14| dokunulmazlık anlaşması.
0014. BÖLÜM ON DÖRT
— dokunulmazlık anlaşması.
───── Kelime | 7229 ─────
Melora ve Sherlock üst üste koydukları kutuları kucaklarken taksiden inmiş, evin kapısını çalmışlardı. Kapıyı açan Bayan Hudson, elleri kutlarla dolu ikiliye merakla bakıp geçmeleri için öncelik tanıdı. Sherlock, önden ilerleyerek kendi dairesinin bulunduğu kata çıkan merdivenleri aşmaya başladığında, Melora da ardından onu takip etmekteydi. Onlara sorgularcasına bakan yaşlı kadına karşı gülümseyip, her şeyin yolunda olduğuna dair göz kırpmıştı.
"Akşamları çalışıyormuş... Bunun Balon Adam'ın kimliğini saptanması için yeterli olduğunu mu düşünüyorsun?" Dairesinin önünde duran Sherlock'a, kutuların müddet verdiğince köşelerinden bakmıştı sorusunu yöneltirken.
Adam, tuttuğu iki kutuyu devirmemek için dikkatli davranırken kapıyı açmayı başarmıştı. Aralanan kapıyı ayağıyla itip, sonuna kadar aralanmasını sağladı. "Elbette hayır. Ama bu bir başlangıç. Bir önceki şüpheli havuzumuz bu şehirdeki tüm erkekleri kapsıyordu. Şimdi ise, sadece akşam çalışanlara indi."
Sherlock önüne çıkan ilk masaya kutuları bıraktı. Peşinden gelen Melora da adamın sözcüklerini onaylayacak sesler çıkarıp, ayağıyla çekiştirdiği sandalyenin üstüne bırakmıştı dikkatlice kutuları. Ellerini birbirine çarpıp, üstüne yapışan tüm tozlardan kurtulmaya çalışarak dönüp, Sherlock'a baktı. Üstündeki paltosundan ve siyah takım elbisesinin ceketinden kurtulan adam, kendi tekli koltuğunun üstüne bırakmıştı. Elleri beyaz gömleğinin kol düğmelerine yol alırken Melora'nın sorusuyla bedenini ona çevirdi.
"Yine tüm gece ayaktasın, değil mi?" Kutuları göstererek bakışlarını adamın yüzünden çekmemişti. Melora, adamın dünde uyumadığını biliyordu ve uyuması gerektiğini düşünüyordu. 1 saat bile olsa, vücudun dinlenmesi gerekti.
Sherlock, düğmelerden kurtardığı gömleğinin ucunu, kıvırarak dirseklerine kadar sıyırdı. "Beni durduramazsın, Melora. Uyumayacağım."
Kutuları tek sıraya indirme işlemini bitiren Melora, Sherlock'un yaptığı gibi palto ve ceketinden kurtulup giydiği kareli gömleğin kollarını dirseklerine kadar sıyırdı. Dosya kutularının kapaklarını açmakla uğraşan Sherlock'a bir bakış verip, kendi ve adamın çıkardıklarını alarak asmak için yanından ayrılmıştı. Birazdan zaten dosyaları her yere dağıtacaklardı, buna kıyafet dağınıklığı da eklensin istemiyordu.
"Seni durdurmaya niyetim yok. Yani, vücuduna yaptığın şey sağlıksız ama buna karışamam. Fakat bu iş bittikten sonra uyuman için seni zorlayacağım. Şimdi; Mariana Castillo'yu canlı ve sağlıklı bir şekilde bulacaksak, burada seve seve seninle uykusuzluk çekerim."
"Bunu takdir ediyorum ama şu an senin geri dönmen gerekmiyor mu? Mesainin bitmesine daha çok var." Saatini kontrol eden Sherlock, odaya tekrardan teşvik eden Melora'ya baktı. Kadının işinin başında olması gerekirdi şu an.
"Mesai sürecince seninle birlikte bu dosyalarla ilgilenmem gerektiği emrini aldım. Zaten mesai dışında da sürekli burada değil miyim?" Son sözlerini kendine mırıldanarak sormuştu. Böyle bir gerçeklik vardı ortada, günün çoğunu Sherlock'un dairesinde geçirirken, bir tek uyumak için aşağı iniyordu. Bayan Hudson durum için şikayetçi gibi durmuyordu ama yine de ona saygısızlık yapıyormuş gibi hissetti. Bu hafta sonunu Bayan Hudson'a ayırmayı aklının bir ucuna not aldı. "Pekala, o halde bu kutuyla başlıyorum ben."
Melora'nın, getirdikleri kutulardan birini almasını izlerken sessiz kaldı Sherlock. Kadının bakacağı belgelere eninde sonunda tekrar kendi de bakacaktı. Söz konusu, kendi beyninin filtresinden geçirmekti ama Melora sayesinde tabii ki bazı şeyleri fark etme saniyelerini hızlandırabilirlerdi. Bir kişiden daha hızlı olurdu iki kişinin göz atması. Böylece, kutulardan bir diğerini kendine aldı Sherlock başlamak için.
Yeni günün parlak ışıkları Sherlock'un dairesinin penceresinden içeri girerken, telefondaydı adam. Bütün geceyi ayakta geçirmişlerdi. Kutudaki belgelere tekrar tekrar göz atarken de kendilerini oldukça işe kaptırıp, saatlerin nasıl geçtiğini anlayamamışlardı.
Telefonu kulağında hâlâ karşı tarafın cevap vermesini beklerken gözü Melora'ya kaydı. Sabaha karşı bir ara hava oldukça soğumuştu. Üşüdüğü belli olan Melora'ya ısınması için getirip de verdiği battaniyeye kadın, sarılır sarılmaz uykuya karşı yenik düşmüştü. Şimdi sandalyesinde, başını masaya gömmüş bir şekilde, adeta bir kozaymış gibi sığındığı battaniyesinin altında uyukluyordu.
Adımlarını kadının uyukladığı masaya doğru yönlendirip, masanın diğer ucundan üzerine yaslanarak kadını uyandırmak için seslendi. "Melora!"
Melora, dibindeki Sherlock'un adını bağırmasıyla hızlıca başını gömdüğü masadan kaldırmıştı. Uyku mamuru gözleriyle, dirseğiyle masadan destek alan ve onun bu haline gülerek bakan Sherlock'a anlamsız bir görünüm vererek baktı. Yüzünün önüne düşmüş dağınık saçlarından battaniyenin altından çıkardığı elleriyle kurtuldu. Esnemesini bastırırken Sherlock'a, 'ne kaçırdım' dercesine mimikte bulunmuştu.
Sherlock, telefonunu kulağından çekip yanağına yaslarken ucunu, uyanmak için çabalayan uykulu Melora'yı kısa bir süreliğine süzmüştü. Kadının mimikleriyle gelen soruyu çok geçmeden de yanıtladı. "İşini değiştirmiş."
"Kim?" Algılarının yeni uyanmış olmasından dolayı tamamen açılmamasından, Sherlock'un biraz daha açıklayıcı olmasını diledi. Adam, onun bu halini anlayışla karşılamıştı.
"Balon Adam. Birkaç yıl önce MPS, adamın bir ilaçlamacı olduğu teorisi üzerinde çalışmış. Adam Kemper kaybolmadan bir hafta önce, ailesi evlerini dumanla dezenfekte ettirmiş. " Açıklamasını sürdürmek için dudaklarını aralayan Sherlock, yanağına yasladığı telefondan ses gelmesiyle açıklamasına ara verip, telefona döndü. "Evet, hâlâ bekliyorum. Evet."
Tekrardan beklemeye alınması üzerine bu boşlukta, yaslandığı masadan ayrılıp duvara monte ettikleri belgelerin yanına gitti ve aldığı iki fotoğrafla Melora'nın yanına geri döndü. Elindekileri masaya bırakıp Melora'nın bakmasını sağlamıştı. "İki ve üç numaralı kurbanların evinin dışında bu fotoğrafalar çekilene kadar, kimse bunun üzerinde çok düşünmemiş."
Melora önüne konulan fotoğrafları kontrol etti. Her ikisinde de dikkat çeken beyaz bir çadır bulunuyordu. "İki komşunun evinde çadır varmış."
"2006 yılında, MPS Kemper'ların evini dumanla dezenfekte eden şirketin 35 çalışanıyla da görüşmüş, ancak güçlü bir şüpheli ortaya çıkarmada başarısız olmuş. Ama nihayetinde, bir sonraki kurbanların evinde ya da komşularının evinde ilaçlama ile ilgili bir bulgu bulunmayınca, teori kenara atılmış." Anlatırken etrafta turlayan Sherlock geri dönüp, masa üstündeki dağınıklıktan bir belge daha gösterdi. "Ben bir şeyler yakaladıklarını düşünüyorum. Bence Balon Adam bir ilaçlamacıydı ama üçüncü kurban ile dördüncü kurban arasında mesleğini değiştirdi. Şunu gördün mü?"
Melora, Sherlock'un çıkardığı diğer fotoğrafı aldı. Olay yerinden çekilmiş bir fotoğraf karesiydi, kırmızı zeminin üzerinde postalarla beraber gazete yer almaktaydı. Sherlock, gazeteyi işaretledi. "Bu Yatırımcı Postası'nın bir nüshası. Bunu kendine özgü somon rengi kağıda bakarak anlayabilirsin. Dördüncü kurbanın ailesinin de aboneliği vardı. En son kurban Mariana Castillo'nun ebeveynlerinin de aboneliği olduğu gibi." Meraklı ela gözler şaşkınlıkla fotoğrafın üzerinden ona kayarken, duruma açıklık getirme gereği hissetti. "Dün mutfaklarında gördüm. Beş, altı ve yedi numaralı kurbanların aileleri abone değildi ama abone olan komşuları vardı."
