6. Bölüm | Haylaz Gölge
Bölüm 6: 'Haylaz Gölge'
"Hepsi bu kadar mı?" diye sordu Mercan, Kalika'nın onaylaması ile de gülümsedi.
"Peki, bunlarla ne yapacağız?"
"Sana nasıl kullanıldığını göstereceğim."
"Yani oyun mu oynayacağız!"
Mercan heyecanla minik ellerini çırparken Kalika usulca yanına geldi. Hemen önlerinde duran onlarca keskin aletin, Mercan'ın haylaz ellerinin en ücra köşelere ulaşması ile şimdi tehlikeli bir oyun aletine dönüşmesi an meselesiydi.
"Ama hepsini getirmemişsin," dedi Kalika. Mercan dudaklarını büzdü ve önündeki bıçakların hepsini tek tek saydı. "1,2,3... Hmm. Bir tanesini unutmuş muyummm?" diye kendi kendine mırıldanıp parmaklarına çenesine vurdu ve düşünüyormuş gibi yaptı.
"Aaa, üst çekmecedekini alamadım ki ama... Boyum kocaman olmadığı için yetişemiyorum. Biraz daha büyüyünce alabilirim ama."
Kalika başını iki yana salladı. "Hepsi burada olmalı Mercan, yoksa oyun oynayamayız." Mercan omuzlarını silkti ve yerden destek alarak ayağa kalktı. "O zaman annemden isteyeyim mi?"
"Olmaz," diye fısıldadı Kalika. Karanlık silueti Mercan'ın hizasına yükselir yükselmez Mercan uzanıp onun havalanan saçlarına dokunma isteği ile doldu.
Mercan o kadar güzel ve tatlı bir çocuk olmasına rağmen Kalika'nın ürkütücü görüntüsünü ilginç buluyordu. Bu yüzden uzanıp Kalika'nın saçlarına dokunmaya çalıştı. Elleri su altındaymışçasına bir kuvvet ile geri savrulduğunda kıkırdadı.
"Neden?"
"Çünkü arkadaşım olan sensin ve benim için bunu yapmalısın."
Mercan hızlı hızlı başını salladı ve eteklerini savura savura etrafında döndü. "O zaman hemen gideceğim ve getireceğim!" Harfleri uzatarak söylediği sözlerin ardından hızlıca mutfağa doğru yöneldi Mercan.
Annesi ortalıkta yoktu, belki de yeni edindiği arkadaşları ile dışarıda konuşuyor, tuhaf yemek tarifleri hakkında tartışıyorlardı. Mercan sessiz adımlarla mutfağa girdi ve Kalika'nın tarif ettiği çekmeceye baktı. Oraya ulaşması için boyu aniden büyüyemeyeceğinden bir şeyin üstüne çıkması gerekiyordu. Annesinin patatesleri koyduğu küçük sepeti zorlukla dolapların yanına çekerek üstüne çıktı. Sağlam olmayan sepet, Mercan'ın ağırlığı ile hafifçe büküldü ancak Mercan bunu fark edemeyecek ya da risklerini göremeyecek kadar heyecanlıydı.
Sepetin üstünde parmakları üzerine yükseldi ve Kalika'nın tarif ettiği aleti almak için uzandı. Küçük parmakları üst raftaki çekmeceye zorlukla ulaşabildi. Çekmeceyi açmayı başarmıştı ancak içine uzanmak için yeterince boyunu yükseltememişti. Bu defa başka bir sepeti öncekinin üstüne koymaya karar verdi. İçi boş olan hasır sepetlerden bir başkasını ters çevirip üstüne çıktı. Sepet, öncekinin aksine hızla içe çöktü ancak yine de Mercan'ın istediği yükseklikteydi. İki sepetin üstüne çıktıktan sonra dengesini sağlayabilmek için dolap kapaklarından destek aldı ancak denge kurmak onun için zorlu bir oyundu. Ayakları altındaki sepet bir sağa bir sola sallandı, Mercan hızlı olması gerektiğini düşünerek elini çekmecenin içine daldırdı. İlk anda parmak uçlarına çarpan metalin soğuk yüzeyi onu ürkütse de, Kalika'nın tarif ettiği oyuncağı bulduğunu anladı.
