8. Bölüm | Okulun Gözdesi
Bölüm 8: 'Okulun Gözdesi'
3 gün sonra
"Mercan, bana bak anneciğim!" diye ısrarla mırıldandı Fahriye. "Bak, bu senin ilkokul günün ve sen böyle yapmaya devam edersen okula geç kalacak ve bu güzel günü mahvedeceksin!"
"İstemiyorum!" diye bağırdı Mercan. "İştemiyorum işte!"
"Ama hani okul için heyecanlıydın?"
Mercan, omuzlarını silkip huysuzca söylendi. "Artık istemiyorum işte, gitmeyeceğim."
"Ama yeni arkadaşlar edinecektik ya hani?"
"Başka arkadaş istemiyorum ben!"
Fahriye oflayıp kızının elini bıraktı ve topuklu ayakkabılarını çıkarıp yere oturdu. Mercan başka arkadaşlar edinmek zorundaydı çünkü eğer yeni arkadaşlar edinemez ve şu an ki hayali arkadaşına takılı kalırsa, Ayten'in son çare olarak gördüğü uzman fikri hayata geçirilmeye hazır olacaktı. Kızının hastaneler ya da doktorlar ile geçireceği bir çocukluğun ileriki yaşamına nasıl bir etki oluşturacağını bilmediğinden arkadaş edinmesinde yardımcı olması gerekiyordu. "Anneciğim, bak orada bir sürü arkadaş edineceksin. Hepsi senin yaşında olan, seninle aynı şeyleri öğrenecek onlarca öğrenci olacak. Onlarla tanışabilir, birlikte oyunlar oynayabilirsiniz. Hem birlikte yazı yazmayı öğrenecek, hem de evcilikler oynayacaksınız. Hani geçen sefer parkta gördüğün yakar top oyunu var ya, işte birlikte onu oynayabilirsiniz. Ne bileyim, ip atlamayı, sek sek oynamayı öğrenirsin. Belki..."
Uzanıp, kollarını göğsünde birleştirmiş olan kızının çantasından sarkan kaplumbağasını eline aldı. "Belki onlarında bir kaplumbağası vardır, Yeşillik yeni arkadaşlar edinir? Olamaz mı?"
"Onlarla yapmak zorunda mıyım?"
"Ama bunlar arkadaşlarla oynanan ve çok zevkli olan oyunlar tatlım."
Mercan, özenle topladığı saçlarından resmen sökerek attığı tokalarını ayakları altında ezmeye ve dudaklarını sarkıtmaya devam etti. "Bir sürü boya kalemi, bir sürü resim defteri aldım ya ben sana... İşte birlikte resim yapabilirsiniz, arkadaşlarını çizebilirsin. Bunları daha önce konuştuk bir tanem, sende kabul etmiştin. Çok eğleneceğini söylemiştim, hatırlamıyor musun?"
"Evet ama..." diye mırıldandı Mercan. Yanakları gözyaşlarından dolayı kırmızılaşmış, saçları oldukça dağılmış ve annesinin özenle taktığı çantasının sapları daha ilk andan yırtılmaya hazır hale gelmişti. Mercan yere çöküp, kollarını göğsünden ayırmadan gözyaşlarını sildi. "Ama arkadaşım bana okulun çok kötü bir yer olduğunu ve insanların beni sevmeyeceğini söyledi. Onu da sevmemişler, bu yüzden okula gitmiyormuş."
"Arkadaşın..." diye soluklandı Fahriye. Kendisi de kızını okula bırakacağı için özenle süslenmiş, tıpkı bir buluşmaya gidiyormuş gibi saçlarına şekil vermişti. Kendini komşularına kabul ettirme çabasının okulun ilk gününde de devam etmesi gerektiğini biliyor, aynı zamanda kızının daha da heveslenmesini istiyordu ancak bir gün önce hiçbir sorun olmayan okula gidiş heyecanı bugün aniden teklemişti. Gece her ne olduysa kızı okula gitmekten korkar olmuştu.
Bu ani fikir değişikliği Fahriye'nin hoşuna gitmemişti.
"Arkadaşın okula gitmek konusunda yeterince cesur olmadığı için tüm güzel eğlencelerden mahrum kalmış. Bu yüzden de seni tehlikeli oyunlara yönlendiriyor. Hâlbuki henüz keşfetmediğin bir sürü eğlenceli oyun var.