"Yani Balon Adam bir ilaçlamacıydı ama şu an geceleri Yatırımcı Postası'nı dağıtıyor." Doğru algıladığını teyit etmek için Sherlock'a bir görünüm verirken, adam onu mimikleriyle onaylamıştı. Bu harika bir gelişmeydi. Bundan önce, sadece erkekleri kapsamaktaydı şüphelileri ama dün, katilin gece çalıştığını öğrenmişlerdi ve şimdi dağıtımcı olabilme ihtimaline kadar durumu düşürmüştü Sherlock.
"İlk üç kurbanını ilk mesleği aracılığıyla, son beş kurbanını ise ikinci mesleği aracılığıyla buldu. Şu an gazeteyle konuşuyorum. Castillo'ların rotasından sorumlu olan adamın adını söyleyecekler. Gecikmiş bir sayı için arayan bir abone olduğumu sanıyorlar." Sherlock'un yerinde duramayıp sürekli odalar arasında hareket halinde kalmasına gülümseyip, masanın üstüne koyduğu eline yasladı başını. Hayranlıkla adamı izlemesine engel olmayacaktı, çünkü şu an gerçek hayrandı ona. Tüm bunları bir gece içerisinde bulmuştu. Hatta kendisinin uyuyup gittiği süre içerisinde bile denebilirdi. Günlerdir uykusuz olmasına rağmen bir kere bile hata vermedi.
"Evet, evet, merhaba." Kendi etrafında dönmelerini ve odalar arasında rota çizmeyi kesmişti telefondan gelen cevapla Sherlock. Telefonu kulağına tekrardan dayarken hızla, yakınında olan mutfaktaki masanın yanına geçerek Melora'yı işaret etti. Onu izleyen genç kadın işareti anlayıp, masanın üstündeki kalemi fırlattı. Adam, kendine gelen kalemi havada yakalamış, kapağını açarken masanın üstüne çektiği kağıdın boş bulduğu bir yerine de telefondan ona aktarılanları yazmıştı. "Çok teşekkür ederim. Teşekkürler."
Kibarlığını konuşturan Sherlock, telefonu hızlıca kapattı. Kağıdı alıp, Melora'nın olduğu masaya geldi ve yığılı tüm belgeleri karıştırdı istediği belgeyi elde edene kadar. Bulduğu belge ile kendi yazdığını karşılaştırırken Melora, sırtında hissettiği ağrı ile gerinmekle meşguldü.
Yazılar arasında hızlıca göz gezdirip, bulduğuyla bakma sırasını Melora'ya devretti. Kağıtla belgeyi masaya bırakıp, Melora'nın da bakması için ona doğru çevirmişti. "Tanıdık bir isim görüyor musun?"
Melora omuzlarının üstünden düşen battaniyeyi düzelterek her iki kağıdı da elleri arasına aldı ve karşılaştırdı. Hızlı bir göz atması otomatik olarak ismi eşleştirmişti. Kağıtların üzerinden Sherlock'a baktı. "Samuel Abbott."
Kimsesiz ara sokaklardan birinde bir kamyonet bulunuyordu. Birkaç metre önlerindeki binanın hemen arka tarafında park halindeydi. Binanın yangın merdivenlerinden tırmanan bir grup özel ekipmanlı polis, sessiz ama oldukça hızlıydılar.
Onlardan az ötede duran kamyonette ise, Lestrade ve ekibi bulunmaktaydı Sherlock'la beraber. Aracın arka tarafındaki sistemler sayesinde ekiplerin üstündeki kameralardan yansıyanları anbean ekranlardan izlemekteydiler. Lestrade, yanındaki sistemden sorumlu çalışanın yanında oturmaktayken Melora ise biraz arkalarında, aradaki boşlukta oturuyordu. Hemen onun ardından, ekipten biraz uzak kalmış Sherlock, bir başka sandalyedeydi. Bakışları, her bir kameranın çektiği karelerde turluyordu. Dudaklarının üstünde parmaklarını sürterken bir an önce içeri girmelerini umdu.
"Abbot'un annesi bu apartmanın sahibi olarak görünüyor ama kadın altı ay önce ölmüş." Lestrade, geri planda duran Sherlock'a bilgisini paylaşırken dönüp ekranlara o da baktı. "Ehliyetini yeniletirken burayı adresi olarak vermiş."
Özel tim, son yangın merdiveninin basamaklarını tırmanmıştı. Hızla açık pencereden içeriye geçerlerken herkes silahlarına sarındı. Sessiz adımlarla, boylu boyunca oldukları katı sarmalayan koridoru kontrol ettiler ve kendilerine en yakın olan dairenin kapısının etrafını kuşattılar.
İkişer kişi olarak kapının her iki yanına ayrılan ekipten, ortada kalan iki adamdan önde olanı yanında taşıdığı ekipmanını yere bıraktı. Boru kamerayı kapının altındaki boşluktan içeriye doğru ilerletti. Böylece, kısıtlı bile olsa kapının ardındaki alanı yoklamışlardı.
Görünen dar girişten, koridorun oldukça boş ve sessiz olması dikkatleri çekmişti. Buna dayanarak ekipteki adam, kamerayı toparlayıp diğer ekip arkadaşına görevini teslim etti. Önündeki adamla yer değişimi yapan adam, elinde sıkıca tuttuğu çelik kalkanın ardından kapıya yüklenerek açılmasını sağlamıştı. Kalkanın ardına sığınarak önden ilerlerken, silahını doğrultarak doğruca içeri ilerledi. Ekip arkadaşları da aynı şeyi yapıp hızlıca dairenin içinde dağıldılar. Her biri, girdikleri odaları araştırırken kendilerine 'temiz' olduğu bildirisinde bulunmuştu. Dairede seri katile dair hiçbir şey bulunmuyordu, bomboştu.
Ekip yavaş yavaş ortak olan büyük odada toplanırken, aralarında söz sahibi olan telsizine konuştu odanın köşesine çekilip. Ekrana, odanın ve ekiptekilerin geniş açısını yansıtmıştı kamerasıyla . "Bir şey bulamadık, Müfettişim. Mekan temiz."
Ekipteki kamyonetle bağlı kamerası olan polis, toplandıkları ortak odaya girmeden önce yan odaya girip çıkmıştı. Sherlock, oturduğu yerden hızla kalkıp önünde oturanların arasına daldı. Gözüne bir şey takılmıştı ve oradaki ekibin, bunu nasıl eş geçmiş oluşuna karşı içinden sayısız sözcükler sarf ediyordu.
Sherlock'un öne çıkışma atağına karşı Melora ve Lestrade, adamın altında ezilirken dengelerinin kontrolünü bir anlığına kaybetmişlerdi. Sherlock, onları pek takmadan bu atağından sağ kalan kamera sorumlusuna ekrandaki bir yeri işaret etti. "Şu ne?"
Küçükte olsa oluşan kargaşanın arasında bütün herkes Sherlock'un gösterdiği ekrana baktı. Geçte olsa ekranın ucundan bir şeyler görmüşlerdi. Ekibin lideriyle temas halinde oldukları hattan adama ulaşıp, karşı taraf için yeni bir emir verdi Lestrade. Bu sırada Sherlock, eski yerine geri çekilmişti. "Bir önceki odaya geri dön."
"Anlaşıldı."
Gelen emirle, odaya en son katılan adamın göz attığı odaya geçti. Odaya giren her biri gördükleri balona silahlarını doğrulturken, temkinli adımlarla etrafını çevirip yaklaştılar. Tıpkı önceki gördükleri balonlar gibiydi. Odanın bir köşesinde durmuş, tavana çarpmaktaydı her biri birbirini bağlı bir şekilde.
Kalp şeklini andıran renkli balonların üstünde bu sefer 'teşekkürler' yerine 'tebrik ederim' yazıyordu. Melora kaşlarını çatarken, bu yazının manasına takılan tek kişinin o olmadığını Sherard'ın sesini duymasıyla anlamıştı.
"Tebrik ederim.. Kimi?" Sherard, kamyonetin çıkış kısmında kalırken, parmaklarını dudaklarına sürterek düşünceli bir ses tonuyla sorusunu ortaya atmıştı.
"Bizi..." Melora, mırıldandı oturduğu yerden kendini toparlarken. Katil onlardan bir adım öndeydi, böyle giderse sonuçlar güzel olmazdı. "...Mekanını bulduğumuz için."
"Balonun üzerindeki şey ne?" Ekipteki adamlardan biri, balonların iplerini bir arada tutan nesneyi işaret etti tabancasının ucuyla. Yanına gidip daha dikkatli baktıklarında bunun karton parçasına bağlanmış bir USB belleği olduğunu görmüşlerdir. Yerinden söküp alırken karşı tarafa seslendi. "Size getiriyorum, Müfettişim."
Ekibin diğer üyeleri daireyi iyice kontrol etmek için oldukları yerde kalırken, USB belleğini alan çalışan; girdikleri yolu takip ederek çıkmıştı binadan. Az ilerideki kamyonete varması dakikalarını içinde olurken, elindekini Lestrade ve ekibine teslim etmişti. Lestrade, aldığı USB belleğini araçtaki sistemden sorumlu adamına verdiğinde, onun bilgisayarlardan birine takmasını izledi.
