16| kazılacak bir mezar.
0016. BÖLÜM ON ALTI
— kazılacak bir mezar.
───── Kelime | 14041 ─────
Geniş odaya hücum eden güneş ışığının aydınlığı altında, incelemesini sürdürmeye devam ediyordu gelen ekip. Melora ve Sherlock, Peter'ın cansız bedenini bulduklarında ilk, polise haber vermekte hemfikirdiler. Genç kadın müfettişin numarasını tuşlarken, Sherlock incelemesini sürdürmüştü. Kısa bir süre içinde de polisler olay yerine teşrif etmişti.
Her biri, dairenin dört bir yanını araştırıyor ve önemli bilgileri topluyordu. Lestrade ve Sherard'ın yanında durup bedeni daha dikkatli inceleyen Melora, Sherlock'un yanında bulamasıyla bulundukları odada elalarını gezdirdi. Adamı, salonla birleşik olan mutfağın önündeki kolonun yanında bulmuştu. İstemsiz olarak kaşlarını çatan Melora, dalıp gitmiş Sherlock'un yanına doğru küçük adımlarda bulundu.
"İyi misin?" Usulca sorusunu yöneltirken elini ensesine atıp, mavilerin üzerine gelmesini bekledi. Şu an Sherlock'un bu tuhaflığını anlayabiliyordu, Lestrade bundan bahsetmişti ona. Uyuşturucuya karşı ilgisinin olduğunu biliyordu, ayrıca sigaraya karşı da. Nikotin bantlarını görmüştü ama hayatına girdiğinden beri Sherlock'un uyuşturucu kullandığına şahit olmamıştı.
Bunun için müfettişten uyarı da almıştı, tekrardan uyuşturucu işlerine bulaşırsa derhal bildirilecekti. Bu konuda kadına güveni tamdı fakat Melora ispiyoncu olmak istemiyordu, güvene ihanet etmekte istemiyordu. İki tarafta onu zor duruma soktuğundan, böyle bir şeyle karışırsa Sherlock'un uyuşturucu kullanmasına izin vermeyecekti.
"Ben iyiyim. Bir olay üzerinde çalışıyorum şu an." Baştan savma sözcüklerini birbirini ardına dizen Sherlock, ses tonunda da bunu yansıtmıştı. Bakışlarının odak noktası, önündeki kareydi. Ölü bedene karşı dalıp gitmişti. Buradaki herkes bir kaza sonucu öldüğünü düşünürken o, adamın bilhassa öldürüldüğünü düşünüyordu.
Sherlock'un baştan savmasına karşı göz devirmesini tutamamıştı Melora. Adımlarını biraz daha yaklaştırıp adamın ona bakmasını sağladı. Tüm bu baştan savmalarına karşı adam için yüzüne anlayışlı bir ifade getirirken, küçük bir gülümseme kondurmuştu dudaklarına. "Peter Talbott tam burada. Senin işin bitti."
Sherlock'u düşünerek söylemişti sözlerini Melora. Eğer onu zorluyorsa burada bulunmak, evine gitmesi en iyisiydi. Eninde sonunda davanın içerisinde olabilirdi ama bu dairede olmak zorunda değildi. Diğerlerine nazaran cinayet olduğunu düşünüyordu Melora da. İlk erkek arkadaşı uyuşturucu bağımlısıydı, bundan dolayı deneyimliydi.
"Bitti mi? Şuradaki salatayı görüyor musun?" Sessiz bir hiddetlenme yaşan Sherlock, ardında duran tezgahın üstündeki salata tabağını işaret etti parmağıyla. Plastik kabın içinde, kendilerinden geçmiş çeşitli yeşillikleri Melora önceden de fark etmişti. Orada öylece 2 ila 3 gündür durmuş olmalıydı o kap.
"Neler döndüğünü görebiliyorum, seninle aynı şeyi düşünüyorum."
"O zaman bana emir vermeyi kes, onlar bizim gibi düşünmüyor." Melora'nın nazik ses tonuna nazaran Sherlock, sertçe uyarıda bulunmuştu kadına. Yüzündeki yumuşak ifadeyi yavaş yavaş yitiren Melora, nötr bir ifadeye bürünmüştü. Dudaklarındaki anlayışlı gülümsemesi solmuştu ve tek yaptığı adama karşı, başıyla onaylamaktı.
Topukları üzerinde birkaç adım geriye giderek aralarındaki mesafeyi geri kazandırdı genç kadın. İstediği şey, adamın uyuşturucu bulunduğu bu evden gitmesi ve burayı güvenerek ona bırakmasıydı. Anladığı üzere Sherlock, ona güvenmiyordu. Konuşmadan tek çıkardı şey buydu ve kadını biraz kırmıştı.
Gerileyen ve ondan uzaklaşan Melora'nın ardından kaşlarını çatmıştı. Hızla dönüp, cesedin olduğu koltuğun hemen önünde dikilen Lestrade'e ilerledi. Hiddetini sürdüren Sherlock bu sefer cesedi işaret etmişti. "Bunun kaza sonucu bir aşırı doz olarak nitelendiriyorsunuz, öyle mi?"
"Son hükmü vermesi için adli tabibi bekleyeceğiz..." Lestrade, dudak bükerek omuzlarını silkerken yanında dikilen Sherlock'a çevirdi başını. Merakla adama bakmak için dönmüştü, ama omuzlarının üstünden Melora'yı yakaladığında gözleri, kaşları istemsiz çatılmıştı. "...ama bizimle aynı manzaraya bakıyorsun."
"Evet. Ama bence başlamak için adli tabibe ihtiyacımız yok. Peter Talbott'un öldürülmüş olma ihtimali yüksek."
"Öldürülmüş mü? Adam, kendine vurduğu şırıngayı elinde tutuyor." Tüm konuşmayı dinlemekten yana olmak isteyen Sherard, bu isteğini gerçekleştiremeden Lestrade ile Sherlock'un konuşmasına kendini katmıştı. Çömelmiş olduğu yerden not defterine bir şeyler yazmak için kullandığı kalemle, cesedin elindeki şırıngayı işaret etti.
Sherlock, sarışın adama sinirlenmeden edememişti. Anderson'ın ardından kesinlikle favori aptalı Sherard olabilirdi. Aklı çalışıyordu ama düz mantık çerçevesi içerisinde. Sherard'ın sözcüklerini, biraz daha kapsamlı düşünebilmesi için düzeltti. "Adam, başkasının ona vurduğu şırıngayı tutuyor. Koluna bakın. İğne izi yok."
Tüm gözler Sherlock'un belirtimiyle ölü Peter'ın açıkta kalan koluna odaklanmıştı. Kolunda iğne izi yoktu ama bu onun kendi isteğiyle uyuşturucu kullanmadığı anlamına gelmezdi Sherard için. Kalemini defterinin arasına sıkıştırıp çömeldiği yerden kalktı. Tüm eşyalarını siyah takımının iç cebine yerleştirirken, özellikle Sherlock'un gözlerinin içene bakarak hafif imalı bir alayla güldü. "Bir şey kanıtlamaz ki bu. Her keş, bir damar bulabilir."
"Etrafınıza bir bakın. Tipik bir esrarkeş evine benziyor mu sizce?" Sherard'ın asla ders çıkarmayan tavrına karşı Sherlock evin dört bir yanını gösterdi. Mantıklı düşünürlerse, bu evin düzenliliği içinde boğulabilirlerdi. "El değmemiş burası! Eminim yiyecekler de kusursuzca yerleştirilmiştir."
Etrafı göstermeyi kesip sözlerine kanıt olması niteliğinde adımlarını mutfağa doğru attı Sherlock. Buzdolabını açıp, evin içerisinde olan düzeni o büyük yemek kutusunun içerisinde de olduğunu gösterecekti onlara. İçeriye adımını atmadan önce Melora, onun için plastik eldivenlerden bir çift uzatmıştı. Bir olay yerinde, çevreye parmak izi bırakmak kimse istemezdi.
Kadının uzattığı eldivenleri alıp onları giymekle vakit kaybetmek yerine, bir mendil gibi kullanmayı tercih etmişti. Gri kapaklı ve oldukça uzun olan buzdolabının önüne geçip tutacağından tutarak, hafif bir güç kullanımıyla kapağı sonuna kadar araladı. Tam da düşündüğü gibiydi Sherlock için. Düzenli bir raf sırası vardı. Yiyecekler paketlerinde değil, özellikle her biri kendi saklama kaplarında bulunuyordu. Şişeler için belli bir yer ayrılmıştı. Birbirinin aynısı olan kaplar üst üste diziliydi. Sherlock'un bir başka tahminine göre, yiyecekler türüne göre sıralanmış olmalıydı.
"Bir eroinmanın standart dolabı gibi duruyor mu sizce?" Başını hızla çevirmesinden dolayı siyah saç kıvrımları alnına çarpmıştı Sherlock'un. Mavi gözlerini kısarak; yanına gelmiş ve buzdolabın içindeki düzene şaşkınlıkla gözlerini genişletmiş Lestrade'e baktı.
Lestrade, gördükleri kadarıyla şaşkınlığını gizleme gayreti gösterme gereği duymamıştı ama çabucak kendini toparladı. Normal bir insan için bile bu durum standart değildi. "Hayır, standart değil."
"Eroinmanlar düzensizdirler. Eroini, duygularını köreltsin diye kullanırlar. Bu yüzden aşırı doz aldıklarında, onları kirli apartman dairelerinde ya da arka sokaklarda bulursunuz. Daireleri genellikle böyle olmaz." Buz dolabını kapayıp önündeki müfettişi atlattığında tekrardan salona geçmişti adam. Açıklamasına ek bir kez daha bulunduğu ortamı kontrol etti ve ardından dönüp, sözlerine devam ederken koltuktaki ölü adamın üzerine doğru eğilmişti. "Hele ki milyar sterlinlik şirketin üst düzey yöneticisi olduklarına nadiren rastlanır."
"Yani, Peter Talbott'a bu iğneyi başka birinin verdiğini söylüyorsunuz." Sarışın adam, merakına yenik düşüp Sherlock ve Lestrade'in baktığı buzdolabına bakmak için, Sherlock'un çıkmasının ardından mutfağa girmiş ve kendi de bakmıştı. Şimdi tezgahların önünde elini ceketinin altından beline atmış, olay hakkında kendi sorgulamasını yapıyordu. Söyledikleri doğru olabilirdi belki adamın ama kendi mantık çerçevesine oturtamıyordu. "Nasıl? Boğuşma izi falan yok. Birinin yanına gidip koluna şırınga vuramazsın."
"Doğru, bilinçsiz olmaları lazım." Önüme düşen kahverengi tutamlarını topluca tutup geriye atan Melora, sonunda konuşma kararı almıştı. Sherlock'un konuşmasından kendini anca toparlamıştı. Ela gözleri, Sherard'ın yeşilleriyle buluştuğunda onu başıyla onaylamış ama aynı zamanda tezgahtaki salata tabağını göstermişti. Cinayetin işlenmesi için adamı sersemletecek ilk hamlenin salata tabağından geldiğini düşünüyordu Melora.
Sherard, ona bir konuda katılmış olan kadının elalarından bakışlarını anca çekebildiğinde, tezgahın üstündeki plastik kasenin içindeki bol yeşillikli salataya odaklanmıştı. Yüzünde bir sırıtma oluşurken başını iki yana salladı. Melora'nın düşüncelerine saygısı sonsuzdu ama plastik bir kapla ne yapılabilinirdi ki?
"Tamam, hayatımda hiç, bir salata kabıyla birine vurmadım ama eminim ki birini yere seremezsin bununla."
"Katil ölümcül darbeyi indirmeden önce Peter'ın bilinçsiz olmasını istiyordu. Ama eroin dışındaki tüm uyuşturucular toksin testinde kesinlikle görünür. Peki en iyi çıkar yolu nedir?" Sherlock, Sherard'ın tekrardan düz mantık düşünmesine göz devirmeden edememişti. Plastik kabın önünde durduğu vakit aldığı kokuyla burun buruşturup kabın içerisini, ardından da arkalarına aldıkları ölü bedeni gösterdi. "Peter Talbott öldürüldüyse, ilk eroin dozunun buradan geldiğini düşünürdüm. Bayıldıktan sonra, katil onu buraya, yani ölümcül darbeyi indirdiği koltuğa getirdi."
"Birinin salata sosuna ilaç kattığını mı düşünüyorsun?" Melora gibi sessizliğini koruma taraftarı olan Lestrade, sonunda konuşmaya dahil olarak adamın söylediklerini anlamaya çalıştı. Bir yanı söylediklerini mantıklı bulmuştu ama yine de kaza sonucu olduğunu düşünmek ve ummak istiyordu. Öbür türlü, etrafta bir katilin dolanıyor olması hiç hoş olmazdı.
Sherlock başıyla onaylarken müfettişi, ellerini paltosunun ceplerine sokmuştu. "Bence araştırmaya değer. Haklı olup olmadığımı öğrenmek basit."
Sherlock'un son sözcüklerinin ardından odayı aniden sessizlik ele geçirmişti. Müfettiş ve Sherard'ın bakışları Sherlock'un üzerindeydi. Sessizlikten, kimsenin pekte adamın tarafında olmadığı anlaşılmaktaydı. Hâlâ kaza sonucu öldüğü fikrini desteklerlerken Melora sonunda yerinden kıpırdamıştı. İkiye karşı kaç olduklarını bilmiyordu ama Sherlock haklıydı.
Adımlarını yavaşça Sherlock'un yanına doğru atarken, omuz silkerek destekçi bir gülümseme ile Sherard'ın ardındaki mutfak girişinde duran Lestrade'e baktı. "Salatayı eroin içeriyor mu diye test ettiririz."
Lestrade, Sherlock'un yanında duran Melora'yı küçük bir gülümse eşliğinde başını sallayarak onayladı. Ne olursa olsun Melora'nın Sherlock'un yanında durduğunu görmek güzeldi. Sherlock yerine bir başkası olsaydı, kadın yine bunu yapardı.
Sherard, durumun onaylanmasıyla elini sarı saçlarına atıp, onlar karıştırdı. Başını iki yana, olumsuz anlamda sallamıştı. Durumdan hiç memnun değildi ve ayrıca kıskançlık hissi onun canını biraz daha sıkmıştı. Sadece, kadın, adamı desteklemişti. Fakat Melora'ya karşı bazı duygular beslemekteydi ve bazen Sherlock'tan yana olması tüm duygularını çekilmez duygulara çeviriyordu.
"Ben bu işte yokum. Gidip Talbott'un eşine tüm bunları bildireceğim." Sinirli ve umursamaz tonuyla ardındaki müfettişe döndü. Adamdan gelen onay başka hiçbir şey dile getirmeden bir an önce çıkmak istediği dairenin çıkışına ilerledi.
"Ben de geliyorum." Daireden ayrılmak üzere olan sarışın adamın ardından nispeten bağırmıştı Sherlock. Dönüp bütün bunları gözlerini kısmış, elleri cebinde izleyen müfettişe açıklamada bulundu. "Kadınlar için özel bir dairesi var. Eğer öldürülmüşse eşinin kesinlikle bir cinayet nedeni vardır."
Sherlock için sıkıntılı bir nefeste bulundu müfettiş. Ellerini cebinden çekip, adamının ardından daireden çıkmak için ilerlerken, Sherlock'a yaklaştı. Adamı tanıyorsa, işleri daha da zor duruma sokabilirdi. Onu izleyen mavi gözlerinin içine bakarak uyarıcı bir ses tonu kullandı. "Ancak izleyebilirsin. Kocasını yeni kaybetti. Şu an uğraşacağı son şey sensin."
Tek tek bastırılarak söylenen cümlelerin ardından Lestrade, Melora'ya başıyla 'hadi' dercesine işarette bulundu. Müfettişin daireden ayrılmasının ardından kadın, yanında durduğu adama baktı. Bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı ama hemen ardından onları birbirine bastırarak konuşmaktan vazgeçti. İşinin başına dönme vakti gelmişti. Hiçbir bildiride bulunmadan, daireden ayrılan iki adamın peşinden gitmek için hareketlendi.
Melora'nın bu tavırları, Sherlock'un ortama anlamsız bir bakış paylaşmasına ve kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Melora, bu denli sessiz olmazdı ve tabii ona karşı ilgisiz. Gözünden kaçmamıştı.
"Aman Tanrım!" Sarışın kadın oturduğu yerden şaşkınlıkla ekrana baktı. Olay yerinde çekilmiş masanın bir karesiydi. Gördüklerine ve duyduklarına karşı şaşkınlığını koruyamayan kadın, açıklamada bulunmuş Melora'ya çevirdi tekrardan bakışlarını. Yüz ifadesini nötr tutsa da Peter Talbott'un karısı için, onun adına üzgünlüğünü dudaklarının kıvrımıyla belli etmişti Melora. "Peter, o işlerden elini ayağını çektiğini söylemişti. Kadınlardan, âlem yapmaktan. Çocuk için hazır olduğunu daha yeni söyledi. Ve siz eroin kullandığını mı söylüyorsunuz?"
Duruma anlam getirmek istercesine masanın diğer ucundaki adamlara ve kadına baktı. Melora, başını yanında oturan müfettişe çevirdiğinde, onun kadını onaylamasını izledi. Kadın için bunun ne kadar kötü olduğunu tahmin edebiliyordular en azından.
Tüm bu konuşmayı arkada oturarak izleyen Sherlock, çaprazındaki ekrana dikmişti mavi gözlerini. O küçük ekranda, olay yerinden çekilmiş masanın görüntüsü halen daha durmaktaydı. Kullandığı uyuşturucunun beyaz tozları, bir bardak su ve tatlı kaşığıyla birlikte çakma ile telefonu yer almaktaydı siyah zeminin üstünde. Kendince zaman çıkarımı yapmaya çalışıyordu, masanın tozundan ve ürünlerin gün içerisinde değişiminden. Bir zaman belirlediğinde ise Sherlock, cevabını öğrenmek istediği soruyu Talbott'un karısına yöneltti.