"Anne... Ben okula gidecek kadar cesur değil miyim?"
"Ben cesur olduğunu düşünüyorum ama sen cesur olmak istemiyorsan okula gitmezsin, bu yüzden de tüm eğlenceyi kaçırırsın. Sonra da diğer çocuklar eğlenirken onların arasına katılmak istersin. Neden şimdi gitmeyesin ki?"
Mercan başını kaldırıp annesine baktı. "Ama beğenmezsem eve gelebilir miyiz?"
Fahriye gülmemek için dudaklarını şekilde şekle soktu. "Eğer okulu beğenmezsen eve geri dönebiliriz."
Mercan ayağa kalktı ve minicik ellerini annesinin yanaklarına yasladı. "Ağladığım için özür dilerim anne ama ben şimdi cesur olacağım tamam mı? Sen üzülme."
Mercan tembihler gibi annesinin yanaklarını sıkıp öpücükler kondurdu ve gülümsedi.
"Aferin benim küçük kızıma! Bugün çok eğleneceğiz, kesinlikle bunu seveceksin. Ama önce bu yaramaz kızın saçlarını yeniden toplamalıyız."
Fahriye yerde ezilmiş tokayı temizleyip kızını koltukların yanında, hemen önüne oturtturdu ve saçlarını özenle tarayıp yeniden topladı. "Bu kadar bağırdığına gerçekten inanamıyorum," diye fısıldadı kendi kendine. "Son zamanlarda epey huysuzsun ha?"
Mercan, eski heyecanını kazanmaya adım adım yaklaşmış bir halde ayaklarını sallayarak şarkı söylemeye ve uslu bir kız olmaya çalıştı. Annesi de saçlarını toplayıp, yüzünü yıkayıp okula hazır bir hale gelmesini sağladı. Mercan beyaz bir elbise giymiş, saçlarını da iki yandan çinçin yaparak annesinin ördüğü beyaz dantelli tokaları takmıştı. Küçülmeye başlamış ancak hala daha sağlam olan beyaz ayakkabıları ile temiz görünümü tamamlanıyor ve sarı saçları, beyaz teni ile birlikte de oldukça masum görünüyordu. Mercan oldukça güzel bir kız çocuğuydu ve ne giyse fiziğine yakışır annesinden geçen bu özelliğin baki kalacağı belliydi.
"Şimdi çok daha iyi görünüyoruz," dedi. Birlikte aynaya bakıp kendilerini süzdükten sonra gülümsediler. "Hadi gidelim,"
Okul, ilkokul olması nedeniyle oturdukları siteye oldukça yakın bir sokakta bulunuyordu. Okula yazılan öğrencilerin çoğu bir şekilde komşularıydı ve bu açıdan Mercan, yeni arkadaşları ile vakit geçirmek konusunda sorun yaşamayacaktı. Okulda ya da parkta dilediği gibi eğlenebileceklerdi. Havanın güzel olmasının yanı sıra gökyüzünde sıcak bir rüzgâr vardı. Bu sıcak havanın etkisiyle birlikte okul yolunu bir nebze uzatarak, anne kız el ele okula yürüyerek ulaştılar. Mercan, biraz korkak, birazda heyecanlı bir halde sürekli etrafına bakadururken, Fahriye'nin de gözleri okulun yakın olmasını pekte umursamamış olan zengin komşularındaydı. Bahçe kapısından ardı ardına arabalar geçiyordu. Fahriye ve Mercan el ele okul bahçesinden içeriye girerlerken yanlarından oldukça şık bir beyaz spor araba geçti. Arabanın içindeki kızıl saçlı kadını hemen tanıyan Fahriye, onların bu gösteriş meraklısı hallerini kaldırmanın zorlu olacağını ve aynı şekilde çocuklarına geçmiş olan huylarının Mercan'ı şaşırtacağını biliyordu.
Maddi durumları iyi değildi ve çevresi bu derece görkemliyken Mercan'ın henüz küçüklükten dışlanması olasıydı. Bu yüzden de Fahriye maddi durumunu belli etmeyi hiç planlamıyordu. Oturduğu ev sitedeki en eski ev olabilirdi ancak giyimine ve kızının giyimine önem vererek bunu örtecekti. Biliyordu ki, annelerin gözünde ne seviyede kalırsa, çocukların görüşü de Mercan'ı o derece etkileyecekti.
