15| londra köprüsü.


0015. BÖLÜM ON BEŞ

— londra köprüsü.

───── Kelime | 6075 ─────

Çıplak küçük ayakları, soğuk zeminle her temas edişinde ses çıkarmaktaydı. Yaşlı gözlerini bir eliyle ovuştururken, diğer eliyle kırmızı battaniyesi sürüklemekteydi arkasından. Ağlamanın getirdiği birkaç iç çekişle basamakları tek tek indi küçük kız. Birinin geldiğini gören, evin yeni üyesi yavru köpek, takılıp düşmeler eşliğinde kızın yanına koşmuştu.

Siyah ve kıvırcık olan tüyleriyle, köpek bir toz yumağını andırıyordu. Merdivenleri atlatmış olan küçük kızın ayaklarına dolanmıştı hemencecik. Sessiz gözyaşlarını dökmeye devam eden kızın, ilgisini çekemediğini anladığında bu sefer yerde sürüklenen battaniyenin üzerine atılmıştı. Küçük, oyun isteyen işitme engelli köpeğiyle battaniyesini peşinden sürükleyerek evin salonuna ilerledi. Her zaman salonda uyanık birini bulacağını biliyordu. İşleri nedeniyle ya annesi ya da babası sabahlıyordu bu odada.

Desenli koltukların ön planda olduğu, odanın bir kısmını aydınlatan ve çevresine sarı ışık yayan tek şey ayaklı abajurdu. Kısa kahverengileri önüne düşmüş adam, bu koltuklardan birinde oturmuş önündeki dosyaları düşünceli bir şekilde incelemekteydi. Eli, burnun üzerinde öne doğru kayan gözlüğü düzeltmeye giderken kahvesinden bir yudum aldı.

Dosya hışırtıları ve kahve yudumlama sesi dışında odaya yeni sesin daha katılmasıyla adam, başını kaldırıp sesin geldiği yöne baktı. Gelen kişinin küçük kızı olduğunu görünce elindeki dava dosyasını kapadı ve masanın üstüne, olay yerinde çekilen ölü bedenlerin fotoğraflarını kapayacak bir şekilde bıraktı. Bunları görmeye henüz hazır olmadığı fikrindeydi küçük kızı için. "Melora?"

"Korktum." Minik Melora sadece mırıldanmıştı adını babasından duyduğunda. Tek bir sözcük ve görünüş yetmişti küçük kızının babasına durumunu anlatmaya.

David, gözlüklerini çıkarıp masanın üstündeki dosyaların yanına koyarken, küçük adımlarla yanına gelen kızına baktı. Elleri otomatik olarak Melora'nın yatmaktan dağılmış kıvrımlı kahvelerini düzeltmeye giderken, baş parmakları yaşlı elaların altında gezindi ve gözyaşlarını sildi. Minik kızının o, değerli gözyaşlarının akıp gitmesine izin veremezdi yanında olduğu sürece.

"Sadece kötü küçük rüyalar, gerçek değiller tatlım. Sana zarar veremezler."

Melora, babasının sevgiyle dile döktüğü sözcüklerini başıyla onaylamıştı fakat gözyaşlarının akmasını durdurmaya yetmemişti. Küçük aklı bunu anlayacak bir düzeydeydi. Kabuslar, kabus olarak kalırdı ama yine de bu, onun korkmayacağı anlamına gelmezdi. Bazen, bazı şeyleri bilmek bile olağan duyguları değiştirmezdi.

"Uyumak istemiyorum." Bir başka mırıldanma geldiğinde Melora'dan, şefkatle küçük kızına baktı David. Kızın bu tonunu ve tavrını biliyordu, küçük bile olsa inatçılığı boyundan bir hayli aşkındı.

"Uyumazsan büyüyemezsin, minik Melora olarak kalırsın. Şimdi gel buraya..." Kızının burnunu parmakları arasında sıkıştırırken, onun artık ağlamıyor oluşuyla gönlü rahata ermişti. Kızını kolları arasına alıp geriye doğru yaslandı. Böylece David, Melora'nın uyuyabilmesi için kucağında rahat bir yer oluşturmuştu. "... Annenin yaptığı gibi yapalım."

Elinde, halen daha sıkıca tuttuğu kırmızı battaniyenin diğer ucunu tutup yavru köpekten kurtarırken, kızının üstünü olabildiğince örtmüştü. Melora, kollarını babasını boynuna sarıp, kafasını da gömmüştü. Huzurlu ve koruyucu kolların arasında kendini daha iyi hissediyorken, güvenle gözlerini yumdu. Tüm bu huzurun arasından gelen mırıltı, Melora'yı daha çok sakinleştirmişti.

"Londra köprüsü yıkılıyor. Yıkılıyor, yıkılıyor..." Yumuşak bir tonda tuttuğu mırıltıyla, dudaklarının arasından dökmüştü sözcüklerini David. Bir çocuk şarkısıydı belki, sıradan olan. Melora'yı dinginleştirmeye yeten sihirli bir şarkıydı ama. Bunu, Melora'ya Rebecca alıştırmıştı. İyi yapıp yapmadığını bilmiyordu eşinin fakat bazı durumlarda kurtarıcı olabiliyordu. "... Londra köprüsü yıkılıyor, güzel leydim."

Küçük kız, uykunun onu tekrar kollarının arasına aldığını hissettiğinde kendini teslim etmeye hazırdı. Sıcak kolların arasına daha çok sokulup, mırıltının büyüsünde kaybolurken arka taraftan şiddetli bir ses işitmişti. Refleks olarak doğrulup sesin geldiği noktaya baktı. Onun için o an, yer ve zaman değişmişti; artık evinde değildi, babasının güvenli kollarındaki küçük kız da değildi.

Elleri, yanlarına düşerken demir korkuluklara çarpmıştı. Eski yapının üst koridorundaydı ve gözleri alışık olarak aşağı kata kaymıştı. Gördüğü bedenler ve ardından babasının haykırışıyla sertçe yutkundu. Bunun bir rüya olduğunun farkındaydı Melora ama hal ve hareketlerini kontrol edemiyordu. Eğer kontrol edebilseydi, bu sahneye tekrar ve tekrar şahit olmamasını sağlardı.

Bir başka sert yutkunuşla demirliklere tutundu. Parmaklarındaki akışkanlık hissini yeni fark etmişti bu hareketi sayesinde. Ortam karanlık bile olsa, ellerini boyayan kanı görebilmekteydi. Ela gözleri tekrardan aşağıdaki manzaraya kaydığında, adamın haykırışları sessiz ağlamalara dönüşmüştü. Başını kaldırıp önündeki küçük kıza baktı, aynı şeyi Melora da üst kattan yapmış ve kendi küçük bedenine bakmıştı.

Şahit oldukları karşısında şoktaydı küçük Melora. Ela gözleri korkuyla genişlemişken bir kanlı ellerine, bir ölü gözlere bakmaktaydı. Kendine acıdı o an Melora... Küçük Melora'ya acıdı. Hayatında ilk defa ölü bir beden görmüştü ve annesine aitti bu. Babası, eve getirmek zorunda kaldığı cinayet dosyalarındaki fotoğraflara bakmasına bile izin vermezken; annesi, gözlerinin önünde aşağı itilerek öldürülmüştü saniyeler içinde.

"Onu tamamen tuğlayla inşa et, güzel leydim..." Duyduğu sesle bakışlarını aşağıdaki görüntüden çekti Melora. Naif ses, oldukça sevgiyle çıkmaktaydı dudaklardan. Ardına yavaşça döndüğünde, tıpkı kendi elaları gibi bir başka elalarla karşılaşmıştı.

Kadının koyu kahve tutamları, dalgalar halinde yüzünün iki yanından büyüleyicilikle sarkmaktaydı. Kırmızıyla lekeli dudakları yukarı kıvırırken kızına sevgiyle gülümsemişti. Uzanıp, kızının kanlı elini tuttu ve güven verircesine sıktı. "... O, daima duracak."