"Bayan Talbott böldüğüm için kusura bakmayın. İki gece önce saat 6.00 ve gece yarısı aralığında nerede olduğunuzu söyleyebilir misiniz?"
"Ne?" Bayan Talbott, üst üste gelen şaşkın dalgasının altında ezilerek, masada oturanların ardındaki adama çevirdi bakışlarını. Adamın neden bu zaman aralığını ona sorduğunu merak etmişti. Kimse ona kocasının ne zaman öldüğünü söylememişti ve bu adam, sözcükleriyle ona bir imada bulunuyor gibiydi.
"Adli tıp uzmanı kocanızın ölüm saatini belirleyecek. Ben de sizin o sırada nerede olduğunuzu merak ediyorum." Daha açıklatıcı olacağını düşünerek kelimelerini daha açık seçti bu sefer Sherlock.
Parmaklarını çenesinin altında gezdirirken gözlerini daraltmıştı. Masada oturan herkesin yerinde kıpırdandığını rahatlıkla görebiliyordu. Talbott'un eşiyle iletişime geçtiklerinde konuşmaması gerektiği konusunda uyarıldığını unutmamıştı ama umurunda değildi. Ortada bir cinayet vardı ne kadar diğerleri kaza olduğunu düşünse de. Dosyanın içindeki insan sayısı yok denilecek kadar azdı ve şu an elde edebilecekleri en iyi şüpheli karısıydı. Eşi onu aldatmaktaydı, bu yüzden öldürmüş bile olabilirdi. Ayrıca sarışın kadın bile olmasa katil, cinayeti işleyeni bulması için sorularına cevap bulmalıydı. Bunun için bile sessiz kalamazdı.
Sherlock'un konuşmasının ardından Lestrade, sıkıntıyla burnundan nefesini solumuştu. Başını, yanımda oturan Melora'ya çevirdiğinde, kadının ela gözlerine bakıp onun için işarette bulunmuştu. Söz dinlemeyen Sherlock'a, kendi söz geçiremiyordu belki ama adamın Melora'yı dinlediğinin farkındaydı. Kadına karşı bir saygısı vardı danışman dedektifin. Söz hakkı Melora'ya düştüğümde diğerlerine yaptığı gibi konuşmayı savuşturmak yerine, onu dinliyordu.
Müfettişten aldığı uyarı ile Melora, elinde olmadan göz devirmişti. Lestrade'i anlamıştı, hem de çok iyi. Fakat aynı şekilde düşünmüyordu adamla, Sherlock'a ne zaman sözünü geçirebilmişti ki yine geçirebilsin. Bugün, iyiliğini düşünerek uyuşturucu evinden uzaklaşmasını istemişti ve adamdan aldığı cevapla da çenesini bir güzel kapamıştı.
"Kocamı benim öldürdüğümü mü düşünüyorsunuz?" Sarışın kadın, kendisine daha açık gelen imanın ardından arka planda duran adamdan gözlerini çekti. Bu sefer masandaki üç dedektife bakmıştı tek tek. Eliyle kendini gösterirken toparlayamadığı kelimelerden dolayı dudakları sürekli aralanıp kapanıyordu.
"Hayır, hayır. Şu ana kadar gördüklerimiz bu ölümün kazara olduğunu gösteriyor." Ses tonundaki sakinliğini koruyan Lestrade, Bayan Talbott'un sakinleştirmek için net bir tutum sergilemişti. Durumu bastırmaya çalışan Lestrade'e nazaran Sherlock tekrardan araya girmişti ve onun konuşmasını bastırmıştı. "Öyle olsa bile, siz neredeydiniz?"
Odadaki konuşmalar iyice karışmaya başlamıştı. Tekrardan kontrolü elini almak isteyen Lestrade, Melora'ya son kez baktı. Bu sırada konuşmaya masanın başında oturan Sherard katılmıştı. Her zamanki gibi elinde olan not defteriyle kalemi bıraktı. Kadına yönelmeden önce, Sherlock'a tersçe bakmıştı sarışın adam. "Buna cevap vermek zorunda değilsiniz."
Müfettişten uyarısını alan Melora, Sherard'ın ardından kendi dönüp arka sandalyede oturan adama çevirdi gözlerini. Daha çok bezginliğe yakın olan uyarıcı bakışları, Sherlock'un meraklı mavileriyle kesiştiğinde yerinden kıpırdanmıştı. Dönüşüyle adamın ilgisini çekmiş olmalıydı ki direkt temas etmişti elaları onun mavileriyle.
Kadının bir şey söylemesini bekledi, belki de birkaç sözcüğün dudaklarından dökülmesini istemişti o an. Melora'nın sadece bakışlarını kullanarak, ona karşı sessizliğe gömülmesinden artık haz duymamaya başlamıştı.
"İnsanlık için Habitat'ın gönüllüsüyüm." Onlara dönen Melora'ya kaydı kadının gözü bir an, daha sonra sözlerine tekrardan devam etti. Kocasını öldürmüş olma imasına karşı sessiz kalamazdı. Cevap vermemek onu daha çok rahatsız ederdi. "Açık arttırmadaydım. Beni orada gören 200 kişi falan var."
Sarışın kadının, tüm bu suçlamaya karşı anlayış göstermesine başını teşekkür edercesine hafifçe eğmişti Lestrade. Aklında kurcalayan bir soru oluşmuştu, kadınlardan ve âlemlerinden haberi vardı fakat uyuşturucu hakkında hiçbir şey söylememişti. "Teşekkürler. Bugüne kadar kocanızın eroin kullandığını bilmiyordunuz yani?"
"Söyledim ya, bilmiyordum. Şaşırdım." Bayan Talbott, başını sallayarak usulca onaylamıştı müfettişi. Tekrardan bakışlarını küçük ekrana dikti ve ardından omuz silkerek onlara döndü. "Ama hayrete düştüğümü de söyleyemem. Operasyon müdürü olduktan sonra kendini kaybetmişti. Peter önceki adamın işi bıraktığı için öldüğünü düşündüğünü söylerdi."
Gelen yeni bilgi ile Sherlock ve Melora yerinden kıpırdanırken, ikisi de aynı anda kaşlarını çatıp doğru anladıklarından emin olmak istercesine gözlerini daraltmıştı sarışın kadına kadar. Sherlock'tan önce davranan Melora, masanın üstüne biraz daha yaslanıp tek kaşını havaya kaldırdı. "Affedersiniz, affedersiniz. Az önce Canon-Ebersole'un eski operasyon müdürünün de mi öldüğünü söylediniz?"
Sherlock gibi konudan sapan Melora'nın üzerinde toplanmıştı bu sefer tüm gözler. Bunu umursamayan Melora, geri planda duran Sherlock gibi merakla kadının, sorularını cevaplamasını bekledi gözlerinin içine bakarak. Nitekim de öyle olmuştu, sarışın kadın onları bekletmeden cevaplamıştı.
"Fıstığa alerjisi vardı. Gittiği bir restoranda yemeğine yanlışlıkla koyulan fıstık yağı yüzünden öldü."
"Ne kadar süre önce oldu bu?" Melora'nın sorusuna alınan cevapla usulca sorusunu be sefer Sherlock yöneltmişti oturduğu yerden dikleşerek. Hazır Lestrade ve Sherard ağızlarını açmamışken soru sorma fırsatını değerlendirmişti. "Geçen eylül ayında. Niye ki? Bunun Peter'la ne alakası var?"
"Bir alakası yok. Bu kadar yeterli." Sherard'la bir bakış paylaşan Lestrade, oturduğu yerden kalkmıştı ikisi de. Başka bir konuşmaya girmemesi için Sherlock ve Sherlock'a uyan Melora'ya sert bir bakışta bulunmuştu hemen ardından. "Geldiğiniz için teşekkür ederiz. Kaybınız için tekrar başınız sağ olsun."
Sherlock kaçıncı uyarısını aldığını bilmeden önündekilerin yavaş yavaş ayaklanmalarını izledi. Günün ilk uyarısını alan Melora ise, omuzlarını silkmekle yetinmişti. Onlar dedektifler, her şeye merakları vardı. Ufacık bir bilgi bile onların 'düşündükleri' cinayeti çözmelerine yardımcı olabilirdi.
Sarışın kadın gitme vaktinin geldiğini fark ederek, çantasını masadan alıp omzuna geçirdi. Kısa sarıları çenesine çarparken karşısındaki müfettişe elini uzatarak tokalaştılar. Her bir için buruk bir gülümseme sunup, sarışın dedektifin onu kapıya kadar geçirmesine izin verdi.
Bayan Talbott'un odadan ayrılmasıyla, geleceklere karşı sandalyesini biraz geriye çekti Melora. Bacak bacak üstüne atarken, dirseklerini sandalyenin iki yanındaki kollarına dayamış, birleştirdiği ellerini kucağına düşürmüştü. Azarını uslu bir çocuk gibi bekleyen Melora'ya kaydı gözleri o anki boşluğu değerlendirip Sherlock'un. Birlikte azarlanırken gelip yanına oturmasını beklerdi. Yanındaki yer hâlâ boştu, kadın oturmadığı için atkısını bırakmıştı. Aslında yanında olmasına alışmıştı fark etmeden, sonuçta birlikte iki ayı tamamlamışlardı.
"Fıstık alerjisi mi? Sahi mi?" Lestrade, ellerini cebine sokarken ayrı ayrı oturan Sherlock'la Melora'ya baktı. Sherlock'un odağı tekrar Lestrade'in üzerinde olduğunda oturduğu yerden hızlıca kalktı. Takımının siyah ceketinin ucundan tutarak aşağı çekerken, vücuduna tekrardan tam oturmasını sağlamıştı. Müfettişin azarlayan bakışları altından uzanıp atkısını boynuna geçirirken ses tonunu imalı bir alaycılığa vurmuştu Sherlock. "Canon-Ebersole'un bir yılda iki operasyon müdürü öldü. Görünüşe göre çok tehlikeli bir işmiş."
Tek kişilik deri koltuğunda oturan Sherlock, bağdaş kurmuş bir şekilde telefonla konuşmaktaydı. Gözleri, mutfaktaki hareket halinde olan Melora'daydı. Sherlock için akşam yemeği hazırlamıştı ve arta kalanları kaplara koymuş, daha sonra yenebilmesi adına dolaptaki titizlikle yemek bölümü olarak tuttuğu rafa yerleştirmekteydi.
Topuz yaptığı saçılarından kaçan ve yüzünün önüne düşen kahve tutamları elinin tersiyle itip, ocaktaki taşmak üzere olan süte koşturdu. Ocağın altını kapayıp, sütün üstünde oluşan tabakayı hızlıca lavabonun içine attı. Sıcaktan yanan parmaklarını refleks olarak emerken ela gözleri salondaki Sherlock'a kaymıştı. Telefonda, İngilizce dışında bir dille karşı tarafla dikkatlice konuşurken mavi gözleri onun üzerindeydi.
Hızlıca bakışlarını çekip, tezgahın üzerindeki iki kupaya paylaştırarak dikkatlice sütü döktü Melora. Sherlock'a hâlâ soğuk davranıyordu, bir nevi onu yaptıklarından dolayı cezalandırıyordu. Babasından gelen teklifi onun yerine kabul etmemesi gerekiyordu ama bu sorun değildi. Melora'yı en çok kıran, ona güvenmiyor olmasıydı. Birbirlerinin hayatlarına gireli haftalar geçmişti ve onca davaya bakmışlardı. Aralarında bir güven sağlanmış olmalıydı bu süreçte. Melora'nın Sherlock'a güveni sonsuzdu, tabii ki onu sorgulardı ama yine de güven sağlamıştı.
Güven, Melora için çok önemli bir konuydu. İnsanların onu sevmesini ya da nefret etmesini umursamazdı. Umursadığı tek şey güvendi. Bir insana güvenmek ve güvenilmek ister. Belki bu mesleğinden kaynaklıydı belki de hayatındaki deneyimlerinden. Güven doğruluğu getirirdi, sadakati.
Sherlock'un kupasını alıp, kaşık yardımıyla sıcak çikolata tozunun sütle daha iyi karışmasını sağladı. Kupayı aldığı gibi üzerindeki bakışların sahibinin yanına gitti ve bardağı yanındaki masaya bıraktı. Telefonla konuşması biten Sherlock'la küçük bir göz temasında bulunarak geri çekilmişti. Bu hamlesi, Sherlock'un gözlerini daraltmasına yetmişti. İşten geldiğinden beri böyleydi kadın.
"İspanyolca mı biliyorsun?" Geldiğinden beri ilk düzgün cümlesini kuran Melora, sadece Sherlock'un neler kurcaladığını merak etmişti. Telefondaki kim ise İspanyolca konuşmuşlardı.
Mutfağa tekrardan geri dönen Melora'nın ardından onun için getirmiş bardaktaki içeceğini uzanıp aldı. Sıcak içeceğin buharı burnuna çarparken dudaklarını aralayıp üflemişti, küçük bir yudumda bulunmadan önce. Melora'nın ses tonunu hiç sevmemişti, oldukça durağandı. Aslında bu Melora'yı hiç sevmemişti. Onun güler yüzünü seviyordu ve enerjisini, her şeye burnunu sokacak kadar büyük olan merakını. Öğleden sonra bunların hiçbirini görmemişti. Bunun ona verilmiş bir ceza olduğunu biliyordu. Yaptıkları ile Melora'yı kırıp incitmişti. Ceza seçimi iyiydi, soğuk Melora'yı bir daha germek istemiyordu. Hiç çekilmiyordu.
"İstediğim kadar iyi değil. Sen?" Bardağını geri bırakırken kucağındaki telefonu alıp oturduğu yerden ayaklandı. İspanyolca konuştuğunu biliyorsa, dil ile bir bilgisi olabileceğini biliyordu. Kadının, kendini dil bakımından geliştirmiş olduğundan haberi vardı. Telefonunda bazı mesajlara denk gelmişti farklı dillerdeki. Evet, telefondaki özel kısma girmemeliydi, eli kaymıştı.
"İstediğim kadar iyi değil. Kimdi o?" Sherlock'un cevabının aynısıyla geri dönüş yaparken, bir başka soru daha sordu. Yüzünde bir gülümseme oluşmuştu ama hızlıca toparlamıştı. Yüzüne düşen tutamlardan tekrardan kurtulmak için geriye iterken kendi bardağının karıştırma işini tamamlamıştı.
"Canon-Ebersole'un eski çalışanı olan, Peter Talbott'u öldüren yemeği hazırlayan şef."
"Özel bir sebebi var mı?" Sıcak çikolatasından bir yudum alıp başıyla onayladı adamı Melora, mırıldanırken. İşi biten mutfağın ışığını kapayıp, kapı pervazına omzunu yaslanmıştı. Böylece kendini tamamen masaya geçen Sherlock'a vermişti ki adamın mavi gözleri memnun olmuşçasına onun elalarıyla buluşmuştu.
"Peter Talbott'un salatasının test sonuçları için birkaç saat beklemem gerek. Bu süreçte sanırım biraz meraklandım." Bakışlarını Melora'dan çekerken bardağındaki sıcak içecekten bir yudum daha alırken omuzlarını silkti. Masanın üstündeki eşyalarına geri dönmüştü. "Canon-Ebersole'un eski operasyon müdürünün adı Gary Norris'miş. Çok kötü alerjisi varmış."
"Evet, biliyorum." Göz devirmesini tutamamıştı Melora, tekrardan mırıldanırken. Alerji mevzusu açıldığında aynı odadaydılar sonuçta. Fakat Sherlock bunu duymazdan gelip Melora'yı işaret edip ellerini dua pozisyonuna getirmişti. "Tıpkı senin çileğe olduğu gibi, fıstık ürünlerinden uzak durmaya çok dikkat ettiğini biliyor muydun? Eve sipariş ettiği tüm yemekleri aynı İspanyol restoranından söylüyormuş. Şef ile özel bir anlaşmaları varmış. Gary Norris'in yemeğini hazırlarken asla fıstık yağı kullanmaması gerektiğini biliyormuş."
Sherlock'un onun alerjisini hatırlıyor olmasına şaşkın bir gülümseme sunmuştu ama bunu toparlamak için sahte birkaç öksürükte bulunup, bardağındaki içeceğine sarınmıştı. "Demek ki hata yapmış."
"Ama şef hata yapmadığına yemin ediyor. Yemeği o gün de bizzat kendisi hazırlamış ve yemek mutfaktan çıktıktan sonra birinin Gray Norris'in yemeğine fıstık yağı koyduğunu düşünüyor. Onun haklı olabileceğini düşünmeye başlıyorum."
"Fıstık yağı ile öldürmek. Bu birini öldürmek için çok akıllıca bir yol olurdu." Bir insanı öldürmek için, o kişinin alerjisinden faydalanan çoğu katilin halen daha dışarıda olduğunu düşünmekteydi Melora. Alerjiden ölen çoğu kişinin, aslında cinayetten yaşamını yitirdiğini bulmak güç olabiliyordu. Bazen yıllar sonra bu ortaya çıkıyordu gerçekler. Eğer Grary Norris gerçekten de bir cinayete kurban gittiyse, bu kategori için mükemmel bir örnekti.
"Peter Talbott öldürüldüyse yöntem aynı: Hedefini insanlara kaza olduğunu düşündürecek bir yöntemle ortadan kaldır." Dairenin içerisini sessizlik hükmetmeden önce son konuşmayı yapmıştı Sherlock, düşüncelerini dile getirerek. Diğerlerine nazaran, ikisinin de öldürüldüğünü düşünüyordu ve aynı kişi tarafından öldürüldüğünü.
İkisi de kendi sessizliğine gömülmüştü. Konuşulacak bir şey kalmamıştı, en azından şu anlık. Adam kendi düşüncelerine gömülmüştü çoktan ve Melora, Sherlock'a son kez baktı yerinde kıpırdanmadan önce. "Ben, odamda olacağım."