Henüz ilk andan bunu anlayıp plan hazırlayabilecek kadar zeki ve öngörülü bir kadın olmasının yanı sıra, bu tarz ortamlardan bir hayli uzak olduğunu saklamakta da ustaydı.
Oldukça özgüvenli bir şekilde okul bahçesinden girip, kızının şaşkın bakışlarının aksine güleç davrandı. Komşularını etkilemesi gerektiği kadar da, bu gülüşün kızının moralini de yerine getirmesi gerekiyordu. Kızının geçtiği bu zor dönemi ve hayali arkadaşını atlatamadıktan sonra tüm bunların bir amacı zaten kalmayacaktı.
Okul, beyaz ve mavi renklerinde boyanmış duvarları ve çiçeklerle süslü ağaçları ile oldukça sevimli görünüyordu. Bahçe, ilk gün olması nedeniyle kalabalıktı. Rengârenk giyinmiş bir sürü çocuk, birbirlerini süzmekle meşgul genç kadınlar ve muhtemelen günün çabuk bitmesini arzulayan babalar ile doluydu alan. Otopark, bahçeden biraz daha uzağa konumlandırılmış olsa da, otoparkın kalabalığı da günün şenliğini göstermeye yeterliydi.
Bahçedeki çocuk cıvıltıları Mercan'ın bir hayli ilgisini çekmiş gibi görünüyordu. Her ne kadar yeni arkadaş fikri onu nedensizce korkutuyor ve annesinin eline sıkı sıkı asılıyor olsa da, 6 yaşında bir çocuk olarak oyun onun için her zaman bir davet olarak sayılıyordu.
"Bak, burası dilediğin gibi oyunlar oynayabileceğiniz bahçeniz. Yerlerdeki seksek izlerini görebiliyor musun? Çok güzeller değil mi? Ders aralarında, yani teneffüste öğretmenleriniz sizi oyun oynamaya çıkaracak, hep birlikte burada koşuşturacaksınız."
Fahriye, hafif eğilmiş bir halde kızının heyecanını katlamak için uğraşırken, Mercan'da yanlarından geçtiği çocuklara baktı hayran hayran.
Tıpkı parktaki gibi kendisine 'deli' derler diye korktuğundan, üzerine dönen bakışlardan tedirgin oluyordu ama biraz sonra bir kız çocuğuyla göz göze geldiğinde kız sevimlice elini salladı. "Aaa bak, oradaki kız sana el salladı. Hadi sende karşılık ver."
Fahriye heyecanla kızının el sallaması için elini bırakırken, Mercan'da masumca kendisine gülen kıza baktı. Biraz sonra titreyen elleri usulca havaya kalktı ve tıpkı kız gibi iki elini havada hızlı hızlı salladı. Kız karşılığında gülüp tekrar el salladığında aralarındaki bu tatlı etkileşim veliler tarafından da fark edildi; anne ve kızı, Fahriye ve Mercan'ı yanına davet etti.
"Merhaba, bu küçük hanımın adı ne bakalım?" diye öncelik kazandı karşıdaki kadın. Kısa, siyah saçlara ve çekik gözlere sahipti. Kızı da annesinden nasip almış bir şekilde küçücük gözlere sahipti. "Anneciğim, hadi adını söyle bakalım," dedi Fahriye. Mercan, ellerini önünde birleştirip başını iyice annesinin bacaklarına yasladı. "Benim adım Mercan."
Ve Mercan'ın çekingen tavırlarının karşılığında küçük kız elini özgüvenle uzatıp adını mırıldandı. "Benim adımda Sümeyye, tanıştığıma memnun oldum."
İki küçük kız el ele tutuşurken annelerde tanıştı.
"Evet, bizde mavi kuş sitesinde oturuyoruz."
"Ahh, şu aşağıda kalan değil mi?" "Evet,"
"Kızlar, siz diğer çocuklar ile tanışmak ister misiniz? Bakın, orada toplanmışlar hadi sizde gidin."
"Gidiyoruz anne!"
Sümeyye, teklif dahi etmeden Mercan'ın elinden tuttuğu gibi onu diğer çocukların yanına götürdü. Sümeyye, heyecanlı bir şekilde çocukların arasına karıştı ve cıvıltılı bir şekilde seslendi. Mercan ürkek adımlarla ancak arkasından yetişebildi. "Merhaba!"