Birkaç tıklayış ile de ekrana bambaşka bir görüntü gelmişti. Önceden hazırlanıp çekilen videoda, onları karşılayan bir erkek yüzü vardı. Saçları gri ve kısa kesimli olmak üzere ön tutamı alnına çarpmaktaydı. Oldukça yuvarlak bir yüze sahipti ve bedenini görmüyor olsalar da, onun balık etli bir yapıya sahip olduğunu kesinlikle söyleyebilirlerdi. Gözlerindeki öfkeyi her biri yakalamıştı.
"Sizde bana ait bir şey var. Adam elinizde. Kim olduğumu ve neler yapabileceğimi biliyorsunuz. Şimdiye kadar 6 kişiyi öldürdüm." Derin bir nefes aldı. Arka plan hafif karanlıktı. Pencereden günün parlak ışıkları gelmekteydi ama odayı biraz zor aydınlatıyordu. Bulunduğu odanın, kapısının olmadığı bir girişi vardı ve giriş direk duvara bakmaktaydı. Orada hafif karanlık dar bir hol bulunuyordu ve sarı ışık duvara vurmaktaydı. Adam, videoyu bu sabah çekmişti anlaşılan. "Eğer yarın öğlene kadar oğlumu serbest bırakmazsanız o sayıyı 7 yapabilirsiniz."
Konuşmasını bitirir bitirmez elindeki kamerayı hızla çevirip, izleyenlerine başka bir şey gösterdi. Yerdeki tek kişilik yatakta oturmuş ve üstünde kaçırıldığı günkü pijamalarıyla duran küçük kız, sessizce ağlıyordu. Video kaydı böylece son bulurken ortama sessizlik çökmüştü ama Melora, oturduğu yerden hışımla kalkmıştı. İngilizce dışında kullandığı ve kimsenin anlamayacağı farklı bir dilde argo sözcükler kusarken havaya, kendini kamyonetin dışına attı.
"Lütfen. Takası yapın. Kızımızı bize geri getirin." Esmer kadın, koltuğun ucunda oturmuş çaresizce karşısındaki müfettişe bakmaktaydı. Tüm bu olanlardan sonra merkeze geri dönmüşlerdi Lestrade ve ekibi. Merkezde onları bekleyen kaçırılan kızın ailesiyle karşılaştıklarında ise, durumu düzgün bir şekilde izah etmek adına ofisine buyur etmişti. Sherlock ve Melora da onlara eşlik ederken, odanın bir ucuna çektikleri sandalyede sessizliklerini korumuşlardı tüm konuşma boyunca.
Lestrade, ortamdaki otoriterliğini kaybetmemek için ifadesini korusa da, kaçırılan kızın annesi için oldukça üzgündü. Ağlamamak ve güçlü kalmak için çabalıyordu kadın. Küçük kızı bir seri katilin elindeydi ve tehlikedeydi. Ayrı oldukları bir dönemde de olsa, kocasının onu aldattığını öğrenmişti. Yine de tüm bunlara karşı savaşıyordu.
"Korkarım bu o kadar kolay değil, Bayan Castillo." Ofisinde ağırladığı Castillo ailesine anlayışlı bir görünüm verdi, işleri daha fazla zora sokmalarını istemiyordu ve bu durumu onlarında anlamasını istedi. "Departmanımız bir kurbanı diğer bir kurbanla takas edemez."
Tüm bu konuşmalar boyunca karısının yanında oturan adam, eşinin sırtına elini koyup güven verircesine sıvazlarken bakışlarını Lestrade'e dikmişti. Adamın, bu durumdaki görüşünü aydınlatmasını istedi. "Adam Kemper'ın gerçekten kurban olduğunu mu düşünüyorsunuz? Sabah haberlerde gördüm, bölge başsavcılığı ona dokunulmazlık anlaşması teklif etmiş. Eğer sadece bir kurbansa, neden dokunulmazlık anlaşmasına ihtiyacı olsun ki?"
"Dava göz önüne alındığında, savcı o anlaşmayı teklif etmek zorunda kaldı. Medyanın, Adam'ın bir şekilde Balon Adam'ın işlediği suçlara dahil olabileceği olasılığını ortaya attığını biliyorum ama henüz bunların hiçbirini doğrulayamadık."
Ellerini beline atan Lestrade, adam için yeterli bir açıklamada bulunduğunu düşünüyordu ve, akıllarındaki soruların bir nebze cevaplandığını umuyordu. Melora, tüm bunları Sherlock'la bir köşede oturmuş dinlerken istemsiz olarak bacağını titretmekteydi. Bu durumdan rahatsızlık hisseden Sherlock, Melora'yla bir bakış paylaşıp diziyle kadının dizini dürttü. Bu, onun titreyen bacağını durdurması için bir uyarıydı.
Bay Castillo, Lestrade'in açıklamasından pek memnun kalmamıştı ve bunu duruşuyla da oldukça açık bir şekilde belirtmişti karşı tarafa. "Siz bir şey doğrulayana kadar ne kadar daha beklememiz gerekiyor? Bir saat mi? Bir gün? Bir hafta mı? Yani, yarın öğlene kadar vaktiniz var demiş."
"Bay Castillo.." Lestrade, yeni bir açıklamada bulunmak için söze atılsa da sözcükleri bu sefer adamın eşi tarafından kesintiye uğramıştı. "Adam Kemper'a ne istediğini soran oldu mu? 19 yaşında, bir yetişkin. Eğer gerçekten bu canavarın yaptıklarının ortağıysa, geri dönmek istiyor olamaz mı?"
Kadının çıkışına karşı Melora'nın kaşları yukarı kalkarken daha sonra aşağı inip, daha çok çatılmıştı. Oturduğu yerden dikleşti ve sesini olabildiğince düz tuttu. "Korkunç suiistimallerin kurbanları genellikle tacizcilerini korurlar. Bu, saniyeler içinde onu geri göndermemiz gerektiği anlamına gelmez."
Sherlock, dönüp Melora'ya bakmıştı. Aklına, Melora'nın da küçükken kaçırılmış olma olayı düşmüştü birdeb. Dile getirmese de genç kadın, iki türlü şiddete uğradığını konuşmalarında dolaylı yoldan kabul etmişti. Söz konusu çocuk ve çocuk kaçırma olunca fazlasıyla hassas ve gergin oluyordu.
"Elbette, dinleyin. Dokunulmazlık anlaşması sunuldu." Lestrade, Melora'ya sözlerinden dolayı onaylarcasına bir duruş sergilerken, Bay Castillo merakla sorusunu yöneltmişti. Hiçbir türlü tatmin olmuyordu onlardan gelen cevaplarla. "O halde neden hâlâ imzalamadı?"
"Çünkü travmatize oldu. Anne babasıyla bile zar zor konuşuyor."
Müfettişin cevabı her zamanki gibi adamı memnun etmemişti. Bu nedenle burada kalmanın hiçbir faydası yoktu onlar için. Oturduğu yerden kalkarken dönüp, karısının kolunu sıvazlayarak onu da oturduğu yerden kaldırdı. "Hadi."
Eşinin adımlarına uyan kadın, oturduğu yerden kalkıp birlikte çıkışa ilerlediler. Hiçbir şey söylemeden, onların çıkışlarını izleyen Lestrade, aileyi uğurlamak için eşlik etmişti. Adam, karısının önden gitmesi için kapıyı açmışken durup ardındaki müfettişe baktı. Parmağını, konuşmasını desteklercesine Lestrade'e doğru sallamıştı. "Eğer kızımıza bir şey olursa, medyada adını haykıracağımız isim seninki olacak."
Son sözlerini sarf ettikten sonra karısının önden ilerlemesini hızlandırıp, kendi de odadan hışımla ayrılmıştı. Bütün bunlara karşı, gelen son tehdidin şaşkınlığı ve öfkeyle elini masaya çarptı Melora. Bu, sessizliğe düşen odada bir yankıya neden olmuştu ve odadaki iki adam tarafından sesli bir uyarı almıştı. Onlar için mırıltıyla sadece 'sakinim' demişti.
İşler gitgide içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Yıllardır yakalanamamış bir seri katil tekrar iş başındaydı. Elinde küçük bir kız çocuğu vardı ve onların ellerinde de Balon Adam'ın gözde çocuğu. Takas yapılmasını istiyordu ama kimsenin hayatıyla oynayamazlardı. Ve tüm bunlar yetmezmiş gibi Lestrade, kaçırılan kızın ailesi adına tehdit edilmişti. Diğerlerini ya da Sherlock'u bilmezdi ama, Lestrade onun için değerliydi. Babasının yapamadığını o sağlamıştı. Her şey iyice batarken, yetmezmiş gibi adamın mesleki hayatı kirlenecekti.
Derin bir nefes çekerken içine, istenilen sakinliğini koruyarak Sherlock'a mırıldandı. Bir fikrinin olmasını umuyordu, çünkü şu an fikirsizdi. "Şimdi ne yapıyoruz?"
"Dosyalara geri döneceğiz... " Bakışlarını ela gözlerden çekerken burun kemerini sıktı. "... Abbott'un kızı saklayabileceği gözden kaçırdığımız yerler hakkında ipucu olup olmadığına bakmak için."