Kalika, bu oyuncağın burada olduğunu nasıl bilmişti?
Yüzünde tatlı bir tebessümle birlikte parmakları metal yüzeyi kavramak için dolanıp durdu. Elleri bir an için keskin bir yüzeye sürttü ve irkildi. Ani hareketi ile altındaki sepette sallandı. Bir metrelik bir yükseklikte, pekte sağlam olmayan bir düzeneğin üstünde olmak o an için önemli değildi. Mercan yeni oyunlar oynamayı öğrenecekti.
Parmakları ısrarla metalin yüzeyini taradı ve sonunda tahta bir sap yakaladı.
"Buldum!" diye peltek dili ile şakıdıktan sonra sapı kavrayıp çekiştirmeye çalıştı. Ancak çekmeceden çıkarmaya hevesli olduğu alet onun için epeyce ağırdı. Israrla bileğindeki tüm gücü kullandı, bileği bükülmekten acısa bile ağır aleti çıkarmaya çalıştı. Sonunda alet bir nebze olsun kıpırdandı, çekmecenin ahşap yüzeyine çarparak yukarıya doğru hareketlendi. Canı yanan Mercan, dişlerini sıkıp aletin sapını bırakmak zorunda kaldı. Önce soluklandı, sonra yeniden parmakları üzerine yükselip aletin sapını sıkıca kavradı. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ağır aleti çekmeceden yükseltecek kadar gücü bulamıyor, yalnızca sepetlerin şiddetle sallanmasına neden oluyordu.
Israrı sürdü, bu sürede de acıyan bileklerine rağmen aleti yukarı çekmeyi başardı. Ancak çekmeden yükselen aletin beklediğinden çok daha büyük olmasıyla birlikte Mercan bir an için diğer elini de kullanarak aleti sıkıca kavramayı düşündü. Aksi halde yeniden çekmeceye düşürecek ve uğraşları son bulacaktı. Diğer elini tutunduğu yüzeyden çekip ahşap sapa dolamasıyla dengesini kaybetmesi ve sepetlerin içe çöküp devrilmesi bir oldu.
Küçük kız, tiz çığlığı eşliğinde ağırca geriye doğru düşerken iki eliyle kavradığı aleti de aniden bırakmak zorunda kaldı. Ancak alet çekmecenin içine değil, dışına, tamda üzerine doğru düşüşe geçti.
Küçük kız sert bir şekilde mermer zemine düşüp başını çarptıktan hemen sonra yayılan tok sesin arasına çığlıkları karıştı. Boylu boyunca uzandığı zeminde, gözleri tavada doğru dikilmiş bir halde acıdan ağlamaya hazırlanırken büyük uğraşlar verdiği aletinde büyük bir hızla üstüne düştüğünü gördü.
O an yalnızca birkaç saniye sürmüş, yer çekimi vakit tanımamıştı bile ancak Mercan küçücük zihni ile her şeyi açık ve net bir şekilde seçebiliyordu. Arkadaşı için çıkarmaya çalıştığı o ağır alet, annesinin kendisinin ulaşmasını engellemek için üst çekmeceye koyduğu satırdı. Uzun, ağır ve oldukça tehlikeli olan satır, keskin olmasa dahi –ki keskindi- o yükseklikten Mercan'ın üzerine düştüğünde büyük bir hasara yol açacaktı. Ve şimdi öyle oluyor, satır keskin ve daha ağır olan yüzeyini aşağıya düşürerek üzerine geliyordu.
Kuvvetli bir çığlık nüksetti, Mercan kolları iki yanında korkuyla çığlık attı. Keskin satır tam üstüne, yüzünü ve boynunu hedefler bir şekilde hızla düştü.
Kızının çığlıklarını duyan telaşlı annenin mutfak zemininde göreceği şey belki kırmızı bir kan gölüydü, belki de parçalanmış soluk borusunun ardından dinen nefes alışverişleri. Kızının ölü bedenini görmesine bir an kalmıştı, bahçeden koşup telaşla içeriye girdiğinde kızının o ender adını sayıkladı.
"Mercan! Mercan!"
Korku dolu ve şaşkın seslenişleri hızlı adımlarını karıştı ve koşarak mutlağa girdi. Korkunç çığlığı da Mercan'ın dinen çığlıklarının misliyle evin eski duvarları arasında yankılandı. "Mercan!"