Daire oluşturmuş birkaç çocuk, aynı anda Sümeyye'ye cevap verdi. "Merhaba, merhaba!"
Hepsi birer birer adını söyleyip, heyecandan yerlerinde zıplarken küçük dairenin içinde kusursuz gülücükler saçılıyordu. Mercan'da tıpkı diğer çocuklar gibi heyecanlı ve güleçti. Eteklerinin ucundaki tüller ile oynayıp ayaklarını yere çarptı.
"Peki, senin adın ne?"
Esmer bir çocuğun, gözlüklerini çıkarıp yönelttiği soru Mercan'ı hedef almıştı.
Sümeyye, Mercan'ın cevap vermesine fırsat tanımadan elini omzuna attı ve kıkırdadı.
"Onun adı Mercan!"
Sümeyye Mercan'dan hoşlanmış gibi duruyordu.
"Aaa, adın Mercan mı? O ne demek?"
Tüm çocukların ilgisi biranda Mercan'a dönünce Mercan utançla başını eğdi. Küçük dudakları tedirginlikle kıvrılıp, ince bileği öylesine çevrilip dururken annesinin söylediği sözleri hatırlamaya çalıştı.
"Şey..." dedi gergince. "Denişlerin altında yaşayan bir canlının ismiymiş."
Hep bir ağızdan 'Voahhh' diye bir ses yükseldi. "Yani deniz altında yaşayabiliyor musun?"
Mercan kıkırdadı, "Deniz altında nasıl yaşanır? Nasıl nefes alacağım?"
Soruyu soran çocuk, parmakları ile burnunu kapatıp komik bir ses çıkarmaya başladı. "Böyle nefes alamaz mısın?"
Çocuklar güldü, kıkırtıları ara sıra annelerinin dikkatini çekiyordu. Fahriye'nin gözleri ise en başından beri zaten Mercan'ın üzerindeydi. Kızının her bir hareketini izliyor ve ne düşündüğünü anlamaya çalışıyordu.
"Yaa, öyle durursan köpekbalıklarının kokusunu alamazsın!" diye atıldı Sümeyye.
"Köpekbalıkları mı? Daha önce köpekbalığı gördün mü?"
"Ne? Sen görmedin mi? Annemle denizin altına gitmiştik, orada bir sürü bir sürü balık vardı. Böyle yukarıda, pencerenin arkasında duruyordu. Hepsi çok büyüktü ama en büyükleri köpekbalıklarıydı."
"O zaman senide köpekbalıkları yiyecek!" dedi biranda bir çocuk. "Mercan'ı köpekbalıkları mı yiyecek?"
"Denize gitmezsem yemezkiii," dedi Mercan. "Yani sen hiç denize gidemeyecek misin?"
Mercan omuzlarını silkti çünkü daha önce zaten hiç denize girmemişti. Sadece televizyonda görmüştü, sahili ve o sıcak kumları yalnızca annesinin anlattıkları kadar biliyordu.
"Gitmeyeceğim ki..."
"Mercan hiç denize gidemeyecek," diyerek üzülen çocuklar ise çoktan birkaç defa sahile uğramış ve denizin tadını çıkarmıştı.
Çocuklar kendi aralarında isimlerinin anlamlarını sormaya devam ederken, küçük dairenin ortasına büyük bir hızla genç bir çocuk daldı. Daire kısa bir anlığına şaşkınlıkla dağılıp, küçük kızlar çığlık atarken yere düşen gözlüklü oğlan homurdandı.
"Yuh, ne yapıyorsun!"
Arkadaşlarına çarpmış olduğunu hiç umursamadan gülen çocuk başındaki komik şapkayı düzeltip soluklandı. "Ne yapıyorsunuz bücürler?" diyerek harfleri yaydı. Şüphesiz ki ortamdaki en uzun boylu kişi oluşu onun için bir avantaj olarak görülüyordu.
"Ne bücürü ya! Aynı yaştayız biz!"
"Benim boyum çok uzun, sizden daha büyüğüm ben," deyip güldü oğlan. "Oooo, burada yeni yeni bücürler var," diyerek de etrafındaki toparlanan çocukları süzdü.
"Hiçbirinizi tanımıyorum."
