mahmut'a yumruk atacağı sırada son dakika farketmesiyle ortalık tekrar birbirine girdi. Kenardan sıvışan Hasan'ı gördü gözleri. Dışardan içeri akın eden adamların bir anda birbirlerine saldırmasına boş gözlerle baktı. Yanına yaklaşan Hasan'ı uzunca seyretti.
"Hemen odana çık, her şeyini topla siktir git burdan. Senin yüzünden başıma daha fazla bela alamam. Ulan her şeyi bok ettin yıllarca.-"
Kolundan asılarak koridora savurdu onu. Bir anda işittiği sözlere öylece bakakalırken ne diyeceğini bilemedi kısa bir an şaşkınlıkla.
Anlamayan gözlerle baktı karşısındaki adama.
"Hemen git dedim sana."
Yüzüne haykırılan sözlere son kez bakıp bakışlarını mekanın bomboş, sadece iki tarafın adamlarıyla dolan kargaşasına baktı.
Bitiyor muydu?
3 yılı, çektiği tüm eziyetler bitiyor muydu şimdi?
Adımları usulca hareketlendi. Yavaşça geriye dönerek odasına çıktı. Önüne gelen ilk odaya girerek dolaba yöneldi. Bulduğu kapalı birkaç parça elbise alarak hızla üzerine geçirdi. Dizlerinde biten bol elbiseyi çekiştirerek belinden kuşağını bağladı. Üzerine beyaz hırka geçirerek ayaklarından topuklu ayakkabılarını çıkardı. Yerine bulduğu beyaz spor ayakkabıları giyerek aceleyle bağcıklarını bağlamaya çalıştı. Hareketlerine karışan telaş aşağıdaki kargaşanın bitmesinden, onun gelmesinden dolayıydı.
Geleceğini biliyordu.
Saçlarını hırkanın altından çıkararak hızla merdivenlere yöneldi. Koridorun sonunda olan Hasan'ın odasına koştu aksayan adımlarıyla.
Kurtuluyordu.
Buradan kurtuluyordu değil mi?
Yüzüne yerleşen gülümseme günler sonra ilk kez sinmişti simasına.
Hızla odaya girdi. Koşarak çekmecelere, dolaplara baktı. Birkaç kuruş para bulmak, bu şehirden kurtulması için yetecek kadar nakit istiyordu sadece. Bir anda alt çekmecede gördüğü cüzdan ile hızla aldı eline. İçinden çıkan paraları hiç düşünmeden koydu hırkanın cebine. Düşünmeden bulduğu tüm paraları diğer cebine de doldururken koşarak kapıya ulaştı. Açarak karanlık koridordan mutfak kapısına yürüdü. Bütün herkes duyduğu silah sesi ile mekanı terkederken adımlarını çöpleri atmak için yeni yapılan arka sokağa açılan kapıyı buldu. Odasının penceresi de buraya bakıyordu. Hiç düşünmeden çıktı sokağa.
Çıktı.
Adım attı özgürlüğe. Adım attığı hapis kaldığı yıllarından kurtulduğu yeni yaşamına. Adımları titreyerek birkaç adım ilerledi karanlık sokağa doğru. Kafesinden yeni çıkan bir kuş gibi hissediyordu kendini.
Nasıl uçacağını bilmeyen bir kuş gibi, aksıyordu adımları.
Başını geriye çevirerek arkasında kalan mekana baktı kısa bir an. Bakışları yukarı çıkarak tek mavi perdeli odaya döndü. Yıllarca o odada onun olmuş, her şeyini kuşkusuz paylaşmıştı. Sevgiyi hissettiği her dokunuşunun ardından gelen boşluk ile hayallerinin söndüğü, işittiği her güzel sözün ardından en sonunda yanlız kaldığı odaya baktı uzunca.
Aptaldı.
Acıyordu kendine.
Nasıl bir insandan yıllarca medet ummuştu? Her gelişinde onu götüreceğini düşündüğü adamdan, yılların getirdiği en büyük darbeyi almıştı. Başını hüzünle iki yana salladı. Günler sonra gözünden damlayan gözyaşları kavruk tenine her damladığında kor gibi yakmıştı tenini.
Onun için, son kez ağlıyordu.
Kalbinin kasılması saniyeler içinde gün yüzüne çıkarken çaresizce önüne döndü. Adımları usulca hareketlenerek sokağa yöneldi. Uzaklaştığı her dakika içinde yeşeren umutlarının hayallerinin üzerine bir bir dökülmesini, canlanan her bir ücrasının bedenine her yeni darbesini indirdiğini hissediyordu.
Ne yapacaktı?
Nereye gidecekti?