Boğazı düğümlenmişti Melora'nın. Ne kadar çırpınsa da dudakları, bir sözcük dahi bahşetmemişti dışarı. Dudaklarını geri kapayıp onları birbirine bastırdı. O an, bir damla gözyaşı yol çizmişti yanağında. Bunu gören kadın, yüzündeki gülümseyişini yavaşça söndürmüştü. Kızının elinden çekip elini, yanağının üzerine koydu.

Melora, gözyaşının oluşturduğu ıslaklıkla yanağına bulaşan kanın ıslaklığını hissetmişti. Yapabildiği sadece gözlerini yummak oldu. Onları birbirine daha çok sıkıştırırken, bir başka gözyaşın can bulmasını sağlamıştı.

Rebecca, kızının gözyaşlarına üzülerek baktı ve uzanıp, diğer yanağına dudaklarını bastırdı. Melora, acıyla gülümsemişti. Çok küçüktü annesini kaybettiğinde, birlikte geçirdikleri anıları o kadar yok gibiydi ki hatıralarında. Onun, geçmişte yüzüne kondurduğu yüzlerce öpücüğün vermiş olduğu anne hissiyatını tekrardan hatırlamıştı.

"Artık uyanma vakti, tatlım." Dudaklarını Melora'nın yanağımdan çektiğinde, kulağına doğru fısıldamıştı Rebecca. Gözlerini yavaşça aralarken, kaşlarını çattı Melora. Bu, nedense onu tedirgin etmişti. Geri çekilip annesine bakacaktı ama omzundan itilmesiyle tüm dengesini kaybetmişti bir anda. Böyle bir şey beklemiyordu.

Melora'nın ardındaki demir korkuluk, dengesi şaşan kadını tutabilmesi için oldukça kısaydı. Topuklarının üstüne düşen ağırlığı onu geriletirken, korkuluğa çarpmasıyla kendini geriye düşerken buldu. Bedeni son kez çırpınmıştı kurtulmak için. Hava, sırtını düşmekten sertçe dövüyor, kahverengi saçlarını yukarı doğru şiddetle dalgalandırıyordu. Saniyeler birbirini kovalarken çok geçmeden zemine sertçe çarpmıştı Melora'nın bedeni. Son duyduğu ses ise, boynunun kırılışıydı.

Hızla yattığı yerden doğrulurken Melora, eli istemsiz olarak boynuna gitmişti. Kalp atışları bedenini şiddetle sarsıyorken, gözlerinin karanlığa alışmasını bekledi. Odasındaydı, yatağında. Sakinleşmek için derin nefesler almayı denedi. Artık kabuslarını sorgulamayı bırakmıştı. Diğer insanlar gibi çiçekli-böcekli, tatlı rüyalar görmüyordu.

Biraz daha dinginleştiğinde kucağındaki kitaba baktı, okurken uyuyakalmıştı anlaşılan. Terden yüzüne yapışan saçlarından kurtulurken uzanıp, komedinin üzerindeki telefonu aldı. Saati kontrol etmek için ekrana bakmıştı ama şarjının bitmesiyle kapanması bir olmuştu telefonunun.

Bir başka sıkıntılı nefesle başını yastığa gömdü Melora. Güzel bir gün başlangıcı değildi onun için. Kitap okurken uyuya kalmıştı, sinir bozucu şarkıyı dinlemediği için kabus görmüştü ve telefonunu şarja takmamıştı. Elinde; berbat bir uyanış, kapanmış telefon ve hangi sayfada kaldığını bilmediği bir kitabı vardı. Umudu; günün geri kalanının güzel geçmesiydi.

Melora, bir dosyayı daha kaparken geriye yaslanıp gerindi. Saatlerdir masa başında oturmaktaydı ve artık öğle molası verme vakti gelmişti. Belini kütletirken aklına düşen, yeni geçmiş sırt ağrısına gülümsedi. Bir daha Sherlock'un sandalyelerinde uyuyakalmayacağına karşı kendine söz vermişti. Hatasının cezası ağır oluyordu; hem ağrıyı çekiyordu, hem de Sherlock'un söylenmelerine maruz kalıyordu. Saçlarını bir arada tutan toka parçasından kurtulurken, oturduğu yerden çevresine bakındı. O sırada, masanın üstündeki telefonu titreşmişti. Merakla tek kaşını kaldırırken havaya, uzanıp telefonuna baktı. Bu saatte mesaj atan çok olmazdı ona ve genellikle telefonuna aramalar gelirdi.

'Orda mısın? Hemen gelmelisin.
-SH'

Ekran kilidini açıp, mesaj kutusunda Sherlock'un mesajıyla karşılaşmasıyla gülümserken gözlerini devirmeden edememişti. Adamı, birazcık bile olsa yalnız bırakmaya gelmiyor, başına bir iş alıyordu hemen. Sherlock'un rahat duramama gibi bir huyu vardı. Gözlemlerine göre; Sherlock, boş vakitlerinde sıkılır ve hobi olarak ekstra sıkılırdı. Sıkıntısını gidermek için de çok güzel şeyler yaptığı söylenemezdi. Geçen gece, gecenin bir vakti sıkıntısı tutup kemanıyla uğraşmış ve tüm sokağın uykusunu mahvetmişti.

Bunun için kolları sıvamıştı Melora. Sıkıntısını giderebilmek için 'yapılabilecekler' listesi çıkarmıştı. Listeye göre yakın bir zamanda alışverişe çıkması gerekiyordu ve bunu tam gün izinli olduğu vakit yapabilirdi. Sherlock'un yakın bir zamanda sıkılmamasını umuyordu.

'İşteyim Sherlock, çalışıyorum.'

Derin bir nefesle mesajını yazıp gönderirken düşünceli bir şekilde tekrardan masaya bıraktı. Söz konusu Sherlock olunca, mesajlarının aciliyetini çok fazla çözemiyordu.

'Öğle molan.
-SH'

Anında mesajına geri dönüş almasıyla gerginleşen düşüncelerinden kurtulmuştu. Adam, ona bu tarz cevap verdiğine göre durumun büyük bir aciliyeti yoktu. Rahatlamayla sandalyesine geri yaslanırken bu sefer kaşları bir başka şey için çatılmıştı, merak...

Herhangi bir mesajla Sherlock'a geri dönüş yapmamışken, Sherlock'tan yeni bir mesaj gelmişti telefonuna. Bu, Melora'yı iyice meraklandırmıştı.

'Canon-Ebersole'un yönetim kurulu toplantısına çağrıldım.
-SH'

'Yatırım şirketi mi? Ne için görüşmek istiyorlar?'

Merakla ve şaşkınlıkla mesajının yanıtlanmasını bekledi genç kadın ama beklediği şeyi alamadı. Atmış olduğu son mesajı kesinlikle Sherlock'un okuduğunu biliyordu ve bilerek cevaplandırmamıştı sorusunu. Kadını çekebilmek için, onun uçsuz bucaksız merakını kullanıyordu ve işe yarıyordu da. Merak, Melora'yı içten içe kemirmeye çoktan başlamıştı.

Akşama kadar sabredebilirdi Melora, oldukça sabırlı bir insandı da merakı kadar. Eve gidince bir şekilde öğrenebilirdi olayları ama Sherlock'la olayın içinde olmak, dinlemekten daha zevkliydi. Ayrıca ortadan kısa süreliğine kaybolması pekte sorun olmazdı, dört duvarın içinde bunalmıştı. Hiçbir iş çıkmamıştı bugün, dosyalardan başka.

Oturduğu sandalyeden kalkıp, dağılmış gömleğini pantolonun içine iyice sıkıştırdı. Omuzlarından sıyırdığı pantolon askısının kollarını tekrardan kollarından geçirirken, titreşimdeki telefonunun sesini açtı. Mesaj kutusuna tekrardan girip Sherlock'a, geleceğine dair kısa bir mesajda bulunmuştu.

Ceketini aldığı gibi karakoldan ayrılan Melora, yolda bulduğu ilk boş taksiye binmişti. Genç adam adres için müşterisini beklerken Melora, onun için Sherlock'la buluşacaklarını düşündüğü yatırım şirketinin adresini verdi. Bu şirketin Sherlock'u neden çağırmış olduğunu düşünmeye başladığında geriye yaslanıp telefonundan, şirketi daha çok araştırmaya koyuldu.

