2. BÖLÜM | HAYAT KADINI
***
Öfke, bir bedene yapışıp kalan, belki de tek duyguydu. Kurtulmak ne mümkündü, ne de varlığını gözardı etmek elinden gelirdi. Öyle bir noktaya gelirdi ki insan, uçan kuşa bile'uçtuğu' için kızacak kadar ucuna yaklaşırdı bu derin duygunun. Herşeye, her varlığa, aklına gelebilecek her nesneye kızardı ama kendisini es geçerdi. Kendi yaptıklarını göremeyecek kadar başkalarına yoğunlaşan öfkesi, bir kendine yönelmezdi.
Bunun adı bencillik miydi?
Ya da kibir..
Bilmiyordu hiçbirşey. Bilse bile elinden hiçbirşey gelmiyordu. Gücünü, hâkimiyetini biliyordu ama yetmiyordu bazı yerlerde, yetersiz kalıyordu şanı şöhreti. Bunun ona yüklediği tek duygu öfkeydi. Öfkesi, gücünün yetemeyişine, sözünün geçmemesineydi. Eğer şu zamana kadar bu evlilik konusuna gücü, sözü geçseydi o kadının kollarından, kollarının verdiği o pahabiçilemez olan duygudan mahrum kalmayacaktı. Kendini hiçbir sıfata sığdıramamanın yanı sıra ne halde olduğunu anlamayacak kadar kin besliyordu etrafındaki her varlığa bu yüzden.
Kadını hariç...
"Adamı aldınız mı mekana?"
"Aldık ağam. Hala konuşmamakta kararlı şerefsiz. Sınır ötesine yaptığı silah kaçakçılığı haberi polise gitmiş. Heryerde arama emri çıkarılmış. Ne yapalım, atalım mı karakolun önüne?"
Mavi gözleri, hırçınca nefesine eşlik etti Serhad ağanın. Hırsla yanında ona tereddütle bakan adamına baktı. Çenesi öfkeyle harmanlanmış, taş kesilmişti sanki. Yine zaptedemediği öfkesi gün yüzüne öylece çıkarken, gece içtiği olanca rakının etkisinin geçmesine apayrı sinirlenmişti. Burnundan sertçe bir nefes çekti.
"İşimiz bitince atarız."
Mahmut hızla başını sallayarak onayladı ağasını.
"Baş üstüne ağam."
Serhad önündeki dosyayı gelişi güzel masanın bir köşesine fırlatırken, parmaklarıyla ağrıyan anlını ovaladı. Şakaklarına an be an batan ağrı git gide çoğalıyor, sinirine sinir katıyor, harlıyordu öfkesini.
Dahası mümkünmüş gibi.
Bu öfkesine, bedenini titretecek kadar olan hışmına anlam veremiyordu. Olmuştu olacak olanlar. Yıllarca buna kendini hazırlamamış mıydı? Eninde sonunda başına bu durumun geleceğini biliyordu. Başını iki yana sallayarak düşüncelerine dalmadan ayrıldı o derin şeyler ile dolu olan kuyudan. Gözleri yan tarafında duran boydan cama kaydı. Mardin'in sarı ışıkları gün batımına yüz tutuyor, akşamın sefasını yavaşça yaşatıyordu halkına. Bu saatlerde olması gereken yerde değildi.
Olmaması gereken yer.
Gözlerini sıkıca kapatıp düşünmemeye çalıştı. Bu yaşadığı şey normaldi. Kendince beynini böyle telkin etmeye çalışıyordu. Kaç yıldır varlığını öylesine işlemişti ki hayatına, hissettiği boşluğa, boğazına dizilen onca ağrıya sesi çıkmıyordu bu yüzden.
Aylar sonra, 7 Kasım da 4. yıllarına adım atacaklardı. Beraber atmasalar da, beyninde o kadın varken yıllarının çoğalmasını izleyecekti, biliyordu Serhad.
Zor olacaktı. Onca zaman, her dakika burnunun dibinde olduğu kadından bir anda böylesine uzaklaşmak iyi gelmeyecekti kendisine, gelmemişti. Buna kendini zaten hazırlamıştı çoktan.
Fakat bu denli olmamalıydı bu işin zorluğu..
Kaç gecedir kendi olmaktan çıkmış, sarhoşluğun canını okumuştu. Yine de sabah uyandığında sağına bakarak bedenini aramaktan vazgeçmemişti. 3 yıldır her sabah gözünü açtığında ilk gördüğü şey, solunda ona sarılarak uyuyan kadın olmuştu. Saçları neredeyse ikisinin de başına öylece dağılır, huylanırarak çoğu gece uyandırırdı. Keseceğini söylediğinde kesme dediği zamanlar rahatlar, ardından dalgs geçince saçlarına asılırdı çekiştirmek için. Kadınların yaşadığı ağrılı günleri geldiğinde daha da sinirli olurdu nedenini anlamasa da. O halleri bile aklına geldikçe yüzüne yerleşen sersem gülümsemeyi farketti Serhad.
Deli olunası hareketleri öylesine mest ediyordu ki onu, yokluğunun gerçekliğini hiç hissetmediği sancıyı tattırdı sol tarafında.
Anılar.. Kötüydü.
***
2 YIL ÖNCE..
"Yine birbirine girmiş saçların güzelim."
Keyifle söylediği sözlere karşı boynuna dolanan ince kollar bir anda tenini terkettiğinde ne yaptığına baktı Serhad.
"Uzak dur o zaman."
Arkasını dönen tatlı pijamalı kadına baktı. Hiç beklemeden beline kalın kolunu dolayarak tekrar çekti göğsüne.
Tek bir saniye uzak kalmasına tahammülü olmayalı ayları geçmiş, yıla dayanmıştı.
"Ağrın hala devam ediyor mu?"
"Hmm."
Göğsüne sokulan küçük kadına baktı. Hala utanıyor olması onu ayrı keyiflendirirken, başını deve kuşu gibi göğsüne gömen hali ayrı keyiflendirmişti.
"Hastaneye gidilecek bir durum varsa gidelim."
