56. Bölüm | Son On Dakika


Bölümde haddi hesabı olmayan bir sürü sır, bir sürü sırrın cevabı, fazlaca ipucu ve şok unsuru vardır. Yaşayacağınız şoklardan dolayı şimdiden sizi uyarıyorum ve ipuçlarını yakalayacakları dört gözle bekliyorum.  Normalde sınır falan koymam bilirsiniz ama son bölümler için çok yorum bekliyorum sizden. 



Bölüm 56: "Son on dakika"

"Toygar Solgun'u araştıran özel bir dedektif vardı. Olayların seri cinayet olduğu çok önceden fark edilmişti. Yaşadığın şehirde ortaya çıkan ilk cinayetten çok daha öncesinde çevre şehirlerde benzer, korkunç cinayetler işleniyordu.

Hepsi fazlasıyla kanlıydı, hepsinde kayıp uzuvlar ya da tamamen ortadan kaldırılmış cesetler oluyordu. Toygar'ın imzası olarak nitelendirebileceğimiz nokta da tam olarak bu idi; o yüzden ona 'Kayıp Katil' diyorlardı.


Basına tüm ölümler verilmedi. Halka sunulmadan önce, kurbanlar arasındaki bağın çözülmesi gerekiyordu. Bir gün yaşlı bir adam, başka bir gün küçük bir çocuk... Bazen bekâr bir kadın, bazense mutlu bir aile... En korkuncu tek seferde yedi kişiyi öldürdüğü cinayetti. Mavi Konak'ta gerçekleşen bir vahşetti ve orada koca bir aileyi öldürdü. Haberlerde evde yangın çıkmış gibi gösterildi çünkü cinayet alanı tamamen yanık bir harabeyi andırıyordu.

Ama ortada tek bir kıvılcım izi dahi bulunamamıştı."


"O cehennemden türemiş bir zebaniydi. Ateşe ihtiyacı olmadan yangın çıkarabilirdi," dedi genç kız. Başını hafifçe yana yatırdı, gözleri önündeki beyaz masada boş boş dolanıyordu. Atmış saniyede bir öten cihaz artık onun ilgisini çekemiyordu. Sesi gittikçe kısılmış gibiydi, biri onun sesini kısıyor muydu?

"Ve Kayıp Katil'i ne kadar takip ederlerse etsinler asla izi bulunamadı."

Doktor Fidan öne doğru eğildi ve artık dik oturmaktan yorulan bedenini kamburlaştırmamak için masaya yaslanarak kollarından destek aldı. Karşısındaki genç kızın üşümüş gibi titreyen bedeninin sebebini anlayabiliyordu. İlk cinayetini anlatmasının üzerinden sadece yarım saat geçmişti. Otuz defa öten cihaz, her bir kelimeyi yeniden yeniden okuyan doktor için sancılı süreci resmen hissetmesine neden olmuştu ve sonunda, karşısında bu titreyen kızın göründüğünden daha tehlikeli olduğunu tekrar hatırlayıvermişti.


Gözleri istemsizce kızın bileklerindeki zincirlere kaydı. "Olay yerinde ona dair tek bir iz bile yoktu, kamera kayıtlarında görünmüyordu."

"Hepsini şeytanları yapıyordu," dedi kız, usulca. Gözlerinin önünden bir şeytan geçivermiş gibi irkildi ve gözleri doktorun gözlerine ulaştı. "Köleleri onu koruyordu."

Doktor dudak bükmemek için kendini tutmak zorunda kaldı. "Ama sonra bir gün bir ihbar alındı. Peşinde olunan katile dair bir telefon..."


Birkaç dakika önce cam bölmenin altından kendisine verilmiş olan kaseti cebinden çıkarıp genç kızın görebileceği bir açıda tuttu. Tuşa bastığı anda tiz, korkak bir ses aynı sözleri tekrar edip durdu.

"Dört yüz evlerde, yetmiş ikinci ev... Onlar... Ölüyorlar..."