Bir annenin acıyan yüreğinden kopan o his yığını sesin yankısı hiç dinmeyecekmişçesine süregeldi.
"Annem!"
Koştu ve kızının hemen yanında diz çöktü. "Mercan!"
Kızının hemen yanında, saçlarının arasına karışmış bir halde duran koca satırı görünce ikinci bir çığlığı daha attı. Gözleri yerde boylu boyunca ve hareketsizce yatan kızında gezindi, ayakları dibinde devrilmiş olan sepetleri taradı ve açık çekmeceden düştüğü besbelli olan satırda son buldu.
Satırı tuttuğu gibi diğer tarafa fırlattı Fahriye. "Mercan iyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?" diye telaşla kızının her bir noktasını taradı kadın. Önce başını ve boynunu yokladı, sonra da kanayan bir yaraya sahip olup olmadığına baktı. Belki o an korkusunu göstermemesi gerekirdi ancak kızının her bir saç teline dokunduğu anda bir bir gözyaşları düşmeye başladı. Kızı da sessizce ağlıyor ve hiçbir yanıt vermeden öylece tavana bakıyordu.
"Mercan canın yanıyor mu annem? İyi misin kuzum? Mercan bana bak, bir yerine bir şey oldu mu?"
'Nasıl düştün' ya da 'o satırın yanında ne işi vardı' diye soramıyordu bile. Tek düşündüğü kızının yaralanıp yaralanmadığıydı. Sonra, kısacık bir anda 'nasıl olurda kızını evde yalnız başına bırakırsın' diye kendisine kızdı ve saçlarını parçalamak istedi.
Kızını yerden özenle kaldırıp kucağın aldı, ellerini yanaklarına bastırıp gözlerinin gözlerine değmesini sağladı. Masmavi gözleri gözyaşları ile sulanmış küçük kızının korkudan dilinin tutulduğunu düşündü.
Kendi gözyaşları kızının gözyaşlarına kavuşurken Mercan'ın dudakları ürkekçe titredi. "Anne..." diye soludu küçük kız. "Mercan!" diye haykırdı Fahriye'de. "Ne olur bir şey olmamış olsun Allah'ım!" diye yakındı.
Yanaklarını okşadı, saçlarını taradı ve başını eğip alnını kızının alnına yasladı. "İyi misin anneciğim?" diye hıçkıra hıçkıra sordu. "Özür dilerim anne," dedi Mercan. Gözyaşları tombul yanaklarından dökülürken yaptığının yanlış olduğunu anlamış, belki de sadece annesini ağlattığı için pişman olmuştu küçük kız. Bir şekilde bu küçük kızın kalbi korkudan hızla çırpınıyordu.
Mercan gerçekten korkmuştu ancak onu ölüme sürükleyen kişiden bir haber bir şekilde kurtuluşuna seviniyordu. O mucizevi kurtuluş süratle düşen satırın aniden yön değiştirip yanına düşmesiyle gerçekleşmemişti.
Satır, Mercan'ın tamda yüzüne saplanmak üzereyken görünmez bir güç tarafından aniden durdurulmuş ve havada asılı bırakılmıştı. Mercan, soluk soluğa öylece satıra bakakalırken satırın ucu neredeyse yüzünün kıvrımlarına değmek üzereydi. Korku dolu bir nefes dudaklarından salındığında, satırın keskin yüzeyi nefesini kesip iki yana savurdu adeta.
Havada asılı kalan satırın ardında ise, kara dumanları ile tavandan aşağıya sarkan Kalika vardı. Dumanları mutfağın dört bir köşesine dağılmış, yerçekiminin etkisi ile aşağıya düşmesi gereken upuzun saçları aksi yönde, duvarın yüzeyine yayılmış bir halde duruyordu. Soluk teninin arasından sızan kara gözlerinin odağı Mercan'dı. Kapkara ellere sahip çatlak teni ise usulca aşağıya uzanmış, satırın kontrolünü ele almıştı.