Taksi, öğlenin yoğunluğu ile anca gelebildiği verilen adrese park edilirken, cüzdanından çıkardı parayla tutan ücreti ödeyip inmişti Melora. Gözleri etraftaki kalabalıktan Sherlock'u aradığında onu, bir köşeye çekilmiş beklerken yakalamıştı. Kadının yüzündeki gülümseme saniyede daha çok artarken, birkaç sahte öksürükle durumunu toparlamaya çalıştı. Açıkçası, Sherlock'un onu bekliyor olması sevindiriciydi ve bunu beklemiyordu. Yollardaki araç yoğunluğu yüzünden birazcık geç kalmıştı, orada durmak yerine içeride, işinin başında olabilirdi.

Adamı daha çok bekletmeden yanına varıp hızlıca, birlikte şirkete giriş yapmışlardı. Sherlock'un huysuzluk durumunu atlatabildiğinde Melora, durumla ilgili detayları alabilmişti. Aslında, Sherlock'un da bu durum hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Şirket, gizlilik sözleşmesini imzalayana kadar bir şey söylememekte oldukça ısrarcıymış. Bu tarz büyük şirketlerin, dışarıya bilgi sızmaması için aldıkları önlemlerden biriydi sadece.

En başta, daha giriş lobisine vardıklarında, çalışan tarafından direkt olarak konferans salonuna götürülmüşlerdi. Oldukça ferah ve geniş olan konferans salonuna adımlarını atar atmaz kalabalıkla karşılaşmışlardı. Kadınlı erkekli, ciddi bir şıklıkları olan kişiler, yerlerini almış gelen ikiliye çevirmişlerdi başlarını.

Tüm gözler üzerlerine sabitliyken rahat adımlarla Sherlock, odadaki tek ve en büyük masa olan konferans masasının, boşta kalan baş köşeye geçti. Sherlock'un rahatlığına nazaran biraz daha gergin olan Melora, adamın yanındaki sandalyede yerini almıştı. Tüm gözlerin üzerlerinde olması iğrenç bir histi, tek tüklüğü severdi.

Sonunda bakışlar son bulduğunda ve her şey hazırlandığında ortama birden sessizlik çökmüştü. Koca masanın bir ucunda sadece Sherlock ve Melora oturuyorken, öteki ucunda şirket için önemli mertebelere sahip çalışanlar yer almaktaydı. Odadaki sessizliği, onca insanın nefes alışları bozuyordu. Parmak uçlarıyla masanın üstünde sessiz ritim tutmakta olan Melora, artık birinin konuya girmesini umdu. İnsanlarla göz göze gelmek ortamı boğmuştu. Onları kaç defa daha analiz edebilirdi ki oyalanmak için?

Melora'nın imdadına neyse ki biri koşmuştu. Masanın kalabalık olan ucunda, büyük ekranın hemen önünde ayakta duran uzun boylu ve titiz giyimli adam, küçük bir öksürükle tüm dikkatleri üzerine çekmişti.

"Benim adım Jim Fowkes. Yatırım Şefiyim..." Direk karşısında duran Sherlock ve Melora'ya bakarken ciddiyetine bir gülümseme katarak, pantolonun cebindeki ellerinden birini çıkarıp sağ tarafında oturan beyefendiyi işaret etti. "... Bu bey Daniel Cho, mali şefimiz. Bir diğer üyemiz ise..."

"Anladık, hepiniz şefsiniz. Ne istiyorsunuz?" Sherlock, adamın sözünü kesme gereği durmuştu. Bırakırsa herkesi tek tek takdim edecekti ve her biri meslekleriyle göğüs kabartacaktı. Bu saçmalıkla değerli vakitlerinin gitmesini istemiyordu. Onların kim ve neyin şefi olduğu umurunda değildi. Umurunda olan tek şey, burada olmasını sağlayan işti. Çıkışta Melora'ya, elinde güzel iş olup olmadığını sorabilirdi, buradan bir şey çıkmazsa.

Melora, göz ucuyla yanında oturan Sherlock'a baktı. Olaya karşı, normalde takındığı ciddiyetinden çok uzaktı. Pek mutlu ve keyif alıyormuş gibi durmuyordu. Bankacıları sevmediğini dile getirmişti daha önceki konuşmalarında. Ticarete hileyi kattıkları için onlardan tiksiniyordu ve dünya ekonomisini batırdıklarını düşünüyordu.

Sözünün kesilmesine bir şey söylemek yerine Jim, ellerini ceplerine geri attı. Yanındaki sandalyede oturan kadına bakıp, dosyayı vermesini bakışlarıyla işaret etmişti. Adamı dinleyen kadın, sandalyesinin geri itip şirket için özel hazırlanmış dosyayı alarak masanın diğer ucuna yürüdü. Sessizliğe gömülen odada kadının topuklu ayakkabılarının sesi yankılanmıştı bir an. Dosyayı teslim alan Sherlock, onlar için açık bırakılan sayfayı kontrol etti. Ellerinde olan tek şey bu dosyadaki bilgiydi ve pekte bilgi sayılmazdı onlar için. Çünkü, şirket tarafından hazırlanmış çalışan hakkında bir yazıydı.

"Bu işletme şefimiz Peter Talbott. Her üç ayda bir kurumsal yatırımcılarımızla konferans görüşmesi yapar. Bu kişiler büyük emeklilik fonlarını kontrol ediyor. Onlar için Peter şirketimizin sesi. En son görüşme dün olmalıydı. Peter gelmediği için ertelemek durumunda kaldık. Nerede olduğunu bilen yok."

En başından beri şirket hakkında konuşmada söz sahibi olan adam, durumu daha çok açacak sözler bahşetmişti onlar için. Melora, adamın her sözünü başını sallayarak dinlemişti. Elindeki, yüzünü kapayan dosyayı aniden kapayıp masaya bıraktı Sherlock. "Ve bu görüşmeyi kısa zamanda kayıtlara geçmezseniz insanlar fısıldamaya başlayacaktır."

Sherlock'un söyledikleri kesinlikle doğruydu, odadakilerin hiçbiri bunu inkar edemezdi. Öyle olmasaydı zaten, Sherlock'la niye buraya çağırırlardı ki. İnsanların ağzı torba değildi ki bağlanabilsin. Gerçi bağlansa bile torbalara da hava kaçırırdı. Özellikle bu durum rakip şirketlerin kulağına giderse fazlasıyla şey kaybederlerdi.

Jim Fowkes, Sherlock'u gülümseyerek onayladı. "İnsanlar fısıldamaya başlayınca Bay Holmes, milyonlarca sterlin kaybedeceğiz. Konuştuğumuz beyefendi, Yüzbaşı Keynes, Peter iki gün boyunca kayıp olmadıkça olaya müdahil olamayacaklarını söyledi."

Sherlock onaylarcasına sesler çıkarırken bakışlarını pencereye çevirmişti. Yüzbaşı Keynes ile, ilgilendiği ilk davalarda tanışmıştı Sherlock. Adama karşı küçük bir yardımı dokunmuştu ve büyük bir davayı kapamasını sağlamıştı yıllar önce. Bu adamlara, adını vermesine şaşırmamıştı. Sherlock'u övmeyi sürekli severdi diğerlerine nazaran.

Fowkes bir kez daha gülümserken sözlerine devam etti. Bakışları, adamın yanında oturan kadına kaymıştı bir an. Yüzbaşı Keynes, Sherlock dışında herhangi birinden bahsetmemiş. Bu yüzden, kadın hakkında herhangi bir bilgiye sahip değildi henüz. Elinin altına, adam hakkında çok fazla bilgi gelmişti, oldukça başarılı olduğunu biliyordu bu konuda. Eğer Sherlock ile çalışıyorsa kadın, sorun değildi. "Ayrıca sizin, kendisinin tanıdığı en iyi dedektif olduğunuzu da söyledi. Sizi ve arkadaşınızı tutmak istiyoruz."