"Dört yüz evlerde, yetmiş ikinci ev... Onlar... Ölüyorlar..."

"Senin telefonundan yapılmış bir çağrıydı Mercan."

Mercan zorlukla yutkundu ve doktorun elindeki kasete uzun uzun baktı. "Ölümleri durdurabileceğimi sanmıştım," dedi. "...Ama içeriye girebilmek için fazla korkaktım."

"Artık korkmuyor musun?"


"Şimdi daha da çok korkuyorum doktor. Çünkü artık amacının ne olduğunu öğrendim; bana hiçbir zaman dostça yaklaşmadığını anladım."

"Toygarın mı yoksa Kalika'nın mı?" diye sorduğunda Mercan'ın yüzünde aşikâr bir yanıt oluştu. Gözleri yine o boşluğa, beyaz duvar önündeki karartıya kaymıştı.

"Ya amacı neydi Mercan?" Doktor, sorusuna yanıt geleceğini umarak cihazın üç defa ötmesini bekledi ama genç kız soruyu unutmuş gibiydi.


"Bir ailenin köpeklere yem edildiği o cinayet gecesinde, ambulansın geldiği vakitte bile olay yerinden ayrılmamıştın. Seni gören bir hemşire vardı. Peşine polis takıldı, henüz liseye giden küçük bir kız olduğun için başta meraklı bir çocuk olduğun sanılmıştı, bu yüzden üzerinde durulmayacak bir detay olduğun düşünüldü ama sonra Alara'nın öldürüldüğü gece başka bir telefondan aynı sesle bir ihbar daha alındığında... Peşine düşüldü."

Mercan'ın kaşları anında çatıldı. Peşinde uzun zamandır birilerinin olduğu hissi artık kontrol edemediği korkusunu açığa çıkarıyordu. Onu izlemişler miydi? Ne zaman ve ne kadar?

"Kim?" dedi sadece, sanki artık isimlerin bir önemi varmış gibi. Doktor sorusuna yanıt vermedi, bu Mercan'ı rahatsız etti.


"Egemen'in telefonundan yapılan aramada ormanda kaçışan iki genç kız gördüğünü söylüyordun ama ihbarın yapıldığı saatte ormanda bile değildiniz Mercan."

"Bizden başka kimse o aramayı yapamazdı." Çünkü kimse o iki kızın kaçırıldığını bilmiyordu.


"Sende yardımcı olabileceğini umarak yalan söyledin. Her zamanki gibi..." Doktorun tek kaşı şüpheci bir tavırla havalandığında Mercan'ın gözü seğirmeye başladı.

"Her zaman değil," dedi. "Yanılıyorsun."

"O gece yapılan ihbarla ilk defa Kayıp Katil'e dair bilgilere ulaşıldı. Alara'nın cesedi de dâhil olmak üzere, geçmiş cinayetlerde kayıp olan bazı kurbanlar ve organlar bulundu. Ormandaki o kulübede çok fazla ölü insan vardı ama Toygar'a dair tek bir iz bile bulunamadı."

"Zebani oradaydı... Tüm katiller o odadaydı."


"Ama sanki oraya hiç gelmemiş gibiydi. Sadece cesetler... Cesetleri neden toplamadı Mercan?"

"Vakti yoktu," dedi Mercan. "Selen'i elinden kaçırmıştı."

"...Ve Selen," diye devam etti doktorda. "Katille karşılaşıp hayatta kalan ilk kurbandı. Bu yüzden onun vereceği her bilgi polisler için oldukça önemliydi. Kendisini toparlaması uzun sürdü. Ormanda hayatta kalması bir mucizeydi, pek çok ameliyata girdi; şimdi bile vücudunu toparlayabilmiş değil ama onun zihnini sağlam tutabildiğine inanmışlardı. "

"Öyleydi..."


"Tam olarak değil," dedi doktor. "Kendi kendine karar verebilecek kadar değil ama manipüle edilebilecek kadar."