Satır, bağımsız bir kuvvetle hafifçe yan döndü ve korkudan soluğu kesilmiş Mercan'ın gözleri önünde tehlikeli bir dansa tutuldu. Yalnızca bir nefes uzağında duruveren satırın keskin yüzeyinde korku dolu gözlerinin yansımasını da o an gördü. Mercan'ın mavi gözleri donuktu, dudakları öylece aralık kalmıştı. Neredeyse tüm bedeni kaskatı kesilmiş, başının arkasından vücudunu dağılan acının da etkisiyle yalnızca gözyaşları akıtabiliyordu.
Birkaç saniye içinde annesinin o korku dolu seslenişini duyduğu sanda satır kuvvetli bir gürültü ile başının hemen yanına, saçlarının arasına düştü. Kulağının hemen yanındaki o tok sesin ardından Kalika'nın görüntüsü yok oldu.
Annesi Mercan'ı kucaklayıp ne yapacağını bilemez bir halde mutfaktan çıkarırken Mercan'ın tek düşündüğü şey küçük elleri yüzünden herkesi üzdüğüydü.
***
"Yani," diye ağırca mırıldandı Doktor. "Kalika senden oyun oynamak için satırı çıkarmanı istedi, sonra da düşüp yüzünü parçalamasın diye satırı havada durdurdu... Öyle mi?"
Doktor'un şüpheyle sorduğu sözlerin ardından Mercan ağırca başını salladı. "Evet, beni tuzağa düşürdü. Aptallığımı kullanıp bunun gibi daha nicesini yaptırdı."
"Hiç düşünmedin mi Mercan? Eğer Kalika düşen bir nesneyi havada durdurabilecek ya da oyuncakları havaya kaldırabilecek güçteyken neden satırı kendi çıkarmadı da sana çıkarttı?"
"Çünkü onun dediği her şeyi yapmamı seviyordu. Aptaldım ve ona ayak uyduruyordum. Bu her zaman böyleydi, beni hep kandırdı. Ben onun dediklerini yapmak dışında düşünemez hale gelene dek buna devam etti."
"Seni kullanmak istiyorsa bunca oyuna gerek duyar mıydı? Anlattığın kadar güçlüyse, bedenini kontrol etmesi sence onun için ne kadar zor olurdu?"
Mercan duraksadı, ıslak saçlarının arasından gözlerini ağırca kaldırıp doktora baktı. Düşünüyor ya da eski bir anısını gün yüzüne getiriyor gibi duruyordu.
"Onun bir seçeneği vardı, o da zihnimi seçti."
"Yanılıyorsun Mercan," dedi doktor. Saniyede bir öten cihaz kendini hatırlattığı sırada Mercan'ın gözkapakları odanın olması gerekenden daha aydınlık ve beyaz olmasından dolayı ağrımaya başlamıştı.
Bu şimdiye kadar ki en uzun görüşme süresi olmalıydı, cihazın üzerindeki rakamlara bakmak için başını çevirdi. Doktor onun dikkatinin dağıldığını düşünerek adını seslendi.
3... 8... Hayır, hayır... 2... 7... 1... Hayır, rakamları okuyabilecek kadar net göremiyordu artık. Parlayan rakamlar birbirine girmiş, dijital ekranda yalnızca soyut nesneler görür olmuştu.
"Kalika dediğin şu hayali varlık, senin zihnini kullanabilecek kadar güçlü bir hayal değildi Mercan. Eğer anlattıklarına inanıyor olsaydın, bu kadar küçük hamlelerin ona uygun olmadığına da inanırdın."
"Küçük hamleler mi?" diye hırladı Mercan. Dudakları alayla yana kıvrılırken, gözleri ağırca saatten ayrılıp doktora çevrildi. Çatlamış ve morarmış dudakları bu hareketinden dolayı acısa da, gülüşünü bozmaya niyetli değildi. Soluk teni, eğik başına rağmen karşıya bakan gözlerinin kızıllığı ve tehlikeli gülümsemesi ürperticiydi.
"Bunların küçük hamleler olduğunu mu düşünüyorsun doktor? Zihnin ne kadar hassas olduğunu söylediğini hatırlıyorum. Küçük Mercan'ın o hassas zihninde... Tüm bu küçük hamlelerin ne kadar büyük bir etkisi olduğunu biliyor musun? Kalika zihnimi kontrol etmeyi başarmıştı. Hem de tüm o küçük hamlelerle..."