Ailesinin yanına gitmeyi düşündü. Sığdırırlar mıydı onu? Tekrar böyle bir çukura atmaz mıydı üvey babası? Annesini, kardeşini alarak gitse, nereye gidecekti? Düşündü Yazgı.
Onun bir ailesi kalmış mıydı?
Gözyaşları son günlerin acısını çıkarmak istercesine tenini bir bir ıslatırken burnunu küçük bir kız çocuğu gibi çekti. Hırkasının önünü birleştirerek serin gecenin rüzgarından korunmak istedi. Hiçbir şeyi yoktu. Birkaç tane pijama takımı, günlük elbise ve pantolonu vardı sadece ama eşyalarını koyacağı bir valizi bile yoktu.
Gitmeyeceğine, kurtulamayacağına öyle çok inanmıştı ki..
Önüne çıkan köşeden sola dönerek yeni bir karanlık sokağa adım attı. Gelen korna seslerinden anladığı kadarı ile trafik olan bir caddeye gidiyordu. İşlek bir yerde başına hiçbir şey gelmezdi.
Değil mi?
*****
Hissediyordu.
Kalbinin kontrolsüzlüğü öyle bir hissediyordu ki beynini çatlatacak kadar ağır bir yük binmişti aklına.
"Abi yeter laf söz olacak şimdi. Rasim ağa hoşlanmayacak bu durumdan."
Koluna yapışarak onu çeken adamına bakmak için başını çevireceği sırada gülen kuzeninin yüzüne hiç düşünmeden bir kez daha yumruk attı. Ne yapsa, ne kadar saldırsa öfkesi dinmiyor, kendine olan nefreti sönmüyordu.
Bu duruma gelmelerinin tek sebebi kendisiydi.
"Babamın hoşlanmayacağı tek şey, yeğenine bir hayat kadınını gelin olarak almak olur herhalde."
Hala bıkmadan sözlerini sarfeden adamın yüzünün ortasına burnunu öyle bir geçirdi ki, kendi burnundan akan kanın birkaç lekesi adamın yüzüne sıçramıştı. Gelen sesin ardını takip eden inleme sesi ile zevkle doğruldu yerinden. Burnundaki sızan kanı gömleğinin yakasına sildi hırsla.
"Sen o kadının tırnağı bile olamazsın."
"Öyle bir kadının tırnağı olmak da istemem zaten."
Acısına rağmen hala konuşan adama karşı kendini tutma eşiği azalıyordu. Hırsla gözlerini yumup kollarını tutan adamlarından hırsla kurtuldu.
"Eğer daha fazla konuşursan Hamza-"
Sesinden akan tek şey, ölümdü.
"Yeminim olsun ne çıkacak olan kan davası umrumda olur, ne de ardında bırakacakların. Eğer ona dair tek bir kelime daha çıksın ağzından andım olsun, ölmek pahasına öldürürüm seni."
Sadistce gülen adamı seyretti hırçınca.
"Sen mezarda da duramazsın o kadınsız."
Gülüşü kahkahaya döndü. Aralanan dudakları öyle çok söze hazırlanıyordu ki, karşısındaki adamda vakit kaybettiği için kızmaktan öteye gitmiyordu kendine.
Bakışları hızla etrafını yokladı.
"Boşuna bakma. Çoktan kuş olup uçmuştur senin hatun."
Başını çevirerek uzunca baktı amcasının büyük oğluna.
Gözlerinde gördüğü tek şey hırstı.
"Bir daha bu mekana gelmeyeceksin."
Tüm acısına rağmen ayağa kalkan adamı süzdü. Üzerindeki kan lekelerine baktı.
"Sen de gelmeyeceksin Serhad. Bilmiyor musun yoksa?-"
Koyu kahve gözler çoktan hırsına kurban olmuş, planları bir bir kurmuştu.
"Evlilik kararın çıktı. En kısa zaman da evlenmek zorundasın."
Dinlemeyecekti onu.
Dinledikçe, dudaklarından çıkanları her işittiğinde öfkesine yenik düşmesine ramak kalıyordu.
Bir adam öldürmek zor değildi onun için.
Ama amcasının oğlunu öldürmek demek, kan demekti. Çıkacak kan davasında kaç canın kurban gidebileceğini biliyordu. Sinirle nefeslenerek arkasını döndü. Göz göze geldiği Mahmut'un anlındaki morluk, dudağının kenarındaki hafif kan lekesi ile kendi üzerine döndü bakışları.
Beyaz gömleği kan lekeleri ile doluydu.