Erkek çocukları gülmeye başlayınca, uzun boylu oğlan alık alık bakındı. "Zaten yeni tanışıyoruz uzun arkadaş! Kimse birbirini tanımıyor."
Uzun boylu çocuk omuzlarını silkti. "Yoooo, bizim sitede oturan var mı diye bakıyorum. Hiçbir arkadaşım gelmemiş ya bugün, herhalde hepsi sakatlandı."
"Yaa, arkadaşların mı sakatlandı?" diye sordu Sümeyye. "Okula gelemeyecekler mi?"
Uzun çocuk şapkasını düzeltti. "Yaa, siz bilmiyorsunuz kii... En yakın arkadaşım ayağını kırdı. Parkta oynarken kırıldı, çok kötüydü. Hastaneye gitti, doktoru da okula gitme demiş. O yüzden gelemedi."
"Iyyy!" dedi Sümeyye. "Ayağı mı kırılmış! Ayak nasıl kırılır?"
"Düşersen kırarmışsın! Oyuncakların bacağı böyle kırılıverir ya, onun gibi!"
"Ama çok acımıştır ya!"
"Çok ağladı çok!" dedi çocuk. "İşte, herhalde diğerleri de sakatlandı kimse yok bizim siteden."
"Sen hangi sitede oturuyorsun?" dedi Sümeyye.
"Mavi kuş sitesi var ya... Şu tarafta kalıyor. Bak, ağaçların arkasında."
"Senin boyun uzun olunca görüyorsun tabi, biz nasıl görelim?" diye huysuzlandı, biraz önce onun yüzünden yere düşen gözlüklü çocuk.
"Aaa, Mercan! Sizinle aynı sitede oturuyormuş," dedi heyecanla Sümeyye. "Sende mi o sitede oturuyorsun? Eee, ben seni hiç parkta görmedim ki?" dedi uzun boylu çocuk.
Mercan omuzlarını silkti ve başını yere eğdi. "Sen hiç parka gelmedin mi?"
"Geldiiiimm," diye mırıldandı Mercan. "Ama ben seni görmedim."
Uzun boylu oğlan Mercan'ın yanına gelip uzun uzun baktı. "Eğer sen parka gelmişsen ben seni kesin görmüşümdür." Ellerini çarpıp alnına yasladı. "Üstün zekâm ile seni hatırlayacağım!"
Sümeyye Mercan'a omuz attı. "O kadar uzun ki sizi göremediği için hatırlamıyor!"
Sümeyye'nin şen kıkırtısına diğer çocuklarda eşlik etti. "Yaa, görüyorum ben!" diye huysuzlandı çocuk. "Hem sen ayağı kırılan arkadaşımı tanıyor musun?"
Mercan önce cevap vermedi, sonra da parka gittiği o ilk günde düşen çocuğu hatırladı.
Deli...
Kendisine deli diyen çocuğun merdivenlerde düşüp kendine zarar verdiğini hatırladı. Sarışın, yaramaz çocuk o gün çok ağlamıştı. Acaba uzun çocuğun bahsettiği kişi o muydu? Yani sarışın çocuğun ayağı mı kırılmıştı? Ama annesi hiçbir şeyi olmadığını, sadece biraz hastalandığını söylemişti.
Ayağı kırılmışsa gerçekten canı yanmış olmalıydı.
"Parktayken düşmüştü, ayağı da düşünce kırıldı. Böyle sarı saçlı bir çocuk, tanıyor musun?"
Mercan başını iki yana salladı. "Ya! Parka geldiysen tanıyorsundur, Ege'yi herkes tanır!"
"Tanımıyorum," diyerek yalan söyledi Mercan. Yoksa 'bana deli diyen çocuk' demek zorunda kalabilirdi.
"Ama bir dakika!" diye atıldı uzun boylu çocuk. "Sanki seni orada görmüştüm."
Çocuklar, uzun boylu çocuğun kendi kendine hatırlama çabalarına girmesine gülüp güleç espriler yaparken Sümeyye aniden Mercan'a döndü.
"Annesi belki anneni tanıyordur Mercan?" diye sordu Sümeyye. "Annen parka geliyorsa belki tanışmışlardır. Bak, annesi orada annemle konuşuyor," diyerek Fahriye'yi gösterdi küçük kız. İşaret parmağı hevesle Fahriye üzerinde dolanırken,
"Nerede? Nerede?" diye merakla atıldı diğer çocuklarda.