Doktor gözlüğünü düzeltip oturuşunu değiştirdi. Belki de saatlerdir mola vermeden bu rahatsız edici sandalyede Mercan'ın bitmek tükenmez bir halde gerçekleri anlatmasına izin veriyor oluşu, onun yorgunluğa sahip olmasına ve pozisyonunu sürekli değiştirmesine neden oluyordu. Aksine Mercan ise sandalyeye oturtulduğu ilk andan beri başıyla yaptığı ufak hareketler dışında katiyen kıpırdamamıştı. Şimdiye uzuvlarının uyuşmuş olması gerekiyordu ancak Mercan'ın artık acının ne kadarını hissettiğinden emin değildi.
"Ondan bu kadar hayranlıkla bahsetmen beni şaşırtıyor," dedi doktor. Mercan ne söylerse söylesin bir kanıya varması gerektiğinden onu konuşturmaya ve söylediği sözleri ne anlamda söylediğine dikkat etmeliydi. Zira Mercan sağlıklı bir zihniyet ile anlatmadığı için onun ne söylediğini anlamak zordu. Bu, doktorun daha önceki doktorlar gibi bir sona ulaşmadan kanı çıkarmasında önemliydi.
"Hayranlık mı?" diye tısladı Mercan. Sesi gittikçe gücünü kaybetse de umursamadı. "Ondan nefret ediyorum."
"Öyleyse devam etmeme izin ver Mercan, bana anlatmaya devam et. Satırı almanı söyleyen kişi Kalika mıydı?"
"Evet."
"Peki ya satırın yerini nereden biliyordu?"
"İstediği şeyleri görebildiğini söylerdi."
"Peki, sen daha önce yerini biliyor muydun?"
"Hayır."
"Yani, annen onu oraya koyarken görmedin öyle mi?"
"Annem o satırı haftalardır kullanmıyordu."
"Bundan emin misin Mercan? Çünkü biraz önce dedin ki, "Annem Ayten Teyze için satırı vermişti, geri aldığında ise ona dokunmamamı söyledi."'
"Hayır, hayır..." diye mırıldandı Mercan. "Öyle söylemedim, öyle söylemişim gibi davranma. Annem o satırı uzun zamandır kullanmıyordu. Satırın yerini bilemezdim."
"Aslında aynı gün annen satırı komşunuza vermişti ve yerine geri koyarken senin onu izlediğini fark ettiği için seni uyarmıştı. Sende bunun tehlikeli olduğunu bile bile o satırı çıkarmak istedin Mercan. Satırı kendi isteğinle almaya çalıştın. Düştün ve bunun sebebi sendin. Küçük oyunlarla seni kandırmaya çalışan Kalika değil, bir başkası değil... Bunu kendin yaptın."
"Öyle olmadı, bunu biliyorsun," diyerek başını iki yana salladı Mercan. "Öyle olmadığını biliyorsun, öyle olmadığını biliyorsun."
Canı yanıyormuşçasına söylediği sözlerin ardından derin bir nefes aldı. Gözleri nefretle doktorun üzerinde geziniyordu.
"Öyle olduğunu biliyorsun Mercan çünkü bunu az önce sen söyledin. Anneni gördüğünü söyledin."
"Hayır," dedi Mercan. Sesi bir an için yükseldi. "Hayır! Öyle söylemedim, bunu o yaptı! Her zamanki gibi bunu o yaptı!"
***
"Lütfen sakin ol Fahriye," diye mırıldandı Ayten. "Seni duyabilir, oturmanı istiyorum."
Ellerini saçlarına daldırmış ve hiç acımadan çekiştirip duran Fahriye öfkeyle soludu ve salonun ortasında öylece dolanmaya devam etti. "Yapamıyorum, yapamıyorum! Ah! Çok aptalım! Satırı koyarken gördüğünü biliyordum ama yerini değiştirmek yerine sadece onu uyardım. Bunu neden yaptım bilmiyorum. B-ben Be-ben sadece... Sadece... Ah **** olsun!"
Fahriye sinirle tekli koltuğa tekme atıp koltuğun içindeki ahşapların çatırdamasına neden olduktan sonra hırlayıp saçlarını çekiştirmeye devam etti.