"İlk günler oluyor böyle. Ağrılı geçiyor biraz."
Beline dolanan kolu daha da sıkılaşarak kendine biraz daha çektiğinde bedeninin yarısını, kendi bedeninin üzerinde hissetmişti. Diğer boşta kalan elini uzatarak kasıklarına dokundurdu.
"En çok buralar ağrıyordu değil mi? Geçen ay öyle demiştin."
Sesini çıkarmadan başını sallayan kadının saçları mümkünmüş gibi daha çok yayıldı yastığa. İlk gördüğü gece omuzlarında olan saçları bir yılda o kadar çabuk uzamıştı neredeyse sırtının yarısına gelmişti. Kıvırcık olması daha da işini zorlaştırırken, zaptedememesi de işin cabasıydı.
Parmakları herşeyi bir kenara bırakarak usulca okşadı kasıklarını. Karnının alt kısımlarına doğru masaj yaparak ilerledi. Koluna yayılarak ona daha fazlası için alan açan kadına gülümseyerek bakarken, dirseğinin üstünde yükseldi bir anda. Diğer kasığını da aynı naziklikte okşarken, yavaşça karnına geldi. Hafifçe baskı yaparak masajına devam ederken, kollarında öylece mayışan kadına baktı.
Geceden bu yana uyumamıştı. Ağrısı akşam buraya geldiği saatlerde başlamıştı. Pijamalarını giyerken yakalamıştı odasında.
Duş alırken yetişmeyi planlıyordu ama geç kalmıştı.
"Duş alacak mısın?"
"Şu an sadece uyumak istiyorum. Sen gir istersen."
Gözleri kapalı olan kadına baktı Serhad. Mırıltı gibi kelimelerin döküldüğü dudaklarına baktı içi giderek. Kendine engel olma gereksinimi bir saniye olsun duymazken yavaşça sokuldu kadınına.
"Bana eşlik etmeyecek misin?"
Gözleri şokla açılan kadına gülerek bakarken, omzuna yediği yumruğu ona neşeli bir kahkaha attırmıştı.
"Dalga geçiyorsun değil mi bir de?"
Cevap bile vermeden usulca sevdi kadınını. Beline yılan gibi dolanarak dokundu dudaklarına ihtiyaçla. Öptü nazikçe. Bütün gün geçirdiği olanca stresli dakikalar, saniyeler içinde hafızasından silinirken, bunu nasıl bu denli kolay başarabildiğine hayret ediyordu Serhad. Saatlerce spor yapsa bile bu kadar rahatlamayan zihni, bu kadının ufacık öpücüğüne karşılık vermesiyle rahatlamasına anlam veremiyordu.
İstekle daha çok eğildi dudaklarına. Sadece zevk değildi işin sonu ya da tamamen birlikte olmak da değildi.
Bu kadın, ferahlıktı.
Ruhunu ferahlatan bazen tek bir bakışı, tek bir dokunuşuydu.
Dudaklarından zorla kopan kadına koyu gözleriyle baktı derince. Baksa bile doyamayacağı bi güzelliğe sahipti. Gözüne öylesine başka görünüyordu ki, kırpsa dahi büyüsü bozulacak gibi hissediyordu. Sanki kaybolacak, gözlerinin haznesi boş kalacak gibi hissediyordu.
Çok başkaydı güzelliği.
"Hadi gir duşuna. Gitmeyecek misin?"
Boynuna eğilerek mis gibi kokusunu çekti içine. Düğmeli pijama üstünün üstten birkaç düğmesini açtı ona masumca bakan kadına aldırmadan. Acılan düğmelerden görünen gerdanına usulca sokuldu.
Burnuna dolan bu kokunun yokluğu ölüm olacaktı bu adama.
Beyni öylece mayışırken, üzerine bıraktı ağırlığını. Bacağını iki çift uzun, ince bacağın üzerine atıp, iki kolunu da birini karnından sararak, diğerini de yatakla beli arasına sokarak sarmaladı kadını. Başını açılan pijama üstünden görünen göğüs oluğuna sokup gözlerini kapadı.
"Biraz daha uyusam hiç fena olmaz."
Saçlarına karışan ince parmaklarla gözlerine çöken dingin ağırlığı hissetti.
"Saçlarımı mı yıkasam sadece acaba? Off sinir oluyorum keseceğim kökten."
Kalçasını bir anda kuvvetle sıkmasıyla saçlarını sinirle çekiştiren parmakları hissetti.
"Sana kesmek yok dedikçe keseceğim diyorsun. Bende sinir oluyorum, ne yapacağız?"
"Sanki sen uğraşıyorsun taramayla?"
Mızmız sesine keyifle gülerken, belini okşayarak tekrar sarıldı.
"Uğraş dedin de uğraşmadım mı kadın?"
"Neyse. Uyuyacağım, sessiz ol."
Kokusunu son kez soluyarak burnunu dokundurdu göğüslerinin taşan dolgunluklarına. Mırıltı gibi çıkan sesiyle daldı uykusuna tekrar.
"Uyuyalım güzelim."
****
Kaç gecedir uykusuzluğunu düşündü. Kaç şişe devirdiği rakı bile o dingin uykuyu yaşatmıyordu ona. Beynine saplanan ağrıları, zihninin yorgunluğunu, bedeninin halsizliğini gidermiyordu. Zihnine dolan anılar, kaç gecedir her gözü açık olduğunda onu yanlız bırakmazken, yine bırakmamıştı.
Alışmak, kötüydü.
Başını iki yana sallayarak kahvesine uzandı. Son demini de acısını umursamadan içerek ayaklandı yerinden. Düşünmemek en iyisiydi. Hızla çekmeceye yönelerek silahını beline taktı. Ardından ceketini üzerine geçirerek kemerini düzeltti.
"Gidelim görelim bakalım şu şerefsizi. Birde bana sussun it."
Önünden çekilen adam ile kapıya sert adımlarla ilerlerken daha açmadan içeri giren, varlığından haberi dahi olmadığı kadına baktı Serhad.
Kapı çaldığını duymamıştı.