"Bu bir seçenek." İkilinin kendi aralarında konuşmasına dahil olan Lestrade, önlerinde durup elini beline atmıştı. Sherlock, yüzünü buruştururken Lestrade'e anlamsız bir bakışta bulundu. "Başka seçeneğin mi var?"
"Adam'ın ailesi bir avukat tuttuklarında, Adam'la MPS'in arasına bir duvar ördüler. Hiçbir polis onunla konuşamaz." Derin bir nefes alıp bir gülümsemeyle sözlerini özellikle vurguladı. "Hiçbir polis."
"Bu çok ilginç." Sherlock büyümeye başlayan sırıtışını bastırırken şaşırmış gibi yapmayı ihmal etmemişti. Adamın kafasından neler geçtiğini bilmek için kendini zorlamasına gerek yoktu, ama dünkü 'polis-danışmanlık' konusunun tekrar gündeme gelmesi oldukça hoşuna gitmişti. Polis olmaması şimdi onların yararlarınaydı. "Peki şu an nerede?"
Melora, Sherlock'a eşlik ederek birlikte sorgu odasına doğru ilerlediler. Sherlock, kendi halince sessizdi. Bu yüzden Melora da sessizliğini koruyup, art arda bedenini gererek belini çıtlattı ama bu sırtındaki ağrıyı geçirmeyip, daha çok körüklemişti. Yüzüne de yansıyan bu acı, Sherlock'un gözünden kaçmamıştı ve merakla sorusunu Melora'ya iletti.
"Ne oldu?"
"Sırtım incindi. Sandalyende güzel bir uyku çektiğim söylenemez." Beline attığı eliyle, kendine olabildiğince masaj yaparak yüzünü buruşturup gülümsedi. Bu duruma karşı Sherlock, adımlarını yavaşlatarak Melora'nın önden ilerlemesine neden olurken Melora, adımlarını durdurup ardında kalan Sherlock'a çevirdi bedenini.
Adamın neden durduğunu anlamaya çalışmıştı gözleri otomatik olarak kısılırken. Karşısındaki yerini alan Sherlock ise çok geçmeden Melora'nın aklındaki soru işaretlerini kaldırıp bir yenilerini ekledi.
"Tüm yardımların için teşekkür etmek istedim. Dün, benimle birlikte tüm gece ayakta kaldın. Oldukça da iyi iş çıkardın, düşüncelerinin oldukça yardımı oldu." Sözcüklerini Melora'nın ela gözlerinin içine bakarak sarf ederken Sherlock, bir anda bakışları kadının ardındaki hareketliliğe kaymıştı. Asansörden çıkan Adam, iki polis ve Dedektif Barton eşliğiyle sorgu odasına götürülmekteydi.
Sherlock'un 'teşekkür' sözcüklerinin şaşkınlığından kurtulduğunda omzunun üzerinden neye baktığına bakmıştı genç kadın. Ardından, dönüp Sherlock'un koluna 'hadi' dercesine dokundu başıyla sorgu odasını işaretlerken tebessümüyle.
"Bence bana borçlusun.." Melora'nın, kurnaz gülümseme eşliğinde söylediği sözcüklere karşı kaşları çatıldı Sherlock'un. Ama ardından, kadının geldiği ilk zamanlar aklına gelince eski haline geri dönmüş, hatta küçük bir gülümseme bile oluşmuştu yüzünde. Onu, gece yarısı dinlemişti ve borçlu olduğunu söyleyip daha sonrasından şekilden şekle sokmuştu kadını. "Bu, döngüye girecek gibi."
Melora, Sherlock'u sorgu odasının kapısına kadar eşlik ettiğinde ufak bir bakış alış verişinde bulunmuşlardı. Adam için küçük bir gülümseme verip Sherard'ın yanına geçmişti. İstese de istemese de Sherlock'a burada eşlik edemezdi. Bu nedenle izleme odasına geçti.
'Polis' engeli nedeniyle Melora'yla yolları ayrılan Sherlock, odaya geçtiğinde ardındaki kapının kapanışını duydu. Sakinlikle sandalyesini çekip, Adam'ın karşısına oturdu. Adam'ın gözündeki, onu anlayan kişi rolüne girmek birkaç saniyesini alırken, ellerini birleştirip masanın üstüne koydu ve göze batmayacak bir gülümseme kondurdu dudaklarına. "Benimle görüştüğün için teşekkür ederim, Adam."
"Bu durumu sadece sen anlıyorsun."
Adam'ın bakışları her zamanki gibi yine ellerindeydi. Ama bu sefer elleri masanın altında değil, üstünde konumluydu. Önceki görüşmelerine göre biraz daha rahattı duruşu. Sherlock, başını sallayıp gülümsedi. Çocuğun güvenini ve sempatisini kazanmıştı.
"Onun kimliğini belirlediğimizi biliyorsun, değil mi? Samuel Abbott. Onun için endişeleniyor musun?"
Gelen soruya karşı başını kaldırıp Sherlock'la bir bakış paylaştı Adam. "Babam o benim."
"Bu yüzden mi dokunulmazlık anlaşmasını imzalamakta tereddüt yaşıyorsun?" Sürekli sessizliğe mahkum kalan odada Sherlock'un sesi tekrardan can bulurken Adam, sıkıntılı bir kaş kaldırmasıyla onu karşıladı. "Sen babanı ele verir miydin?"
"Ben babamı Tic Tac şekerleriyle takas ettim ama o benim babamdı, seninki değil. Onu daha erken bulursak, durumu daha iyi olacak. Henüz Mariana Castillo'ya zarar vermedi. Onu sevdin..." Çocuk için merhametli bir yüz ifadesi sundu. Adam, Sherlock'a hüzünle bakmaktaydı. Gözleri ağlamamak için kendini sıkmaktan kızarırken, alt dudağı çenesiyle birlikte titremişti. Bütün bunları takip eden, Adam'ın bakışlarını kaçırmak olmuştu ki Sherlock, anlayışlı görünen yüz ifadesi korumayı sürdürdü. "... ama yaptığı şeyi sevmedin. Bunu görebiliyorum. Seni yardım etmeye zorladı, değil mi?"
"Babam o benim.." Çocuğun fısıltısında hüzünlü bir isyan yatmaktaydı. Parmaklarıyla oynayışı hızlanmıştı. Tüm sözlerini korudu ve karşısındaki adamın konuşmasını bekledi. Nitekim de beklediği gibi olmuştu.
"Bu zor olmadığı anlamına gelmez. Bu yüzden mi anlaşmayı imzalamak istemedin? Hak ettiğini düşünmediğin için mi?"
Sherlock'tan gelen yeni soruyla çocuk, bakışlarını boşluğa düşürdü. Parmakları hızla gözlerine giderken, oluşan gözyaşlarından kurtulmuştu. Birkaç kere dudaklarını yalayıp burnunu içine çekti. Kendini toparlamaya çalıştı.
Önceki konuşmalarına göre oda daha bir sessizleşmişti. Neredeyse odada fısıldarcasına konuşuyorlardı ve bu fısıltı normal bir ses tonu gibi yayılıyordu. Çocuk dudaklarını araladı. Düşüncelerini sözcüklere dökmek istiyor gibiydi ama bakışlarının sürekli hareket halinde olması onun, sözcükleri toparlamakta o an zorluk çektiğini gösteriyordu. Hangi sözcükleri kullanarak nasıl başlayacağını bilmiyor gibiydi ama sonunda Sherlock'a baktığında kelimelerini hazırlamıştı.
"Bunun.. Bunun, onun için neden bu kadar önemli olduğunu asla bilmiyordum. Ama onu sevdim. Sonra bana onları kaçırmasına yardım etmemi isteyince bunu yapabileceğimi söyledim."
"Sorun yok."
"Hayır, sorun var. Her şey sorun. Aklım çok karışık. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Kızaran yüzüne elini atarken gözyaşlarını bir kez daha sildi. Sherlock ise, karşısında ağlayan çocuğa öylece baktı. Bir şey söylemeyecekti, Adam'ın konuşmasını sürdürmesini istiyordu. Top ona gelene kadar. "Geçen gün bana asla yalan söylemeyeceğini söylemiştin."
"Bu doğru." Elleriyle konuşmasını desteklerken mimikleriyle de onaylamıştı. Bu, çocuğa biraz daha cesaret vermişti.
"O halde söyle bana. Eğer anlaşmayı imzalarsam ve eğer size yerini söylersem sence bu yaptığım şeyleri telafi eder mi?" Yaşlı gözlerle, karşısında oturan ve ona karşı dürüst olduğunu söyleyen adama baktı. Merakla, sorduğu sorunun cevabını öğrenmek istiyordu.
"Hayır, sanmıyorum. Baban sayesinde diğer altı çocuk öldü. Ona yardım derecen ne olursa olsun o çocukların kanları ellerinden hiç çıkmayacak." Bu konuda gerçekten, gerçek düşüncelerini sunmuştu Sherlock. Önceki gibi yalanları yoktu, bu sefer dürüsttü Adam'a. Ama aldığı bu cevapla, çocuğun yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu. Bakışlarını yere indirerek Sherlock'tan kaçırmıştı fakat Sherlock, o bakışları tekrar üzerine çekti masanın üstüne eğilip son sözcüklerini sarf ederek. "Ama bu, denememen gerektiği anlamına gelmez."