Omzunu, yasladığı yerden çekip hemen yakınındaki kapıya ilerledi. Önceki günlerde, özellikle ellerinde bir dava olduğunda kadın, adamın dairesinden oldukça geç bir vakitte ayrılırdı. Sessizliğe gömülseler bile, arada fikir alış verişlerinde bulunduklarından, Melora asla erken ayrılmazdı yanından. Ertesi günler işe gitmek zorunda olmasaydı, bütün gecesini Sherlock'a ve bu daireye ayırabilirdi. Fakat, bugün işler değişmişti ve nedenini çok iyi biliyordu Sherlock.
"Seni kırdım." Net ve tok olmasına nazaran adamın sesi, bir mırıltıya da yakındı. Melora'yı düşündüğünden daha çok kırmıştı. Normal bir zamanda, başka bir insan olsa işin içinde, bunu önemsemeyebilirdi. Fakat konu Melora olunca, durum adam için karmaşıklaşıyordu ve bu karmaşıklığı çözemiyordu. Bazen, Melora'ya öfkelenip çıkışmasının nedeni bu oluyordu. Çözemediği şeyler onu rahatsız ederdi. Melora onu rahatsız ediyordu ama tuhaf bir şekilde bu rahatsızlıktan memnundu. Yine de bu karmaşıklığı çözüp rahatlamak istiyordu. Tabii bu süreçte kadını incitmemesi gerekiyordu, daha fazla cezalandırıcı Melora'ya tahammül edemezdi.
Melora, Sherlock'un dile döküp de sessizliğe nokta koyduğu sözcüklerle duraksamıştı. Sıcak çikolatadan dolayı nemli olan alt dudağını dişledi, aralık tuttuğu kapının ardındaki karanlık koridora bakarken. Onu kırmış olduğunu fark etmesi güzeldi. Fakat Melora'nın iş yerindeyken bolca düşünecek vakti olmuştu. Güven meselesi başka bir şey olduğundan onu bir köşeye çekmişti ve daha geniş açıdan bakmıştı olaya.
"Haklıydın aslında Sherlock, sana emir verebilecek bir konumda değilim." Derin, titrek bir nefes çekmişti içine istemeden. Omzunun üstünden Sherlock'a bakmıştı ve buruk bir gülümseme eşliğinde omuzlarını silkti. "Ve sen de özel hayatıma karışabilecek konumda değilsin."
Boşluğa dalıp gitmiş gözlerini kıstı, Sherlock. Kısasa kısastı durumları. Melora'ya, ona emir verdiği için sert çıkışmıştı ama kendisi Melora'nın hayatına doğrudan müdahale etmişti. Farkında olmadan, birbirlerini düşündükleri hamlelerde bulunmuştu. Uyuşturucu evi Sherlock'u zorlamıştı, anıları depreşmişti. Bunu düşünerek Melora, daha iyi olması için oradan uzaklaşmasını istemişti adamdan.
Ve Sherlock; Melora'nın, sürekli geçmişte takılıp kaldığını görebilmekteydi. Hayat işleyişini engelliyordu kadının, onu yavaşlatıyordu. Kaçmak yerine yüzleşmesi gerekiyordu artık. Yıllarca kaçmış zaten. Bu yüzden gelen mesaja yanıt yazmıştı, Melora'yı ne kadar kızdıracağını bilse de. Tekrar olsa, bunu tekrar yapardı. Ve biliyordu ki, Melora inatçının tekiydi. "Babanla buluşmayacağını biliyorum fakat gitmelisin. Şahsi görüşüme göre; yüzleşmek seni daha iyi hissettirecek."
Adamın, ona bakmadan söylediği sözcüklere sadece başını usulca onaylarcasına salladı. Bugünün, aralarındaki tuhaflık için yeterli olacağını düşünüyordu Melora. Başka bir şey söylemedi, yeni bir günün onlar için neler getireceğine bakmalıydı. Ardındaki kapıyı yumuşakça kapayıp karanlık koridordan merdivenlere yöneldi.
Soğumaya başlamış sıcak çikolatasında büyük bir yudum alıp basamakları tek tek atlatmaya koyuldu. Merdivenleri aştığı gibi Bayan Hudson'ın dairesine yönelecekti ki giriş kapısı çalmıştı. Beklenmedik bir şekilde gelmesinden dolayı karanlığın içinde irkilmişti. Kaşları otomatik olarak çatılırken koridor ışığını yakıp kapıya ilerledi.
Kara kapının kulpunu yakaladığı gibi kapıyı açtığında Sherard'ı bulmuştu karşısında Melora. Sarışın adamı görmeyi beklediği için şaşırmıştı ve şaşkınlığını kaşlarını kaldırarak, mimikleriyle yansıtmıştı. Kadının beklenmedik tepkisini tatlı bulan Sherard, buna koca bir gülümseme sunmuştu. Ama bu gülümsemesi gitgide mahcup bir gülümsemeye kaymıştı. Bir açıklamada bulunmak için çabucak kendini toparladı
"Aslında buradan geçiyordum ve aklıma sen geldin. Bugün, senlik olmayan bir durağanlık vardı üzerinde. Hazır geçiyorken yoklayayım dedim, bir sorun mu var?"
"Teşekkür ederim." Beklenmedik bir şekilde yakalanmasından dolayı titrek bir gülümseme sunmuştu adama. Önüne tekrardan düşen tutamları bu sefer kulağının arkasına sıkıştırırken omuzlarını silkti. "Sadece, güzel bir değildi benim için. Başlangıcı da, bitişi de."
"Gün daha bitmedi. Yürümek ister misin, ya da konuşmak? İyi bir tavsiye verici değilim fakat iyi bir dinleyici olduğumu söylüyorlar." Utangaçlık hissinin verdiği rahatsızlık ile elini ensesine atıp, yine çıkmaya başlayan sarı saç tüylerini kaşıdı. Yeşil gözleri, kadından her an gelecek redde karşı kaçırılmaya hazırdı.
"Aslında..." Derin bir nefes alıp, omzunun üstünden evin içerisine baktı. Ardından başını çevirip, Sherard'a küçük bir gülümseme sunmuştu. Belki de başka insanlarla, başka konular konuşmak kafasını dağıtabilirdi. "Yürüyüş esnasında başka şeyler konuşursak teklifini kabul edebilirim."
Geri çevrilmek yerine kabul edilme ihtimali ne karşı, düşünceli bir ifadeye bürünüp gülümsedi. Aklını hızla çalıştırırken, ilk gelen şeyleri diline döktü sarışın adam. "Beysbolu sevdiğini duymuştum. Bu yılki maç maratonu hakkında aslında tartışmak istediğim şeyler var, uygunsan?"
Beysbol olayını açmasıyla gözlerini kısıp kurnazca gülümsedi Melora. İç yanağını ısırarak başıyla onaylamıştı adamı hemen ardından. Kapıdan çekilip elindeki fincanı gösterdi. "Fincanımı bırakıp üstüme çekidüzen vermeme izin ver."
"Seni burada bekliyor olacağım."
Sherard'ı kapının orada beklemede bırakıp içeri geçti kadın. Bayan Hudson'ın dairesine girerek hızla mutfağa geçerken, bardağındaki son yudumlarını almıştı. Ortalıkta olmayan Bayan Hudson'ın erkenden yatmış olabileceğini düşünerek sessizce kendi odasına ilerledi. Elleri, dağınık topuzunu bir arada tutmaya çalışan lastik tokasına kaymıştı. Çekip çıkarırken onlara istediğini verip, özgürce omuzlarına düşmelerini sağladı.
"Kapıdaki adam da kim?" Üstündeki tişörtü tek hamlede çıkarmak üzere olan Melora, kapının önünden gelen sesle yerinden sıçramıştı. Odasının açık kapısının Bayan Hudson, merakla bakmaktaydı üstünü değiştirmek üzere olan kadına. "Bayan Hudson, Aman Tanrım."
"Kulağım bazen çok keskin olabiliyor tatlım." Yaşlı kadın, kulağını işaret etti. Kapının çalmasının ardından ayaklanmıştı ama Melora'nın onun yerine bakmasıyla geri dönecekti ki bazı konuşmalar duymuştu.
Melora, üstündeki tişörtten çabucak kurtulup dolabından rastgele bir kazak aldı. Londra'nın soğuk gecesinde dışarı bir tişörtle çıkmayacak kadar aklı başındaydı. Kalın, boğazlı kazağını başından geçirip yakasını düzeltmek için ayna karşısını geçerken Bayan Hudson'ın sorusunu tekrardan aklından geçirdi. "Sherard. Geçen bahsetmiştim, meslektaşım."
"Seni yemeğe çıkaran adam." Meraklı bir kadın olarak, Melora'nın yanına yaklaştı mırıltıyla. Elinde büyüyen Melora'dan daha önce böyle şeyler yaşamamıştı. Burada yaşadığı sürece hiç bir erkek arkadaşı olmamıştı ama sohbetlerinden öğrendiği kadarıyla, Kanada'da yaşadığı dönem bir erkek arkadaşı olmuştu. Ne kadar bir anne edası ile yaklaşıp Melora'nın anlatmasını istese de o, bunu kestirip atmıştı.
"Aslında sadece sinemaya gittik, yemek ekstra oldu." Bayan Hudson'ın mırıldanmasını sessiz oda sayesinde rahatlıkla duyduğundan onun için durumun altını çizmişti. Yanlış anlaşılmak istemiyordu. Sherard'ın, ona karşı olan duygularının arkadaşça olmadığının farkındaydı. Bunu Sherlock sayesinde fark etmişti aslında. Çevresindeki, kendisine karşı olan duygulara pek dikkat ettiği söylenemezdi. Bu yüzden, Sherlock söyleyene kadar da Sherard'ın ona olan hal ve hareketlerine dikkat etmemişti.
Sherard'ın duygularını kullanıyormuş gibi hissetmek istemiyordu ama şu zamana kadar da açılmamıştı. Sarışın adama karşı o tarz duygularının olup olmadığını bilmiyordu fakat onunla vakit geçirmekten şikayetçi değildi. Bir araya geldiklerinde gerçekten iyi zaman geçiriyordu. Şu an için onu iyi bir arkadaş olarak görüyordu.
Siyah boğazlı kazağının, boğaz kısmını düzeltirken Melora, saçlarını içerisinden kurtardı. Dağılan dalgalar, omuzlarından aşağı tekrardan sarkarken, Bayan Hudson onlara bir el atmıştı. Parmakları ile narince Melora'nın saçlarını geriye, dalgalarına uygun şekilde kıvırarak toplarken, genç kadına bir sır verircesine fısıldamıştı. "Kibar ol."
"Ne?" Bayan Hudson gibi fısıldamıştı istemsizce yaşlı kadına dönerken. 'Kibar ol' derken neyden bahsettiğini fazlasıyla merak ediyordu. Kibar bir insan değil miydi? Fakat Bayan Hudson'ın konuyu biraz daha açmasıyla gözlerini genişletmişti. "Seni öpmek istediğinde, kibar ol."
"Bayan Hudson!" Sessizce yaşlı kadın için uyarıda bulunmuşken yanaklarının pembeleşmesine engel olamamıştı. Bayan Hudson'la hiç bu tarz konularla hakkında konuşmamışlardı, böyle bir öneride bulunması oldukça tuhafına gitmişti. İşlerin daha fazla değişmemesi için, yaşlı kadının yanağını hızlıca öpüp kapının ardındaki paltosuyla atkısı aldı. "Sherard dışarıda bekliyor, çok geçe kalmam ama yine de beni bekleme."
"Ah, bunu takma tatlım. Kibar olmayı unutma. Sherlock seni sorarsa dışarı çıktığını söylerim. Sherard'la olduğunu da özellikle belirtirim."
Yeni bir günün ardından hızlı bir şekilde basamakları tırmanan Melora, doruca mutfağa açılan kapıdan Sherlock'un dairesine gir yapmıştı. Elindeki deri ceketi boş sandalyelerden birinin üstüne koyarken doğruca buzdolabına ilerledi. İşe gitmesi yaklaşık yarım saati vardı ve daha kahvaltısını yapmamıştı. Bayan Hudson'ın mutfağını kurcalamak yerine, dün akşam, Sherlock'un buzdolabına yerleştirdiği şeylerle idare etmekten yana kullanmıştı seçeneğini. Ayrıca bu süreç içerisinde, ortalarda yokken neler yaptığına bakabilirdi. Eğer Sherlock'u tanıyorsa, onun boş durmayacağını oldukça iyi biliyordu.
Buzdolabındaki kaplardan birini seçip alarak, çekmeceden kendine bir çatal ayarlamıştı. Kucakladığı kabın içindeki yemeği çatallarken adımlarını salona attı. Sherlock ortalarda yoktu ve sesi de çıkmıyordu. Fakat tahmin ettiği gibi, boş durmamıştı. Geniş deri koltuğun dayatıldığı duvarı, tekrardan belgelerle donatmıştı. Yüzünün sol kısmını buruştururken görsellere biraz daha yaklaştı. Onlarca insanın fotoğrafı vardı ve tabii bilgileri.
"Kim bunlar?" Kapının açılıp kapanma sesinin ardından Sherlock'un, kendi odasından çıktığını anlamıştı. Fotoğrafları çatalıyla işaretleyip ardından bir kez daha kapın içindekilere sapladı. "Son 10 yıl içinde ölen Canon-Ebersole çalışanları."
"Büyük bir şirket." Attığı son lokmayı yutkunurken tekrardan görsellere baktı. Oldukça fazla kişi vardı ama hepsi öldürülmüş olamazdı. Kalp krizleri, trafik kazaları, kanser gibi doğal etmenler vardı sonuçta. "Anlaşmazlıkları sırasında bazı insanları kaybedecekler tabii."
"Ve bazıları şüphesiz ki rastgele. Ama gizli bir düzen olabilir." Kadının yanına geçtiğimde Sherlock, onunda yaptığı gibi duvardaki belgelere baktı. Elleri, açık mavi gömleğini pantolonun içine sıkıştırmakta başarılı bir iş çıkardığında onlardan birini, banyodan dolayı hâlâ nemli olan saçlarına atmıştı. Siyah tutamlarını daha da karıştırırken bakışları Melora'ya kaymıştı. "Randevun nasıl geçti?"
Ela gözleri gelen soruyla anlamsız daralıp, üzerinde olan mavilere kayarken, adamın yüzünde dolandı. Yeni banyo yaptığını gösteren nemli kıvrımları, özellikle daha bir dağınıktı. Tıraş köpüğünün keskin kokusunu net bir şekilde alabiliyordu. İstem dışı derin bir nefes alırken bakışlarını, yeni tıraşlı kusursuz yüzünde gezdirdi adamın. Onun oldukça güzel bir yüz hatları vardı.
"Bayan Hudson, sormadığım halde gelip bana, senin Sherard'la dışarı çıktığını söyledi." Melora'nın bakışları altında konuya bir açıklama gereği hissetmişti. Kadın, usulca başını sallarken önüne dönmüştü. Küçük bir omuz silkişi cevabından önce ona eşlik etmişti.
"İyi geçti. Eğlenceliydi." Aslında her zamanki gibiydi, güzeldi. Kafasını dağıtmaya yetmişti, ayrıca birbirlerini daha iyi tanımışlardı konuşmalardan Sherard'la. Ama Sherlock'a karşısı söylediği kelimeleri biraz abartacak bir tonda tutmuştu. Neden bilmiyordu ama böyle yapmak istiyordu.
Elaları üzerinden çekilen Melora'yı başını yavaşça sallayarak onayladı ve önüne döndü. İyi vakit geçirmiş olması güzeldi. Ayrıca düne nazaran daha iyi duruyordu, aralarındaki soğukluk azalmıştı. Cezasını kısmış olmalıydı.
Telefonunda titrek bildirim sesi, dairede yankılandığında koltuğunun üstüne bıraktığı telefonuna uzandı. Gelen e-maili kontrol ederken, gönderilmiş olan belgeyi okudu onaylarca bir takım sesler çıkarırken. Bu da Melora'yı daha çok meraklandırmıştı.
"Scotland Yard laboratuvarından geliyor. Peter Talbott'un salatasının incelenmesini öne almayı kabul etmişler ve içinde eroin bulgularına rastlamışlar." Telefonundaki belgeyi Melora'nın da okuması için açık bırakıp, kadını ellerine tutuşturdu. Takımının ceketini almak için içeri, odasına giderken Melora için bir başka harekete geçirici sözler söylemişti. "Hadi, Canon-Ebersole'a gidiyoruz. Yönetim Kurulunu bir kez daha toplamalarını isteyeceğiz."
"Bunu yapabilir misin? Artık orada çalışmıyorsun bile." Telefondaki belgeden bakışlarını çekip elindeki kaseyle mutfağa ilerledi. Ekran kilidini aktifleştirip masaya bırakırken, yarım kalan yemeğini tekrardan kapatarak buzdolabına geri yerleştirdi.
"Teknik olarak öyle ama içlerinde bir katil olup olmadığını öğrenmeye çalışırken yardımımı isteyeceklerini düşünüyorum. Ve tabii seninkinin de." Ceketini giymiş bir şekilde odasından çıkan Sherlock, paltosunu üstüne geçirirken atkısını aradı.
"Peki, işe birkaç saat geç gidebilirim sanırım." Kendince mırıldanmışken Melora, saatini kontrol etti. Er ya da geç geç kalacaktı sonuçta. Daireye girdiği gibi bıraktığı deri ceketini üzerine geçirdiğinde, sonunda atkısını bulmuş Sherlock'a döndü.
"Benimle olduğun sürece sorun etmezler." Atkısını hızlıca bağlarken, Melora'nın bakışlarını tekrardan üzerinde yakalamıştı. Onun için göz kırpıp, dudaklarının köşelerinin yukarı kıvrılmasına izin verdi. Bu sefer çıkmak için mutfak kapısını aralayıp, Melora için öncelik tanımıştı. Bu sayede, önünden geçen Melora'dan bir gülümseme kazanmıştı. Sanki o gülümsemeyi yıllardır görmemiş gibiydi. "Nedense bana tam tersi olurmuş gibi geliyor."