"Hayatım, satırı oradan almaya çalışacağını nereden bilebilirdin ki? Mercan bunca zaman hep uslu bir çocuktu... Yani... Onun söz dinlemeyip böyle bir şey yapacağını nereden bilebilirdin ki?"
Fahriye başını iki yana salladı ve dinmeyen telaşından ötürü hala daha yanaklarından akan yaşları hızlıca sildi. "Hayır, hayır, hayır..." diye sayıkladı. "Hayır, bilmeliydim. Ben bir anneyim ve çocuğumun değiştiğini bilmeliydim."
"Fahriye," diyerek ayağa kalkan Ayten'in yardımı anında reddedildi. "Hayır Ayten! Görmüştüm. Onu değiştiğini ikimizde biliyoruz! Tuhaf davranıyor, ben ne dersem diyeyim farklı anlıyor, sürekli eşyaların yerini değiştirip evi dağıtıyor ve ve ve ve... O... Tuhaf tamam mı? Değişti, değişti... Bana karşı gelmeye çalışıyormuş gibi, anlıyor musun? Sürekli benim dediklerimin tersini yapmaya çalışıyor gibi... Ona satıra dokunmamasını söylediğimde almaya çalışacağını tahmin etmeliydim."
"Hayır, Fahriye dinle! Mercan sandığın kadar değişmedi, sadece zor bir süreçten geçtiği için yaramazlık yapıyor o kadar. Hissettiği yokluğu başka şeylerle doldurmaya ve senin ilgini daha çok çekmeye çalışıyor. Gördüklerin doğru değil, o kadar çok korktun ki şu an saçmalıyorsun. Onun yanında böyle şeyler söyleme."
"Anlamıyorsun!" diye bağırdı Fahriye. Ayten'in omuzlarındaki ellerini indirip arkasını döndü ve derin bir nefes aldı. "Ben onun annesiyim, benim bilmem gerekirdi. Annesi olarak onu korumalıydım, ona zarar gelmesine izin vermemeliydim. Üzgün mü? Onu güldürmeliyim. Kızgın mı? Onu sakinleştirmeliyim. Arkadaş istiyorsa arkadaşı olmalıyım, tehlikeye gidiyorsa onu durdurmalıyım. Onu durduramadım, tamam mı? Onu durduramadım. Şimdi de canı yandığı için ağlıyor ve ben sadece sayıp sövüyorum."
Ayten kollarını göğsünde birleştirdi ve kızgın bir şekilde salonda dolanmaya devam eden arkadaşına baktı. Onu anlayabiliyordu. Bir anne olarak... Özellikle de zorlu bir hayattan, zorlu bir hamilelik döneminden ve yalnızlığın getirdiği depresyon sürecinden geçmiş bir anne olaraktan onun için çocuğunu kaybetme korkusu katlanılabilir değildi. Mercan, o satır ile ölebilirdi ve bu Fahriye'yi katlanılmaz bir korkuya ve acıya sürüklüyordu. Suç onun değildi, suç Mercan'ında değildi ama birini suçlaması gerektiğini düşünerek kendisini suçluyordu Fahriye.
"Sadece sakinleş, tamam mı? Aksi halde Mercan sesini duyacak ve daha çok üzülecek."
"Aslında..." diye mırıldandı Fahriye. "Kendisini ölüme sürüklemesine izin veren bir annesi olduğu için üzülmeli!" diye bağırdı. İşaret parmağını havaya kaldırıp öfkesini her bir hareketinde etrafa savururken, gür sesinin aksine oldukça kısık gelen o tiz hıçkırık sesi ile de aniden susuverdi.
Çatık kaşları, yarısı yolunmuş saçları ve kıpkırmızı suratı aniden değişti. Kızının kapının kenarına yaslanmış bir halde usulca ağladığını görünce aniden yüzünü temizledi, öfkesini dindirdi ve saçlarını hızlıca tarayıp şekle sokarken de kızına yaklaştı.
"Sana dinlenmeni söylemiştim Mercan, neden geldin?" derken aslında fazlasıyla yüksek sesli konuştuğu için kızının buraya geldiğini biliyordu. Küçük, sevimli suratı yine her ağladığındaki gibi kızarıp tombullaşmış ve kaşları çatılmıştı Mercan'ın. Kapının pervazına sarılır gibi yaslanmıştı. Annesinin ona yaklaştığını görür görmez kapıdan ayrıldığı gibi annesine doğru koştu ve bacaklarına sarıldı.