Sinirle dişlerini birbirine bastırırken gözleri bir kartalın gözleri kadar keskinleşti. Burun delikleri öfkeyle genişlerken kızı süzdü hızla. Üzerine giydiği kalem eteğine, beline sıkıştırdığı beyaz gömleğine, arkasından beline kadar uzanan saçlarına baktı Serhad.
Daha yeni görüyordu bu kızı.
"Serhad Bey merhaba, ben yeni sekreteriniz Gül. Programınızı inceledim biraz önce. 2 saat sonra olacak olan Adana'dan gelen misafirleriniz ile otelin lobisinde görüşmeniz var efendim. Ardından yeni ortaklık imzaladığınız İstanbul AK holding temsilcileri ile öğle yemeğiniz var. Hatırlatmak istedim."
Ona gülümseyerek bakan kadına baktı Serhad.
Beni diğer patronlarıyla karıştırarak hatasını en başta yapmıştı.
Gözlerinin haznesini daha fazla kirletmeden bakışlarını yanında onun gibi sekretere bakan adamına çevirdi. Anında ona dönen bakışları ile göz göze gelirken kısa bir bakış attı Mahmut'a.
"Çıkışını verin."
Önündeki kızın ne dediğini anlayıp anlamadığı umrumda bile değildi. Hızla yanından geçerek asansöre ilerleyip düğmesine bastı. Üzerindeki siyah gömleğine eşlik eden siyah ceketini düzeltti sanki dağınık dursa umurundaymış gibi. Anlına saplanan ağrı ile yüzü buruşurken, elinin birini beton duvara yaslayıp anlını ovaladı sinirle. Rakı içmek onu uyutuyordu lakin sonrasında çektiği ceza anlını çatlatacak kadar kuvvetli oluyordu. Ağrıyan beynine bile ayrı bir öfke beslerken, yıllar önceki halinden daha beter bir duruma gittiğini biliyordu Serhad.
Kontrolünü kaybediyordu.
Neden herşeye sinirleniyordu?
Sanki üzerine sinek konsa ona bile kızacaktı. Patlamaya hazır bi' bomba gibi hissediyordu kendini. Karşısına biri çıksa, ona ters bir cevap verse ağız, burun dalacaktı.
Rahatlayacaktı.
Bedeni..
Aklı..
Kalbi..
Acılan asansör kapısı ile hızla adımlarını içeri yöneltti. Herşeyi siktir edecekti. Önüne bakacak, işlerine devam edecekti. Düşünerek hiçbirşey ne elde edebilirdi, ne de biryere varabilirdi.
Yaşanmıştı bir kere.
Ne hafızasından silebilirdi, ne de yok sayabilirdi.
Sadece işine odaklamalıydı. Yumruklarını stresle açıp kapattı. Sakin olmalıydı. Sakin olacak, işlerini aksatmadan yürütmeye devam edecekti.
Eski işlerine.
Mavi gözleri asansör kapısındaki birkaç lekeye takıldı. Dişlerini öfkeyle biribirine bastırırken, gözlerini daha fazla lekeleri görmemek için sıkıca kapattı.
Bu şirketin temizlikçileri ne bok yiyordu bütün gün?
"Mahmut söyle şu şirketin temizlik departmanına, adam akıllı işçi alsınlar."
"Sorun nedir ağam?"
"Görmüyor musun lekeleri?"
Sinirle sesi yükselirken haline acıdı. Öfke nöbetinin gelmesine çok az kalmıştı. Gözlerini sıkıca açıp kapattı. Ellerini sıkı sıkıya açıp kapattı birkaç kez.
Şimdi değil. Şimdi değil. Şimdi değil.
Başını hızla iki yana salladı stresle. Bir adam dövmeli, nefesi kesilene kadar spor yapmalıydı. Başka türlü aklı yerinden dağılmayacaktı.
"Saat daha 7 ağam. İş başı değil, o yüzden dünden kalmış olmal-"
"Sana nedenini sormadım."
Göz göze geldiği bakışlara sert bir şekilde karşılık verirken, hırçınca çekti gözlerini. Bir anda açılan kapıdan hiç beklemeden çıkışa yöneldi. Yüzüne yerleşen korkunç öfkeden göz göze geldiği her bakış nasiplenirken sert adımlarla şirketinden çıktı. Önüne park edilen siyah lamborghinine binerek gazı kökledi.
Trafiğe bir anda dalarken çalan korna seslerine ardı ardına küfürler savurdu. Birkaç arabayı öylece son hız sollarken, deponun yol sapağına geldiğinde hemen kırdı direksiyonunu.
Bütün haftanın öfkesini, neredeyse bir aydır aradığı o pezevenkten çıkaracaktı.
Dikiz aynasından arkasından gelen arabaları gördü Serhad. Hızla gazına daha çok yüklenirken, bu gece içmeyeceğine dair kendi kendine sözler veriyordu.
Tutamayacağını bilerek.
Derin bir nefes alıp torpidoya uzandı. Sigara paketiyle çakmağını çıkarıp hiç düşünmeden dudaklarına dayadı. Tütünün fitilini kalbini ateşe vermişcesine yaktı sabah semasına karşı giden arabasından gördüğü manzaraya karşı. Çakmağı gelişi güzel yan koltuğa fırlatırken derin bir nefes çekti zehirden.
Sevmezdi sigara içmesini.
3 yıldır ağzına sürmüyordu bu mereti.
3 yılın ardından içtiği zehir boğazını yakarken, daha da çekti içine. Hırsla yeniden soluklanırken ona dair hiçbirşey kalmamasını istedi. Baktığı her şey ondan bir parça hatırlatmak istercesine gözüne batıyordu. Bırakacaktı. Onu düşünmeyi de, onu hatırlatan herşeyi de bırakacaktı Serhad. Başka ne çaresi vardı, ne de yolu.
Bırakmasa ne olacaktı ki?
Gururunu öylece çiğneyip bir kenara savuran adama bakacak mıydı eskisi gibi? Tanıyordu Serhad. O kadını o kadar çok iyi tanıyordu ki, bırakmaktan başka yolu yoktu bu saatten sonra. Derin bir nefes daha çekti içine. Yine onu düşündüğünü farketti. Araba kullanırken, sigara içerken, her gece unutmak için rakısını içerken..