Sümeyye annesini ve Fahriye'yi tarif etmeye başladığında Mercan'da omuzunun üstünden usulca annesine baktı. Annesi onca kadının arasında öylesine bir güzellikle parıldıyordu ki, uzun uğraşlarla tarif etmeye gerek yoktu. En öne çıkan, en güzel olan kadın şüphesiz ki Fahriye'ydi.
Mercan'ın annesine olan o güvenci, annesine duyduğu o sırtını yaslama hissi o an yok oldu. Annesi olmadan asla gelemeyeceği bu alana, annesi olmadan gelmiş olmayı diledi. Annesinin elini sıkı sıkıya tutarken hiçbir sorun yoktu ancak şimdi... Şimdi değişmişti. Annesi sırf kızı dışlanmasın diye onca çabaya tutuşmuşken Mercan annesinin yok olmasını diledi. Fahriye'de kadınların konuşmalarının ardından Mercan'a baktığında, onun ve arkadaşlarının kendinden tarafa baktığını görünce gülümseyip el salladı.
Mercan, hiç olmadığı kadar üzgün bir halde annesinin gülümseyişini izledi.
"Annesi çok güzel değil mi?" diye fısıldayan kızların ardından bağırdı uzun boylu çocuk. "Aaaa, bu abla parktayken Ege'ye yardım etmişti. Hatırlıyorum onu... O senin annen mi?"
Mercan usulca başını salladı. "Aaa, annesi doktor mu?" diye fısıldaşan çocukların sesi hiçliğe karıştı. "Anneni hatırlıyorum, bak! Demek ki seni de görmüşüm. Gördüğümü biliyordum... Sanırım... Iıı, şey... Sanırım, ha! Şimdi hatırladım! Ege bize seni göstermişti. Sen salıncakta sallanmıyor muydun?"
Mercan, titreyen dudaklarının ardından başını kaldırmamakta ısrar ederek çocuğu reddetti. "B-ben Ege'yi tanımıyorum."
"Yok ya, gördüm ben seni. Ege senin yanına gitmişti, seni göstermişti bize. Hım... Ne demiştiii? Haa, sen şu deli kızsın!"
Uzun boylu çocuk uzun bir düşünme sürecinin ardından ellerini çırpıp Mercan'ı işaret etti. "Deli mi?" diye mırıldandı Sümeyye. Mercan'ın koluna girip onu arkasına çekti. "Ya! Aptal mısın? Niye ona deli diyorsun!"
Uzun boylu çocuk kahkahalar atmaya başlarken omuzlarını silkti. "Ege dediii," dedi.
"Deliymiş bu kız, kendi kendine konuşuyormuş."
Çocuklar, kendi aralarında fısıldaşıp gülüşmeye başlarken Mercan iyice Sümeyye'nin arkasına saklandı.
"Yanlış durmuştur belki? Kulaktan misafir olunurken yanlışlık olabiliyor!" diye kızdı küçük kız. "Hayır ya! Duymuş işte, kendi kendine konuşuyor, deli bu kız."
Diğer çocuklar 'Deliymiş!' diye gülüşedururken Sümeyye'de arkasına dönüp Mercan'a baktı. "Kendi kendine mi konuşuyordun Mercan?" diye sordu usulca.
Mercan başını iki yana salladı ama onlara Kalika ile konuştuğunu söyleyemeyeceği için devamını getiremedi. "O zaman yanlış duymuşlardır değil mi?"
Mercan omuzlarını silkti. Sümeyye, Mercan'a gülümseyip arkasına döndü. "Yanlış duymuştur o tamam mı? Yaramazmış zaten, ayağını bile kırmış. Yanlış duymuştur o, deli deyip durmayın." Sümeyye, ellerini beline yaslayıp kızgın anlarında annesinin takındığı tavra bürünerek çocuklara kızdı. "Söylemesenize ya!" dedi.
"Doğru duydu ama biliyorum ben," dedi çocuk. "Gelince ona sorarız, görürsünüz."
"Tamam, gelince sorarız," dedi Sümeyye'de. "Ege her şeyi anlatsın."
Sümeyye, öylesine bir çaba ile Mercan'ı savunurken biraz sonra konu değişti.