Mercan'ın gözleri öfkeyle kısıldı. Benzeri sözleri duyduğunda verdiği tepkileri bir robot misali tekrar ederken doktor alayla devam etti.


"Selen katilin cinayetleri ile ilgili pek çok detay, bir robot resim ve hatta Toygar'ın evinin adresini vermişti ama öğrenildi ki, söylediği her bir söz basit bir kâğıt parçasında yazan sözlerin bir kopyasıydı. Senin el yazın ve senin gözyaşlarınla hazırlanmış bir kâğıttan alıntılardı..."

"Selen Zebani'yi gördü," dedi Mercan. "Onu canlı bir halde gördü. Ne yaptığını biliyordu."

"Katilin daha önceki planlarını bilemezdi Mercan."


"Zebani ona anlattı." Hâlbuki yalan olduğunu biliyordu, Zebani düşüncelerini Mercan dışında kimseyle paylaşmamıştı.

"Öyle olmadığını kendi ağzıyla söyledi." Doktor gözlüklerini hafifçe iteledi ve Mercan'ın vereceği tepkileri kaydeden kamerayı kontrol etti. Mercan kandırılmış gibi hissetti.


"Selen Toygarın seninle iletişim halinde olduğunu ve cinayet planlarını önceden bu şekilde bilebildiğini söyledi."

"Kâbuslarımda görüyordum," dedi şaşırarak Mercan. "Beni dinlemiyor musun?" Babamı ilk kez kâbuslarımda gördüğümü söylediğimde beni dinlemiyor muydun?


"Selen'de aynısını söyledi. Onunla zihinlerinizin bağlı olduğunu ve bu sayede kendisini kurtardığınızı... Ama bağlı olduğunuz şey zihinleriniz değildi Mercan." Doktorun sözleri ile Mercan'ın gözleri hemen ellerine düştü. Sanki parmaklarını oynatsa kan fışkıracak ve tüm o gizli bilgileri açık edecek gibiydi. Ama o kan bir daha Mercan'ın bedeninden dışarıya çıkmamaya ant içmiş gibiydi.

En az masa kadar beyazlamış olan teninin ona ne çağrıştırdığını merak etti doktor.


"Birinin aklında kurguladığı planları kendi aklında göremezsin Mercan. Tıpkı var olmayan varlıkları gördüğün gibi bu da kendi düşüncelerinden doğan bir uydurmacaydı. Travma atlatmış Selen'in buna kanması olanaksız değildi."

"Selen her şeyi gördü!" dedi Mercan öfkeyle. "Kendi gözleri ile gördü."

"Öyleyse neden ikinizin de bildiği bir gerçeği kâğıda yazma ihtiyacı duydun?" Doktorun sorusu öylece havada asılı kaldı zira Mercan yanıt vermek için yeterli gücü bulamadı.

"Kâğıda o bilgileri yazdın ve onları polislere söylemesi için tembihledin. Neden kendin söylemedin Mercan? Madem o kadar fazla şey biliyordun, neden gidip kendin polislere anlatmadın?"


Çünkü anlatsaydı, şimdi ki gibi hiçbir polis yaşanılanları kâbuslarında gördüğüne inanmayacaktı. Selen, satranç tahtasındaki hamleye en uygun olan taştı.

Ama aklındaki onca tilkiye rağmen "Ege'de gördü," dedi sadece. "Ege de biliyor. Ege bana hak verdi, Ege Selen'i kurtarmamız için yardım etti."

"Selen'i ve Alara'yı öldürme planlarının içinde senin de olduğunu bilseydi sana yardım eder miydi Mercan?"


"Bu doğru değil, bunu biliyorsun."

"Öyleyse neden en başından polislere gitmedin? Kâbusları ilk gördüğün anda neden direkt polislerden yardım dilemedin de bunca insanın katledilmesini öylece izledin?"

"Onları aradık, bunu biliyorsun."


"Doğru aradınız. Öyleyse polislere de gidebilirdin. Ege'yi polislerle konuşması için ikna edebilirdin. Ama bunu istemedin. Selen'in ve Alara'nın kurtarılmasını istemedin."