Dünde bulundukları şirketin konferans salonundaydılar tekrardan. Her bir şef, dünkü yerlerinde oturmaktaydı. Fark olarak, masanın boş kalan diğer ucunda oturmamaktaydı Sherlock ve Melora. Genç kadın kendi için köşeye bir sandalye çekmişken, koca ekranın önünde durmaktaydı adam. Ela gözleri Sherlock'un üzerinde, anlatacaklarını bekliyordu en az şirkettekiler gibi.
Sherlock, ona verilmiş olan ve önündeki ekranları kontrol eden kumandanın tuşlarından birine bastı. Böylece ilk ve en üstteki ekrana bir adamın görseli gelmişti. Elini gömleğinin yakasına atıp dönerek ekranı işaret etti. "Miles Durham, Brighton ofisinizdeki eski baş tüccar. Bay Durham vahşi doğa araştırma ve kurtarma gönüllüsüydü. Ne zaman kamp yapmaya gitse seyahat planlarını bekçi ofisinde yazardı."
Önceki toplantıda baş konuşmacı olan Jim, bu sefer dinleyici konumuna geçmişti. En ön koltukta otururken, geriye yaslanmış, ellerini masanın üstünde birleştirerek nelerin geleceğini bekledi adamda. Buraya neden toplandıklarını bilmiyordu ve bunu sorgulayan tek kişi kendisi de değildi. Jim'in hemen ardında oturan, geçen toplantıda tek takdim edilebilen Daniel Cho, herkesin yerine dile getirmişti kafalarımda oluşan tek soru işaretini.
"Bizler meşgul insanlarız Bay Holmes. Toplanmamızın amacı ne?"
Çekik gözlü adamdan gelen soruya aldırış etmeden kumandasına geri döndü. Henüz bu soruyu cevaplamak için erkendi, kendi açıklaması bitmemişti. "Maria Filipello. Bristol'da hisse senetlerinizi yönetiyordu. 2002 yılında evindeki doğal gaz borusu gaz kaçırdığı için zehirlenerek öldü. O marka borularda daha önce ya da sonra hiç böyle bir kaza olmadı."
Şirket çalışanlarının dikkatlerini daha çok üzerine çeken Sherlock, ekrandaki kadını gösterdikten sonra bir başka tuşla, bir başka ekrana bir başka görsel getirmişti. Sıradaki bahsedeceği kişinin görseline bakıp, ellerini bir araya getirdi ve çenesine yasladı. Bu kişinin ölümü, aralarında en garip bulduğuydu.
"Jason Palmer. Londra ofisinizde çalışıyor. 2006 yılında 5 milyon sterlinlik bir ikramiye aldı. Sonra Bloomsbury'deki evinin yanındaki bir gölde yüzerken boğuldu. Tuhaf olan ise Jason Palmer'ın üniversitedeyken Martha's Vineyard'daki bir plajda cankurtaranlık yapmış olması."
"Sözünü kesiyorum ama Bay Holmes, Peter'ı aşırı dozdan ölmüş bir şekilde buldunuz. Her şey açık." Jim, oturduğu yerden biraz daha geriye yaslanırken hâlâ toplanma nedenlerini bulmaya çalışıyordu. Gösterdiği şahıslar ölmüştü kazalar sonucu ve aynı şey Peter için de geçerliydi. Kazayla yüksek doz almıştı, polis onlara bunu söylemişti.
"Peter Talbott öldürüldü. Polis bunu araştırıyor. Ayrıca onu öldüren adamın eski operasyon müdürünüz Gary Norris'i de öldürdüğünü düşünüyorum. Bu üç talihsiz insanı da öyle. Muhtemelen bir iki kişi daha vardı." Önceki görüşlerine göre daha ciddi olan Sherlock, ses tonunu bizzat onlar için tok tutmuştu. Son ekrana eski operasyon müdürünün fotoğrafını getirip, onla beraber açmış olduğu diğer üç kişiyi de parmağıyla işaretledi. "Bu şirkette çalışmayan birinin bu cinayetleri işlemek için sahip olabileceği mantıklı hiçbir neden bulamadım. Bunlar tutku cinayetleri değil. Bunun için fazlasıyla iyi gizlenmişler. Bunlar fırsat cinayetleri."
"Sanırım aranızda bir sosyopat var." Sessizliğini bozup, konuşma kararı alan Melora, oturduğu yerden dizlerine vurarak kalktı. Odaya bir kadın sesinin dahil olmasıyla, tüm bakışlar Sherlock'tan Melora'ya kaymıştı bir anda. "Bilhassa kurnaz, metodik çalışan bir katil. Eğer haklıysam bu insanlar bekler, analiz eder ve doğru zaman geldiğinde kendilerine destek vermek için aniden atılıp saldırırlar."
Sherlock, yanıma gelen Melora'ya küçük bir gülümseme vererek başıyla onayladı onu. İyi analiz etmişti kadınla bir şey paylaşmamış olmasına rağmen, aynı şeyi düşünüyordu. Burada, bu şirkette katil her kim ise bir sosyopattı. Kendisi gibi yüksek işlevli değildi ama.
Masadaki şaşkın bakışlar birbirleri üzerlerinde gezerken herkes şüpheli bakışlarda bulunmuştu. Ama kadınlardan biri çıkıp, Melora'ya dönmüştü. Yüzünü buruşturarak olayı kendi kafasında tartmıştı. "Yani birilerinin basamakları tırmanmak için cinayet işlediğini mi söylüyorsunuz? Bu bana delice geliyor."
"Yanılmış olmayı isterdim ancak biri Peter Talbott'un salatasına eroin doldurdu." Melora'ya karşı alaycılıkla gülen kadına bakarak, sözcüklerinin altını özellikle çizmişti. Ardından kumandayı masaya bırakarak, yine her şeyin başında olan Jim'e döndü. Adamın mavileriyle kesişmişti kendi mavileri. "Gerisine gelince, bırakın da işimi yapayım. Eğer bu kişi buradaysa onu bulurum."
"Milyarlarca sterlin değerinde varlığı kontrol ediyoruz Bay Holmes ve Bayan Phoenix. Dosyalara erişmenize izin veremeyiz. Onlar gizli bilgiler." Jim, alayla güldü fakat ciddiyetini de korumuştu duruma karşı. Şirket bilgilerini onlara sunamazlardı.
"Sizi denetlememiz gerekmiyor sadece bazı basit matematiksel işlemler yapmamız gerekiyor, hepsi bu. 2000'de Brighton'da, 2002'de Bristol'da, 2006'dan beri Londra'da çalışmış o kadar kişi yoktur. Eğer bu kişi çabucak bulursak bu vakayı minimum skandalla kapatabiliriz."
Sherlock'un durumu izah etmesiyle, konferans salonunu tekrardan sessizlik hükmetmişti. Melora, arkasında duran Sherlock'a başını çevirdiğinde küçük bir göz kontağı kurmuşlardı. Çalışanların her biri bakışlarını ayaktaki ikiliden çekip, cevabının ne olduğunu merak ettikleri Jim'e dikmişlerdi. Bu adamı, Jim buraya getirmişti ve şimdi bu adam, aralarında bir katil olduğu teorisini ortaya atmıştı.
Üzerindeki bakışlardan rahatsız olan Jim, elini kravatına atıp boğazındaki sıklığı azalttı. "Pekala, bu kadar yeter. Bu hiç de gerekli değil."
"Sen beni dinliyor musun? Canon-Ebersole'da bir katil olabilir." Karşısındaki adamın tedbirsiz rahatlığı, Sherlock'un yüksek bir sesle tepki vermesine sebep olmuştu. Burada bir katil vardı ve çok rahat bir şekilde çalışanları öldürüyordu. Cinayet işlemesine izin mi vereceklerdi
Melora, sinirlenen Sherlock'un kolunu kavrayıp iki kere sıkarken onun, durumunu düşürmesini belirtmişti. Sherlock'un sinirli çıkışına karşı Jim de durmayıp, sesini yükseltti. "Katil filan yok. Bunu nasıl bildiğimi biliyor musun? Çünkü tarif ettiğin kariyer yolundaki tek kişi benim. Şimdi ne diyorsun yani? Beş kişiyi filan öldürdüğümü mü?"
Adam, histerik bir gülümseme ceketini ve oturuşunu düzeltip ekip arkadaşlarına baktı. Fakat meslektaşlarının, üzerine dikmiş olduğu şüpheli bakışlarından rahatsız olup tekrardan önüne döndü. Sherlock ve Melora da birbirlerine bakmıştı. Elalar ve maviler birbirleriyle iletişim kurduğunda, Melora omuz silkip Jim'e şaşkın bir görünüş verdi. "Şey, bu bir parça tuhaf oldu ama epey iyi bir şüpheli olduğunu söyleyebiliriz."
Buzdolabından çıkardığı saklama kabının kapağını açıp masanın üstünde bir yere bırakırken, yiyecek kutusunu kucaklamasıyla çekmecelere ilerledi. Erkenden acıkmış olan karnını doyurmak isteyen Sherlock, derin bir nefes vererek tek başına olduğu odada, nefes sesinin yankılanmasını sağlamıştı. Çekmeceden kendine bir çatal alıp Melora'nın, sabah bitirememiş olduğu yemeğe odaklandı. Tam ağzına bir lokma atacağı vakit, boş evin içinde yankılanan kapı sesi onu durdurmuştu.
Kapıya bakacak evde adamdan başka kimse bulunmuyordu. Her zaman kapıya bakan Bayan Hudson, günlük rutinlerini bozmadan dışarıdaki işleri için evden yarım saat önce çıkmıştı. Melora ise, Canon-Ebersole'daki görüşmelerinin son bulmasıyla adamın yanından ayrılıp işinin başına dönmüştü. Evde, kapıya bakacak tek kişi Sherlock'tu. Ve adam, yemek yemekteydi.
Yemeğinden vazgeçmeyen Sherlock, elinde kaseyle dairesinden çıkarak giriş kata indi hızlı adımlarla. Koridorun ucundaki kara kapıyı açtığında, kapının ardında Jim'i bulmayı beklemiyordu. Takım elbiseli uzun adam, elinde dosya çantasıyla Sherlock'u görmesiyle başıyla selamladı adam. "Sana çekini şahsen getirebilirim diye düşündüm. Bir de konuşmamız gerek."
"Öyle mi?" Yüzünü buruştururken arkasına döndü Sherlock. Adımları tekrardan merdivenlerden geçerken, Jim içeri girip kapıyı ardından kapadı. Oldukça misafirperver(!) olan Sherlock'un takip ederek, onun gibi merdivenleri tırmandı. "Buraya bu işi bitirmeye geldim."
"Bu yeterince basit olmalı. İtiraf et bitsin." Deri koltuğuna otururken kaseyi kucağına bırakmıştı Sherlock. Ardından dairesine giren Jim'i çatalıyla işaretlerken, onun karşısındaki koltuğa oturmasını izledi. "Her ikimizi de büyük bir zaman kaybı ve zahmetten kurtar."
"Bugün bana ne yaptığınıza dair en ufak bir fikrin var mı?" Sinirli ve uyarıcı bir tonda tutarken ses tonunu Jim, adama söz verdiği gibi başarıyla yerine getirdiği işin çekini teslim etti ilk olarak. "Canon-Ebersole gibi yerde sırf ayakta kalmanın ne gerektirdiğini biliyor musun?"
Sherlock boştaki eliyle çeki alıp inceledi ama ardından umursamazca yanındaki masaya bıraktı. Artık zengin bir adamdı, ne kadar güzel. "Senden kaçınmak iyi bir başlangıç olurdu herhalde."
Hâlâ gözünde, tek suçlu olarak işaretlenmiş Jim'e baktı Sherlock. Kariyerinin üst basamaklarını tırmanmak ama bu esnada olduğu yeri de kaybetmemek için çok şey yapabilirdi insanlar ve cinayet işlemek bunlardan biriydi. Ayrıca gözünde şüpheli olmasının bir diğer nedeni, ölenlerle bağlantılı olması.
"Ben hiç kimseyi öldürmedim." Her bir sözcüğünü tane tane söylerken öne doğru eğildi Jim, oturduğu yerden. "Ben kilise cemaat okuluna gittim Bay Holmes. Bana öğrettikleri hemen hemen her ilahi buyruğu çiğnedim. Peder Ray muhtemelen benimle pek de gurur duymuyordur ama öte yandan Peder Ray'in bir kır evi de yoktur. Operasyonlar Başkanı olmama ramak kalmıştı ki herkes orasının büyük koltuk için tımarlandığın yer olduğunu bilir. Ve sen beni cinayetle suçluyorsun. O yerdeki herkesin konuşmadığını mı sanıyorsun?"
Jim, eliyle saçlarını geriye tararken alayla ve biraz burukça güldü. Bu şirket için yıllarını vermişti ve insanların, gerçekte olmamış bir olayın dedikodusunu yapmasıyla kariyeri sarsılmıştı. Verdiği onca emek, bir çöp olmuştu. Karşısındaki adamın umursamazca tavrı onu daha çok sinirlendiriyordu. "Dedikodu o yerde zehir gibidir. Tamamen masum olmam hiç önemli değil. Asla o işi alamayacağım."
"Affedersin. Bitirdin mi ? Ne zaman 'masumum' desen kafam başka yere gidiyor." Adamın ardındaki boşluğa dalıp gitmiş mavi gözlerini birkaç kere kırpıştırıp, konuşmasının bittiğini fark ederek Jim'e çevirmişti. Yemekten ağzına bir lokma daha atarken bu hareketleriyle Jim'i daha çok kızdırmıştı. Kızmış biri daha çabuk patlardı ki nitekim öyle olmuştu.
"Bu durumda sanırım sana ispatlamam gerekecek, değil mi?" Ona inanmamakta ısrarcı olan Sherlock'a karşı dişlerinin arasından mırıldandı adam. Sherlock, sözlerine devam etmesi için kaşlarını kaldırarak belirtmişti. "Miles Durham, bu sözde cinayetlerin ilki. Bir kamp gezisinde ortadan kayboldu. Ağustos 2000'di, doğru mu? Ağustos'un 7'sinde gitti. Ağustos'un 9'unda dönmesi gerekiyordu."
Başıyla onayladı Sherlock. Elindeki bilgilere göre bahsettiği gibiydi. Jim, elindeki klasörü açıp belgelerden birini içlerinden seçerek karşısında yemeğiyle oturan adama uzattı. Merakı tekrardan alevlenirken, elindeki tabağı hemen yanındaki yere bırakarak dosyaya uzandı Sherlock. "Nedir bu?"
"Tıbbi kayıtlar. Bana ait. Elektif cerrahi geçirdim, 6 Ağustos 2000'de. Bazı komplikasyonlar oldu. 12 Ağustos'a kadar taburcu etmediler."
Kulakları adamın konuşmasındaydı ama elleriyle gözleri hızlıca dosyayı incelemeye almıştı. Eskimiş karton kapağı aralayıp hastaneye ait belgelerin içeriğini okurken, gözünün takıldığı ilk şeyle bakışlarını bir anlığına dosyadan çekmişti. Gözleri daralırken, yüzünü buruşturmuştu. "Yağ aldırma. Yüz gerdirme. Yüzünü gerdirmişsin."
Garip bir görünüş veren adamın tekrardan dosyaya dönmesini izlerken, tepkisine karşı göz devirmişti Jim. Sesi biraz isyankar çıkmıştı. "Barron'un kapağında gerdanı bıngıl bıngıl biri gördün mü hiç Bay Holmes? Demek istediğim Miles Durham'ı öldürmüş olamazdım. Ve sana başka bir şey daha diyeyim."
Tekrardan ellerinin arasındaki klasöre döndü Jim. Birkaç dosyayı atlayıp sonunda emi olduğu dosyayı aralarından çekip almıştı. Sherlock, elindeki Jim'in hastane dosyasını kucağına bırakırken yeni dosyayı uzanıp aldı. Sessizliğe gömülen Sherlock yerine, konuşma isteği oldukça artan adam sözlerine devam etti.
"Dan Cho, kibirli küçük hergele, hayır 2000'de Canon-Ebersole için çalışmadı. Çünkü işletme okurken bir yaz stajını bizde yapmıştı. Brighton bürosunda çalışmıştı. Onu 2002'de işe alıp Bristol'a gönderdik. Bizim için çalışan bir sosyopat olduğunu mu düşünüyorsun? Müsaadenle sana bir sır vereyim Bay Holmes." Som sözlerine doğru sesini biraz daha alçaltmıştı. Bakışlarını dosyadan çeken Sherlock'la, iki mavi ciddiyetle kesişmişti. "Biz, hepimizi birer sosyopatız."
Mesai saatinin bitmesiyle elindeki dosyayı kapayıp hızla oturduğu yerden kalktı Melora. İş arkadaşlarıyla vedalaşırken üstüne ceketini geçirip pencereden dışarıdaki kötü havayı inceledi. Sadece deri ceketle olurken, Londra'nın sonbaharında yanında şemsiye taşımadığı için pişman hissediyordu. Yağmurdan ıslanmak kadın için sorun değildi. Yağmuru, fırtınayı, gök gürültüsünü seviyordu. Fakat üşütüp hasta olmak en istemediği şeylerden biriydi. O zaman, birisine muhtaç birine dönüşüyordu.
Binadan ayrıldığında yoğun yağmurun altında gözleri, herhangi bir boş taksi aramaya koyulmuştu. Fakat üzerine düşen yağmurun kesilmesi ve ardında bir hareketlilik hissetmesiyle adımlarını yavaşlattı. Başını, ardından doğrudan adama hızla çevirmişti. Sert bakışları, gördüğü adamla biraz olsun yumuşarken tamamen ona doğru döndürmüştü vücudunu.
"İyi akşamlar Bayan Phoenix." Tutmakta olduğu koca şemsiyenin altında ikisi de ıslanmaktan kurtulurken, kadını başıyla selamlamıştı adam. Aynı karşılığı Melora'dan da aldığında yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. "Merhaba Louis. Yanıma teşrif ettiğin için ne kadar mutlu olduğumu bilemezsin."