Duyduklarının şaşkınlığıyla ritim tutmakta olduğu parmak uçlarını, masaya vurmayı kesmişti Melora. Şaşırmıştı ve bu duruma karşı alayla gülmek istemişti ama tüm ciddiyetini korumakta olukça iyi iş çıkarmıştı. Bu durum komikti, onu kimse satın alamazdı. Bildiği kadarıyla tutulan 'o' dedektiflerden değildi ve bu zaman kadar hiç olmamıştı da.

"Şanslısınız ki Bay Fowkes, programımda bir boşluk var. Her zamanki özel danışmanlık ücretimin 12 katını alacağım." Geriye yaslanan Sherlock, teklifi beyan etmişti rahatlığıyla. Masanın üstündeki parmakları, Melora'ya nazaran halen daha ritim tutarken sahte bir gülümseme sunmuştu karşısındakilere. Eğer onu gerçekten tutmak istiyorlarsa bu para ile övünen insanlar, yüksek miktarda para ödemekte pek sorun olmazdı onlar için.

Masanın diğer ucundaki kalabalık, işittikleri sayıyla şaşkınlıkla Sherlock'a bakmışlardı. Yanı başında oturan Melora bile dönüp adama bakmıştı. Şaşkındı kadın ama diğerlerinden farklıydı şaşkınlığının nedeni. Bildiği kadarıyla Sherlock ücret almıyordu bu işten, yoksa yanlış mı biliyordu...

Üstlerindeki şaşkınlığı bir kenara çeken çalışanlar, kendi aralarında ufak bir fısıldaşma yaşamışlardı. Bay Fowkes birkaç sahte öksürük ile sessizliği tekrardan sağlarken, meraklı bakışları da üzerine çekmişti. Her biri, adamın söyleyeceklerini bekliyordu. Karşılarındaki adamı tam olarak tanımıyorlardı. Ellerindeki, adama dair olan bilgiler tamamen yalan dolan olabilirdi. Özel danışmanlık ücretini bilmiyorlardı ayrıca ve bunun 12 katını istiyordu. Kim bu iş için 12 katına değerdi ki?

Sessizlik sessizliğe gömülürken saniyeler içerisinde, konuşması beklenen kişi yerine Sherlock sürdürmüştü konuşmasını. Geldiğinden beri koruduğu rahatlığını halen daha devam ettirirken, ritim tuttuğu parmaklarını tamamen ahşap masa zeminine yasladı.

"Hepiniz değer miyim diye düşünüyorsunuz. Dilerseniz kanıt sunabilirim. Örnek verecek olursak, bu ikisinin yattığına eminim." Oturduğu yere en yakın olan ve yan yana oturan kadınla adamı işaret etti parmağıyla Sherlock. İkisinin de parmağında yüzük yoktu, evli değillerdi ama birbirlerine sürekli temas halindeydiler. Ayrıca bir şey oldu mu dönüp birbirlerine bakıyorlardı, tıpkı şimdi ki gibi. Tedirgin kıpırdanışları; söylediklerinin doğru olduğunu ve bu ilişkiyi sakladıklarını gösteriyordu. "Vücut diline dikkat etmelisiniz. Sen de nedendir bilinmez ojelerini silmek için çözücü kullanmışsın."

Kadın ve adamın ardında oturan bir başka adamı işaret etmişti bu sefer. Çenesine yaslı parmaklarını indirip tırnaklarını kontrol ederken sandalyesinde biraz daha dikleşti. Adamın söyledikleri doğruydu, küçük kızları ona oje sürmüştü oyun esnasında.
Sherlock'un tüm söyledikleri gözle görülür bir şekilde doğruydu. Her biri, duruma karşı kendini ifşalamıştı aslında. Bir başka özelin ortaya çıkmaması için insanlar kıpırdanmaya başladığında Melora, onların bu hallerini komik bulup gülümsemişti.

"12 katı uygundur." Fowkes, konferans salonundaki yükselen uğultuyu bastırmak için net bir ton kullandı. Tüm çalışanlar tekrardan susarken, eski ciddi hallerini geri kazanmışlardı. Konun daha fazla uzamayıp, bu durumun kendi özel hayatlarına patlamayacağı için her biri oldukça memnundu.

Fowkes Sherlock'un ücretini bile bilmeden 12 katını kabul etmişti. Bu işe fazla para harcamış olabilirlerdi ama kesinlikle gözü kapalı güvenebilirlerdi. Adam, kendisini bu konuda başarılı olduğuna ve onları yarı yolda bırakmayacağına ikna etmişti. Bu konuda hızlı olduğuna da emindi ki, şirket olarak zamanla yarışıyorlardı.

"Peter Talbott'un ofisine, bilgisayarına erişmemiz gerekecek."

"Sekreterim memnuniyetle sizi oraya götürecektir." Sherlock'un isteğini anlayışla karşılayıp, yanındaki orta yaşlardaki sarışın kadını gösterdi. Gelen komutla kadın, önündeki dosyaları toplayıp oturduğu yerden kalkmıştı.

Kadını izleyen Sherlock ve Melora da oturdukları yerden eş zamanlı kalktıklarında, önden çıkış kapısına ilerlemişti. İlk çıkanlar olarak dışarıda beklerken, gelen sekreter kadının önden ilerlemesine izin vermişlerdi. Küçük bir koridor turundan sonra, sonunda Peter Tallbott'un ofisine varabilmişlerdi. Geniş kapıdan geçip odaya adım attıklarında onları, açık kahverengi renk skalası ve dolu raflar karşılamıştı yoğunluk olarak.

Sherlock, adımlarını odanın ortasına atıp çevresine göz atmakla ilgilendi. Melora ise, girdiği gibi gözüne çarpan ilk şeyin yanına ilerlemişti. Bu, rafın üstüne dekoratif olarak konmuş ama aynı zamanda hatırası olan çerçeveletilmiş bir fotoğraftı. Arkada güzel bir dağ manzarası vardı ama dikkat çekici olan yanı birbirine sarılmış olan adamla kadındı. Peter Talbott ve eşi olmalıydı, parmaklarındaki alyans Melora'ya bu bilgiyi sunmuştu.

"Sevimli çiftlermiş." Kendince mırıldanırken, yanında duran sarışın sekretere gülümsemesini paylaşmıştı Melora. Gerçekten sevimli görünüyorlardı. Birbirlerine sarılma tarzı ve ellerini konumlandırdıkları yerlerden onlar için çok şey söyleyebilirdi.

Sarışın kadın, küçük bir gülümseme ile Melora'yı onaylamıştı başıyla. "Buradaki herkes Peter'la Alyssa'ya 'Taylor ile Burton' derler..."

"Çok etkileyici." Sherlock, net bir tonla kesmişti sekreterin sözünü. Bu, kadın için Sherlock'tan bir işaretti. Çenesini kapamasını ve odadan ayrılarak onları yalnız bırakması gerektiğini belirtiyordu, bunu aptallar bile anlayabilirdi.

Sekreter, adamın tavrından dolayı konuşmayı kesmişti. Çantasını ve dosyasını sıkıca tutarken ikilin arasında gözlerini son kez gezdirdi. "Bana ihtiyacınız olursa dışarıdayım."

Odadan ayrılmadan önce sekreteri başıyla onaylayan Melora, kapının tamamen kapanmasını izledi. Bulundukları odada, hakimiyetini sürdüren sessizliğe nokta koyan kapının kapanış sesiyle hızla Sherlock'a dönmüştü Melora. Ellerini beline atarken, sözcüklerini bizzat imaya vurmuştu. "Konferans odasında seni pek mutlu gördüğümü söyleyemem. Kainatın Efendileri'ne akıl hocalığı yapmak..."

Sherlock, bakışlarını Melora dışında odadaki tüm noktalarda gezdirdi. Kadının söylediklerini pekte umursamamıştı. Ellerini her zamanki gibi dua pozisyonuna sokup dudaklarının olduğu hizada tutarken, aklına takılan bir başka şeyi dile getirdi. "Biraz az söyledim sanırım. Her zamankinden 20 kat fazla alabilirdim."