Nefes alırken bile o deli kadını düşünüyordu.
Bıkkınca bir nefes verdi. Bi süre kafayı yemeye hazır olmalıydı. Aklı böyleyken, işi işti Serhad ağanın. Sinirle camını açtı. Elindeki sigaradan bile zevk alamıyordu. Bitmişlikle söndürdü sigarasını. Nasıl yapacağını bilmiyordu lakin yapmak zorundaydı. Anası birkaç gün önce uygun gördüğü kızın ailesi ile konuşmaya gideceğini söylemişti.
Gidecekti.
Evliliğe boyun eğmesinin tek sebebi anasından çok, evlenmediği taktirde aşiretin başına geçecek olan amcasının oğlu Hamza yüzündendi. Ne kadar şerefsiz bir adam olduğunu çok görmüştü Serhad. Babasının emanetini o itin ellerine teslim etmeyecekti. Evlenecek, herkesin dilinden kurtulacaktı.
O kadına alışmak zorundaydı.
Karısı yerine koymak zorundaydı.
Dokunmak zorundaydı.
Başını hırsla iki yana salladı. Nasıl dokunacaktı ki? Etkilenmeyecekti bile, biliyordu Serhad. Onun teni tek bir kadına karşı zayıftı. Şu yaşına kadar önüne onca kadın çıkmasına rağmen, ondan başkasına bırak tenini, gözünü bile saniyelerden fazla tutmamıştı. Bedenine hüküm defterini giydiren tek kadını, harcamıştı.
Bunun acısını çekmeye daha başlamamıştı Serhad ağa.
Evleneceği kadın ne olacaktı? Elini sürmeye nasıl yüreği el verecekti? Başka kadının hayalini kurarak ona dokunacak olmasını bilse ne yapardı karısı olacak kadın? Düşünmek istemiyordu lakin öylesine bir bataklığa saplanmıştı ki Serhad ağa, aklını da kalbini de hesap edemiyor, öylece adımlıyordu kaderinin lekeli yollarını. Attığı her adım bir önceki adımının kirinu taşıyor, basacağı yerleri daha çok kirletiyordu.
Görünen yıkık kapı ile hızını keserek park etti aracını. Dalgalı denizleri durgunlaşmıştı. Başını Bitmişlikle arkaya yaslayıp kapadı gözlerini usulca. Onu düşünmek bile sakinleştirirken, şu an bu izbe orman yolunda olacağına, kollarında yaşayacağı huzuru hayal etti Serhad. Yıllardır süre gelen farkettiği tek şey buydu ağanın.
Zevkten çok, huzur vardı o kadının kollarında.
Kısa bir an evli olduklarını düşündü. Aklına mukayyet olamıyordu. Kontolü çoktan kaybetmiş olan aklı ona öylesine görüntüler seyrettiriyordu ki, güldü Serhad.
Varlığı değil, hayali bile yetiyordu gülmesine.
O kadından yapacağı çocukları düşündü. Hepsi birbirinden deli, yaramaz olurdu. Kızlarına vereceği güzelliğini hayal etti Serhad. O kıvırcık saçlarını, bal sarısı gözlerini hayal etti küçük suratlarda.
Dumura uğradı Serhad ağa.
İlk kez çocuk hayali kuruyordu.
Nefesinin kesildiğini, direksiyonu sıkan parmaklarının beyazladığını hissetti. Olmayacak durumlara, olmayacak hayallere dalıyordu kaç gündür. Bedenini tekrardan ele geçiren sinir bu sefer kendineydi. Neyin derdini yaşıyordu? Bırakmıştı işte, bitmişti. 3 yılın defteri dakikalar içinde kül olmuştu. Geri dönüşü olmayan yola çoktan adımını atmış, herşeyi ardında bırakarak önüne bakmaya ant içmişti. Ne düşünmenin lüzumu vardı, ne de boş yere hayaller kurmaya gerek vardı. Aklını karıştırmaktan başka bir halta yaramıyordu.
Aklı başından gideli kaç yıl olmuştu?
Hırsla bir nefes alıp kapıya yöneldi. Gidip o adamı öldüresiye dövecek, rastlayacaktı. Başka türlü bu düşüncelerden kurtulamayacaktı. Daha kapısını açmadan ona bakan Mahmut'u gördü gözleri. Uzun süre göz göze geldiği adamına bakmadı daha fazla Serhad. Herşeyini bilen adam, şimdi bile aklından neler geçtiğini bilecek kadar iyi tanıyordu onu, biliyordu Serhad.
Bakışlarını es geçerek çıktı arabasından. Ceketini çıkararak arabasına fırlattı gelişi güzel. Mekana adımlamaya başladı yavaşça. Aynı zamanda da siyah gömleğinin kollarındaki lüks kol düğmelerini özenle çıkarıyor, cebine koyuyordu. Ardından dirseklerine kadar kıvırmaya başladı kol başlarını.
"Ağam bizim çocuklar biraz hırpalamış ama adam yine de sıkı, konuşmuyor. Hemen işini bitirmeyelim belki silahların kime gittiğini söyler."
Bakışlarını kollarından çekerek, adamına çevirdi Serhad.
"Ne demek istiyorsun Mahmut? Hemen öldürme mi diyorsun?"
Alaylı sesi, fabrikada yankı yaparken, gözleri hızla avını yakaladı.
"Ben zaten öldürmem koçum.-"
Adımları ölüm sessizliğini kaplayan yıkık eski pamuk fabrikasında öylece tek ses olurken, usulca dolandı ağzı gözü kan içinde olan adamın oturduğu sandalyenin etrafında.
"Ölüm, ödül olur bunun gibilere. Hapiste geçireceği yıllar gençleştirir böyle pezevenkleri-"
Arkasına geçtiği adamın kulağına eğildi hissizce.
"Ben ona hepsinden daha güzel bir ödül vereceğim. Önce bacaklarının bağı çözülecek, ardından dilinin!"