Sherlock'un onu dürtükleyerek cesaretlendiren sözlerine karşı gözlerini yumdu Adam. Sessizliği eşliğinde bir süre düşünceleriyle kendince yüzleşti, ama sonra onları tekrar aralayıp emin bir şekilde adama dikti. "Tamam. Kağıtları imzalayacağım, nerede yaşadığımızı size söyleyeceğim. Kızı orada bulacaksınız."
"MPS! Bırak onu, kıpırdama!" Polis ekibi kapıyı kırarak dairenin içine hücum ederken, adam ve küçük kız mutfakta masada oturmaktaydı. Polislerin, mutfak girişinde konumlarını alması ve silahlarını ona doğrultmasıyla adam, masanın üstündeki silahını kavradı. Korkudan tekrardan ağlamaya başlayan küçük kızı da yanına aldığında, silahını kızın başına dayamıştı. "Silahını at ve kızı serbest bırak."
Adamın panik hali, gözle görülecek durumdaydı. Ne yapacağını bilmiyordu, oldukça hazırlıksız yakalanmıştı buna. Polislerin onu bulmuş olmasına inanamıyordu. Adamın kendi içinde yaşadığı karmaşası arasında, polisler son bir kez daha uyarıda bulundu. "Bırak kızı! Hemen!"
Gelen son uyarı düşüncelerinden kurtulmasına neden olmuştu. Silahı sıkıca kavrayan parmaklarını hareket ettirdi. Bu hareketlenmeyi hisseden küçük kız, ağlamasını şiddetlendirmişti. Ekibin içerisinde biri, adamın yapacağı şeyi yapmaması için bir defa daha uyardı. "Bunu yapma."
"Adam'a üzgün olduğumu söyleyin." Adam, polislerden tek bir saniye bile gözlerini çekmezken mırıldandı onların da duyabileceği bir şekilde. Ardından kızı itip silahı kendi kafasına dayadı ve hiç tereddütsüz silahı ateşledi. Küçük kız itilmeden dolayı yere düşerken, düştüğünün tam zıt yönüne bir başka beden düşmüştü. Adamın cansız bedeni yüzüstü bir şekilde mutfak parkesinde yatmaktaydı ve başından akan kırmızı sıvı kahverengi ahşapta hızla yayılıyordu.
Her şey dinginleştikten çok kısa bir süre sonra olay yeri inceleme, görevlerini yerine getirebilmek için daireye gelmişti. Melora, küçük kızın durumunu kontrol etmek için, geldiklerinde Sherlock'un yanından ayrılmıştı. Sherlock ise, geldiklerinden beri yerdeki cesedin önünde boylu boyunca halen daha dikiliyordu. Onun için bir şeyler ters gitmekteydi.
"Mariana'nın durumu iyi. Korkmuş. Zarar görmemiş." Küçük kızın durumunun iyi olmasından ötürü işinin başına yani Sherlock'un yanına geri dönen Melora, ellerini pantolonunu arka ceplerine atıp adamında yaptığı gibi cesede baktı.
Londra'nın öcüsü, yıllardır ortalıkta dolanan Balon Adam'ı yakalamışlardı, ölü bir halde. Onu sağ yakalamak isterdi, cezasını parmaklıkların ardında çekip dört duvarın içinde ömrü boyunca hapsolmasını... Katiller için ölüm basitti, bir kaçıştı onlar için. Katil zihinleri ölmeyi umursamazdı.
"İyi misin?" Bakışlarını ölü adamdan ayırdığında Sherlock'a çevirdi. Yanına geldiğinden beri sessizdi ve bakışları olduğu noktandan hiç ayrılmamıştı. Ayrıca yorgunluğunu görebilmekteydi.
"Beklediğim gibi çıkmadı." Sonunda Sherlock sessizliğini mırıldanmasıyla bozarken, genç kadın 'kim' dercesine bakmıştı adamın yorgun yüzüne. Sherlock, kadına bakmıyor olsa bile onun bu sorusunu algılamıştı. "Samuel Abbott. Adam'a hükmetmişti. Daha erkeksi bir adam bekliyordum. Birazcık çelimsiz görünüyor. Ve şu sırt ateli."
"Üç tane yarası var." Adamın sözleriyle tekrardan Abbott'un yerdeki cansız bedenine baktığında Melora, Sherlock için kendi düşüncelerini paylaştı. Adamın üst kısmı çıplaktı ama onun yerine belini destekleyecek bir ateli vardı. Açıkta kalan yerden gördüğü kadarıyla, kuyruk sokumunun olduğu noktada dikey ilerleyen bir ameliyat izi vardı. "Büyük bir ameliyat, birden fazla operasyon erimiş omurlar anlamına geliyor. Etrafta dolaşmak için Adam'ın yardımına ihtiyacının olması mantıklı."
"Bunu duydun mu?" Sherlock, mırıltısıyla etrafını yoklayıp Melora'ya baktı ama kadın, ona anlam veremeyerek bakmıştı. Duyması gerek bir şey olup olmadığını kendine sorgulatmıştı, çünkü konuştuğu esnada dikkat çeken hiçbir şey duymamıştı.
Sherlock, Melora'ya bir açıklamada bulunmadan yanından ayrılıp, mutfaktan kapısı olmayan odaya geçti. Odanın içinde eşya yok denecek kadar azdı. Odanın bir köşesindeki küçük gömme dolabın kapağı aralıktı ve o aralıktan, dağınık giysilerin raflardan sarkışı görünüyordu. Duvarın köşesinde, hemen pencerenin altından eski püskü pis yer yatağı bulunuyordu. O yatağı üstünde ise dağılmış kirli eski bir çarşaf seriliydi.
Açık pencereden gelen hafif esinti çiçek motifli, en az odanın içerisinde olan eşyalar gibi eski ve kirli olan güneşliği hareketlendirmişti. Odadaki tek ışık kaynağı olarak görünen ise, fişe takılmış şapkasız bir masa üstü abajuruydu.
Sherlock'un ardındaki Melora odaya yüzünü buruşturarak baktı. Ortam hiç iyi ve hijyeni durmuyordu. "Tanrım. Burası Adam'ın uyuduğu yer mi?"
Sherlock yine bir şeyler söylemeden mutfaktan ayrılıp koridorun ucundaki bir başka odaya geçti. Burası diğer odaya nazaran oldukça iyi durumdaydı, hatta bir saray bile denebilirdi karşılaştırılırsa. Klasik bir yatak odasının yanında aşağı kalır yanı yoktu, hatta daha iyiydi. Oldukça geniş bir yatak, küçük ve eski tip olsa da bir televizyon, düzenli bir masa ve masanın üstünde duran dizüstü bilgisayar. Odada her şey oldukça düzenli ve iyi dekor edilmişti.
Odayla ilgilenmeyi kesip doğruca duvarın dibindeki pencerenin yanına geçti. Diğer perdeye nazaran yine daha modern kalan jaluzi perdenin demirliklerini çekip, perdenin yukarıdaki mekanizmada toplanmasını sağlamıştı Sherlock. Böylece çıplak kalan penceredeki kırık ortaya çıkmıştı.
Sıkıntılı nefesini dışa vururken odaya yeni giren şaşkın Melora'la bir bakış paylaştı. Kadın, odanın haline karşı söyleyecek bir söz bulamıyordu. Kendi odasından bile daha konforlu olduğunu söyleyebilirdi. Bu kadar geniş bir yatağı yoktu ve bir televizyon mu?
Hızlı düşünen Sherlock, kendi teorisine bir başka kanıt bulmak için yatağın yanına yaklaştı. Beyaz kılıflı oldukça şişkin yastığın üzerinde saç teli aradı ve gözüne bir tane takıldığında, cebinde taşıdığı büyüteçle daha yakından inceledi. Kısa siyah bir saç teli, ve Abbott'un saçları gördüğü kadarıyla siyah değildi.
Büyütecini cebine geri atarken, eğildiği yerden doğruldu. İçinde biriken siniri bastırarak Melora'ya döndü ve içeride kalan odayı işaret etti. "Oradaki adam, Abbott, Balon Adam değil."
O günün akşamında Adam, odasına çıkmak için ailesinden izin isteyerek yanlarından ayrılmıştı. Onun için hazırlanmış eski odasının kapısını aralayıp içeri geçti. Kapıyı arkasından rastgele itip kapanmasını sağlarken, penceresinden içeri süzülen ay ışığı sayesinde yatağının yanındaki ışık kaynağını belli belirsiz algılamıştı. Tek bir düğmeye basmasıyla abajurdan yayılan sarı ışık, odanın belli bir kısmını yeterinde aydınlatmaya yetmişti.
"Merhaba, Adam." Sırtı odaya dönük kaldığı için sesi duyduğunda korkarak arkasını döndü Adam. Beklemediği bir şekilde odasında biri vardı ve bu biri; Sherlock Holmes'tu.
Çalışma masasının sandalyesinde oturan Sherlock, konumunu bozmadan Adam'ın da yaptığı gibi masanın üstündeki diğer lambayı yaktı. Bu sefer karanlık iyice dağılmış ve Sherlock iyice görünür olmuştu karanlığın içinden. Adam, korku ve merakla odasında bulunan adama baktı. Şaşkınlığı ise eksik değildi. "Bay Holmes, burada ne yapıyorsunuz?"
Sherlock ellerini dua pozisyonunda birleştirirken dudaklarının üstüne yaslamıştı. Mavi gözlerini tek bir saniye bile çocuğun üzerinden çekmezken, ifadesiz yüzünü sergilemekteydi. "Bir başka küçük sohbetimiz için vaktin geldiğini düşündüm."