Gözlerini yumdu Melora. Derin bir nefes alıp ellerini bir araya getirirken, konuyu eğlenceye getiren Sherlock'un yanına ilerledi. Adama ayak uydurmaktan başka seçeneği olmadığını biliyordu. "Her zamanki ücretin nedir?"

Sherlock'un yanındaki yere yerini alırken, önüne düşen saçlarını geriye iterek yanıt vermesini bekledi adamın. Sorusunun ardından odada tekrardan sessizlik hakim olmuştu. Sonunda Sherlock'un mavileri üzerine kaydığında, Melora'ya küçük bir gülümseme vermişti.

"Yok. Hatırlat da gitmeden bir tane uydurayım." Sherlock, Melora'nın da ona gülümsemede eşlik ettiğini gördüğünde, önüne dönüp rafların üstündeki kitaplara baktı. "Tipik. Bilgin diye geçinen her geri kafalının raflarca okunmamış kitabı vardır."

Sherlock'un sözlerinin ardından raflarda gezdirdi bakışlarını ve başıyla onaylamıştı adamı. Raflardaki kitapların okunmadıkları, sadece 'bilgin biri' atmosferi katsın diye konulduğu çok fazla belliydi. Oysa; okuyan birinin kitapları, istemeden de olsa yıpranırdı. "Kitap sırtlarının hiçbiri çatlamamış."

"Şu hariç." Birini işaret ederken Sherlock, kadına doğru mırıldanmıştı. Odaya girdiğinden beri durduğu yerden ayrılarak rafların monte edildiği duvara doğru ilerledi. Yan yana dizilmiş, siyah kaplı dört kitap bulunuyordu. Üçü hiç dokunulmamıştı ama ikinci sıradaki kitap, Sherlock için fazlasıyla dokunulmuş duruyordu.

Gözüne kestirdiği kitabı çekip alan adam, dikkatlice çevresini inceledi. Sert cildin üzerinde, kapağın açılıp kapanmasından dolayı oluşan çatlaklar, ışığın altında şimdi daha bir gün yüzeyine çıkmıştı. Yanına gelen Melora, parmaklarını dudaklarının üstünde gezdirirken diğer eliyle kitabı işaret etti. "Belli ki Bay Talbott, buna sürekli bakıyormuş."

İkisinin de merak ettiği tek bir konu vardı, neden sürekli bu kitaba bakıyordu adam? Açıkçası, ellerinin arasındaki kitabın ağırlığını bilen Sherlock, bunun için güzel bir teorisi vardı. Onlarca kitabın olduğu bir odada, bir şeyler saklamak istendiğinde başvurulacak ilk yerlerden biri raflardaki kitaplar olurdu. Oysa, bakılacak ikinci yer de kitaplıktır.

Odadaki hiçbir kitaba el atmayıp, ilgisini özellikle bu kitapta tutmasının asıl kaynağını öğrenmek için kalınlığı olan kitabın kapağını araladı Sherlock. Tahmin ettiği gibi, ilgi çekici bir hikayeye sahip olduğu için kitaba bakmıyordu adam. İlgilendiği asıl şey, içerisinde sakladığı küçük kara kaplı kitaptı.

Sadece saklamak için var olan kitabı koltuğa bırakırken, içerisinden çıkan ve üstünde herhangi bir şey bulunmayan kitabı iki eliyle kavradı. Ne bir yazı, ne bir sembol bulunuyordu iki tarafında da. Bunun üzerine doğruca içerisindeki sayfalara kaymıştı. Sherlock her sayfa değiştirdiğin, Melora'nın kaşları biraz daha yukarı kalkıyordu. Bu bir katalogdu, sadece kadınların olduğu bir katalog. Kimisi iç çamaşırlı pozlar sunarken objektife, kimisi de özel kısımlarını kollarıyla örtüp poz vermişti.

"Anlayamıyorum. Nedir bu?" İlk defa gördüğü şeye karşı mırıldanmasını tutamamıştı genç kadın. Durum hakkında ne düşüneceğini bilmiyorken, adamın sayfalar arasındaki geçişlerini izlemekteydi. Her bir sayfada farklı kadın ve farklı pozlar yer alıyordu. Bunca yaşına kadar böyle bir şeyin var olduğunu ne görmüş, ne de duymuştu Melora.

"Menü. Buradaki her kadın bir ücret karşılığında kullanılır." Sayfalar arasında geçiş yapan Sherlock, yanındaki kadın için bir açıklamada bulunmuştu. Ona karşı ilgisizce söylenen sözcükler, Melora'nın bakışlarını adamın yüzünde toplanmasına neden olmuştu. Mavilerini yakalamak isteyen elalara istediğini vermeden sözcüklerine devam etti adam. "Aşağıdaki halkaları görüyor musun? Ne kadar çok halka, o kadar pahalı kadın."

"Tecrübeye dayanarak mı konuşuyorsun?" Hiç düşünmeden adamın elindeki kataloğu hışımla çekip almıştı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu ama öylece sayfalara bakması biraz rahatsız hissettirmişti Melora'yı. Belki bir kadın olduğu içindi rahatsız hissediyor olması. Bakılması gereken şeyler varsa, kendi bakabilirdi bu çıplak sayılacak kadınlara.

Sherlock, elinden kayıp giden kitabın geride bıraktığı boşluktan bakışlarını çektiğinde, Melora'ya çevirmişti onları. Bu konuda kadını biraz tuhaf bulmuştu, rahatsız olmuş gibi duruyordu. Kaşları çatılsa da dudağının ucu istemsiz, titreyerek yukarı gidip gelmişti.

"Yalnızca bir çıkarım." Ciddiyetini tekrardan toparlayan Sherlock, Melora'yı katalogla baş başa bırakarak bilgisayar masasına ilerledi. Siyah renkteki deri bilgisayar sandalyesini geri çekmişti. Bu, sürekli sessizliğe gömülen odada, tekerlek seslerinin bir süreliğine dahil olmasını neden olmuştu. Paltosuna dikkat ederek masa başına geçti. Eli otomatik olarak atkısına gitmişti ve biraz öne çekiştirerek boynundaki sıklığını azalttırmıştı.

"Bu sayfadakilerin neredeyse hepsi çevrilmiş. Tercihi pahalı kadınlardan yanaymış." Hâlâ bakmakta olduğu kataloğun sayfalarını tek tek çevirirken dikkatini çeken şeyleri mırıldanmıştı genç kadın. Ama mırıltısı, sessiz odada duyulabilir çıkmıştı. Tüm bu sonuçlara varmasını sağlayan şeyin sayfaların dokunulmasından dolayı kağıt yapısının belli bir düzeyde aşınılıp yıpranmasıydı. Pahalıları seçtiği kanısı ise oldukça açıktı; halkaları çok olan kadınların sayfalarının köşeleri, kolay bulmak adına kıvırtılmıştı.

"Ama vergi dairesine, kadınlara yıllık altı haneli para harcadığını söyleyemezsin. Hayır, giderleri saklaman lazım. Yani..." Bilgisayarı açmasıyla söyledikleriyle doğru orantılı olarak Peter'ın kayıtlı ajandasını açtı. Gün gün alınan notları görmezden gelip köşedeki irtibatlara tıkladı. Çeşitli insanların iletişim bilgileri karşısına geldiğinde, kategorize edilmiş yerden muhasebede kayıtlı olan kişilere bakmıştı.

Melora, artık elindekinden kurtulma gereği hissederek, ki bundan rahatsızlık duymaya başlamıştı, kapatıp masanın üstüne koymuştu kataloğu. Sherlock'un neye bu kadar dikkatli baktığını görmek için adımlarını adama yöneltti. Bir elini bilgisayar sandalyesine koyarken, eğildi noktadan destek almak için diğer elini masaya dayamıştı. Gözlerini rahatsız edecek derecede yayılan ekranın mavi ışığına karşı elalarını kısıp, yazıları inceledi.

"Talbott'un elinde, iki ayrı muhasebecinin adresi varmış. Bu hesap DDB'nin temsilcisi için."

"Beş büyük firmalardan biri, orada hiçbir şey yersiz değildir." Sherlock'un gösterdiği noktaya odaklıyken, verdiği bilgiler doğrultusunda adama kendi bilgilerini sunmuştu. Sherlock'tan onaylarcasına bir takım sesler çıktığında konuya geri dönmüşlerdi.