"Hadi şimdi parka gidelim!"
Çocuklar toplanıp okulun içinde kalan küçük alana giderken Mercan, kolları önünde bağlı bir şekilde öylece kalakaldı. Çocukların ardından hüzünle bakarken omuzları düşmüş, gözleri tane tane gözyaşları ile dolmuştu.
"Ege her şeyi anlatsın..."
"Ege her şeyi anlatsın... Gelince ona sorarız..."
"Kendi kendine konuşanlara deli derler akıllım..."
"De-li, de-li, de-li..."
"Ama ben deli değilim ki..." diye kendi kendine mırıldanıp hüzünle yere çöktükten biraz sonra annesi aniden yanında düz çöktü. "Anneciğim ne oldu, bir yerin mi acıyor?" diye merakla kızına uzanırken Mercan omuzlarını silkip annesinin kendine uzanan ellerini uzaklaştırdı. "İştemiyorum, git!" diye mırıldandı Mercan.
Ağlamasına saniyeler kalmış, kaşları kızgınlıkla çatılmıştı. Fahriye şaşkınlıkla kalakaldı bir anda. "Nereye gideyim anneciğim, ne diyorsun? Birlikte geldik ya, birlikte gideceğiz. Ne oldu, beğenmedin mi yoksa okulu?"
Mercan'ın küçücük bedeni sonunda iyice yere düştüğünde, Fahriye kızının mızmızlanmalarını umursamadan ona uzanıp başını kaldırdı. "Ne oldu söyle bana?" dedi. Bu sırada üzerinde olan bakışları es geçmeye, hiçbir sorun yokmuş gibi gülümsemeye çalışıyordu.
"Sevmedim okulu işte, sevmedim!" diye söylendi Mercan. "Ama anneciğim, daha yeni geldik. Daha arkadaşlarınla oyun oynamadın ki?"
"Onlar benimle oynamaz artık!"
"Niye oynamasınlar ki?" diye sordu Fahriye ancak aldığı tek yanıt, o küçük omuzların hüzünle silkilişi oldu. "Daha yeni tanıştınız ya, olur öyle şeyler. Hem, daha gelmeyen arkadaşlar varmış. Belki onlarla iyi anlaşırsın."
"Ege her şeyi anlatsın... Gelince ona sorarız..."
"Gelmesinler!" diye çemkirdi Mercan biranda. "Gelmesinler, istemiyorum ben!"
Fahriye hızla uzanıp kucağına çekti ve savurmaya çalıştığı kollarını tuttu. "Sessiz ol Mercan," diye uyardı. "Ne oldu da böyle davranmaya başladın yine?"
Mercan annesinin saçlarını çekiştirince Fahriye iyice sinirlendi ve Mercan'ı kucağına bastırıp ayağına kalktı. "Ben senin için gösterişli kadınların dedikodularını çekiyorum, senin yaptığına bak. Yarım saatlik konuşmanın hepsini çöpe attın şu anda," diye kendi kendine söylendi Fahriye.
"Eve gidince görürüz ama ne derdin var senin diye!"
"Eve gidelim anne, eve gidelim," diye sızlandı küçük kızda. "Gideceğiz, gideceğiz ama önce hocalarında bir tanışalım."
"İstemiyoruuuum," diyerek ayaklarını hızlı hızlı sallamaya başladı Mercan. "Okulu sevmedim ben eve gidelim."
"Mercan sessiz olmazsan seni şu ağaca asar kaçarım bak, sus diyorum. Herkes bize bakıyor."
"Asma anne, asmaaaa," diye çığlık atmaya başladı Mercan. Fahriye oflayıp Mercan'ı susturmaya ve sakinleştirmeye çalıştı. Ne dediyse eve gitmekte ısrar eden Mercan'ın üstesinden gelemiyordu.
"Bende seni cesur bir çocuk sanmıştım. Daha herkesle tanışmadan hemen eve dönelim diyorsun. Cesaret nerede, cesaret?"
"Cesur olmak istemiyorum ben!" diyerek yüzünü astı küçük kız. "Deli olmakta istemiyorum."
Diğer bölümde yeni karakter minyonumuz ile görüşürüz! Sizce hangi karakterimizin minyonu gelecek?
Ve... Yeni bölümde farklı bir Mercan ile tanışmaya hazır mıyız?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top