"Odama nasıl girdin?"
"Pencereden. Bir şekilde elimi kesmeden açmayı başardım." Çocuğa karşı iğnelemede bulunmuştu sözcüklerini döküp pencereyi işaretlerken. İlk sorgusunda, bileğinden avuç içine doğru uzanan yarası hakkında konuşmuşlardı. "Odanın camını açmaya çalışırken elini kestiğini söylemiştin. Kendi odanın. Samuel Abbott'un odasının değil. Yani bugün odanı gördüğümden nasıl şaşırdığımı hayal etsene. İki tane lamba, normal bir yatak, televizyon. Samuel'in odasıyla karşılaştırırsak yapay bir saray. Onun odasında ise lekeli bir yatak ve eski püskü bir çarşaf vardı."
"Hayır, şimdi odamdan bahsediyorsun işte. Beni uyumaya zorladığı yer."
"Hayır Adam, yalan söyleme yine bana." Sesindeki öfkeyi fısıldayarak bastırmaya çalıştı Sherlock. Sonuçta, evde bütün bunlardan habersiz Kemper Ailesi dolanıyordu. "Bana, odanın penceresini açmaya çalışırken elini yaraladığını söyledin. Ebeveyn yatak odasının camı kırıktı. Balon Adam, Samuel Abbott değildi. Sendin."
"Bay Holmes, ben.." Yatağın çevresinden dolanıp Sherlock'un yanına ilerlemeye başladığın sözü kesilmişti. Henüz konuşma sırasının bitmediğini belli etmek için ses tonunda bir baskı oluşturdu Sherlock.
"Büyük odadaki yastıkları inceledim. Kısa siyah saç dışında yani senin saçın dışında bir şey bulamadım. Ebeveyn yatak odasında sen yaşıyordun çünkü ebeveyn sendin." Adamın isteği üzerine sessiz kalan Adam, sandalye çekip Sherlock'un karşısına oturdu. Şimdiki yüz ifadesi, biraz öncekine nazaran daha olgun ve ciddiydi. O sürekli ağlan çocuktan hiçbir eser kalmamıştı. İyi oynuyordu.
Sandalyesine iyice yerleştiğinde ellerini birleştirip kucağına düşürdü. Sherlock'un devam etmesini istedi. Ve Sherlock, Adam'ın bu isteğini geri çevirmedi.
"Beni kandırdın, Adam. Bu sık sık olan bir şey değildir. Senin bir mankafa olduğunu düşünmüştüm. Aslında bayağı zekiymişsin." Tebrik edercesine Adam'a baktı ve Adam, halinden gayet memnundu. "Bir çocuğun, kendisini kaçıran adamla durumu tersine çevirmesi için acayip bir zekası olması gerekir."
"Hiçbir fikrin yok." Nefretle fısıldamıştı Adam, çünkü bu konu hakkında gerçekten hiçbir fikri olamazdı ve yaşamadığı sürece de olmazdı. Fakat Sherlock, şu an bunu umursamıyordu. Sadece bu olayda hangi tarafın daha katil zihniyetli olduğunu bilmek istiyordu. "Daha çok çocuk kaçırmak kimin fikriydi? Onun fikri mi yoksa senin mi?"
Gözlerini bile kırpmadan Sherlock'a bakarken alaycı bir gülümseme takınmıştı. Omuzlarını silkti. "14 yaşına yeni girmiştim, yalnızdım."
"Hayır. İstediğin şey başkasını kurban yapmak ve ona zarar vermekti, aynı zarar gördüğün gibi."
"Hayır, aileleri unutuyorsun. Televizyonda görmem gereken kişiler onlardı..." Çocuğun yüzündeki gülümseme genişleyip daha bir psikopat görünüm kazanırken, birkaç öksürükle hemen kendini toparladı ve açıklaması geri döndü. "... Ağlayıp, çocuklarını kaçıran canavara çocuklarını bırakması için yalvarıyorlardı. Samuel beni kaçırdığında, ilk zamanlar çok zordu. Bir sürü şeye katlanmak zorundaydım ama televizyon izlememe izin verdi, böylece ailemi en az bir kere haberlerde görebildim. Samuel'e beni bırakması için yalvarıyorlardı. İşin ilginç tarafı birazcık etkilenen o değildi. Ben etkilendim"
"Bunun üzerine gittin."
"Benliğimi bulmuştum. Ve durumu nasıl tersine çevirdiğim konusuna gelince, seni kaçıran kişinin IQ'su 90 civarı ise bu çok zor olmayacaktır diyebilirim." Başını yana yatırıp bir başka omuz silkmesi verdi adam için. Masanın üstündeki lambadan yayılan sarı ışık, ikisinin yüzünde ışık gölge oyunları sergiliyordu. "Psikolojik taciz, fiziksel tacizle devam etti. Standart şeyler. Ve dün teklif ettiği Mariana'ya karşılık beni istediği takas bile onun fikri değildi. Bu bir acil durum planıydı. Eğer yakalanırsam, serbest bırakılmamı garanti altına almak için ya elimizdeki rehineyi kullanacaktı ya da yeni birini kaçıracaktı. Ayrıca aptal herifin, polisin bunun üzerinde bir milyon yıl düşünse de anlayamayacağı hakkında bir fikri yoktu."
"Ama dokunulmazlık anlaşması teklif edileceğini biliyordun." Oturduğu yerden kıpırdanan Sherlock öne doğru eğildi. Öfkeliydi, dışına çok yansıtmasa da oldukça öfkeliydi. Ve, Adam'ın giderek yüzünde büyüyün gülümsemesi onu daha çok sinirlendiriyordu. "Tek yapman gereken bu anlaşma ortaya ilk çıktığında üzerine atlamamaktı."
"Beni öldürmek için mi buradasınız, Bay Holmes? Çünkü bunun olasılığını çok heyecanlı bulduğumu itiraf etmem gerek." Derin bir nefes aldı Adam. Gözlerini kısarken, sesindeki alaycı tonu biraz daha arttırmıştı. Sherlock gibi öne eğildi ve fısıldadı. "Gidip dişlerimi fırçalayacağım şimdi. Bence geri döndüğümde burada olmayacaksınız."
Oturduğu sandalyeden kalkıp, bu konuşmanın artık bitirilmesi gerektiğini düşünerek kapıya doğru ilerledi. Dediği gibi yapacaktı, dişlerini fırçalamaya gidiyordu. Ama gitmeden önce son bir şey söylemek için Sherlock'a döndü.
"Eğer bir teselli olacaksa, bu şehirde çok uzun kalmayı düşünmüyorum. Bence yeni bir yere taşınmanın ve yeni insanlarla tanışmanın vakti geldi. Bu küçük sohbetimizi özleyeceğim." Adama son kez gülümseyip odadan ayrıldı ardından kapıyı açık bırakarak. Sherlock ise, Adam'ın ardından odada tek başına kalmıştı düşünceleriyle beraber.
Yatak odasının kapısında, alt alta yapıştırılmış üç adet belge bulunuyordu. Bunlar Adam'ın dokunulmazlık anlaşmasının kopyalarıydı ve bizzat Sherlock onları odasının kapısına yapıştırmıştı. Yeni bir günde, sabahlığının içinde eline aldığı mutfak bıçağının ağırlığını ölçerek hızla belgelere doğru fırlattı.
Sertçe kapıya saplanan mutfak bıçağı, ilk sıradaki belgenin tam ortasına kesik açmıştı. Bundan tatmin olmayan ve sinirini bastıramayan Sherlock, bir başka mutfak bıçağıyla aynı işlemi tekrar denedi. Bu sefer diğer kağıdın üstündeki imzaların olduğu yere saplanmıştı.
"Biraz önce bölge başsavcısının bürosundaki bir arkadaşımdan bir e-mail geldi." Kapının kapanması ardından Melora'nın sesi dairede can bulmuştu. Birkaç saatliğine kendi odasına çekilmiş, bu anlaşmayla ilgili soruşturma yapmıştı. Sherlock'u salonda bulamayışıyla gelen sesleri takip ederek mutfağa adımlarını attı. "Dokunulmazlık anlaşmasının dilinin bayağı net olduğunu söylüyor. 'Adam Kemper Samuel Abbott'la, namı diğer Balon Adam'la geçirdiği süre boyunca işlenilen tüm suçları için yargılanmadan muaftır'."
Mutfağa girdiği gibi Sherlock'un önünden hızla geçmesiyle gerileyerek masaya çarptı Melora. Sırt ağrısı yine gündemi olurken o an, elinde salladığı telefonunu pantolonunun arka cebine postaladı. Adamın ne yaptığını anlamak için gözlerini ona dikmişti. Her şeyi ortaya çıkardı dün akşamdan beri oldukça gergin ve fazlasıyla sinir bozucuydu çevresine karşı. Bu nedenle, Sherlock'un tüm bu tavırlarına sakinlikle yaklaşmakta karar kılmıştı Melora. İkisinin de bu olayda patlayacak bir bomba olması oldukça sakıncalı olurdu.
"Evet bu cümlelere oldukça aşinayım. Kendi kendime gözden geçiriyordum." Ahşap kapıdan mutfak bıçağını söküp aldığında kapı üzerindekileri belgeleri gösterdi. Tekrardan Melora'nın yanından geçtiğinde eski yerine konumlanıp aldığı bıçaklardan birini tekrardan fırlattı.