"Muhtemelen aile defterlerini tutuyorlardır. Ama bu, Martin Rydell adında bağımsız bir muhasebeci. Peter'ın 'yönetici özel hesabı' dediği bir hesabı tutuyormuş."

Her ikisi de bu küçük bilgiden, küçük bir aydınlanma yaşamıştı. Çok açıktı ki bu adam, Peter'ın kadınlarla ilgili harcamalarıyla ilgileniyordu. Şu an en büyük bilgi kaynağı o'ydu ve onunla iletişime geçip Peter'la ilgili daha fazla şey öğrenmelilerdi.

Sherlock elindekileri bırakıp bir süre düşündü ama sonra, düşünecek bir şeyin kalmamasıyla elinde olabildiğince yüksek sesle bağırdı. Bu yüksek bağırış Melora'nın kulağının dibinde gerçekleştiğinden, genç kadın kulağını tıkayıp yüzü buruşturarak Sherlock'a sertçe bakmıştı. Sherlock'un ani bağrışları için kendini eğitmesi gerekiyordu, adamın bunu yapmaktan vazgeçmeyeceğini düşünüyordu çünkü.

"Bakar mısınız? Sekreter?!"

Onlara odaya kadar eşlik eden, daha sonrasında kapıda bekleyeceğini söyleyen sarışın kadın kapıyı açıp içeri geçmişti hızlıca. Mesleği gereği alışkanlık edindiği tavırlarını sergilerken, dik duruşuyla gelecek sözcükleri bekledi. Sherlock, kapının orada dikilen sekreteri işaret etti gözlerini kısıp, sanki bir şeyler hatırlamak istiyor gibi bir tavır takınmıştı. "Fowkes senin adın ne demişti?"

Kaba bir tonla söylediği sözcükler sekreterin göz devirmesine nedenken, topuzlu saçından kaçan birkaç tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı sarışın kadın. Cevaplamak için pembe renk boyalı ince dudaklarını aralarken, en az Sherlock kadar sert bir ton kullanmıştı. "Bir şey dememişti. Adım Donna."

"Donna, gitmeden önce bize Villa Pacri'de üç tane rezervasyon ayarlayabilir misin?" Bu, Sherlock'tan bir rica değildi. Kadının yapmasını istediği şeyi böyle iletmişti ona. Donna, Melora ve Sherlock arasında göz gezdirip daha sonrasında bir şey söylemeden odadan ayrıldı. Buradan daha fazla bilgi çıkmayacağını bilen Sherlock, oturduğu sandalyeyi geri iterek ayaklanmıştı.

Hâlâ kulağının acısını çeken Melora, adamın peşi sıra takip ederken tek kaşını kaldırdı. "Villa Pacri mi?"

"Martin Rydell'i yemeğe davet ettiğimde şehrin en pahalı restoranlarından birinin adını verirsem işe yarayacaktır."

Restorana vardıklarında, onlar için rezerve edilmiş masaya geçmişlerdi. Sherlock'u kısa süreliğine, lavaboya gitmek için yalnız bırakmıştı Melora. İşlerini halledip kendine çekidüzen verdiğinde içeri geri dönüp, oval masanın sandalyelerinden birini çekti. Sherlock'un karşısına oturduğunda, küçük bir gülümseme paylaşmışlardı.

Omzundan aşağı dalgalanan saçlarını bir noktada toplarken, sandalyesine geri yaslandı ve masanın üstündeki kadehine uzandı. Sherlock, kendi için çay siparişinde bulunduğundan gelen çayını yudumlamaktaydı. Melora ise sadece suyla yetinmek istemişti. Limon ve yeşillikle süslenmiş kadehindeki suyundan küçük yudumlar alırken çevresindeki insanlara göz attı.

Müşterilerin hepsi şık giyimli, elit insanlardandı. Atmosferde, belli bir şekilde buram buram zenginlik ve gösteriş kokuyordu. Mekanın neresine baksa bunu görmekteydi ki bu, Melora'yı bunaltmaya yetmişti. Bir köşeye çekilip bunun için kusabilirdi. Tüm bu duygularını bastırıp, kasılarak yemek yemelerine ve birbirlerini birbirlerinden üstün görmelerine sadece göz deviriyordu.

Melora, varlıklı bir ailede büyümüştü ama hiçbir zaman ne ailesinden, ne de kendinden bu tarz davranışlar görmüştü. Paranın, kasılacak bir şey olmadığını biliyordular. Ailesi her zaman, zeka ve yeteneğin en önemlisi olduğunu dile getirirken, Melora'yı bu düşüncenin çatısı altında büyütüp yetiştirmişlerdi. Onların oldukça haklı olduğunu biliyordu genç kadın. Her zaman; parasıyla övünmek yerine zekasıyla övünmeyi tercih eder, düşünce kabiliyetine sahip insanlara da sonsuz saygı duyardı.

Çevrede gezinen elalarını alıkoyup, karşısındaki adamın düşünceli mavilerine sabitledi. Porselen fincana dudaklarını dayamış çayını yudumluyorken, kadının bakışlarını üzerinde yakalamıştı Sherlock. Bir süre bakıştıklarında, gözlerini ilk çeken Melora olmuştu bu sefer. Elindeki kadehi hafifçe sallayarak kalan suyla küçük bir girdap oluştururken, gülümseyerek aklına takılan soruyu Sherlock'a yöneltti.

"Canon-Ebersole'dan ve desteklediği her şeyden tiksiniyorsun demek. Ama paralarını harcamaya bayılıyorsun. Bunda bir tutarsızlık görüyor musun?"

Sherlock, Melora'dan gelen soruyla çayını yudumlamayı kesip, porselen fincanı masanın üstüne geri bırakmıştı. Zengin gösterişçilerin rahatsız sandalyelerine sırtını iyice yasladığında oturuşunu birazcık da olsa rahatlatmıştı. "Varlıklarını elimden geldiğince eritmeye çalışıyorum. 'Şaibeli bir oyunun krupiyelerinin yatağına gireceksem; sabah kalktıklarında, cüzdanlarının daha hafif olmasını sağlarım'."

Melora, adamın göndermesine karşı sırıtmıştı. Bakışlarını bardağından çekip adama odakladığında, ondan göz kırpmasıyla birlikte bir gülümseme kazanmıştı. Buna karşı, gülümsemesi biraz daha genişlerken alt dudağını dişleyip başını iki yana salladı kadın. Ayrıca, az kullandığı göz kırpma hamlesinin, oldukça etkileyici olduğunu adama söylemeliydi.

"Bay Holmes?"

Uzaktan işittikleri sesle, yanlarına yaklaşmakta olan adama çevirmişti bakışlarını ikili, birbirlerinden çekip. Bir hayli uzun, takım elbiseli adam sakin adımlarla yanlarına yaklaştığında, emin olmak istercesine Sherlock'u işaret etti parmağıyla. Restorana giriş yaptığı vakit, resepsiyon onu bu masaya ve masada oturan bu çifte yönlendirmişti.

"Bay Rydell." Oturduğu sandalyeden kalkan Sherlock, adamı onaylarken elini uzatıp tokalaştılar. Esmer adam, onu karşılayan Sherlock'tan bakışlarını çektiğinde, bu sefer yanındaki kadına dönmüştü. Genç kadın, oturduğu yerde adama küçük bir gülümseme verip boştaki sandalyeyi işaret etti. "Oturmaz mısınız?"

Sherlock eski yerini alırken, Martin gösterilen boş sandalyeye geçmişti. Çevresindeki zenginlerin adabına uyacak şekilde ceketini düzeltip, dik bir şekilde oturdu. Keyifli ve biraz da anlamsızca bakışları, kadının ve adamın üzerinde belirgin bir rota çizmişti o an.

İşlerin daha fazla uzamasını istemeyen Sherlock, sandalyesini hafif adama doğru çevirip dudaklarını ıslatmak için çayından son yudumunu aldı. "İtiraf ediyorum: Telefonda konuşurken birkaç pembe yalan söyledim. Aslında Canon-Ebersole'da çalışmıyorum. Ayrıca sizde özel yönetici hesap açtırmak niyetinde de değilim."