Birazdan karşısına çıkacağı kadın kan sevmezdi. Leke sevmezdi. Barut kokusu sevmezdi. Yine de başka çaresi olmadığı için aceleyle koridora adımladı. Ne ardında bıraktığı adam umrundaydı, ne de dedikleri. Tek derdi üzerinde gördüğü o elbiseydi.
3 yıl önce masasına ilk oturduğunda üzerinde olan elbise.
Başladıkları noktaya geri gelmişlerdi.
Tüm katettikleri yolu bir çırpıda silmiş, şimdi ise yarattığı boşluk ile başa çıkmaya çalışıyordu.
3 yıldır neden o kadındı?
Neden?
Zihnini ele geçiren sözler bir bir yankı yapmaya devam ederken merdivenlere yöneldi. İkişer ikişer çıktığı merdivenlerin ardından 8 numaralı odanın önüne geldi.
8 numara.
Bu odadan onu alıp çıkıp gitmeyi öyle çok düşünmüştü ki, bu çukurdan kurtarmayı, güzel bir hayat içinde yaşatmayı öyle çok planlamıştı ki, hep mantığına yenilmişti. Kalbi her ona yöneldiğinde mantığı onu durdurmuş, hep atacağı adımları geri çekmişti.
Peki şimdi nereye gitmişti mantığı?
Kızaran mavi gözlerini sıkıca açıp kapattı. Ellerini kapı koluna dayayarak açtı usulca.
Kilitli değildi.
Adımları yavaşça kokusunun sindiği odada ilerledi. Mayhoş kokunun her bir yerini kapladığı odanın karanlığı ile sağ elini kaldırarak açtı ışıkları. Boş oda ile karşı karşıya geldiğini gördüğü an bakışları hızla etrafı yokladı.
Silah sesinden korktuğunu biliyordu.
"Yazgı?"
Sesine karışan isminin telaffuzu öyle çok yakmıştı ki dilini, çenesini sıktı hırsla.
"Güzelim?"
Kan çanağı gözleri banyoya baktı ilerleyerek. Boş banyo ile tekrar odaya ilerledi. Dolabına baktı uzunca. Küçük, iki kapaklı dolabını açarak içine bakmak istedi.
Tek bir parça kiyafetinin kokusunu hissetmek, özlemini dindirmek istedi.
Dolap, tıka basa doluydu.
Birkaç adım geriye giderek dolabı inceledi. Çatılan kaşları ile bakışları dolabın içindeki rengarenk kiyafetlerde dolaştı.
Renkli kıyafet sevmezdi O.
Onun bu kadar eşyası yoktu bile.
Ne zaman almak istese reddedişleri aklına doldu. Fazla kıyafeti sevmediğini, giyecek bir yerinin olmadığını söylediği aklına geldi.
Çoğu yaptığı yanlış, düştü usul usul zihnine.
Başını hırsla iki yana sallayarak uzunca baktı odaya. Komodinde duran papatya desenli mendili yoktu. Ara sıra gece burnu kanadığı için baş ucunda hep mendil bulundururdu. Odada ona dair hiçbir şey görememenin korkusuyla hızla odanın dışına yöneldi. Çıkmasıyla gördüğü yüz ile bakışlarını sertçe ona yöneltti.
"Nerde?"
Hasan, birkaç adım attı geriye.
"Ağam kurtuldum ondan. Gönderdim burdan artık. Madem sen piyasada istemezsin, burda durmasının da bir anlamı yoktur. Yeterince başını da, başımı da belaya sokmuştur zaten. -"
Karşısındaki adamın dudaklarından çıkanları bir an anlamadı.
Kurtulmuştu öyle mi?
"Ne yaptım dedin sen?"
"Ağam be-"
"Ne demek kurtuldum lan? "
Şaşkındı.
Nereye gidecekti O?
"A-ağam sen artık bittiğini söyleyince-"
"Ulan.-"
Tekleyen kalbini hissetti.
Şokla etrafına baktı bir yerden çıkma ihtimaline tutunarak.
"Ulan ben böyle işin-"
Başını çaresizce iki yana sallarken sesi bir aslanın son haykırışı gibi çıkıyordu yüreğinden. Canının ilk kez böyle yandığını hissediyordu Serhad. Yıllardır yanında olmasının verdiği rahatlığın kırıntısı bile kalmamıştı.
"Mahmutttt!"
Saçlarını hırsla saçlarından geçirdi. Yaşadığı bu hissin tarifi neydi bilmiyordu ama sökülüyordu içinden bir yerler. Yokluğunun gerçekliğinden çok bu saatte nereye gidebileceğinin korkusu sarmıştı kalbini.
Gidemezdi.
Adım sesleri ile merdivenlerden görünen adamlarına baktı. Başını hızla çevirerek Hasan'a döndü.