Derin bir nefes aldı genç kadın. Sherlock'un durumuna bir el atması gerekiyordu artık. İçindeki, o kendine olan öfkesini evden çıkarmaya devam ederse, altında yaşamlarını sürdürdükleri sağlam bir çatının kalacağını pek düşünmüyordu.
"Bak, bu çocuğun yaptığı şey mide bulandırıcı. Dışarıda öylece gezebiliyor olması gerçeğinden nefret ediyorum." Bir başka mutfak bıçağını fırlatmadan önce Sherlock'un tam karşısına geçti Melora. Bu atağına karşılık Sherlock'tan, kendisine nasıl tepki geleceğini bilmiyordu ve bunun içinde hazırlıklı değildi. Bir atak gerçekleştirmişti, artık geri dönüşü yoktu. "Ama bir fark yarattın. Mariana'yı kurtardın ve Adam Kemper'ın gerçekte nasıl bir insan olduğunu polise anlattın."
Melora, Sherlock'la aralarındaki mesafeyi daha da kapattığında adamın sıcak nefesini yüzünde hisset. Gözleri, mavi gözler arasında rota çizerken parmakları Sherlock'un avuç içine kaymıştı. Sherlock'un gözlerinin içine izin istercesine baktı. Çok geçmeden de adam bu izni ona vermişti. Böylece Melora, Sherlock'un elinden mutfak bıçağını aldı.
Teniyle temas eden Melora'nın sıcak tenine karşı kendini tuhaf hissetmişti. Bu tuhaflık yüzünden bıçağı almasına izin vermişti, teması daha uzun tutmak istemiyordu. Çünkü, bundan rahatsızlık duymamıştı ve rahatsızlık duymadığı için rahatsızdı.
Sıkıntılı nefesini dibindeki kadının yüzüne tekrardan vururken kaşlarını çattı. Melora'nın, tam tersi olan yüz ifadesi, yumuşak ve adama teşekkür edercesineydi. "Bir psikopata hapisten kurtulma kozu verdim."
"Kandırdığı tek kişi sen değilsin." Adamın öfkeli fısıltısına karşılık aynı düzey fısıltıyla karşılık vermişti Melora. Belki de çok yakın oldukları için fısıldama ihtiyacı duymuştu, birbirlerini rahat duyabilirlerdi bu mesafeden. Aralarındaki mesafe... Düşüncelerine aralarındaki mesafe eklenmeseydi birbirlerine olan yakınlıklarını algılamayacaktı genç kadın. Bundan rahatsız olmuş olmalılardı, değil mi?
Bakışlarını Sherlock'tan çekip elindeki bıçakla geriledi. Dönüp, kapının üstündeki diğer mutfak bıçağını da çıkardı. "Eve zarar vermeyi kesmelisin. Şu an, sırt ağrımla evin sorunlarıyla uğraşama."
Melora'nın şakacı ama uyarırcasına çıkan ses tonu, Sherlock'u daha da huysuzlandırmıştı. Elindeki bıçakları çekmeceye geri yerleştirirken, Sherlock'un sözleri tüm pozitif duygularını öldürmüştü genç kadının. Buna karşı vereceği tek tepki göz devirmesi olabilirdi. "Uyuyacaksan yatağında uyu dedim, sandalyemde değil. Ayrıca sırt ağrın umurumda değil!"
Çekmeceyi sertçe kapatıp adama döndü. Kollarını göğsünde birleştirip, sabrının taşmak üzere olduğunu gösteren bir kaş çatması ile Sherlock'a baktı ama karşılaştığı ifadeyle kaş çatmasının nedeni yavaş yavaş şaşkınlığından dolayı olmuştu.
"Sırt ağrısı..." Gülümseyerek kadına baktı Sherlock. Ardından yanına gitmiş ve kollarının iki yanından tutup, Melora'ya biraz daha geniş bir gülümseme sunmuştu. Bulmuştu, sorularının cevaplarını bulmuştu. "... İşte. Teşekkürler tatlı, sevgili sırt ağrısı."
Öğle vaktinin geldiğini gün yüzüne çıkaran tam tepedeki güneş, parkın yeşil tonunu canlılaştırmaktaydı. Sonbahar mevsiminde olmasına rağmen Londra, mevsimlik belirtilerini göstermekten bir haberdi bugün. Bu güzel havayı ve hafta sonunu değerlendiren insanlar dışarı akın etmişken, parklarda nasibini almış ve ailelerle dolup taşmıştı.
Adam, ilk defa dışarıda bu denli özgür olmasının tadını çıkararak parklardan birinde, piknik masasına sırtını yaslamış oturmaktaydı. Keyifli keyifli karşısındaki manzarayı izliyordu. Manzarası ise; çocuklar ve ebeveynleriydi.
Çocuklar çimlerin üstünde oradan oraya koşturuyor, birbirleriyle oyun oynuyorlardı. Ebeveynleri ise çimlerde ya da banklarda oturmuş, çocuklarını yoklayıp bu güzel günün tadını çıkarıyordu. Arada küçüklerin eğlencelerine katılırken, çoğunlukla onları seyretmekten yana kullanıyorlardı bu vakitlerini.
Sherlock, yürüyüş yolundan aradığı yüzü bulduğunda sapmıştı. Ayaklarının altındaki çimleri eze eze sonunda Adam'ın yanına vardığında, yanındaki boş yere oturdu. Adam'ın keyifli oturuşuna nazaran daha dik oturuşa sahipti. "Günaydın, Adam."
Adam dönüp, yanına oturan Sherlock'a baktı ama umursamayarak bakışlarını tekrar çocuklara ve ebeveynlerine dikmişti. Gencin neye tam olarak baktığını anlamak için aynı umursamazlıkla önündeki insan topluluğuna çevirdi bakışlarını. Görüşü tam olarak önlerindeki aileyi yakalamıştı. 7-8 yaşlarındaki erkek çocuğu, babasıyla beysbol oynamaktaydı. Çocuğun annesi olduğunu tahmin ettiği kadında, küçük çocuğa destek vermekteydi oturduğu banktan.
"O iki kişinin çocuklarının hayatı için yalvardığını mı düşünüyorsun?"
"Hayır, dışarıda olmak güzel. Sadece vakit geçiriyorum." Dudaklarını büküp, küçük bir baş sallaması verdi. Ardından bakışlarını yanındaki adama çevirmişti. Ses tonunda alaycılık vardı Sherlock için. "Biraz yorgun görünüyorsun."
"Son zamanlarda bunu sıkça duyuyorum." Bakışlarını ailenin üstünden çekip, Adam'a çevirdi. "Şehirden ayrılmadan önce sana William Crawford hakkında bir şey sormak istiyorum. Beşinci kurbanın. Ebeveynleri ona 'Billy' diyordu. Onu, 3 nisan 2007 tarihinde kaçırdın."
Aralarında oluşan küçük bir sessizlikle Adam, kafasından kendi tarihini yokladı. Adamın söyledikleri doğruydu. Onu, sırıtarak ve bir takım sesler çıkararak onayladı. "Doğru, evet. Sarışın çocuk. Çok ağlamıştı."
"Eminim tüm gün anılarını yad edebilirsin. Yine de en temiz işin değildi. Polis, cesedini 7 Nisan'da buldu."
"Evet, o olaydan sonra daha derine gömdük. Birilerinin konuşmamızı dinlemesi ihtimaline karşı şöyle konuşmama izin ver..." Çevrede gezdirdiği bakışlarını Sherlock'a çevirip, masumane bir ses tonu kullandı. Adam, o iyi bir oyuncuydu. "Bay Abbott beni, daha derine gömmeye zorladı."
Sherlock, çocuğu başıyla sakince onayladı. Konuşma sırası ona geçmişti, birazdan gelecek tepkinin keyfini daha şimdiden sürmeye başlayarak çevresindeki insanları izlemeye döndü. "Kimin aklına geldiyse, ki bence güzel düşünmüş; polis, William'ın tırnaklarının altında deri kalıntısı bulmuş. Kesinlikle ona saldıranlardan birine ait. Bu sabah deriyi, Samuel Abbott'ın DNA'sı ile karşılaştırdık."
"Dur da tahmin edeyim, eşleşmedi. Bunun beni korkutması mı gerek?" Rahatını bozmayan Adam, gülümseyerek Sherlock'a çevirdi bakışlarını tekrardan. "Büyük ihtimalle benimdir. Ne olmuş yani? Dokunulmazlık anlaşmam var."
Çocuğun aslında o kadar da zeki olmayışına göz devirip güldü Sherlock. Evet, zekiydi ama düşündüğü gibi de mankafaydı. "Evet, var. Balon Adam'la 'geçirdiğin süre boyunca' işlediğin suçlar için yargılanamazsın. Olay şu ki; Samuel Abbott 23 Mart 2007'de üç omurgasını kırdı. Bu yüzden artık ilaçlamacı olarak çalışamıyordu ve sırt ateli takıyordu."
Adam, Sherlock'un sözlerindeki olayın tam olarak nereye bağlanacağını algılayamamıştı. Bu yüzden sessizliğini koruyup, boşluğa diktiği gözleriyle sonuca bağlamasını bekledi.