Kaşları çatılan adamın, aniden gelen itirafa karşı hiçbir savunması yoktu. Aralık dudaklarını birbirine bastırdığında, ellerini dizine yerleştirdi. Bakışlarıyla, birinin durumla ilgili bir açıklamada bulunmasını istemişti. Söz konusu bu değilse, neden buraya çağrılmıştı?

Diğer masalara nazaran, kendi masalarında büyük bir sessizlik hakimdi. Martin'in bakışları, sessizliğini koruyan kadının üzerinde yoğunlaşmıştı. Masaya geldiğinden beri durumunu hiç bozmamıştı bu genç kadın, geriye yaslanmış bir şekilde kadehindeki içeceğini yudum yudum tüketmekteydi. Tekrardan Sherlock'a döndüğünde, artık bir şeyleri söylemesini umdu. Çok geçmeden de istediğini elde etmişti Martin, ama konudan memnun kaldığı söylenemezdi.

"Tartışmak istediğimiz konu, Peter Tallbott'un pahalı kadınlar seçmesini saklamanız."

"Kusura bakmayın, sanırım yanlış anlaşılma söz konusu." Gri takım elbisesine uyum sağlayan mavi kravatına elini atan Martin, şaşkınlığını birkaç öksürükle gizlemişti. Gerginleşen yüz hatlarına rağmen gülümseyip, gerçek bir yanlış anlaşılma olmuş gibi sandalyesinden kalkmıştı. Sherlock onu tekrar durdurdu.

"Özel idari hesap açtırmak yasal bir şey mi? Eminim değildir." Ne kadar adama bakıyor olsa da, sorusu ona karşı değildi aslında Sherlock'un. Mavi gözlerini kısıp karşısında oturan Melora'ya baktı. Kadın, omzunu silkerken aynı zamanda adamı onaylamıştı.

Bardağını masaya koyan Melora, kollarını da masaya koyup öne doğru yaslanmıştı. Böylece ikili, bakışlarını kendi üzerlerinden çekip yerine geri oturan adama çevirdi. Gergince etrafı incelemişti Martin. Yaptığı zincirleme hareketlerden dolayı anlına düşen saç tutamını hızlı birkaç hamleyle toparladı. Sherlock'un tekrardan konuşmaya başlamasıyla yakın çevredeki insanların üzerinde gözlerini gezdirdi. Birinin onları dinleyip dinlemediğini bilmek istiyordu.

"Fakat benimle buluşmaya pek bir hevesli göründünüz. Eminim ki Peter Talbott, hizmetinizden yararlanan tek zengin adam değildir. Ama elbette gidebilirsiniz. Regency Street'in kirli sırlarını saklayan adamın hikayesini yayınlamak isteyen sürüyle dergi olduğuna adım gibi eminim. Basın, şu günlerde adileşmeye başladı." Son sözcüklere doğru elini ceketinin içine atıp, cep telefonu çıkardı Sherlock. Adama, sahte olduğu belli olduğu belli olmayan bir gülümseme verip tekrardan karşısındaki Melora'ya dönmüştü. "Öyle değil mi, dedektif?"

Bu zamana kadar izlemekle yetinen Melora, işi Sherlock'a bırakmıştı tamamen. Dudaklarının köşelerinin yukarı kıvrılmasına izin verip, bir kez daha ciddiyetle onayladı adamı. Doğruydu, basın böyle haberleri çok severdi. Hemen havada kaparlardı.

Martin, basının işlerine dahil olma olasılığı ile gerilirken, asıl gerilmesini sağlayan masada onlarla oturan kadının gerçek bir dedektif olmasıydı. Sherlock, bunu öğrenmesine bizzat izin vermişti. Şimdi adam, işinin bittiğini biliyordu. Ne yaparsa yapsın bu işten sıyrılamazdı. Yakasında, her şeyi bilen bir dedektif olacaktı. Ya da adı basına verilip, her yerde boy boy adını görecekti. Basın onun hayatını tamamen karartabilirdi, ellerinden kaçamazdı fakat bu ikiliye istediğini verirse bir şansı olabilirdi.

"Bekle!" Gerginliğinden dolayı ses tonunu ayarlayamadığından, yakın çevredekilerin bakışlarını masaya, daha doğrusu üzerine toplamıştı. Sherlock'un, telefonunu kulağından uzaklaştırmasını izleyerek sözcüklerini çok kısıkta tuttu. "Peter için çalışıyorum. Paravan bir şirket kurdum. Maaşının bir kısmını, oldukça küçük bir rüşvet fonuna yönlendirdik. O parayla istediğini yapabilir."

"Eğer bu rüşvet fonunu kötü alışkanlığı için kullanıyor olsaydı, onu nerede bulursunuz?" Sonunda sessizliğini bozan Melora, tek kaşını kaldırarak sorusunu dürüst bir şekilde cevaplandırmasını keskin mimikleri eşliğinde istedi.

Dedektif kadından gelen soruya karşı derin bir nefes aldı ve bakışlarını masanın üzerindekilere sabitledi. Düşüncelerinin derinliklerinde kaybolmuştu o an, söyleyeceği her sözcük öbeğini tartıyor gibiydi. Sadece, bu işten ne kadar az zararla çıkabileceğini hesaplamaya çalışıyordu. Ucunun ona dokunmaması bu saatten sonra zordu ama en aza indirebilirdi zararını.

Sonunda düşüncelerinden kurtulduğunda, dudaklarını diliyle ıslatıp Melora'ya baktı. "Hammersmith'te naylon bir şirket adı altında bir daire kiraladım."

Birlikte karşı kaldırıma geçerken, Melora'nın bakışları elindeki telefonunda açık olan haritadaydı. Güneşten dolayı gözlerini kısıp telefonun ekranını eliyle siper alırken, bakışlarını ekrandan çekip ilerdeki yeri gösterdi. Sherlock, kadının işaretlediği binaya çevirmişti bakışlarını. Bu tarz binaların genellikle her katında sadece tek bir daire bulunurdu. Öyle aman aman güvenliğinin olacağını düşünmediği için, içeriye rahatlıkla gireceklerinden emindi.

Ellerini, boynunu saran atkısına attığında yüzünü buruşturdu. Taksiye binmek yerine, Melora'nın isteği üzerine yürümüşlerdi. Öğle saatlerinin içerisindeydiler halen daha. Yani direk güneşin altında kalırken Sherlock, günün sıcaklığı ve üstündeki paltosuyla atkısı onu terletmeye yetmişti.

Dönüp Melora'ya tekrardan baktığında, kadınla göz göze gelmişti. Bir gülümseme hediye ederken Melora ona, telefonunu ceketini cebine atmıştı. Fakat, Sherlock'un yüzünü buruşturduğuna şahit olmuştu. Kaşlarını çatarken, adamın konuşmasını bekledi. Çünkü bu ifadeyi; söylemesi gerek bir şeyi söylemeyi unuttuğu vakit yapardı.

"Babanın adı David'di, değil mi? Sen lavabodayken yarın, akşam yemeği için eve gelebilir misin diye sana mesaj attı."

Önlerine çıkan kalabalıktan ötürü yana kayan Sherlock'un arkasına geçmek zorunda kalan Melora, şaşkınlık adama, daha doğrusu sırtına baktı. Böyle bir şeyi yapmış olduğuna inanamıyordu. Onu uyarmıştı, özellikle cepçilik olayının sıklığını arttırdığı günlerde. Sherlock'u köşeye çekip konuşmuştu, ki bu ne kadar köşeye çekip konuşmak olabilirdi. Kaçıncı defa dile getirdiğini bilmiyordu ama eşyalarını kesinlikle kullanabileceğini söylemişti. Sadece ama sadece iki isteği vardı onda. İlki, aldığı şeyi bildirmesi ki saatlerce eşyalarını aramakla uğraşmasın. İkincisi ise, özel hayat kısmına çizdiği sınır çizgisini geçmemesiydi. Sherlock, mükemmel bir şekilde iki kuralına da uymuyordu.