Tek bir saniye sesini çıkarmayan adam öylesine büyük bir kinle dinliyordu ki onu, dediklerine sadece güldü.
"Sizin boş tehditleriniz sikimde bile değil."
Serhad ağa onu takip ederek daha büyük güldü.
"Bi sikin var mıydı senin?"
Adam, başını çevirerek ona alayla baktı.
"Göstermemi ister misin Serhad ağa?"
Önüne dolandı yavaş adımlarla. Ellerini ceplerine yerleştirip, uzunca süzdü karşısında ona alayla bakan adamın iki bacak arasını.
"Sana gerek kalmayacak zaten Şiyar. Ben bizzat ilgileneceğim senin uzunluğunla. Ardından tekrar konuşuruz seninle, nasıl olur?"
Gözlerinden geçen tedirginliği yakaladığı an keyifle güldü Serhad ağa.
"Ne saçmalıyorsun lan sen?-"
Bir anda hareketlendi yerinde. Bağlı olan ellerine asıldı öfkeyle.
"Bırakın lan beni. Ölürüm yine de tek bir kelime etmem size, şerefsizler."
"Ölmek mi? Öleceğini kim söyledi ki sana?"
Bakışlarını keyifle olanları izleyen adamı Mahmut'a çevirdi bir anda.
"Benim ağzımdan öyle birşey çıktı mı Mahmut?"
Saygıyla ellerini önüne bağlayan adamına bakmaya devam etti.
Allah biliyor ya, tek bir yanlışını görmemişti bu adamın.
"Çıkmadı ağam."
Başını usulca salladı. Gözleri hırçınca boş fabrikanın köşesinde olan masaya döndü. Adımları yavaşça oraya yöneldi. Kafasını dağıtacağı için ayrı bir keyif yaşarken, bundan zevk alacağı için kendine olan öfkesi artıyordu.
Görse bu halini, ne hissederdi?
Eline aldığı keskin alete baktı. Yıllar önce yaptığı ilk eziyet aklına geldi. Bundan zevk alan halini, yaptıkça daha fazlasını isteyen o sadist halleri geliyordu aklına.
Sırf bir gece üstünde kan lekeleri ile geldiği için ondan korkarak kaçmasına dayanamadığı için bırakmıştı bu işleri. Her ne kadar yine de içinde olsa da ilgilenmiyordu ilk zamanlarda olduğu gibi.
Ona istekle gelmesini istiyordu.
Kaçmasını değil.
Gözlerini hırsla kapattı Serhad. O'na göre şekillenen hayatı artık yoktu. Eski düzenine bir anda geçiş yapmıştı bir ay önce. Yıllar önce peşinde olan adamın izini sınır ötesine geçmesiyle kaybetmiş, bir ay önce Türkiye'ye giriş yaptığını öğrendiği an öfkesi yeniden alevlenmişti. Yine de bulaşmaktan kaçınmıştı. Her dakika nefesini soluduğu kadının koynuna barut kokusuyla girmek istememişti. Günler içinde değişen kaderi, yine başa sarmış, ruhunu hafifleten herşeyi bir anda alıp götürmüştü sanki ellerinden.
Sağından gelen ses ile bir anda bütün dikkati dağılırken, elindeki aleti daha sıkı kavradı parmakları.
"Iyi misiniz ağam?"
Verecek bir cevabı var mıydı, bilmiyordu.
Başını belli belirsiz sallayarak adımlarını tekrar sandalyede öylece hareketlerini analiz etmeye çalışan adama yönlendirdi.
Elinde tuttuğu keskin aleti gördüğü an dudakları öylece aralanan adamın bakışlarından an be an geçen korkunun verdiği his, onu rahatsız etmişti.
Halbuki eskiden bundan zevk alırdı.
Dişlerini hırsla sıkıp başında bekleyen birkaç adamına baktı.
"Bi' sandalye getir bana."
Gözleri bir saniye olsun gözlerini gözlerinde tutmayı beceremeyen adamdan ayırmıyordu. Elinde öylece döndürdüğü dişli pensenin keskinliğini kontrol etti.
"Dağlar nasıl Şiyar? Hatun bol mu?-"
Gözlerini, penseden çekip elindeki alete bakan adama çevirdi. Gelen sandalyeye gelişi güzel attı kendini.
"Söylesene kaç tane kızı zevkine harcadın?"
"Zorla hiçbirşey olmuyor. Herkes kendi rızasıyla altıma giriyor."
"Son kez soruyorum. O silahlar sınırdan nasıl geçti?"
"Bilmiyorum. Boşuna sorma!"
"Söylemeyeceksin öyle mi?"
"Eğer iki tehdite çözülseydim, bu işe herşeyimi heba etmezdim."
Gözleri bir anda iki bacak arasına indi.
"Herseyini daha heba etmedin ama-"
Bir bacağını digerinin üzerine kıvırırken, kalçasını öne iterek daha çok yayıldı. Bakışları hala erkekliğin de gezinirken, yüzüne yerleşen vahşet dolu gülümseme, karşısındaki adamı dumura uğratmıştı, biliyordu.
"En önemli şeyi unutmuşsun!"
"H-hayır, bu kadar ileri gidemezsin. Benden bilgi istiyorsun Ağa. Beni yaralarsan sana bilgi verecek tek bir insan evladı bile yok. "
"Yaralanan insanlar, konuşabilirler Şiyar."
Gövde gösterisini yanlış adama yapıyordu.
"Eğer bana zara-"
"Ki vereceğim!"
Sözünü keserek bir anda ayaklandı.
"Ama ben değil."
Bakışlarını adamdan çekerek Mahmut'a baktı. Gözlerine sabitlenen kahve gözler, bakışlarındaki dehşeti görmüş müydü bilmiyordu ama görmese bile tahmin edebilecek kadar yanında tecrübe kazanmıştı bunca zaman.
"Ne yapman gerektiğini biliyorsun aslanım. Fazla kesme. İlerde lazım olur belki!"
"Ne diyorsun lan sen? Senin erkekliğin bu mu lan Serhad ağa. Yakışır mı bu sana?"