Melora'nın imalı son sözlerine karşı mahcupça elaların içine baktı. Takip edilmekten şikayetçi olduğunu çok iyi biliyordu kadının, bunu birçok kez dile getirmişti önceki yıllarda. Fakat kızın babası tüm bu şikayetlere karşı, takibi kesmek yerine uzaktan izlemeyi yeğlemişti. Küçükken, peşinde dolanıyor olması çok kolay ve normal geliyordu Louis'e. Ayrıca o zamanlar Melora'nın hayata karşı olan toyluğundan, buna ihtiyacı vardı ama şimdi, Melora yetişkin bir bireydi. Kendi özel hayatı vardı, bir başkası tarafından korunmaya ihtiyacı da yoktu ve bunu istemek en temel hakkıydı.
"Rahatsızlık verdiğim için üzgünüm. Babanız sizi beklemekte." Louis, yağmurun, sesini bastırmaması için kullandığı tonu yükseltirken boştaki eliyle park halindeki siyah aracı gösterdi. Farları yanmakta olan araç, Melora'yı götürmek için hazır bir şekilde bekletilmekteydi.
Melora o an duraksamıştı. Yüzündeki gülümseme yavaşça nötr bir hal alırken, Louis'in işaret ettiği araca baktı. Gidip gitmemekte kararsızdı. Dün, kesinlikle gitmeyeceğini söylüyordu kendine ve normal bir zamanda olsa, yine gitmezdi. Fakat Sherlock, onun düşünce ayarlarıyla fena halde oynamaktaydı. Dün akşam, en son yapmış oldukları konuşmadan beri bunu düşünmekteydi. Sherlock'un teklifi kabul etmesi, sadece bir intikam meselesi değildi. Bu konuyu danışabileceği o anki en yakın kişi Sherard olmuştu ve sarışın adam ilk defa Sherlock'un fikrine katılmıştı.
Derin bir nefes verirken, Louis'i başıyla onayladı. İkili, kendilerini yağmurdan koruyan büyük şemsiyenin altında doğruca araca ilerlemişti. Melora için hızlıca arka kapıyı açıp, araca bindiğinde de ardından kapatarak şoför kısmına geçti. Yağmurdan dolayı yoğun olmayan yollar sayesinde Londra'nın dışında, yeşilliğin içinde kalan ve her insanın inzivaya çekilmeyi düşlediği o eve kısa sürede varmışlardı.
Kapısını birilerinin açmasını beklemeden kendi açarken, biraz daha şiddetini azaltmış olan yağmurun altına attı kendini. Gökyüzü, şehrin ışıklarından uzak karanlığını daha iyi hissettirmekteydi. Yine de tüm bu karanlığa nazaran evin ışıkları, çevreyi aydınlatmaya yetiyordu. Ormanın kendi eşsiz sessizliğinin sesine katılan yağmurun sesi içerisinde Louis'in çamurlu adımlarını işitmişti. Şemsiyesine tekrardan sarınan adam, kadına tutarken ona evin kapısına kadar eşlik etmişti. Louis için teşekkürlerini ileten Melora, küçük bir gülümseme sunmuştu.
Kapı, bir başka ev görevlisi tarafından açıldığında sıcak bir karşılanmayla içeriye davet edilmişti genç kadın. Çamurlu yoldan geçmiş olmalarından dolayı kirlenen ayakkabılarından itinayla kurtulup, onun için bırakılmış yenileri giydi. Elaları yanındaki kadınla bir bakış paylaşmıştı. Daha önce görmediği biri olmasından kaynaklı olarak, onun işe yeni alındığını anlamıştı. Sessizliği ile uzaklaşan kadın, Melora'yı kendi eviyle baş başa bırakmıştı böylelikle.
Tek kalan Melora, derin bir nefes aldı. Bir zamanlar 'evi' olan evin, sıcak tonlarında gezdirdi bakışlarını. Buraya gelmeyeli yıllar olmuştu kadın için. Babasını cezalandırdığı kadar kendi de cezalanmıştı bu süreçte. Her zaman bu evi, diğer evlerine göre daha çok sevmişti. Belki de sevmesinin nedeni, içerisinde güzel anıları barındırmasıydı. Şehirdeki evlerindeki anıları silikti.
Birkaç adımla holün merkezine daha çok yaklaşırken ellerini pantolonun arka ceplerine atmıştı. Yüzü istemsiz buruşmuştu anılar zihnine nüfus ederken. Dalgalar halinde yükselen baş ağrısına karşı alt dudağını dişledi. Gözkapaklarını birbirine sıkıca bastırmışken, sessizliği bölen çıplak zemine çarpan pati sesleriyle onu karşılamaya gelen kara köpeğini görebilmek için tekrardan açmıştı.
Boyu dizlerine anca ulaşan köpeğin, türüne nazaran oldukça gür kıvrımlı tüyleri vardı. Fakat yaşlanmıştı, her canlı gibi. Siyahlığı o kadar canlı değildi, ara ara gümüşi tüyler can bulmuştu. Eğilip, sevgiyle gelen köpeğinin yüzünü yalamasına izin vermişti Melora. Köpeğinin başının her yerine öpücükler kondururken, onun bebek şampuanı kokusunu içine çekti. Köpeği ne kadar işitme engelinden dolayı duyamıyor olsa da kadının, sevgi sözcüklerini dökmesine engel değildi.
Küçük Melora'nın ilk ve tek gerçek arkadaşıydı. Sırf işitme engeli var, eğitilemez diye ölüme terk etmişlerdi ki ailesi fark edip sahiplenmişti. Melora, her zaman zeki bir köpek olduğunu biliyordu küçük oğlanın. İşaretlerle gerekli eğitimi vermişlerdi ve bunca zamana kadar kimseye asla zararı dokunmamıştı. Tanıdığı çoğu insandan daha iyi bir canlıydı.
Bayan Hudson'ın yanına bırakıldığında Melora, binada bir köpeğe bakamayacağını biliyordu. Onu, şehrin içinde kilitli tutamazdı ama bu evde özgürdü. Yurtdışına çıktığında bile peşinde sürüklemek istememişti. Tek başına yaşadığı bu hayatta ne kadar istese de, evcil hayvanın sorumluluğunu alamayacağını pek çok kez hatırlatıyordu zaten kendine. Davaların peşinden oradan oraya koştururken, tek başına evde kilitli kalmasına da vicdanen rahat edemezdi. Yine de, ayrı kaldıkları yıllar içerisinde yaşlanan köpeğinin onu hâlâ hatırlıyor olması Melora'yı duygulandırmıştı.
"Sürekli gördüğü Louis'e bile yabancılık çekerken seni hâlâ hatırlıyor." Melora'nın anılarını daha da hızlı depreştiren tok ses, holde yankılanmıştı. Ellerini birbirinden ayırırken kumaş pantolonunun ceplerine soktu usulca adam, kadının karşısında durduğunda.
"Louis'i sürekli gördüğünden pek emin değilim, sürekli peşimde olmasından." Yüzünü köpeğinden kurtardığında çömeldiği yerden kalktı Melora. Mırıltısını kendi bile zor duymuşken, önüne düşen kahvelerini geriye attı ve elalarını yerden yavaşça kaldırarak karşısına dikti. Kahverengi yerine, grilerin ele geçirdiği saçlara sahipti artık. Dediği gibi; yıllar geçiyordu ve zaman her şeye işliyordu. "Merhaba baba."
"Sherlock, tatlım. Saatten haberin var mı?" Bayan Hudson, adama sesine duyurabilmek için olabildiğinde bağırmıştı. Salona açılan kapının orada dururken, camın önünde kemanına sert darbeler vuran Sherlock'un durmasını bekledi sabırla. Saatlerdir kemanıyla adam ve kulaklar için pek naif şeyler çaldığı söylenemezdi.
Kemanın tellerine son kez arşesini sürten Sherlock, önündeki masaya döndü. Üzerlerinde dağınık dosyalara bakmak onu tekrardan çıkmaza çıkarırken, kendi çıkmazlığının siniriyle kapıdaki yaşlı kadına dikmişti irileşen mavi gözlerini. "Bu hiç mantıklı değil. Tamam, Dan Cho stajını 2000 yazında Brighton'da yapmış ama ilk cinayetten bir çıkar sağlamamış. Şirket onu 2 yıl sonrasına kadar işe almamış bile."
Yaşlı kadın, Sherlock'un söylediği hiçbir cümleyi anlamamıştı. Melora ile baktıkları bir davayla alakalı olmalıydı ki bu işlere o hiç karışmıyordu. Melora bile ona kendini zorla dinlettiriyordu bu tarz olayları ve sonunda da uyuyakalıyordu. Bu bir döngü olmuştu zamanında, Sherlock olmasaydı bu döngü yine patlak verebilirdi. Gerçi Sherlock olmasaydı Melora'yı burada tekrardan burada tutacak kimse olmazdı. Adamın, Melora'nın hayatını ne kadar değiştirdiğinden haberi var mıydı?
"Cinayeti işlemekten hoşlanan kişiler heveslerini başkalarıyla paylaşmayı sever. Herkesin dışarıda bir yerlerde bir katil olduğunu bilmesini ister. Üstelik her halükarda, hatta işe alındıktan sonra bile ölümlerden Jim Fowkes kadar yarar sağlamadı." Düşüncelerini dile getirmeyi sürdüren Sherlock, kemanını ve arşesini koltuğunun üstüne bıraktı. Ellerini belinin her iki yanına yerleştirirken ona anlamsız bir şekilde bakan Bayan Hudson'la göz teması kurdu. İçeri birini girdiğini görünce sadece birden konuşma gereği duymuştu. Sessizlik işe yaramamıştı, gürültü yapmakta en az sessizlik kadar yarar sağlamamıştı adama. Belki konuşmak açarda onu.
"En iyisi sana Melora'nın çayından yapayım." Eliyle Sherlock'un beklemesini işaret ederek arkasını döndü ve doğruca kendi dairesine ilerledi. O, Sherlock'a karşı, Melora gibi yaklaşamazdı ama vaziyetini sakinleştirebilirdi. Geçen gün Melora'nın Sherlock'a içirmiş olduğu özel çaydan hazırlayacaktı. Genç kadın, çayı içirir içirmez adamı yatağa yollamıştı ve Sherlock deliksiz tüm gün uyumuştu.
Kafası iyice karışan Sherlock, Bayan Hudson'ın ağzından Melora'nın adını duyduğunda hızla başını kaldırıp kapıdaki yerine baktı. Yaşlı kadını orada görememiş olmasıyla aşağı kata indiğini fark etmesi bir olmuştu. Açık bırakılan kapının ucuna gelip, sesinin aşağı kata kadar gittiğinden emin olabilmek için birazcık bekledi bağırdıktan sonra. "Melora nerede?"
Uzaklardan gelen ve tam net olmayan sesten, Bayan Hudson'ın 'mesaiye kaldı galiba' demesini zar zor algılayabilmişti. Söylediği başka şeylerde vardı fakat istediği cevabı aldığından diğerlerini dinleme gereği duymamıştı. Hızla kapıdan geri çekilirken ardından da kapamıştı. Bakışları sol bileğini sarmalayan saate kaydı. Bayan Hudson'la aynı düşünmüyordu. Melora mesaiye kalmamış onun yerine akşam yemeğine gitmişti.
Üst dudağını dişlerken derin bir nefes aldı. İki pencerenin arasında kalan üzeri dosyalarla dağınık masanın başına geçip ellerini dayadı ve öne doğru eğildi. Melora uzun bir süre daha ortalarda olmayacaktı, davayı çözmek için onu bekleyemezdi. Zihnini boşaltmak için kendine bir dakika tanırken ellerini dosyalara attı. Jim'in verdiği dosyalarla ölenlerinin dosyaları iç içe karışmıştı. Eline adamın hastane raporun aldı. Köşeye atmadan önce son defa yazıların üstünden geçirmişti gözlerini. Bir konuya tüm odağını vermişken kesinlikle gözden kaçırdığı bir şeyler olmuştu.
En mükemmel şüpheliydi ve tüm bu ölümler Jim Fowkes'un yararınaydı. Fakat ilk cinayet işlendiğinde adam hastanedeydi. Estetik ameliyatı geçirdiğinin kanıtları elindeydi. Ne zaman hastaneye geldiğini, hangi odada kaldığını, ameliyatına saat kaçta başlandığını, bitişini, refakatçisini, hastaneden ne zaman çıktığını biliyordu. Her şeyini ama her şeyini biliyordu. Yüzünü buruşturup gözlerini daralttı ve tekrardan refakatçi kutucuğundaki isme baktı. Fazlasıyla tanıdık gelen bir isim olmasıyla nereden tanıdık geldiğini sorguladı zihninde.
Her ismi tekrarladığında zihninde, yavaş yavaş bir insanın görüntüsü oluşmuştu Sherlock'un. O an tüm dava hakkındaki düğümleri çözülmüştü. Her şey bir anda mantıklı gelirken yapbozun parçaları yerine oturmuştu. Elindekileri bırakarak yere düşmelerini önemsemeden hızla ceketini, paltosunu ve atkısını aldı. Merdivenlerden tepsiye çıkan Bayan Hudson'ı köşeye çekerken söylediklerini dinlemeden hızla evden ayrılmıştı.
Yağmurlu bir Londra akşamında, sokaklardaki yoğunluğun yok denecek az olduğu vakitlerde Sherlock boş bir taksiye bindi. Şoför için adres verdiğinde, normalden daha kısa bir sürede, söylediği adrese getirmişti adamı. Tutan tutarı ödeyip taksiden indiği gibi hızlıca yatırım şirketine girdi. Giriş güvenliğinin ortalarda olmaması içeriye rahatlıkla girmesini sağlarken kendini daha öncede geçtiği koridorlara attı.
Her katın koridorunu rastgele geçerken gece mesaisi için kalanların yüzlerini yokladı. Yağmurdan dolayı ıslanan saçlarına bir el atarken, geçtiği dar koridorların asansörlere çıktığı ara girişlerine göz atmaktaydı ki birinin önünde sarışın bir kadın yakalamasıyla adımlarını durdurdu.
"Affedersiniz. Donna?" Kadını ilk etapta yanından kaçırmamak için nazikçe seslenmiş Sherlock. Adımlarını sarışın kadına çevirip, yanındaki boş yere geçti. Asansörün çağırma tuşuna basmakta olan Donna, yalnız olduğunu düşündüğü ortamda adını birden duymasıyla irkilerek yerinden sıçramıştı
"Donna, değil mi?" Önceki sorusunun cevabını alamayan Sherlock, tekrardan benzer bir soruda bulunmuştu. İri yapılı kadın biraz önceki korkusunu bastırırken şaşkın mavi gözlerini adamın üzerinden çekip asansörü beklemeye döndü. Adamla muhatap olmak istemiyordu. Ama Sherlock, insanların ne istediğini kendi yararına dokunmayacaksa pekte önemsemezdi. "Hiç kimse sekreteri hatırlamaz, öyle değil mi Donna?"
"Affedersiniz, ne?" Özellikle sürekli isminin bastırılmasından rahatsızlık duyan kadın, anlamsızca adama baktı bir açıklama beklercesine. Ama bu sefer bakışlarını çekip, asansörün gelmesini beklercesine asansörün olduğu bölme odaklamıştı. "Bir kariyer seçimi olarak, kendi sınırları var. Ama öte yandan bir görünmezlik pelerini de sağlıyor."
"N...neden bahsettiğinizi bilmiyorum." Küçük bir kekeleme konuşmasını bozarken Donna'nın, hiçbir şey olmamış gülümsemesiyle önüne döndü tekrardan. Adamın vurguladığı sözcükler durumunu rahatsız etmeye başlamıştı. Bu yüzden, Sherlock'a kadından nazik bir ses tonuyla uyarı gelmişti. "Ama Bay Fowkes'un binaya girişinizi yasaklattığından eminim."
Kadının sözlerindeki dolaylı mesajı alan Sherlock, memnun kalmıştı. Yol boyunca olaya çizdiği hikaye haritası kesinlikle doğruydu. Katili bulmuştu ama yine de açık bir şekilde bunu kadından duymak istiyordu. Haklı olduğunu katilin ağzından duyması, onu tamamen tatmin edecekti bu davada.
"Onunla uzun zamandır birlikteydin, değil mi? Bu geceye kadar senin, Bay Fowkes Londra'ya taşındıktan sonra çalışmaya başladığını varsaymıştım. Sonra adını onun Brighton'da geçirdiği bir cerrahi prosedürde aranacak kişi olarak gördüm." Sözcüklerini tane tane, sanki bir masal anlatırmış gibi kadına dökerken Donna'nın duruşunu daha çok dikleştirmesini izledi. "Onun ardından Bristol'a da gitmiştin, değil mi?"
"Bay Fowkes iyi bir patron ve birbirimize sadığız."
"Patronun kesinlikle şimşek gibi bir hızla yükseldi ve muhtemelen bunun bir kısmını sana borçlu, öyle değil mi Donna?" Kabul edip her şeyi açıklaması için baskı kurarken, davayı çözmenin verdiği keyifle kadına baktı. Sarışın kadın, karanlıkta parlayan mavilerini usulca adama dikip küçük bir gülümseme sunmuştu. Kadının gözlerinde onu öldürdüğünü görebilmekteydi net bir şekilde Sherlock. Ama bu adamı durdurmamıştı. "Canon-Ebersole'daki ölümlerden yararlanan tek kişi Jim Fowkes değil, değil mi?"
"Güvenliği çağırmam mı gerekiyor?" Sorularına yanıt vermek yerine kaçınmayı tercih eden Donna, bir kez daha adamın net bir şekilde uyardı. Adamı başlarına Jim sarmıştı ve bundan en başından beri nefret etmişti. Tam kurtulduğunu düşünürken şimdi tekrar karşısına çıkmıştı.