"Bu konuyu konuşmamış mıydık? Eşyalarımdaki özel kısma elini sürmeyeceksin." Tekrardan Sherlock'u uyardığında, ses tonunu net tuttu. Ona ilk defa kızgın hissetmişti, bu tuhaftı. Genellikle hemfikir olurlardı işlerdi.

Sherlock, Melora'yı görmese de ne kadar öfkeli bir yüz ifade sahip olduğunu gözünün önüne getirebiliyordu. Melora çok nadir sinirliyken görünürdü. Fazlasıyla sabırlı bir insandı ve bazen kadının sabrını sınamayı seviyordu. Hangi durumlarda, sabır sınırının ne kadar olduğunu bilmesi gerekiyordu.

Melora'nın sözlerini başıyla onayladı fakat onu onaylamasıyla, yapmış olduğu hamleler çok zıttı. Melora, onun sadece mesajı okuduğunu düşünüyordu fakat Sherlock okumakla yetinmemişti. "Kabul ettim ayrıca."

Tekrardan kaldırımda Sherlock'un yanındaki yerini alırken, güneşin altında yeşillenmiş elalarını adamın suratına ifadesizce dikti. Kaşlarını çatmış ve yavaşça başını iki yana sallamıştı. Bu Sherlock'un mavilerini devirmesini sağlarken azda olsa gülümsetmişti adamı. Bitirdiğini düşündüğü daha deminki sözcüklerinin devamını getirdi.

"Ve benim adıma asla buluşma kabul etmeyeceğini. Ne bu, seni uyutmuş olmamın intikamı mı?"

"İkimiz de babanla barışmak istediğinin farkındayız." Alaycılıkla ama aynı zamanda ciddiyetle söylediği sözlere karşı, dönüp Melora'yla bir bakış paylaşmak istemişti. Ne söyleyebilirdi ki, kızgın Melora'yı da sevmişti. Farklı bir havası vardı.

"Hayır. İkimizin, hislerim hakkındaki düşüncesi aynı değil." Sözcüklerini tek tek, bastırarak söylemişti Melora. Ailesiyle yaşadıkları sadece kendisine aitti ve Sherlock'a izin verdiği sürece bunlara karışabilirdi. Sherlock'un kardeş ilişkisini biliyordu ama şu zamana kadar hiç karışmamıştı. Zaten karışmasını isteseydi adam, konuyu kendi açardı. Büyük Holmes ile tanıştığından bile haberi yoktu, söylememişti.

Derin bir nefes aldı binanın önünde durduklarında. Sherlock, konuştukları hakkında daha fazla bir şey söylememişti. Aynı şekilde, Melora da devam etmemişti. Şu an için buna gerek yoktu, odaklanmaları gereken bir konu vardı zaten. Daha sonra Sherlock'la tekrar deneyebilirlerdi bu konuşmayı, işe yaramayacağını bilse de. Ayrıca akşam yemeğini kabul etmiş olması, kesinlikle gitmesi gerektiği anlamına gelmiyordu. Böylece konu burada kapanmış oldu.

"Ben bina sorumlusu." Sherlock'un bastığı zilin ardından kısa bir sürede, megafonun diğer ucundan cızırtılı bir erkek sesi onları selamlamıştı. Sherlock kuruyan dudaklarını ıslatıp, aklına gelen sözcükleri sıraladı. "Ben Scotland Yard'dan Dedektif Donowicz. 2G numaralı daireye bakmak için iznimiz var."

"Bekleyin."

Bina sorumlusu ile geçen küçük konuşmalarının ardından beklemeye alınan Sherlock, tekrardan Melora'ya çevirdi bakışlarını. Bu sefer kızgın görünmüyordu kadın, inanılmaz derecede ruh hallerini iyi kontrol edebiliyordu. Fakat ela gözleri, kendisi dışında her yeri özgürce gezmekteydi. Buradan da, hâlâ ona karşı kızgın olduğunu anlayabilmişti Sherlock.

Onları ayakta çok bekletmeyen kapının cızırtı sesiyle, önden ilerlemeyi Melora devralmış bu sefer. Göğsünün üstünde bağladığı kollarını çözüp demir kapıyı itti ve içeriye geçti. Fakat içeriye girmeden önce, Sherlock'un önünden geçerken, adamın duyabileceği bir şekilde mırıldanmıştı. "Daha yaratıcı olmanızı beklerdim Bay Donowicz."

Merdivenleri önden tırmanmaya başlayan Melora'nın ardından küçük bir gülümsemeyle homurdanmıştı. Aklına gelen ilk şey buydu ve her zaman işe yarardı. Ayrıca bina sorumluları kaytarmaya meyilli olduğundan, çoğunlukla sorgulamazlardı onu. İsim konusunda ise, hiçbir fikri yoktu.

İkili, dar merdivenleri aştıklarında ikinci kattaki dairenin kapısının önüne gelmişlerdi. Bina sorumlusu onlar için kapıyı açabileceğini söyler kadın, alışkanlık edindiği dedektiflik kimliğini gösterdi. Ama Sherlock'un da ön gördüğü gibi, adam sadece bakmış olmak için bakmış ve umursamadan kapıyı açmaya geri dönmüştü.

Kapı açıldığında içeriye giren ilk Melora olmuştu. Bina görevlisi işini bitirip oradan ayrıldığında Sherlock, ardından kapıyı kapatarak içeri teşvik etmişti. İkiliyi karşılayan oldukça geniş bir salon vardı. Beyazın ve açık kahverengiyle birlikte grinin hakim olduğu ortamda, oldukça ferahlık söz konusuydu.

Minimalistikten yana kullanılmış oda düzenlemesi, az eşya tercihiyle oldukça göze dinginlik sağlıyordu. Derin bir nefes aldığında, hoşnut olduğuna dair mırıltılar çıkarmıştı Melora. Kanada'da kaldığı vakit böyle bir evde yaşıyordu. Bu yüzden bu daireyi ve dizaynı beğenmişti. Sherlock'un ise, bunlar umurunda değildi, sadece inceliyordu etrafı.

Salonun içerisine biraz daha adım attıklarında, sırt kısmı onlara dönük olan tekli koltuk dikkatlerini çekmişti. Geniş yüzeyli koltukta birinin varlığı belliydi. Her biri ciddiyetlerine geri dönerken, Melora birkaç öksürüşte bulundu. "Bay Talbott, patronlarınızın sizinle konuşacakları var."

Melora'nın sesinin yankılanması ardından daireye sessizlik çökmüştü. Bu garip sessizlik her ikisini de rahatsız ederken, doğruca koltuğun etrafından dolandılar. Koltuğun önüne geçtiklerinde ise buldukları şey, bekledikleri gibi değildi. Evet, Peter Tallbott'u bulmuşlardı fakat onun sağ olduğunu söyleyemezlerdi.

Koltukta, kaymış bir şekilde oturmaktaydı. Üstündeki gömleğinin kolları yukarı doğru sıyrılmıştı. Sol kolunun üstünde bağlanmış kendi kemeri bulunuyordu. Dirsek içinde ise halen daha saplı duran şırınga bulunmaktaydı. Kullandığı uyuşturucu ise yan masada, dağıtılmış halde duruyordu.

Yazım yanlışlarım varsa affola.

Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.

Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...

01. Bölüm başındaki rüyayı bir beş kez yazmışımdır, geri kalan kısmı da bir üç kez... Eğer size tuhaf gelirse kısımlar okurken, affınıza sığınıyorum...

02. Bu bölümdeki anlatımım hiç içime sinmedi, vurun beni lütfen.

03. Ayrıca, Melora sürekli bu tarz rüyalar görmekte. Bölümlerde ufak ufak buna değinmiştim ve bu bölüm, buna yer vermenin daha iyi olacağını düşündüm.

04. Hadi benden size bir spoiler, bölümü oldukça geç attığım için; diğer bölümün adı 'kazılacak bir mezar'

05. Tekrardan sorayım; hikayenin gidişatını nasıl buluyorsunuz, okurken zevk alıyor musunuz?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top