Bakışlarını yavaşça omzunun üzerinden arkasında ona hayretle bakan adama çevirdi.
"Biliyor musun Şiyar?"
Ellerini tekrar cebine yerleştirip yavaşça ona döndü.
"Bu aralar o kadar çok kendime yakışmayan şeyler yapıyorum ki, bu yapacağım şey yanında hiçbirşey kalıyor. -"
Usul adımlarla ona yaklaştı. Tam önünde durarak bir anda eğildi üzerinde heybetli bedeniyle. Bakışları kanayan elmacık kemiklerinde, hafif yamulan burnunda dolandı.
"3 yılı bir kalemde silen adamın, birinin erkekliğini iki saniyede harcaması hiç de zor değil Şiyar."
Sesi, boştu.
Sesi, yitikti.
Doğruldu yerinde.
"O dağlara zorla çıkarıp tecavüz ettiğiniz kadınları, bi şerefsizden kurtardım. Bu bile içimdeki o zevki kamçılıyor ama herşey yavaş yavaş. -"
Gözleri, tiksintiyle baktı ona korkuyla bakan adama.
"Yavaş yavaş Şiyar. Usul usul halledeceğim işimi. Bırak köstebekleriniz, ruhunuz bile duymayacak!"
Arkasını dönerek büyük demir kapıya yöneldi. Dudaklarından kopup gelen sözleri anlamış mıydı bilmiyordu. Öfkesi an be an harlanırken, burnundan sertçe bir nefes çekti içine.
"Mahmut?"
"Buyrun ağam."
"O rakı masasına önce kendini, ardından güzel, birkaç mezelik bilgi getir."
Omzunun üzerinden ona keyifle bakan adama baktı.
"Bilgi yoksa, sende yoksun. Unutma!"
***
Dinmiyordu.
Beynindeki o ses tonu, dinmiyordu.
Başını hırsla çarptı masaya. Tekrar vurdu öfkeyle. Geldi geleli nefesini soluk borusuna tıkayan şey, beynine nüksetmiş, hiç aralıksız zonklatıyordu beyin damarlarını. Cigerine çektiği her aralıklı nefes iğne ucu kadar keskin bir şekilde batarken, tekrar vurdu kafasını.
Delirmiş gibi hissediyordu.
Gibi mi?
Delirmişti.
Nasıl böylesine kendini kaybettiğini anlayamamanın siniri gün yüzüne ılık ılık süzülürken, bu dikenli tellerden nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Hareket ettiği an, her bir karışına batan diken uçları umrunda olmasa da kısıtlıyordu yapacağı her hamleyi. Sessizce bir nefes verdi.
Susmalıydı.
O ses tonu defolup gitmeliydi beyninin içinden.
Gülerken, ona birşeyler anlatırken..
Gülüşü aklına geldi. Ay kadar güzel olan yüzüne yakışan, badem gözlerini kısan gülümsemesi..
Başını iki yana salladı kafayı yememek için.
Az kalmıştı, bitecekti bu çektiği sıkıntı. Kendini uyuşturucu bağımlısı olan bir ergen gibi hissediyordu. Bütün hâyâti damarları o toz için kan akıtıyor, yanıp tutuşuyordu kavuşmak için. O tozu burun deliklerinden genzine akışını hissetmezse hayat boş, kollarını delik deşik etmezse bedeninin bir boka yaramadığını düşünecek kadar bağımlı..
O kadının bağımlısıydı.
Kokusunun, teninin, onu okşayan ince uzun parmaklarının-
Başını hızla kaldırarak yeni bir rakı doldurdu kendine. Hızla kafasına dikerken, hiç beklemeden yeniledi bardağını. Başını arkaya yatırdı gergince.
Bedeni yanıyordu.
"Hızlı başladınız ağam bu akşam. Daha gece uzun, sabaha bi' dünya var?"
Başını kaldırarak elindeki bardağı fondipledi.
"Benden hızlısı mezarda keyif sürüyor be Mahmut."
Sesine karışan allak bullak tını, güldürdü Serhad ağayı. Başlıyordu. Önce beyni uyuşacak, ardından göz kapaklarına yapışan o görüntüsü bulanıklaşacaktı.
Uyuyabilecek, nefes alabilecekti.
Bardağını tekrar başına dikerken, gözlerini kapatarak arkaya attı başını. Bedenine akseden içki, başına giren ağrılı sancıları bir bir söndürürken, derin bir nefes aldı. Yan masadan yükselen kahkaha sesleri bile onu öfkelendiremeyecek kadar uyuşuyordu bedeni. Yayıldı sandalyede.
"Şu geçen gittiğimiz mekana yeni bi güzel gelmiş. Gördünüz mü? "
Pavyon kötü bir yer aslanım, gitmeyin!
Dinlemek istemese de kulağına ilişen sözlere aldırış etmedi. Yeniden bir bardağı daha kafasına dikerken, tekrar yatırdı başını geriye. Biraz daha kendini iyi hissediyordu. Ne sabah hissedeceği sancı umurundaydı, ne de aksayan işleri. Gün içinde o kadar işi bok etmişti ki öfkesi yüzünden, haline acıyordu.
"Kız afet abi. "
Gözlerini açıp kapattı birkaç kez.
Tek bir afet tanıyordu.
Kaç yıldır koynunda sefa sürdüğü kadındı.
Sessizce soluklandı. Göğsü her hareket ettiğinde batan şeyler, içinde biriktirdiği hangi şeydi bilmiyordu ama, dolmuştu yıllardır. Tavanı izlemeye başladı gözlerini açarak. Tahta boyasını, izbe bir meyhane olduğunu her bir detayıyla belli eden duvar nakışlarına kaydı bakışları. Böyle yerleri seviyordu.
"Bir görsen içi gidiyor adamın."
Gözleri tekrar tavanı buldu. Baktı derince.
İçi sökülüyordu.
"Adı da kendisi gibi güzel, Yazgı!"
Baktı.
Tavana uzunca baktı önce. Adının telaffuzunu tam 7 gündür duymuyordu hiçbir dudaktan.
Kader.