"Olur. Hadi onları da sohbete dâhil edelim." Mimikleriyle kadını onaylarken çevresindeki boş alanlara bakıp tekrar kadına döndü. Bu sefer sıkıntılı bir yüz ifadesine giren Donna, önüne dönmüştü. İkisi de gayet iyi biliyordu güvenlik geldiğinde kime nelerin olacağını. "Hayır mı? Ben de öyle düşünmüştüm zaten."
Asansörün sonunda gelişiyle kapalı kapılar iki yana açılmıştı. Sarışın kadım son kez Sherlock'a bir bakışta bulunup asansöre adımını attı. Kıstığı mavi gözlerini kadına dikerken hiç tereddüt etmeden asansördeki boş alanda kendi yerini aldı. Bastığı düğme, onları otoparka getirirken sessizlik bir yolculuk yaptıkları asansörden ilk inen yine Donna olmuştu. Yalnız oldukları otoparkta, topuklarının zemine çarpma sesi koca bir yankılanma oluştururken, etekli takımının ceketini yediği soğuktan dolayı düzeltme gereği duydu.
"Uygun ışıktan bakıldığında gayet açık aslında. Jim ne kadar terfi etse senin de kazanacak bir şeyin vardı. Maaşına zam, hisse opsiyonları." Çantasını kurcalamaya başlayan kadının ardından yetişerek, uygun adımlarla yanında yürümeye başlamıştı. Donna, sıkıntıyla adımlarını daha çok arttırsa da Sherlock'tan kurtulamıyordu. "Hatta şirket şu anda senin emeklilik planına da katkı yapıyor."
"Ne olmuş? Onlara yıllarımı verdim ben." Sesi istemsiz olarak yüksek ve isyankar çıkarken çevresine bakındı hızlıca kadın. Birileri yoktu ve olsaydı bu adamdan kurtulmak için yardım isterdi.
"Çok önemli bir his olmalı, dev bir şirketin kaderini o küçük bölmeden tayin etmek yani."
"Uzak dur benden." Kadın hiddetle, arabasının önünde durduğunda onu takip eden adama bağırdı. Bu, adam için son uyarısıydı. Sabrı artık taşmak üzereydi. Her şeyi biliyordu ve bir yanlış yapmak istemiyordu. Fakat adam durmak bilmiyordu. Karşısına geçme fırsatı bulmuşken hızla ellerini ilk birbirine vurup, daha sonra dua pozisyonuna getirerek kadını işaret etti.
"Asıl soru, patronun biliyor muydu yoksa yalnız mı çalışıyordun? İşbirliği yaptıysanız, konuşmaya başlaman icap eder. İlk şakıyan en kısa hapis cezasını alır." Rahatlığı ve soruları kadının sakinliğini ortadan kaldırdığını görebiliyordu Sherlock. İstediği de buydu zaten. Sakinliğini koruyamayan biri, her zaman hata yapar. Kadının itirafı dışında elinde net bir kanıt yoktu. Tüm bu cinayetleri işleyeninin o olduğunu bilse de, polislere kanıt lazımdı.
"Senin gibi bir çok yöneticinin gelip gittiğini gördüm. Bir parça akıl, çokça kendini beğenmişlik." Burnundan solumaya başlayan Donna, birkaç adım yaklaşarak ölümcül mavilerini adama belertti. Ve Sherlock, kendine yakıştırılan cümleye karşı elde olmadan sinirlenmişti. Bunun neler getireceğini görememişti o an. Karşı taraf için kullandığı oltalara benzer oltalara takılıyordu.
"Seni temin ederim benim gibi birisini hiç görmemişsindir."
"Elbette gördüm. Patronlarım dikkat çekmek için 5,000 sterlinlik takım elbise giyiyor. Sen ise bir atkı ve sıradan bir palto. Keşfettiğini sandığın şey için kendinle öyle gurur duydun ki bana söylemek için can attın." Her bir sözcükle Sherlock'u iğnelerken, adamı aşağılayan bir gülümseme armağan etmişti sözcüklerine devam ederken. Oltaya sandığından daha kolay takılmıştı. "Hatta bu beni boş bir otoparka kadar takip etmek anlamına gelse bile."
Sherlock'un bir şey söylemesine fırsat vermeden çantasının içindeki elini çıkardı. Her zaman yanında taşıdığı şok cihazını, adamın paltosunun açıkta bıraktığı noktadan karnına dayayarak tek bir tuşa basması yetmişti. Beklemediği anda gelen şey, vücuduna ve tüm sinirlerine elektrik işlerken bir anda güçsüz düşmüştü. Vücudunun kontrolünü ve dengesini sağlayamayan Sherlock ilk, yandaki siyah araca sırtını verip toparlanmaya çalışsa da bunu başaramamıştı. Vücudunun kontrolünü devre dışı bırakmasını sağlayan elektrik çok fazlaydı. Yere düşmesine engel olamazken acıyla iki büklüm olmuş ve bilincini o an için kaybetmişti.
Melora, görkemli denebilecek kadar iyi hazırlanmış masanın bir ucunda otururken tam karşısında babası oturmaktaydı. Sessizlikle, tabaklarında bulunan yiyeceklerle ilgileniyorlardı. Bıçağı yardımıyla parçalara böldüğü yemeğini çatalına saplayıp ağzına atan Melora, sıkıntıyla nefesini dışarı bıraktı. Masaya oturduğundan beri gözlerini tabağından tek bir saniye çekmemişti ve bundan sıkılmıştı.
Elalarını sonunda tabaktan ayırmaya karar verdiğinde, kadehine uzandı. Bir anda Sherlock'u dinlediği için kendini sorgularken bulmuştu Melora. Buraya, bu yemeğe kesinlikle gelmemeliydi. Hem adama karşı çıkıp hayatına karışamayacağını söylüyordu, hem de hayatını karıştığı hamleleri yapıyordu. Sherlock'a 'hayır' diyordu ama hayırı 'hayır' olarak işleyemiyordu kendine. Bu, onu iyice karmaşaya uğratıyordu ve işlerin içinden çıkılmaz bir hâl almasından korkuyordu.
Cam yüzeyi dudağına dayarken usulca bakışlarını babası dışındaki her yerde gezdirdi. Boğazını yakan kırmızı sıvıdan yeterli bir yudum almıştı. Şarapla ıslanan dudaklarını temizlemek için dilini kullanarak dudaklarını birbirine bastırdı. Evde değişiklik pek bulunmuyordu, tıpkı yıllar önce bıraktığı gibiydi. Sadece aşırı eskiyen eşyalar gitmiş ve yerini yenilere bırakmıştı. Tek bir şey hariç, yılların bile eskitemediği piyanosu...
Pencerenin önündeki piyanosu yerinden bile kıpırdatılmamıştı. Ondan sonra sanki bir başkası hiç gelip de dokunmamış gibi. Beyaz ve siyah tuşlar sanki yıllarca basılmamıştı. Oysa babasının piyanoyu ne kadar sevdiğini biliyordu tıpkı ailedeki geri kalan herkes gibi. Oturup günün yarısında parmaklarını tuşlar üzerinde dans ettirirdi. Ve bunu büyülenmişçesine dinlerlerdi Melora'yla Rebecca.
"Özlemiş olmalısın. Belki yemekten sonra benim için bir şeyler çalarsın, eski günlerdeki gibi." David, en başından beri izlediği kızının, odanın bir köşesindeki piyanoya dalıp gitmesini de fark etmişti. Bıçağıyla kestiği parçayı çatalıyla ağzına götürürken, kızı için bir gülümseme sunmuştu.
Babasının sözleriyle anıları tekrardan depreşirken, bakışlarını çekti ve tekrardan eline almış olduğu çatalla bıçağı bıraktı. Daha yeni yudumlamış olduğu şarabına tekrardan sığınmıştı. Kaşlarını saniyelik yukarı kaldırıp gözlerini devirirken elalarını babasının üzerinde tutmuştu uzun bir süreden sonra. Sesi mırıltılı çıkmıştı ama sessiz kaldıkları odada her şey gayet net duyulmaktaydı. "Hayır, artık çalmıyorum."
"Annen bu kararına çok kızardı, biliyorsun." Tıpkı kızının yaptığı gibi elindekilerini bıraktı. Birleştirdiği eline çenesini dayarken, dirseklerini masaya yerleştirmişti. Karşısında oturan kızının sonunda elalarına daha dikkatli bakabilme fırsatı doğmuştu. Görmek istediği tek elalar bunlardı; çok sevgili eşinin ve annesin oldukça benzeyen kızının...
"Evet, burada olsaydı yapmış olduğum her şeye çok kızardı." Burukça çıkan sesini toparlamak için birkaç kez küçük öksürükte bulunmuştu Melora. Annesi öyle aman aman tanımıyordu, en azından kendi yaşadığı hatıralarında. Başkaları tarafından anlatılan bilgilere sahipti... başkaları tarafından. Ama net bir bilgisi vardı ki; piyano çalmayı kesmesinden, baleyi bırakmasından ve çizimi hobi olarak rafa kaldırmasından hiç memnun kalmazdı yaşasaydı.
Sanata oldukça düşkün bir kadın olduğunu biliyordu annesinin. Becerisi olmadığı için avukatlık yolunda ilerlemişti ve mesleğinde oldukça başarılıydı. Kızının sanata olan yatkınlığını fark etmesiyle erkenden sanatın içine atmıştı. Melora'nın, geleceği için vereceği tüm kararlarda özgürlüğü vardı ama sanata yönelmesi için bir anne olaraktan elinden gelen her şeyi yapacaktı da, yaşasaydı...
"Dedektif olduğun için de en çok bana kızardı." Melora'nın havasını dağıtmak için sözcüklerini neşeli bir tonda beyan etmişti David. Fakat kendisi de bir anlığına geçmiş anılara karışmıştı. Sanat aşığı karısını sinirlendirmek için her zaman kızının kendi gibi dedektiflik yolundan gideceğini söylerdi. Bu sadece karı koca arasında olan küçük bir şakaydı. Kızının gerçekten dedektiflik yolunu seçmesine inanamıyordu. Eğer Rebecca burada olsaydı, adamı bir güzel pataklardı bu sonuçtan. Fakat bunlar işin yine eğlencesiydi. "Ama seninle gurur duyardı, tıpkı benim senle gurur duyduğum gibi."
Melora, babasının söylediğine karşı dudaklarının köşelerinin yukarı doğru kıvrılmasına engel olamamıştı. Buna karşı David öylece bakmıştı kızına. Yılların kızını ne kadar değiştirmiş olduğu daha yakından görme fırsatı olmuştu. Annesine ne kadar benzediği aklının bir köşesine düşmüştü. Düşüncelerini yansıtan bakışları, çeşitli gülümsemeleri, kaşlarını kaldırırken ki hızlarının saniyeleri. Olaylara karşı aynı mimiksel şekilde yaklaşmaktaydılar.
Kızının, annesine bu kadar benzeyeceği aklının kölesinden bile geçmezdi. Onu en son bu kadar yakınken gördüğünde yanılmıyorsa onlu yaşlardaydı. Ondan sonra yıllarca süren cezaya mahkum tutulmuştu kızı tarafından. Fakat görünüş olarak ne kadar Rebecca'ya benzese de Melora, karakteristik özelliklerini adamdan almaktaydı. Sevdiği şeylerden vazgeçmesi, cezalandırma şekli, dedektiflikte istikrarlı bir şekilde ilerlemesi ve insanlara karşı duruşuyla niceleri. Düştüğü hatalara kızının da düşmesini istemiyordu.
"Dikkatli olmanı istiyorum Melora, bu mesleğin ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorsun." Konun mesleklerden açılmasını fırsat bilerek kızını naif bir tonda uyardı. Açık bir şekilde, karakterlerimiz benziyor derse Melora'dan ciddi bir tepki alacağını iyi biliyordu. Sonuçta onun kızıydı. "Ne kadar iyi olursan işinde, o kadar çok yakınında olur tehlike."
"Dikkatliyim." Sonunda kadehindeki şarabını bitirip kurtulan Melora, bardağını masaya bırakarak yemeğine döndü. Fakat aklına yeni bir şeyin üşüşmesiyle bakışları tekrardan babasını bulmuştu. "Biliyor musun, peşime taktığın 'korumalık' olan adamlar beni rahatsız ediyor varlıklarıyla. Louis'i sevdiğimi biliyorsun ama yine de üzerimde bir çift gözün olması ne kadar rahatsız edici olduğunu bir düşünmemi isterim."
"Tehlikenin içindesin Melora." Kendi bardağındaki şaraptan bir yudum alırken ucunda yemek saplı çatalıyla konuşmasını destekleyecek hareketlerde bulundu. "Seni ve Bayan Hudson'ın korumama karşı çıkmamalısın bu noktada. Hemfikir olabileceğimizi düşünüyorum."
"Bayan Hudson'ı da mı izliyorsun?" Hoşuna gitmeyen yeni bir bilgi öğrenmiş olan Melora, yüzünü buruşturarak biraz öne doğru kaymıştı masada. Bunu bilmiyordu, sadece kendinin izlediğini düşünüyordu. Bayan Hudson hiç böyle bir şeyden bahsetmemişti ona. Bu da demek oluyor ki fark etmemişti.
"Bazen yanındaki o tuhaf adamı da. Adı... Adı Sherlock Holmes olmalı. Evet, Danışman Dedektifi. Bayan Hudson'ın üst dairesinde kalıyor." Tabağına geri dönen David, birkaç tane daha lokma atarken ağzına, çok normal bir konu konuşuyormuş gibi sürdürmüşte sözcükleri. Melora, aldığı bilgiler doğrultusunda elleriyle yüzünü kapayıp memnun kalmadığına belli eden tarzda sesler çıkarmıştı. Kendini sakin kalması için şartlarken derin bir nefesle saçlarını geri taradı parmaklarıyla. "Korumaya ihtiyacımız yok. Özellikle senden gelen bir korumaya baba. Ayrıca bu çok rahatsız edici."
"İyi olmanı istiyorum."
"Şimdi mi geliyor aklıma iyi olmam!" Eli masaya çarparken, ayarlayamadığı ses düzeyiydi dilini ısırdı Melora. Bunun için hızla pişman olurken, ne olursa olsun babasına karşı böyle davranmak istemiyordu. Bu yüzden ses düzeyini biraz daha oturaklı tutarak oturduğu yerden biraz daha dikleşti. "Annesi, gözleri önünde öldürülen ve psikolojik çöküntüler arasında yıpranıp duran küçük bir kızken yıllar önce, istediğim tek bir şey vardı; o da sendin baba. Güvenli kanatlarının altına sığınmak ve bana olan sevginle yolumu aydınlatmak istiyordum sadece. Fakat sen bana katil bir baba sundun."
"Melora." Acıyla kızına mırıldanmıştı. Kızının gözlerinin yaşardığını, elaların yeşillere dönüşmesiyle anlamıştı. Hızlıca gözlerini silerken Melora, burnunu çekip omuzlarını silkmişti tekrardan mırıldanırken. "Üzgünüm."
"Üzgün olmamalısın." Saniyeler içerisinde değişin atmosferin altında sıkıntıyla nefes alıp geriye yaslandı. Bu sefer omuzlar yılların kırıklığıyla düşmüştü adamın. "Bu konuyu konuşmanın zamanı gelmişti zaten. Asıl üzgün olması gereken benim."
"Sadece, her şeyi bildiğimi bilmeni istiyorum. Dosyalarda yazmayanları dahi." Titrek nefesiyle bakışlarını kucağındaki ellerine indirmişti. Hemen yanı başında duran köpek, kömür karası gözlerini Melora'ya diktiğinde kendini sevdirmek için başını kadının bacağına yaslamıştı. Eskiden, yemek esnasında küçük Melora'nın, köpeği sevmesi yasaktı. Ama şimdi ne eskiler kalmıştı, ne de eski Melora. "Hal Jackson, asıl adam o. O zamanların gözde yeraltı adamıydı. Narkotikten zaten birini köstebeği olarak satın almıştı. Cinayet masasında da gözlerini sana dikmişti."
Kızını usulca başıyla onaylamıştı adam. Ne kadar hatırlamak istemese de geçmişi bir türlü de unutamıyordu. Hayatını, ailesini zehir eden bir olayı nasıl olurda aklında söküp atabilirdi ki? "Bana güzel şeyler vaat etmişlerdi. Servetime servet katacaklardı, başarıma da başarı. Değer verdiğim aileme sözde dokunmayacaktılar."
"Ama sen bilinenin aksine, bunun kabul etmedin."
"Hayatımda, aldığıma tek pişman olduğum karar. Servet veya başarı hiç önemli değil. Ben, sizi koruyabileceğimi düşündüm." Dudaklarını dişledi adam. Başını iki yana sallarken yıllar sonra ilk defa dile dökmüştü hislerini burukça. "Ama yanılmışım. İlk defa kendimden bu kadar çok tiksindim. Beni anlamalısın Melora, karımı kaybettim."
"Anne kaybettim baba, annemi." Babasının söylediği son sözcüğe karşı başını iki yana sallamıştı. Bakışları, başı kucağında olan köpeğinden çekip babasına kaydığında gözlerindeki acıyı çekinmeden yansıtmıştı. Kapanmayan bir yarası vardı ve ne olursa olsun, kapanmayacaktı. "Sonra babamı kaybettim."
"Beni hiçbir zaman kaybetmedin Melora."
"Bayan Hudson'a emanet ettiğinde beni; arkandan ne kadar çok yalvardığımdan, baba diye ağladığımdan haberin var mı senin?" Duraksarken kuruyan dudaklarını ıslattı diliyle Melora. Sorusunun cevabını bilmek istemiyordu, gelecek hiçbir cevap o zamandan beri açık olan yarasını saramazdı. "Sarınacak tek dalım sen kalmışken, sen beni terk ettin."
"Halletmem gereken işler vardı." Biliyordu, Melora'ya yaptığı şeyin asla bir açıklaması olamazdı. O zamanlar kendi bildiğini uygulamıştı ve yine olsa, aynı şeyi yapardı. "Onların, kollarını sallaya sallaya gezmesine izin veremezdim."