"Bu doğru değil, bunu biliyorsun."

"Ben senin anlattıkların dışında hiçbir şey bilmiyorum Mercan. Beni şu an yönlendiren sensin."


Konuşma gittikçe kızıştı, doktorun baskıcı tavırları Mercan'ı çıldırttı. "Öyleyse bana inanmalısın doktor. Polisleri aradık."

"Yeterince erken değil," dedi doktor. "Alara'yı kurtaramadın."

"Herkesi kurtaramazdım."

"O yüzden mi Ege'nin ölmesine izin verdin?"


Konuşma, bir bıçakla kesilir misali aniden duruverdi. Mercan ifadesiz bir surat ile doktorun gözlerine bakakalırken doktor söylediği sözlerin normal bir hasta üzerinde oldukça etkili olacağını ancak Mercan'ın durumunda ne olacağını, özellikle de kendi sonunun ne olacağını kestiremiyordu.

Masanın soluna koyduğu dosyalardaki kanlı sahneleri hatırladı, gözleri defalarca kez Mercan'ın zincirlerine kaydı. Elmacık kemiklerini, üzerindeki her bir bıçak darbesini ve şişmiş gözlerini açık eden sıska bedeninin o zincirlerden kurtulamayacağını umuyordu. Kısa saçları kıvrılmış, kulaklarının arkasına toparlanmıştı bu yüzden çirkin yüzündeki her yara izinde, bir ölünün adını görebiliyordu.


Oraya kendi isminin de kazınmayacağını umdu.

"Ege'nin polisleri aramasına izin vermedin," dedi doktor. "Daha öncesinde de... Olayın yaşandığı o göl evinde de... Ege'ye engel oldun." Kesin sözleri, söylediğinin aksine sadece Mercan'ın anlattıklarına dayanarak çıkmıyordu dudaklarından. Olayla ilgilenen dedektifin bunca zaman toparladığı her türlü detayı kullanıyordu. Yarım saat geciken aramadan da, Selen'in verdiği ifadedeki eksikliklerden de, Mercan'ın sürekli çarpıttığı gerçeklerden de bu şekilde haberdardı. Mercan'ın kolayca yanıldığı olayların gerçekler üzerindeki kayıtlarına bakarak konuşuyordu. O gece 27 numarada ne olduğunu sadece hayatta kalan iki kişi biliyor olabilirdi ama ne olduğunu tahmin etmek Fidan için artık o kadar zor değildi.


Ne söylediğinden emindi ama Mercan için aynısı söylenemezdi.

"Ege polisleri aradı," dedi Mercan. "Polisleri göl evine çağırdı ama polisler zamanında yetişemedi."

"Polisleri zamanında aramasına izin verseydin şimdi hepsi hayatta olabilirdi." Durdu, uzandı ve Mercan'ın sürekli kayan gözlerini kendisine odaklaması için havada küçük bir parmak şaklatma hareketi yaptı. Bunu dünden beri ikinci kez yapışıydı ve ilki, oldukça tehlikeli bir atağı doğurmuştu. Lakin bu sefer hiçbir şey olmamıştı.

Mercan, alışıyordu.


"O gün..." dediğinde, Mercan kendini tekrar 27 numaralı göl evinde buluverdi. Rüzgâr esiyor, gölgeler fısıldıyor ve evin tahtaları gıcırdıyordu. Gölün kokusunu içine çekmemek için nefesini tutmak istedi. Yüzündeki bıçak darbeleri sızladı.

"Polisleri arayan kişi siz değildiniz. Selendi."

Mercan başını iki yana salladı ve alayla güldü. "Selen yanımızda bile değildi," dedi. "Ege polisleri aradı ve polisler, kırk dakika içinde geleceğini söyledi. Gelmediler... Bizi kandırdılar."