"Hastanede üç hafta süren bir operasyon geçirdi. O süre zarfında yatalak olduğuna inanıyorum." Sherlock'un dudaklarından çıkan her bir sözcüğe karşıt, rahatça oturduğu yerden yavaşça oturuşunu toparlamaya başladı. Bu sözcükler onun algılarını açmasına yetmişti ve bu durumdan rahatsızlık duymuştu. Adam'ın durumunu umursamayarak sözlerine devam etti Sherlock, çocuğun rahatını bozduğu için keyfi yerindeydi. "Hastane yatağındayken, genç bir çocuğu kaçırıp öldürmenin zor olacağını düşünüyorum. Hatta imkansız diyebilirim."
Adam, omuz silkip alt dudağını bükmüş, Sherlock'a tedirgin bir gülümseme vermişti. Sert yutkunuşla tekrardan ciddiyetine geri döndü. "Dokunulmazlık anlaşmam var."
"Samuel Abbott'la geçirdiğin süre boyunca işlenilen tüm suçları için. Ama William Crawford'u tek başına kaçırdın, değil mi? Ne oldu, oyun arkadaşın hastanedeyken sıkıldın mı?" Adam'a tekrardan hatırlatmak için sözcüklerinin altını çizerken, eğlenen taraf bu sefer Sherlock olmuştu. Adam'ın saniyeler içinde değişen yüz ifadesi keyfine keyif katıyordu. "Aslında bakarsan, söyleme bana çünkü umurumda değil."
Ardına yaslanan Sherlock, çocuklu aileleri izlemeye geri döndü. Londra'nın bu günkü güzel havası daha yeni dikkatini çekmişti. Adam ise tedirginlikle parkın çevresine göz attı, çünkü polis araçları teşvik etmişti oldukları yere. Oturduğu yerden huzursuzca kıpırdandı. Bir kez daha sesli bir şekilde yutkunduğunda çevreyi izleyen Sherlock'a baktı. "Gelenler benim için mi?"
"Ailen parkta olduğunu söyledikten hemen sonra aradım onları. Şansını deneyip kaçmak istiyorsan çekinme. Seni daha önce yakalamış dedektifte burada. Yaptıklarına ve sebep olduklarına oldukça nefret ve öfke dolu. Kaçmaya çalışırsan seni daha çok hırpalar." Sherlock, çocuğa bakıp oturduğu yerden kalktı. Otururken arkalarına aldıkları gölün çitlerine yaslanmış sportif şapkası başında olan Melora'yla bakışları kesişmişti. Melora, Sherlock'tan aldığı işaretle çocukla olan işinin bittiğini anlayıp, yaslandığı çitlerden geri çekildi.
"Yalnızca bir cinayet vardı." Yanından ayrılmak için ayaklanan adamı, sözleriyle durdurdu. Hâlâ bir umut olduğunu düşünüyordu kendi için. "Ve Samuel beni taciz etti. Yakında çıkarım."
Sherlock artık Adam'la işinin bittiğini düşünerek onunla ilgilenmedi ve yoluna devam etti. İşin bundan sonrası artık Melora'daydı.
Melora, Bayan Hudson'dan aldığı malzemelerle Sherlock'un dairesine, direk mutfağa açılan kapıdan giriş yapmıştı. Bugün yarım günlük izni vardı, akşama doğru mesaisi başlayacaktı fakat, işinin başına geçmeden önce yapması gereken çok önemli bir şey vardı.
Ardındaki kapıyı dirseğiyle kapadığında tepsiyi masanın üstüne bıraktı. İçerisinde sıcak suyun bulunduğu porselen demliğe tepsideki malzemelerden belli bir miktar katarken, karıştırıp beklemeye aldı.
Bir ara Sherlock'un gözlerini üzerinde hissetmişti ama sonra onları üzerinden çekmişti. Adam, salondaki iki pencerenin arasındaki küçük masada oturmuş, önündeki dosyalarla ilgilenmekteydi. Bu duruma karşı gerçek anlamda göz devirmesini durduramamıştı genç kadın.
Kazağının kollarını sıvayıp, çay dışındaki planın diğer adımına geçiş yaptı. Dairedeki, içeriyi aydınlatan tüm pencerelerin perdelerini tek tek kapamaya koyuldu. Bu hareketi ilk başta Sherlock'un dikkatini çekmemişti. Daha doğrusu kadının ne yaptığını umursamamıştı fakat, yanındaki pencerenin perdesinin çekilmesi ve içeriyi aydınlatan ışık kaynağının kısıtlanmasıyla, sonunda bakışlarını Melora'ya dikmişti.
"Ne yapıyorsun?"
Sherlock'tan gelen soruya gülümsedi, sonunda dikkatini çekebilmişti adamın. Masanın diğer ucundaki pencerenin perdesini kapamaya giderken, adamın sorusunu yanıtladı. "Seni tüm uyarıcılardan mahrum ediyorum. Biraz uyumanın vakti geldi."
Evet, uyumak için saatin çok erken olduğunun farkındaydı Melora ama akşam burada olmayacaktı ve o saatlerde adamın uyuyup uyumayacağında emin olmazdı. O yüzden, şimdiden işini sağlama almak istiyordu. Sherlock'u düşünüyordu, onun iyiliğini istiyordu. Günlerdir uyumamıştı ve bu Balon Adam davası adamı bayağı yıpratmıştı.
"Ne? Hayır, hayır hayır. Bir dava çözdükten hemen sonra, başarınla coşarsın. İşin üzerine iki kat eğilmeliyiz." Elindeki, okuduğu dosyayı eğip geriye yaslanırken kadını uyarmıştı. Fakat Melora bu uyarıyı aldırmamıştı. Çektiği perdeden içeri gün ışığının gelip gelmediğini kontrol ederken tek kaşını kaldırıp sorusunu Sherlock'a iletti. Adamın kurmuş olduğu cümle nedense kulağa hiç iki kişilikmiş gibi gelmemişti. "Biz mi?"
"Sen, ben ve kafatası." Şömine rafından, oturmuş olduğu masanın üstüne transfer olan kafatasını gösterdi Sherlock. Melora, adama bakıp göz devirirken gülümsemişti. Aynı şekilde karşılık veren Sherlock, gülümsemiş ama ciddiyetini de korumuştu. "Üçün birleşimi. Seni onayladığımızı biliyorsun, değil mi?"
Adamın ne yapmaya çalıştığını biliyordu. Konuyu değiştirip bu uyku meselesini unutturmayı amaçlıyordu fakat buna izin vermeyecekti. Melora kurnazca gülümseyip yavaşça adamın yanına yaklaştı. Tek kaşını kaldırıp Sherlock'a doğru eğilirken mavileri, elalarıyla yüzleştirmişti.
Açıkçası Sherlock, üzerindeki Melora'nın etkisini hissedebiliyordu. Genç kadın, insanlar üzerinde bu etkiyi mükemmel bir şekilde sağlıyordu ve iyi kullanıyordu, buna pek çok kez şahit olmuştu. Bu konuda, bu denli şaşırdığı şey; kendisinin de bu insanlar arasında olduğuydu. Normalde etkilenen değil, etkileyen olurdu. Melora bunu tersine çevirmişti, fakat etkisi altına almasına izin vermemeliydi.
Melora, Sherlock'un elindeki dosyayı çekip aldığında, adamında düşüncelerinden kendini toparlamasını sağlamıştı. Elindeki dosyanın gitmesi, kadın için bir başka uyarıda bulunmasına neden olmuştu ki diğer yandan üzerindeki etkiyi geri püskürtmeye çabalıyordu. "Hey! Hayır, hayır. Bu..."
Adamın sarf ettiği sözcükleri umursamadan elindeki dosyayla beraber masaya döndü. Yerdeki kutuyu gözüne kestirip onu ayağıyla masanın ucuna iterken, masanın üstünde kalan ne varsa iterek kutuya postaladı.
"Şu an enerjik, fikir ve hareket gücü doluyum." Sherlock, Melora'yı durdurmak için sözcükler sarf etse de artık çok geçti. Onun kararlı hareketlerini bu sefer yıkamamıştı. Belki de haklıydı, biraz olsun uyumaya ihtiyacı vardı. Bu yüzden bakışları meraklı bir şekilde mutfaktaki tepsi ve üstündekilere gitmişti. Melora'nın o tepsiyle geldiğini biliyordu. "Ne tür bir çay o?"
Melora işini bitirip, tüm dosyalardan kurtulduğunda gülümseyerek Sherlock'a baktı. Aralarındaki mesafe biraz azdı, bunun için birkaç adım gerilemişti. Yüzüne düşen saçlarını bir eliyle geriye tararken diğer elini hafif hafif ağrıyan beline attı. "Uyku getiren çay. Toksinlerden arındırır ve sistemi temizler. O çayı içeceksin ve doğruca yatağa yatacaksın."
Melora, kesinlikle Sherlock'u uyutmak için istikrarlıydı ve Sherlock, Melora'nın elinden kaçamayacağını iyi biliyordu.
Yazım yanlışlarım varsa affola.
Küçük yıldıza dokunmayı, konuşma balonuna tıklayıp düşüncelerinizi paylaşmayı unutmayın.
Ne kadar etkileşim,
o kadar mutlu pofuduk...
01. Bölüm sorusu;
Melora-Sherlock ilişkisine 10 üzerinden puan verseniz, kaç verirdiniz?
02. Bu kitabı okumaktan hoşlanacak arkadaşlarınızla paylaşır mısınız, nedense böyle bir istekte bulunasım geldi sizden ehem 💙
03. Ayrıca bu bölümü yazarken çok yoruldum, ühü
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top