"Onların hepsini hapse tıkayabilirdin!" Tekrardan sesi babasına karşı yükselirken, kullandığı ton yüzümden bir uyarı aldı sonunda adamdan. Derin bir iç çekişle oturduğu yerden kalkmak için kıpırdanmaya başlamıştı. Doğru dürüst yemek yiyememişti, zaten var olan iştahı da sohbetle silinip süpürülmüştü. Artık gözlerini yakan gözyaşlarını tutmuyordu, onların yanaklarından aşağı sessizce düşmesine izin tanımıştı. "Benim bir katile ihtiyacım vardı baba, büyürken öfkemi kusabileceğim bir katil. Ama sen, dosyamızdaki suçlayabileceğim bütün katilleri öldürdün, geriye kendini bırakarak."
"Melora." Burun kemerini sıkarken gözlerini yummuştu David. Kızının karşısında ağlamasını izleyemezdi. Küçükken bile hüzünle ağlamaması için yanına ilk koşan olup, o acıyla harmanlanmış tuzlu damlalarla tek tek ilgilenirken, tek dileği mutluluktan dökmesiydi yaşlarını. Fakat bunları dilerken, en çokta kızının canını yakam kendisi olmuştu. Şimdi gidip, tekrardan o yaşlarla sevgiyle ilgilenmek isterdi ama Melora'nın buna izin vermeyeceğini biliyordu.
"Tek pişmanlığım, annenin ölümünü sağlayan ve seni inciten o lanet teklifi reddetmek oldu. Ama sonrasında gelişen hiçbir şeyden pişman değilim. Onlarca insanı öldürdüğüm için pişman değilim, yerimi kaybettiğim için pişman değilim ve seni." Durdu ve kuruyan dudaklarını ıslattı adam. Oturuşunu daha bir dikleştirmişken, kızına gururla baktı. "Seni, Bayan Hudson'a velayet ettiğim için de pişman değilim, seni harika yetiştirdi. Eminim yanımda olsaydın bu kadar iyi yetiştiremezdim seni. Bu yüzden, Bayan Hudson'a karşı ödenmesi imkansız bir borcum var."
"Senden nefret etmek istiyorum ama sadece, kırgın kalabiliyorum." Ellerinin tersiyle gözyaşlarını silen Melora, bakışlarını düşürmüştü. Ne yaparsa yapsın babasına karşı asla nefret duygusu besleyememişti. Ne kadar yapmış olduğu şeyler yanlış olsa da, böyle bir olayı yaşayanın doğrusu bu oluyordu. İyi şeyler yapmak istedi ama iyi şeyleri kötü yaptı. "Beni sevsen de, benden nefret etsen de bilmeni isterim ki; her zaman senin için burada olacağım."
Sadece başını sallamakla yetindi Melora. Bundan sonra söylenecek hiçbir şey yoktu. Olanlar olmuş, yapılanlar yapılmıştı. Herkesin kendine göre doğruları ve yanlışları ortaya çıkmış ve birbirleriyle yüzleşmişlerdi. Şimdiyse geriye, ders çıkarmak ve birbirleri için iyi düşünmek kalmıştı.
Melora, daha fazla kalmak istemeyerek gitmek için izin istemişti. 'Evine', odasına çekilmek ve biraz olsun duygularıyla baş başa kalmak kadın için en iyisiydi. Yüzleşmek onun için ağırdı, özellikle böyle bir geçmişle. Bir daha görüşmek istediğini dile getirdiğinde adam, bunu zamanın göstereceğini söyledi Melora. Zaman, her şey için en iyisiydi. Biraz gözlem yapması gerekiyordu, kendi ve çevresinde.
Yaşlı köpeğiyle vedalaşan Melora, son kez onun için çalışacağını umduğu Louis'in aracına ilerledi. Adamın, onun için kapısını açmasını beklemeden doğruca ön kısma geçmişti. Şehre varmaları, şehirden ayrılmalarından çok daha kısa sürmüştü. Yolculukları Baker Sokağında son bulduğunda, Louis'in gitmesini izleyerek bir süre dışarıda kaldı Melora.
Çiseleyen yağmurun altında, gökyüzünü sarmalayan gri bulutlara bakarak derin bir nefes bıraktı. Sıcak nefesi, soğuk havada buhar oluştururken dönüp kara kapıya ilerlemişti. Islak parmakları, deri ceketinin iç cebine kaymış ve evin anahtarını kavramıştı. Soğuktan kızaran burnunu bir kez daha çekip anahtarı, kapının anahtar deliğine soktuğunda alnını kapıya yasladı. Alt dudağını dişleyip gözlerini sıkıca yumarken parmaklarına, yağmura nazaran daha sıcak olan damlalar çarpmıştı.
Ne zamandan beri tutmuş olduğu duyguları, sonunda patlak vermişti Melora'nın. En son böyle bir duygu patlaması yıllar önce yaşamıştı. Sakin kalacağım diyerek tüm duygularını kısıyordu, kendini etkileyen büyük olaylarda ve sonu böyle bitiyordu. Bazen hayatı çok ağır geliyordu omuzlarına.
Titreyen sırtını dikleştirip gözyaşlarını silerken, birkaç nefes alış verişinde bulundu. Tekrardan duygu kontrolünü eline alırken, sakinliğini yavaş yavaş merkez noktaya koymuştu. Kapının önünde tamamen toparlanmak için biraz bekledi. Bayan Hudson'ın moralini bozmak istemiyordu bu haliyle. Önüne düşen ıslak saçlarını düzeltip son bir nefes daha alarak, anahtar deliğindeki anahtarı çevirdi.
"Ben geldim!" Sıcak ev atmosferi kadını kucaklarken, yüzüne neşeli bir gülümseme takınarak hızla ıslak deri ceketinden kurtulmuş ve koridor boyunca sesini her iki daireye de duyurmuştu. Sherlock'un dairesine çıkmadan önce her zamanki gibi Bayan Hudson'ın yanına uğramıştı. Mutfakta olan kadın, buzdolabına bir şeyler yerleştirmekteydi. Melora'nın gelip, her zamanki gibi yaşlı yanağına öpücük bırakmasıyla gülümsemişti.
"Hoş geldin tatlım. Tek misin?" Merakla genç kadının ardına bakıp Sherlock'u varlığını yoklamıştı. Fakat Melora tekti, onun dışında eve başkası girmemişti. Melora'nın sorgularcasına bir parıltı veren ela gözleriyle, direkt açıklamada bulundu. "Sherlock'la olduğunu düşünüyordum bu saate kadar. Üzerinde çalıştığınız dava üzerinde bir şeyler gevelenip ardından evden ayrıldı. Seninle buluşacağını düşünmüştüm."
"Hayır, buluşmadık." Kaşlarını çatan Melora, Bayan Hudson'ın sözleri üzerine bir kez daha düşündü. Elleri cebindeki telefona kayarken Sherlock'tan görmediği bir bildirimi olup olmadığını kontrol etmişti. Gün içinde en son yan yana oldukları vakitten sonra bir daha iletişime geçmemişlerdi, yani adamdan hiçbir bildirimi yoktu. Bu nedensiz olarak telaşa sokarken hızlı bir şekilde mesajda bulundu ve ardından numarasını tuşladı. "Çıkalı ne kadar oldu?"
Issız yolda aracını süren sarışın kadın, odaklı bir şekilde yola bakmaktaydı. Gecenin ıssız karanlığı ile yağmurun arasında yola iyi odaklanması gerektiğini biliyordu. Aracın arka koltuğunda Sherlock halen daha baygın bir şekilde, iki büklüm yatmaktaydı. Aracın sarsıntıları yavaş yavaş ayıltmaya başlamışken adamı, şiddetle alnını kapıya çarpmasıyla bir anda uyanmıştı. Mavi gözleri, aracın iç karanlığına ve dışarıdan gelen ayın ışığına alışmak için bir müddet istemişti Sherlock'tan.
Arka koltuğunda boylu boyunca yatan uzun adamın uyanığını görünce Donna, bir gülümseme ile dikiz aynasını düzeltti. "Uyan demek. Güzel."
"Evet, yeterince katil kovaladım Bayan Kaplan. Çoğu ahmak kişilerdi ama sen, sana belli bir hayranlığım var." Sözcüklerini iğneleyerek kullanan Sherlock ellerine ve ayaklarına baktı. Ayağındaki plastik kelepçeyi denetlerken, elindeki çelik kelepçe için hızlı düşünmeye başlamıştı. Merakla bakışlarını başının üstündeki ıslak cama kaldırdı, nerede olduğunu anlamaya çalışmıştı. Nerede olduğunun çıkarımını yapamayacak kadar etraf birbirine benziyordu. Ağaçlığın fazla olduğu bir arazideydiler. "Öylesine girişimci, öylesine sabırlısın ki. Bunun senin işine yarayacağını sanmıyorum yine de. Fazla acele."
Konuşurken bakışları koltuğun arkasındaki bölüme kaymıştı. Bazı belgeler bulunuyordu. Belgelerden daha çok, belgeleri bir arada tutan çelik kıskaca gözleri takılmıştı. Çok fazla belli etmeden hızlı bir el hareketiyle kıskacı alırken parmakları arasında gizledi küçük şeyi.
"Birine benden söz ettin mi? Yoksa hemen ilk taksiyle şirkete mi koştun?" Dikiz aynasından bir bakış atan sarışın kadın tekrardan yola dönmüştü. Kaygan zeminde aracını dikkatli kullanmaya çalışıyordu. Şu anda başına bir kaza gelmesini istemezdi.
"Birkaç meslektaşıma e-mail attım." Başını, olabildiğince yukarıda tutmaya çalışarak dikiz aynasından kadının gözlerini yakalamaya çalıştı. Adamın sözcüklerine karşı göz devirmişti, yalan söylediğini biliyordu ve zaten yalan olduğunu bilmesini de istiyordu.
"Hayır, atmadın." Adamın rahatlığına karşı başını birçok kez salladı. O sırada Sherlock, aldığı kıskacın demiriyle plastik yapısını ayırmakla meşguldü. Bu biraz zorluyordu parmaklarını ama vakti var gibi görünüyordu. Sohbet etmeleri ona biraz daha vakit sağlayıp, kadının dikkatini dağıtırdı. "Birkaç dakika sonra Bay Fowkes'un kır evinde olacağız. Bir veya iki hafta içinde, isimsiz bir ihbardan sonra polis senin cesedi arazide gömülmüş bulacak. İşte o zaman herkes senin haklı olduğunu, Bay Fowkes'un seni bunu kanıtlayamadan önce öldürdüğünü öğrenecekte."
"Suçu patronuna atacaksın." Mavi gözlerini kısıp, sürücü koltuğundaki kadına dikti. Donna, yoluna odaklıydı ama arada dikiz aynasına bakmasından dolayı sürekli göz teması sağlayabiliyorlardı. Göz temasını bir kez daha sağladıklarında tekrardan yola döndü. Bu sırada Sherlock, kıskacın demiriyle plastik kısmını ayırmayı başarmıştı. Ses çıkarmadan koltuğun ucuna bırakırken plastiği, demirini yavaşça kelepçenin anahtar deliğime soktu. "Daniel Cho o terfiyi alacak. Zirveye tırmanırken arkasını toplayacak deneyimli bir yönetici sekretere ihtiyacı olacaktır sanırım."
Parmakları direksiyondaki tutuşunu sıkılaştırırken gülümsedi Donna. Memnun bir gülümsemeydi ve omuzlarını silkti. Adamın söylediği gibi olacak, bu olay yüzünden hiçbir şey kaybetmeyecekti. Olan sevgili patronuna olacaktı. Ama bu adamı getirmek patronunun suçuydu. Böyle bir şeye kalkışmamış olsaydı her şey daha iyi olabilirdi onun adına. "Senin hakkında yanılmışım. Gerçekten akıllıymışsın."
"Bu ne güzel bir iltifat böyle. Canon-Ebersole seni idari direktör yapmalı." Böyle bir durumda bile göz devirmesini tutamayan Sherlock, alayla mırıldanmıştı. Bir katilden, zekasıyla ilgili; ilk, aşağılayıcı sözler duyuyor sonra da iltifat alıyor. Bunun için ne kadar sevinçli olduğunu anlatamaz...
"Öyle bir şey yapacak kadar hayal güçleri yok onların." Sherlock'un alayca söylediği sözcükleri ciddi alan Donna, sonunda aracı yolun kenarına park etmişti. Dışarıdaki durumu kontrol edip, sürekli onu rahatsız eden yan koltuktaki telefona döndü. Ekran ışığı bir kez daha yanıp sönerken bir bildirim sesi daha gelmişti. Bu, Sherlock'un telefonuydu. Onu aracın arka koltuğuna yerleştirirken paltosunun cebinden almıştı.
Uzanıp, yeni bildirimler alan telefonu aldı. Ekran kilidi olmayan telefonu rahatlıkla açarken, karanlığa alışmış gözleri yüzüne nüfus eden ışığa karşı korunmak için hızla kısılmışlardı. Aramalardan daha çok mesajlara bakmaya yönelmişti. Her iki bildirimin gelmesini sağlayanda aynı kişiydi zaten. "'Melora'. Bu her zaman birlikte olduğun kadın, değil mi ? Kız arkadaşının son 20 dakikada çektiği beşinci mesaj bu."
Uzun bir süre sonra tekrardan Melora'nın adını duyan Sherlock, Donna'nın elindeki telefona baktı. Melora ona mesaj atıyorsa, demek oluyordu ki eve gelmişti ve evde olmayışıyla ilgili Bayan Hudson kadını bilgilendirmişti. Saatlerdir iletişime geçmemişlerdi ki bu, kadını meraklandırmış olmalı. Melora'nın bu konulardaki telaşını biliyordu ve cevap alana kadar durmadığını da. Fakat böyle şeyleri normalde de yapmış olduğundan adamın, Bayan Hudson'ın Melora'yı yatıştıracağından emindi. Kendi başının çaresine bakabilirdi ama Melora'nın durumuna bir el atmasına da hayır diyemezdi şu an.
"Hiç vazgeçmez, biliyor musun? Çok asabi ve inatçıdır. Polisi işe karıştırmışsa hiç şaşırmam." Burun buruşturan Sherlock, belli etmeden de kelepçesinin kilidiyle oynamaktaydı. Donna'nın, Melora'yı tam olarak kim olduğunu bilmemesinden faydalanmıştı. Ortaya attığı yemi, kısa bir sürede yemesine şaşırmamıştı da.
"Pekala, bu durumda ona her şeyin yolunda olduğunu söylemeliyiz." Bakışlarını telefon ekranından çekip, dikiz aynası fasılalısıyla Sherlock'a odakladı. Ama ardından dönüp tekrardan telefonun ekranına baktı ve Melora'ya, aklında oluşturduğu cevabı metne dökmeye koyuldu. Sarışın kadının bu haline göz deviren Sherlock, biraz daha vakit kazanmıştı kendi için. Yavaş yavaş sinirlerini germeye başlayan kelepçelerden bir an önce kurtulmak için işinin başına döndü.
Melora, saatler önce çıkış yaptığı merkeze hızlıca giriş yaptığında doğruca Lestrade'in ofisine ilerledi. Sherlock'a gönderdiği mesajlardan hiçbirine herhangi bir dönüş alamamış olması onu rahatsız ediyordu. Bayan Hudson, adam için bu tür davranışların çok normal olduğunu söylemişti. Bir davayı çözmek üzereyse, pek çevresindeki insanlarla ilgilenmezdi. Bunu biliyordu zaten Melora. Bu durum tuhaf ve farklıydı. Saatlerdir ortada yoktu ve Sherlock davayı çözmüş olsa bile onca saat içerisinde eninde sonunda kadını da katardı.
Boş taksi bulmakta zorluk yaşayan Melora, yağmurdan dolayı üstü başı sırılsıklamken her adımının ardından izini bırakmaktaydı. Yüzüne yapışan saçlarından kurtulup Donovan ile konuşan Lestrade'e ilerledi. Müfettiş elinde dosyayı gösterirken, her ikisi de durumla ilgili şakalaşmaktaydı. Gözleri Melora'yı bulduğunda adamın, yüzündeki gülümseme durağanlaşırken saati kontrol etti. Genç kadının mesaisi biteli çok olmuştu.
"Melora. Bir sorun mu var?" Hemen durumları kötüye vurmak istemeyen Lestrade, genç kadını baştan aşağı süzdü. Ne kadar durumu telaşa vurmasa da bir terslik olduğu belliydi.
"Özel olarak konuşabilir miyiz?" Melora'nın gözleri Lestrade'in yanındaki Donovan'a kaydığında mırıldanmıştı. Sherlock'la ilgili bir durum söz konusuyken, söyleyeceklerini sadece müfettişin bilmesini istiyordu. Ne Donovan, ne Anderson ne de Sherard'ın şu an lüzumu yoktu.
Donovan ve Melora'nın yaşadığı bakışma gerginliğini küçük bir öksürük ile dağıttı Lestrade. Genç kadını onaylarken, ofisine önden ilerlemesi için eliyle işarette bulunmuştu. Donovan'a döndüğünde ise, kimsenin ofisine gelmemesini belirtti. Melora'nın özel konuşacağı bir durumu varsa bunu, itinayla özel tutacaktı.
Melora'nın ardından ofise giren Lestrade, ardından kapıyı kapamıştı. Sessizlikte, bulunduğu büyük adımlarla masasının yanına geçti. Elindeki dosyayı masasının üstüne koyarken bakışları Melora'yı bulmuştu sonunda. Kadın, elindeki telefonla odanın bir ucundan diğer ucunu turlamaktaydı. Konuşması için onu dürtüklemeyecekti Lestrade, kafasındaki kararı oturtturduğunda zaten konuşacaktı onunla.