Uyuşan beyni yavaşça herşeyi idrak ederken, kaşları çatıldı. Yazgı'mı demişti bu şerefsizler?
"Hasan çok para istiyormuş kıza. Bir şekilde buldum parayı da."
Hasan?
Başı bir anda kalktı yaslandığı sandalye başından. Dalgalı denizleri önce karşısında ona tereddütle bakan adamına döndü. Gözlerinden an be an geçen felaketlerde kendini görürken, nefesinin kesildiğini, ellerinin uyuştuğunu hissetti. Başını kucağına indirerek ellerine baktı.
Titriyordu.
Açıp kapattı parmaklarını. Gelen nöbeti bir anda su yüzüne çıkarken, yanlış duymuş olmayı diledi. Farklı bir isim söylemiş olmalarını, beyninin ona çirkin bir oyun oynamış olmasını diledi. Başını usulca sağ omzuna yatırarak esnetti. Gözleri, keskin bir kartalın yer yüzünde öylece ilerleyen avını izlerken hissettiği zevkle yan masaya çevirdi.
Sadece izlemek istedi.
Ne kadar mümkündü bilmiyordu, sadece izlemek, yanlış anladığını teyit etmek istiyordu.
"Bu gece müşterisi çokmuş şansıma. Yarın geceye kaldım."
Kendinde miydi?
Aklı başında, kalbi yerinde miydi?
Değildi.
"Seni orosbu çocuğu."
Ne ara yan masaya atıldığını bile bilmezken bir anda elleri arasında olan adamın burnun tam kırılma noktasına kafasını geçirdi hiç düşünmeden. Hırsla onu bir köşeye fırlatırken ne ağzından çıkanları anlayabiliyordu, ne de duyduklarını.
Bütün fonksiyonları devre dışıydı.
Yakasından tuttuğu adama bütün kuvvetiyle yumruklarını savururken, onu tutmaya çalışan her bir engelden hızla kurutulup atıldı adamın üstüne.
"Demek paranı buldun ha?"
Hırsla yumruklarını hiç yorulmadan sıralarken, altındaki bayılma noktasına gelen adamın ağzından çıkanlar sikinde bile değildi. Titreyen ellerine akın eden kuvvet onu bir anda alabora ederken, hızla doğruldu yerinde. Tekmesini duraksız karnına indirerek, nefesini kesti inleyen adamın.
"Y-yapma a-ağam."
Başını bir anda masa da ona korkuyla bakan adamı buldu.
Müşterisi çokmuş.
Güldü Serhad ağa.
İlmek ilmek yüreğine süzülen sancıyı umursamadan doğruldu yerinden.
Gözleri, yırtıcı bir hayvan kadar ölüm kokuyordu bu gece.
"Yarın akşama kaldın öyle mi?"
Ona doğru bir adım atacakken koluna dokunan her kimse hızla bir yumruk sallayarak yolundan çekti. Hızla ikinci yumruğu da takip ederken üzerine eğilerek üçüncüyü de indirdi burnuna. Koluna yine birinin dokunmasıyla hızla hamle yapacakken duyduğu keskin ses ile duraksadı uyuşan bedeni.
"Bırak adamı, yeter!"
Duyduğu sesle başını hızla yukarı kaldıran Serhad ağa, beklediği en son kişiyi gördü. Hırsla kolunu Baran'ın ellerinden kurtarıp zaptedemediği öfkesiyle bir yumruk daha attı altındaki adamın kanayan burnuna.
Sonuna kadar haketmişti.
Sendeleyerek doğruldu yerinden. Başına saplanan şiddetli ağrıya aldırmadan, yan tarafında duran rakı şişesini dikti kafasına. Yudumları birer birer içine akarken, ne boğazının yanmasını, ne de yüreğinin yanması aklına geldi. Öylece zehiri akıttı içine. Başını, onu korkuyla izleyen adamlara çevirdi. Dövdüğü adamın masasında oturan birkaç adam ile göz göze geldi tekrar. Aklına yine söyledikleri sözler dolmaya başlamıştı hiç çaresiz. Yarım bıraktığı adımlarını devam ettirdi onlara doğru. Kulak ardı edemeyeceği kadar içine batan sözlere karşılıksız kalamamış, kendini kaybetmişti hiç yoktan.
Yine kaybedecekti.
Sendeleyen adımları, bileğindeki gücünü kesmemisti bu gece.
"Tekrar et!"
Biliyordu Serhad. Karşısındaki adam ne demek istediğini anlamıştı. İkinci kez tekrar ederse dediği şeyi, yanında yumruğu da eklenecekti. Adam titreyen gözlerle bir iki adım geri atarak uzaklaştı ona sendeleyerek yaklaşan adamdan.
"B-ben birşey demedim ağam. Halil'in densizliği. Ortalık yerde kadın muhabbeti yapılmaz, bilmez miyim ben? Sen kusurumuza bakma nolur. Bir daha tekrarlanmaz böyle birşey."
Duymuş muydu Serhad ağa?
Onca sarfedilen sözü dinlemiş miydi?
Onun, sözlerini dinleneceği tek bir kişi vardı.
Var mıydı?
Burnundan sertçe bir nefes çekti içine. Yoktu. Bitirmemiş miydi bir hafta önce? Tam bir hafta olmuştu.
Her gece görmeden gözünü bile kırpmadığı kadını bitireli, tam 7 gün olmuştu.
Sol yanına giren ağrıyı sorgulayamadan çoktan ondan kaçmaya çalışan adamı yakalayıp savurmuştu masaların üstüne. Mekan git gide boşalırken, gözü onca sözü sarfeden şerefsizden çekmedi.
"Tekrar et!"
Adam anlamıştı çoktan kurtulmayacağını.
"Yapma ağam. Altı üstü bi hayat kadını!"
Hayat kadını değildi O.
O'nun kadınıydı.
Anlındaki damarın zonklayışını hissetti Serhad.
Ellerinin titrediğini, bütün bedeninde yer edinen taze öfkeyi hissetti iliklerine kadar.
"Hayat kadını ha?"
"Hayat kadını!"
Güldü Serhad ağa.