"Anneciğim lütfen ağlama anneciğim," diye mırıldandı. Annesi onu kucağına almak için yeltense de, küçük kız ondan kopmak istemiyormuşçasına kuvvetle bacaklarına tutunmaya devam etti. Tırnakları belli belirsiz annesinin tenine batsa da, başını bacaklarına yaslayıp ağlamaya devam etti.
"Özür dilerim anne, özür dilerim. Ağlama anneciğim lütfen."
"Ağlamıyorum Mercan," diye usulca seslendi Fahriye. "Sadece beni korkuttun."
Fahriye ısrar eden kızının koltukaltlarından tutup kendinden uzaklaştırdı ve önünde çömelip yüzlerini aynı hizaya getirdi. Mercan'ın kıvırcık sarı saçlarını yüzünden çekip kızarmış yüzünü açığa çıkarırken, o masmavi gözlerdeki hüzün göğüs kafesini sıkıştırdı.
"Neden o satırı almaya çalıştın anneciğim?" diye sordu Fahriye. "Sana ona dokunmamanı söylemiştim, neden almaya çalıştın? Bu senin için çok tehlikeli, bunu anlayabiliyor musun?"
"Özür dilerim anne," demekle yetindi Mercan. "Hayır," diye karşı çıktı Fahriye'de. "O satırı neden almaya çalıştığını merak ediyorum Mercan. Sözümü dinlememenin sonuçlarını görebiliyor musun? Kötü bir şekilde düştün ve canın yandı. Hatta neredeyse kendini daha kötü bir şekilde yaralayacaktın."
"Fahriye yapma," diye atıldı Ayten. "Şimdi yapma, sonra konuşursunuz."
Yanlarına doğru gelen Ayten'in seslenişini reddetti Fahriye. "Hayır, bunu şimdi yapmak zorundayız. Ne demek istediğimi anlamasını istiyorum." Omuzunun üstünden geriye çevrilmiş bakışları hemen kızına döndü.
"Tehlikeli nesnelere dokunmamak konusunda seni uyarmıştım Mercan. Şimdi neden o satırı almaya çalıştığını bana söylemeni istiyorum. Neden o satırı almaya çalıştın?"
"Anne," diye sızlandı Mercan. Fahriye ısrarla sorusunu yenilediğinde, Mercan'ın daha önceden uyarılmış olduğunu bilmeden cevap vermesini bekledi.
"Soruma cevap ver Mercan!"
"Fahriye yapma, o da korktu belli ki..."
"Karışma Ayten. Ben annesiyim, bana cevap vermek zorunda. Madem sözümü dinlemedi, nedeni de açıklasın. Söyle Mercan, neden satırı almaya çalıştın? Sadece nedenini merak ediyorum tamam mı, kızmayacağım. Sadece söyle, kızmayacağım ya da sana bağırmayacağım ama bana nedenini söylemek zorundasın."
Mercan, annesinin kollarına yaptığı baskının da etkisi ile ağlayıp sızlanırken biraz sonra hıçkırıklarını dindirmeye çalışıp gözlerini ovaladı. "A-anne b-ben..."
"Evet?"
"B-ben o-oyun oynamak is-istemiştim."
Peltek diline dolanan harfler cümlesini tamamlamasına izin vermezken Fahriye korkusuna karışan öfkesini gizlemeye çalıştı. "Bıçaklarla oyun oynanmayacağını söylemiştim Mercan, neden satırla oyun oynamak istedin?"
"Ç-çünkü..." diye başladığı sözü tamamlaması dakikalarını aldı küçük kızın.
"...Arkadaşım hep onlarla oynadığını söyledi."
Yetişkin Mercan'ı yavaş yavaş tanıdık ve onun artık geçmişindeki sancıları atlatma çabasına şahit olduk derken ortaya ansızın tehlikeli birisi çıkıverdi.
Sizce Egemen onu hatırlıyor mu?
Acaba Mercan bu noktadan sonra ne yapacak?
Selenlerin Mercan ile arası değişecek mi ne boyutta değişecek?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top