Melora, düşüncelerini tartmaktaydı son defa Sherlock'a mesajını göndermekteyken. Sherlock'un neler karıştırdığını tam olarak bilmemekteydi ve yanlış bir şey yapmak istemiyordu. Polislerin sevmeyeceği bir şey yapıyor olabilirdi adam şu an ve Melora, farkında olmadan onu ispiyonlamış olacaktı. Fakat başı belada da olabilirdi. Söz konusu Sherlock olunca ne düşüneceğini asla bilemiyordu kadın. Onu, tek başına bulabilirdi ama o kadar vakti yoktu. Özellikle başı belada ise, ki her iki türlü de başı beladaydı adamın, zaman bu noktada çok önemliydi. Dudaklarını kemirmeyi kesip, onları dilinin ucuyla ıslattı Melora.
"3 saatten uzun bir süredir onunla iletişime geçmedik. Mesajlarıma cevap vermiyor, telefonlarımı açmıyor."
Kadının sonunda konuşmaya başlamasıyla anlayışla başını salladı Lestrade. Kimden bahsettiğini biliyordu. Bayan Hudson'la böyle bir derdi olmayacağına göre, Sherlock bilindiği gibiydi. "Melora, Sherlock'u oldukça iyi tanımış olmalısın. Böyle şeyler yapacağını bilmelisin."
"Öyle ama Lestrade..." Söyleyeceklerini yuttu kadın. Kelimeleri toparlaması gerekiyordu durumu daha iyi izah edebilmek için. Müfettişten gelebilecek tepkiyi tahmin edebiliyordu. "Haberin olmadan bir şeyler yapmış olabiliriz."
Bu sözcükleri duymak beklediği bir şeydi adamın. Sherlock ve Melora ayrı ayrı bile olsalar başlıca zaten onu haberi olmadan çok şey yapıyorlardı. Ardından işler çevrilmesine alışmıştı fakat yine de kızmasına engel değildi. Bakışlarını 'yine ne yaptınız' der gibi kısılırken, ellerini iki yanına koymuştu.
"Canon-Ebersole'da bir katil olduğunu düşünerek, onlarla bir toplantı düzenlemiş olabiliriz." Suçunun farkında olan bir çocuk gibi mırıldanmıştı kadın. Suçluydu ve bu konularda hep suçlu oluyordu ama suçundan da ders çıkarmayarak yine suç işliyordu. Biliyordu, bir yere bağlıyken gizli kapaklı işler çevirmemeliydi. Yaptıkları üstlerin kulağına giderse sadece uyarılıp ceza almak kalmaz, mesleği de işin içinde yanardı.
"Melora, benden habersiz işler çevirmemeni söylemiştim. Bir gün başını belaya sokacaksın ve ben bile kurtaramayacağım seni." Bir baba edasıyla, yaramazlık yapan çocuğunu uyarırcasına sözcüklerini dökmüştü Melora'ya. Adam, bu mesleğin içine adımını atar atmaz, Melora'yı koruyup kolladığı kadar kimseyi koruyup kollamamıştı. Pişman değildi, kendi kızıymış gibi görüyordu. Bunun içindi zaten bu kadar kızıyor olması. "Senle Sherlock'u tanıştırmam büyük bir hata. İki patlayıcıyı yan yana getirmek oldu bu, benim için."
"Biliyorum. Bak, bu biraz farklı. Bayan Hudson, onun bu davayla ilgili bir şeyler bulmuş olabileceğini söyledi. Evden ayrılalı 2 saat olmuş ve yanıma geldiğini düşünmüş. Ama biz işten sonra hiç buluşmadık."
"Başının belada olduğunu düşünüyorsun."
Adamı başıyla onayladı Melora. Lestrade düşüncelere daldığında ofisin içini derin bir sessizlik düşmüştü. Ama bu sessizliğin çok fazla hüküm sürmesine izin vermeyen telefona gelen bildirim sesi oldu. Avuç içine vurmakta olduğu telefonunun hızla kilidini açıp, ela gözlerini bildirimin üzerinde gezdirdi. Sherlock'tan gelen bir mesajdı. Ona yolladığı mesajlara cevap yazmak için yeterince geç kalmıştı.
Görmüyor olsa bile Lestrade'in bakışlarını üzerinde hissetmişti. Adamın merakını bastırmak için kendince mırıldandı. "Sherlock'tan. İyi olduğunu, dönüş yolunda olduğunu söylüyor."
"Gördün mü? İşte oldu. Endişelenecek bir şey yokmuş." Bir nebze kendi de rahatlayan Lestrade, Melora'nın yanına gidip kolunu desteklercesine sıkmıştı. Mesaisinin daha fazla uzamaması için yarım kalan işlerinin başına dönmek için ofisinden ayrıldı. Fakat Melora olduğu yerden kıpırdamamıştı. Kaşları çatıktı, çünkü bu mesajın Sherlock'un yazmadığını düşünüyordu.
"Hadi canım, ciddi misin?" Sherlock, zorla getirildiği ağaçlık alanda yüzünü buruşturmuş toprağa bakmaktaydı. Islak toprağın üstü kurumuş ağaç yapraklarıyla örtülüydü ve hemen ayağının ucunda kürek bulunuyordu. Hafif çiseleyen yağmur yüzüne çarparken, adamın kömür karası saçlarını tekrardan nemlendirmişti. Bu da buklelerinin bozulmasına ve alnına düşmesine neden olmuştu."Gerçekten mezarımı kazmamı mı bekliyorsun benden?"
Kadını göremiyor bile olsa, arkasında durduğundan oldukça emindi. El verdiğimce omzunun üstünden kadına baktı ciddi olup olmadığını anlamak için ama karanlıkta zor seçebiliyordu kadının yüzünü. Zaten yüzüne bakmasına gerek yoktu, sesinden ne kadar ciddi olduğunu anlayabilirdi.
"Hiç vuruldun mu?" Hâlâ durumun ciddiyetini kabul etmek istemeyen Sherlock'a, çantasından çıkardığı silahı doğrultmuştu. Biraz sonra onu öldürecekti ve adam halen daha ölmemek için yalvarmaya başlamamıştı.
"Hayır. Sanırım bu bedensel emeği epey zorlaştırır. Vur beni, tırnaklarımı sök. Cevabım yine de hayır olacak. Beni gömmen için bir çukur kazmayı kat'i surette reddediyorum, kusura bakma." Kadının damarına basmaktan asla geri adım atmayan Sherlock başını önüne çevirdi. Parmakları hâlâ ön tarafta bağlı tutulan ellerinin kelepçesinde, onu zorlayan kilidiyle uğraşmaktaydı. Bir kelepçe kilidinin bu kadar zor açıldığını bilmiyordu.
"Öyle olsun, kendim kazarım. O kadar derin olmak zorunda değil. Seni bulmaları gerekiyor." Bundan sıkılmaya başlayan Donna, adamla aralarında olan mesafeyi sadece birkaç adıma düşürmüştü. Silahını adamın ensesine dayadığında mavi gözlerini istikrarlı bir şekilde kısmıştı.
Sherlock, nemli metalin soğukluğunu derhal hissetmişti. İlk şok tabancası ve şimdide gerçek bir silah mı? Sıkıntıyla mavi gözlerini karanlıkta daralttı. Parmaklarındaki işlemi daha bir aceleye getirmişti. Biraz daha vakit kazanması gerekiyordu anlaşılan.
"Söylesene, bütün bunlara nasıl başladın? Projelerinle gurur duyuyorsundur. Onları kimseye anlatamamak seni öldürüyordur herhalde. Ölmek üzereyim, yani işte sana paylaşma şansı. Söyle bana. Donna Kaplan'ın, şirket sosyopatının kariyerini ne başlattı?"
Derin bir nefes aldı kadın, söylediklerinde haklıydı adam. Hiç kimseye, hiçbir şekilde anlatamamıştı yaptıklarını. Belki bu sefer anlatmalıydı. Sırrı, sırrını paylaştığı adamla gömülecekti sonuçta. "Bay Fowkes, Brighton'dayken bir senet tüccarıydı. Şirket küçülme yolundaydı. Ya onu işten çıkaracaklardı..."
Vakit kazanmayı başaran Sherlock, tam kilidi açtığını hissettiğinde polis sirenleri çalmıştı. Yanıp sönen araç ışıkları karanlık ormanı aydınlatırken sözü yarım kalan Donna, hızla ardına döndü. Korkuyla irileşmiş mavi gözlerini gelmekte olan her bir aracın üzerinde dolandırmıştı. "Bunlar ne arıyor burada?"
"Pek emin değilim. Yine de bana zaman kazandırdılar." Tamamen bir elini kelepçeden kurtardığında arkasına dönüp, tekrardan silahına sarınan kadının bileğini yakaladı. Ondan iri yapılı olan kadını yenmesi biraz güç görünse de, kadının çantasının içinden ceplemiş olduğu işe yarar bir şeyi vardı. Şok tabancasını, tıpkı saatler önce ona yaptığı gibi kadının karnına dayadı ve cihazın içindeki elektriği vücuduna nakletti.
Yediği şok yüzünden bayılan kadın, nemli toprağın kurumuş yaprakları üzerine düştü. Derin bir nefes veren Sherlock, sonunda kadından kurtulmuş olduğuna sevinmişti. Eli, diğer bileğinde duran kelepçeye gitmişti. Yanlarına yaklaşmakta olan
Eli diğer bileğinde duran kelepçeye gittiğinde, yanlarına gelmekte olan polislere teslim etti baygın kadını. Çok geçmeden ikisi içinde sağlık ekibi gelmişti. Kadını alıp götürürlerken Sherlock'u, dışarı çıkardıkları sedyeye oturturdular. Hızlı kontrollerden geçiren sağlık görevlisi, adamın kolundan tansiyon aletini çıkarıp aldı.
"Sakinleştirici alamam ama çok zahmet olmazsa oksijen teçhizatına bir on dakika bağlanmak isterim." Sherlock, nazik bir dille sağlıkçıya yaklaşımda bulunurken isteğini geri çevirmemesi bekledi. Fakat sağlık görevlisi gelen isteğe karşı adama dik dik bakmıştı. Elindeki tesisatı toparlayıp anlamsız bakışlarla adamın yanından ayrıldı. İsteğinin geri çevrilmesine bu sefer nazik bir tonla karşılamamıştı Sherlock. "Başımın çaresine bakarım o halde."
"Buralarda epey bol oksijen var, biliyor musun?" Tüm çalışanların arasından sıyrılıp, olay yerinden bir uzak kalan ambulansa doğru ilerlemişti Melora. Elleri deri ceketinin ceplerindeyken, ormandaki onlarca ağıca baktı. Karanlığı, araçların ışıklarıyla kısıtlamışlardı.
Çevredeki araçlardan bakışlarını çektiğinde gülümseyerek Sherlock'a dikmişti elalarını. Sherlock, Melora'nın uzun zamandır duymadığı sesini işittiğinde hızla sesin gelmekte olan yönüne çevirdi başını. Yavaşça yaklaşmakta olan kadını tekrardan görmesiyle, adamda gülümsemişti dudaklarının kenarıyla.
"Saf şeyler daha iyidir. Canlandırır ve yeniler. Duymadın mı? Travma geçirdim ben." Başını işaretleyen Sherlock, yanına oturan Melora'yı izledi. Kadın, onun için sesli bir gülümseme vermişti. Ela gözlerini, mavi gözler için bir kez daha çevirdi başını. Bu sefer baştan aşağı Sherlock'u incelemiş ve onu kontrol etmişti. Oldukça iyi ve sağlıklı görünüyordu. Başına, geri dönülemez bir şey gelmediği için mutluydu.
"Yerel polisin tam zamanında gelmesi de oldukça münasipti. Tesadüf olamayacak kadar uygun zamanda." Bakışlarını önüne çekmiş olan Sherlock, tekrardan Melora'ya çevirdi. Cevabını tahmin edebiliyordu ama yine de kadında duymak istiyordu. "Donna'nın telefonumdan gönderdiği mesaj yüzünden, değil mi?"
Bakışlarını gökyüzüne diken Melora, kucağındaki elleriyle oynarken derin bir nefes verdi. Mesajı net hatırlamak istercesine gözlerini kısmış ve burnunu buruşturmuştu. "'Her şey yolunda. Telefon kapanmış. Benim hatam. Yakında görüşürüz'. Hepsi buydu. Bu, senin bana düşünerek dahi olsa yazmayacağın bir şeydi. Ayrıca her mesajının sonuna eklediğin 'SH', bu mesajında yoktu. Bu da, onu senin yazmadığın anlamına geliyordu."
"Onu benim yerime yazması için kandırdım. Önceki mesajlarımı sildiğim için kullanma tarzımı taklit edemeyeceğini biliyordum. Ayrıca senin mesajın benden olmadığını fark eder etmez başımın belada olduğunu anlayacağını da biliyordum... umuyordum." Sherlock, memnuniyetle Melora'ya baktı. Birbirlerini bu süre zarfında iyi tanımışlardı. Birbirleri için düşündükleri şeylerde yanılmamışlardı.
Adamın güvenini sağlamış olduğu için bir başka gülümseme sunmuştu Melora, Sherlock'a. Fakat Sherlock, kadının dudaklarında yakaladığı gülümsemeyle hızlı kendini toparlayıp başını önüne çevirdi. "Ondan sonra polisin telefonuma bir hücresel saplama yapıp yerimi bulması, hemen yerel yetkilileri araması nispeten kolay kolaydı..."
"Affedersin, hayatını kurtarmış olduğum gerçeğinden kendine pay çıkarmaya mı çalışıyorsun?" Melora, Sherlock'un mavilerini tekrardan yakalamak için hafifçe yana eğerken başını, gülümsemesi daha çok genişleyip adamı işaret etti. Ses tonu, sözcüklerini ciddiye vurmaya açıktı. Ama sadece Sherlock'la uğraşma fırsatı bulmuştu ve bunu seviyordu. Ondan teşekkür ya da benzeri sözcükler beklemiyordu.
Kadın, adamın bakışlarını ısrarla üzerinde tutmak istese de Sherlock, sadece başını çevirmiş ama bakışları kadın dışın her yerde gezdirmişti. Sonunda pes ederek ıslattığı dudaklarını birbirine bastırdı ve canlılıkla bakan elalara odaklandı. "Güzel bir işbirliğiydi."
Buna gülümseyerek bakan Melora, alt dudağını dişleyip başıyla adamı onayladı. Güzel bir işbirliğiydi ve bu işbirliğini kaybetmek istemezdi. Oturduğu sedyeden kalkıp önüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Sherlock'un daha yerinden kalkma girişimi bulunmamış olmasını fırsat bilerek dönüp adama sarıldı.
Kollarıyla adamın omzunu sarıp sarmaladığında boğucu bir şekilde sıklaştırmamaya dikkat etti. Burnu adamın boynuna yakın olduğundan ister istemez onun, her zaman aldığı kendine has kokusunu içine çekmişti. Bu kokuya ek, adamın üstüne ormanın dinginlik veren kokusu sinmişti. Sadece sarılmak istemişti, buna ihtiyacı da vardı. Yaşadığı bu iki gün, diğer günlere göre daha yoğun duygular barındırmıştı içerisinde. Sonunda duygu patlaması yaşamış ve bundan dolayı yorgun düşmüştü.
Sadece hayatına devam ederken, nefes almak için duraksaması gerekiyordu ve Sherlock bunun için iyi bir duraktı. Kısa bile sürse. Kadının sıcaklığı bedenini sarmalaması sonucunda kaskatı kesilmişti. Böyle bir hamlenin geleceğini görmemişti. Melora'nın ona ilk sarılışıydı. Mavi gözlerini kısıp durumu anlamaya çalışırken de Melora, kollarını çoktan gevşetmişti.
Bu sarılmayı uzun tutarak adamı rahatsız etmek istemeyen Melora, yavaşça geri çekildi. Ama tamamen geri çekilmeden önce, adamın kulağına hoş ama uyarıcı bir tonda fısıldamıştı. "Bir daha böyle işlere kalkışırsan, benim kesinlikle haberim olacak."
Ela gözlerini, oldukça mavi olan gözlere diktiğinde adamın sıcak nefesini yüzünde hissetmişti. Durumlarını daha iyi toparlamak adına adama göz kırpıp geriye çekildi ve hızla olay yerindeki polis meslektaşlarının yanına ilerledi. Tek başına kalan Sherlock, Melora'nın gidişinin ardından bakakalmıştı. Ne söylemesi ve ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu. Tekrardan Melora'nın karmaşasına yakalanmıştı ve yakın bir zamanda bunu çözmesi gerekiyordu.
Yazım yanlışlarım varsa affola.
Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.
Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk..
Yazar Notu:
01. Sıkıldınız mı bakayım okurken, ehe? 2 part yapabilirdim ama bazen kendi inadımı kıramıyorum sonra da inadım, her zamanki gibi elimde patlıyor.
02. O kadar uzun bölüm yazdım, bol bol yorum ve oy beklerim. Kendi rekorumu kırdım :') güzel bir yorum sayısı ve oy elde edemezsem kendime küserim, başka kime küsebilirim ki...
03. Bence güzel diyebileceğim bir bölüm oldu *saatler sonra bölümü beğenmeyecek*
Her şeyi iyi yansıtabilmişimdir umarım. Bölümün geç gelmesinin nedeni tekrardan baştan yazmam ve kelimeleri anca toparlayabilmem. Ramazanda dolayı düzenim bozulduğu için sıkıntı yaşıyordum yazarken, şimdi tekrardan normal hayata geçmemle daha bir rahatladım. Eski formumu geri kazanmaya çalışıyorum sadece.
04. Ve son olarak, bunu yazmaktan bıktım ama;
Hikayeyi okuyorsanız bunu bir şekilde belirtin lütfen, okunma sayısı günden güne artarken diğer şeyler tek tük artıyor. Bu da beni üzüyor.
Üzülen benim ilhamım toz duman oluyor. Toz duman olan ilhamımla hikaye yarım kalıyor. Hikaye yarım kalınca sinirleniyorum. Sinirlenince her şeyi kaldırıyorum. Her şeyi kaldırınca...
05. Dilek ve şikayetlerinizi buraya bırakabilirsiniz sjsjdh
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top