"Seni o mekanda-"
Bir yumruk savurdu yerde uzanan adama. Ne içtiği içki sersemletmişti onu, ne de saatlerdir savurduğu yumruklar..
Bilmiyordu neyin sersemlettiğini..
"Kucaktan kucağa, bir bir gezdirmezsem-"
Öfkeyle tekrar savurdu yumruğunu. Ne kadar vurursa vursun dinmeyecekti öfkesi. Biliyordu.
"Bende adam değilim lan."
İsabet ettiremediği yumrukları bir bir artarken , erkenden içtiği olanca bardsk rakıya lanet etti. Yine de okkalı bir yumruk savurup geri itti adamı.
"Ulan..."
Başı dönmeye, midesindeki iğrenç tadın boğazına yükselişini hissetti.
"Ulan ben böyle hayatı sikeyim."
Kelimeler öylece diline dolanarak çıkarken, gözlerine inen perde öylece halsiz düşürmüş, yaslandığı bedene daha çok yaslanmasına sebep olmuştu. Gözlerini zorla aralarken bu mekandaki defterin daha kapanmadığını usulca not etti bulanık beynine.
Masalarına meze ettikleri kadının gözleri önünde yapacaktı bunu.
Kadın..
Hayat kadını..
Başını çaresizce iki yana salladı.
O'nun kadınıydı.
O'nun kadınıydı.
O'nun kadınıydı.
O'nundu.
Gerçekler an be an beynine dolarken nefesinin aksadığını, bedeninin öylece yığılıp kalacağını hissetti. Yüreğine sızan acı, kanserli bir hücre gibi hızla etrafındaki herşeyi ele geçirirken, her bir odacığını o kadının yarasıyla doldurmaya başladı. Bedenimin en ucra köşelerine kadar dağılan kan, acıyı ilmek ilmek işlerken gittiği her bir yerine,o bataklığa şimdi düşmediğini farketti Serhad.
3 yıl önce, koynuna aldığı ilk kadın, o acıyı daha ilk gecelerinde bedenine işlemiş, öylece bırakmıştı üzerinde.
Bitmişti ama.
Biteli 168 saat, 10.080 dakika, 604,800 saniye olmuştu.
Bu kafayla bunu düşündüğüne gülmek bile gelmedi içinden.
Delirdigini zaten çoktan anlamıştı.
***
Gecenin has ışıkları olan yıldızlar, üzüm bağlarını bir bir aydınlatırken başını çevirerek yatakta yatan adama baktı Mahmut. Koskoca Serhad ağanın geldiği hal içler acısıydı. Yıllardır yanında çalıştığı bu adamı ilk kez böyle görmüş nedenini aklına gelen tek şey dışında herşeye bağlamak istemişti lakin mümkün değildi.
Yıllarını verdiği kadına yanmıştı Serhad ağa.
Anlaması belki yine aylarını, belki de yıllarını alacaktı ama anlayacaktı birgün. Anlamazsa eğer üzülürdü Mahmut. Yapacağı hatalara, geriye döndüğünde yaşayacağı pişmanlıklara üzülürdü. O mekanın yollarını ağası ile beraber kendisi de arşınlamıştı yıllarca. Ağası görememişti belki ama yıllardır kendisi görmüştü ağasındaki değişiklikleri. Yine de zaman gerekiyordu. Mekandaki adamları çekmişti geri. Yazgı'dan tek bir haber bile gelmiyordu bir haftadır kulağına.
"Y-yazgı.."
Duyduğu sesle düşüncelerinden hızla kopan Mahmut üzülerek ağasına baktı. Üstündeki siyah gömlek kırışmış, pantolonundan öylece kurtulmuştu. Bir ayağı yattığı yataktan öylece yere uzanmış, diğerini kendine çekmişti. Uzayan saçları öylece anlına dökülmüş, terden sırılsıklam olmuştu. Ellerinden damlayan kan damlaları yatağı öylece lekelerken, üzerine bulaşan lekelere baktı uzunca. Sabaha daha çok vardı, uyanması öğleni bulurdu. Bir haftadır hep böyleydi. Saate kaydı genç adamın bakışları. Gecenin daha 02.00'siydi.
Yavaşça yanına adımladı. Dudaklarından dökülen kelimeleri seçemiyordu. Sarhoşluğu dibine kadar yaşıyordu kaç gündür.
Durmak için.
O mekana adım atmamak için.
Görmemek için.
Mırıltı gibi çıkan sesleri anlamak için üzerinde eğildi genç adam. Göz göze geldiği kısık, kızarık mavi gözlere baktı. Kan çanağına dönen gözleri öyle soluk, cansız duruyordu ki, ağası için, onu izbe sokaklardan kurtarıp yanına alan, karnını doyuran adam için yandı yüreği Mahmut'un.
"Buyrun ağam."
Kan oturan gözlerine, uzayan sakallarına baktı Mahmut. Hala inanamıyordu kaya kadar sert olan Serhad ağanın bu hallerini gördüğüne. Yıllardır yanında durduğu, olanca öfkesine, sinirine şahit olduğu adam yıkılmıştı..
"Mahmut-"
Kısık ama buna nazaran keskin sesi kulaklarına doldu Mahmut'un. Duyacağı şeyleri yapmaya hazır olda bekliyordu. Emri, başı gözü üstüneydi lakin istediği şeyi nasıl yerine getirecekti, bilmiyordu genç adam.
"O'nu bana getir."
Ağasını tanıdığı kadar, yandığı kadını da tanıyordu az çok.
Ne Yazgı'yı getirmek mümkün olacaktı, ne de ağasının hışmından kaçmak.
Derin bir nefes alarak çıkışa yöneldi genç adam gecenin kör kuyusunda. Getiremeyeceğini bile bile gidecek, şansını deneyecekti.
Kadından iyi bir azar, getiremediği için ağasından sıkı bir yumruk yiyeceğini çok iyi biliyordu Mahmut.
***
Serhad HAŞİMOĞLU🔥
LEKE⚡
R.E. KİTAPLARI⭐
INSTAGRAM: watpadd_kader_
Yorum. Yorum. Yorum.
💭
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top