"Ne zaman çıktı?"
"S-siz aşağıda tartışırken."
Yanına yaklaşan Mahmut'a baktı. Bakışında öyle şeyler başkaldırıyordu ki, başını eğerek önünde birleştirdi ellerini.
"Buyrun ağam."
"Yazgı yok. Gecenin bir yarısı nereye gider, nasıl gider, hiçbir yer bilmiyor.-"
Aklına bir anda gelen ayrıntı ile hızla bakışlarını Hasan'a çevirdi.
"Yazgı için sürekli para attığım kartı, eline verdiğini söyle bana."
Şokla aralanan dudaklara baktı Serhad.
"A-ağam ben bir an öyle olunca u-unutt-"
"Seni bu mekana gömeceğim Hasan. Seni, onu bulur bulmaz bu mekana gömeceğim."
Onunla hesabını sonra kapatacaktı. Siktiğinin hayatında tek bir gün işi rast gitmiş, öyle bir kadın girmişti hayatına. Onun ardını takip eden düzen ile yıllarca her şeyi ilerlemişti ama şimdi tüm düzenin tepetaklak olduğunu, o kargaşada kalbolan kadınının yokluğu ile kalakalmıştı.
"Fazla uzaklaşmış olamaz. Hemen çıkın caddeye. Ben işlek caddeye bakacağım. Sizde aşağıdaki izbe sokaklara bakın."
Hızla adımları merdivenleri tekrar bulurken üzerindeki gömleği hışımla sıyırdı üzerinden. Tenine yapışan kan kokusunu her soluduğunda ona bunun için kızdığı halleri gelirken mekanın dışına çıktı hızla. Aracının arkasından hemen üzerine bir kazak geçirirken araca atladı. Harekete geçerek birkaç sokak aşağıda olan ana caddeye çıktı. Yavaşça kaldırımlara, mekanların önlerine, oturma alanlarına baktı. Önüne gelen park alanına aracı park ederek hızla indi. Gördüğü birkaç mekan arasının olduğu yerlere baktı. Aklına gelebilecek her kötü ihtimal birer birer zihnini ele geçirirken dikkatle baktı her köşeye.
Adımlarını hızlandırarak otobüs duraklarından bekleyen birkaç orta yaşlı kadın gördü. Hemen yanlarına gitti aceleyle.
"Teyze buralarda kıvırcık saçlı, orta boyda bir kız gördünüz mü?"
Kıyafet.
Nasıl çıkmıştı gece vakti dışarı?
Gözlerini bir cevap beklercesine kadının yüzünde dolandı.
"Yok evladım. Yarım saattir otobüs bekliyorum, görmedim öyle bir kız."
Başını sallayarak cadde boyu ilerlemeye devam etti. Gördüğü her kıyafetin içinde onu arıyor, öyle, o haliyle çıkmamış olmasını diliyordu Allah'tan.
Dakikalar saatlere döndü.
Tüm mekanların ara sokağına, arkasına bile bakmıştı saatlerce bıkmadan. Ara sokaklardan çıkan adamlarını görmesiyle adımları durdu usulca. Ona yaklaşmalarını, ardından çıkan Mahmut'un da telaşla ona gelmesini seyretti.
Felaket yaklaşıyordu.
"Ağam tüm sokaklara baktık. Bu caddeye kadar her deliğe girdik ama yok Yazgı Hanım. Önümüze gelen herkese sorduk ama kimse görmemiş de."
Bir sözün kıymetini yüreği ince ince anladı Serhad'ın.
Varlığı ile bilinmeyen kıymeti, yokluğu ile imtihana dönüyormuş.
Dönmüştü.
Yokluğuyla geçecek her saniye kalbinde çıkacak olan savaşın ilk depremlerini yaşatacak, yıkılacak tüm enkazın usul usul yüreğini ezmesini seyredecekti.
Bakışları uzunca dolandı işlek caddede. Gece yarısını çoktan geçmesiyle kalabalıklaşan caddenin ortasında öylece bakındı görme umudu ile.
Ne Serhad ağa görmüştü o kadının gidişini, ne de bir Allah'ın kulu.
Gitmişti o kadın.
Günler öncesinde değil, asıl bugün çıkmıştı onu koruyan kanatların altından.
***
-6000-
#Yazgışıvan🍁
#Serhadhaşimoğlu⚡
#leke🔥
Hızlı yazılan ve kesinlikle anlık gelişen tüm olaylar ile birlikte sizinleyim.
( Yeni bölüm geç gelecektir. Lütfen bunu dikkate alarak beklemede kalınız.)
Yorum✨
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top