"Burada kandırmaya çalışan biri varsa o da sensin ama kendi kendini kandırıyorsun Mercan." Durdu ve cihaz iki kez ötene kadar bekledi. "Selen o günün sabahı senin ve Ege'nin telefonunun izini kaybettiklerini söyleyen polislerden korkup, sizi savunmak için başka bir şehirde olduğunuza dair yalan söylemişti. Polisler seni bulmak amacıyla Furut bölgenin aksi yönüne, dört saat uzaklığına gönderildi ama o günün akşamı Selen'in tahmin ettiği gibi ilerlemedi.

Senden her ne umuyorsa yanılgıya uğradı."


Mercan'ın gözleri kısıldı. Sanki pür dikkat kesildiği kulakları doktoru değil, başka birini dinliyor gibiydi. Kulaklarının ardından başka bir vesvese mi vardı yoksa hala daha katil olduğu güne dair anılarla mı boğuşuyordu, belirsizdi.

"Selen gece apar topar polisleri toparladı ve pencereden katilin köpeğini gördüğünü, katilin onu aşağıdan kendisini izlediğini söyledi. Polisler aşağıya indiğinde hiçbir şey bulamadı ama Selen'in odasına geri döndüklerinde onu yere düşmüş, acı içinde kıvranırken buldular. Odaya birisi girmişti ve onu yaralamıştı. Selen ona saldıran kişinin kim olduğunu söylemedi ya da buna vakti olmadı diyelim. Küçük bir ameliyata daha girdi ve ameliyattan çıktığında henüz narkozun etkisinden kurtulamamışken sizin Furut bölgesinde olduğunuzu söyledi.


Yalan söylediği anlaşıldığında polisler direkt yola çıktı. İkinci bir ekip, Furut bölgesine en yakın polislerle birlikte 27 numaraya gönderildi."

Mercan başını iki yana salladı. "Zebani Selen'in yanında değildi. Bize saldırdı, bu yüzden Ege hemen polisleri aradı."


Doktor derin bir nefes aldı. "Ege'nin polisleri aradığına dair hiçbir kayıt yok Mercan. Telefonuna uzun bir süre ulaşılamadı. Selen ameliyattayken onun telefonundan seni ve Ege'yi defalarca aradılar," dedi. "İkinizin de telefonuna ulaşılamıyordu ama sonunda ne olduysa Ege aramayı yanıtladı."

Mercan başını hafifçe eğdi. Gözleri sürekli sağa sola kayıyor, gözleri önünde beliren sahneye dehşetle bakıyordu. Aklında sürekli olarak aynı sahne dönüp duruyordu. Doktor kasetin başka bir düğmesine bastığında yine dönüp duran rulonun ardından karmaşık, boğucu bir ses duyuldu.


Ahşap zemine sürten ritmik bir ses ve bu sese eşlik eden anlamsız bir homurtu vardı. Seslerin nedenini anlamak zordu ama Mercan, duyduğu bu seslerin hangi sahneye ait olduğunu biliyordu.

Her gece kâbuslarına konu olan sahneyi unutması imkânsızdı.


Ege'nin ayakları yere çarpıyor, başını oynatarak boynunu sarılmış ellerden kurtarmaya çalışıyor ancak nefesi kesildiği için dudaklarından boğuk iniltiler dökülüyordu. Hayata gözlerini yummadan önceki son çırpınışları, sanki Mercan'a eziyet etmek için kaydedilmiş gibiydi. Bu, Ege'nin öldürüldüğü sahneden bir kesitti ama oraya yabancı olan bir ses daha vardı.

Kaset ilerledikçe Mercan'ın titrek sesi sahneye girdi. Gösterinin en can alıcı kısmını, Ege'nin nefesleri tamamen kesilmeden önceki sahnelerdeki genç çocuğun son duyduğu sözleri dile getiriyordu.

Aynı sözler, aynı tonlamalar... "Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu..."

"Bu benim sesim değil," dedi Mercan telaşla ancak şimdi bile o senin Mercana ait olduğu kolaylıkla anlaşılıyordu.

"Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu..."

"Ben böyle bir şey söylemedim." Ama Ege'nin duyduğu son sözler bunlardı.


"Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu..."

"Ege'nin ölmesini istemedim. Onu kurtarmaya çalıştım."

"Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu... Öldür onu..."


"Durdur şunu! Bu doğru değil. Onun ölmesini istemedim!" Mercan aniden bağırmaya ve ellerini masaya çarpmaya başladı. Sesi aniden gürleşti, onun dudaklarından çıktığına inanılamayacak bir tonda bağırmaya başladı. Doktor onun sakinleşmesini beklemedi.

"Telefondan duyulan tek ses buydu Mercan. Ege o sırada boğuluyordu ve sende Toygar'a onu öldürmesi için teşvikte bulunuyordun."


"Onun ölmesini istemedim. Onu kurtarmaya çalıştım. Yanına koştum, Zebani'nin ellerini tuttum. Onu kurtarmak için çabaladım ama Zebani çok güçlüydü." Ağlıyor ve bağırmaya devam ediyordu. "O da benim ölmemi istemedi. Eğer... Eğer ses çıkarmasaydı yakalanmayacaktı ama benim için atladı. O... O benim ölmemi istemedi. Birbirimizi koruyacaktık. Söz vermiştik. Sadece... Sadece polisler gelene kadar dayanmamız gerekiyordu. Polisler gelene kadar saklanacağımızı söylemişti. Biz... Biz sadece... Polisleri bekleyecektik. Aramıştı... Polisler geleceğini söylemişti. Yalan değildi. Ege yalan söylemezdi. Ölebilirdi, neden yalan söyleyecekti ki? Neden polisleri aramış gibi davransın ki?"


Doktor durdu, neredeyse yeni bir kriz geçirmek üzere olan Mercan'a uzun uzun baktı. Cihazın kaç defa öttüğünü saymadı ama Mercan yine aynı sözleri tekrar edip durdu.

"Hatırlamıyorsun değil mi?" diye sordu doktor umutsuzca. "Ya da en başından beri bilmiyordun."


Mercan başını kaldırdı ve dudakları içinde hala daha aynı sözleri mırıldanırken merakla doktora baktı. Hatırlamadığım çok fazla detay vardı doktor ama senin bunları bilmen imkânsız. Senin bilip de benim bilmediğim hangi detaya sahipsin?

"Kesinlikle bilmiyordun," dedi doktor. Daha Mercan'dan yanıt almadan başını iki yana sallayarak teşhisi koydu.

Ege'nin polisleri aramamasının sebebi belki de gerçekten Mercan'ın engellemesi değildi. Ege yalan söylemişti.

Mercan'ın dudak kıpırtıları son bulduğunda onu gerçek anlamda meraklandırdığını anladı. Bu, son iki gündür elde etmeye çalıştığı çabalardan biriydi. İlk defa Mercan onun söyleyeceği sözü merakla bekliyordu çünkü ilk defa onun bilmediği bir bilgiye sahipti.

"Ege senin gibiydi," dedi önce. "Senin gibi hastaydı. Henüz ilkokuldan beri, birlikte o kazanı patlattığınızdan beri büyük bir suça yönelebileceğinizi ikinizde belli ediyordunuz."


Mercan, o kazanı kendinin patlatmadığını defalarca söylemişti ama doktor ona bir türlü inanmıyordu.

"O bana yardım etti, beni sürekli uyardı; göremediklerimi gördü. O hasta değildi. O sadece çok kırgındı. Kırgın ve üzgündü..."


Mercan'ın düşünceleri ile doktorun gerçekleri rekabete tutuştu. Doktor, Mercan hiç konuşmamış gibi devam etti çünkü zaten Mercan, doktorun kurnazca sorduğu sorulara bir robot misali aynı yanıtları veriyordu. "Egemen'in sürekli senin peşinden sürüklenmesinin, görmediği varlıklara inanmasının, tehlikeli yolları sırf sen istedin diye seçmesinin bir nedeni vardı."

Mercan burun kıvırdı. Doktora olan ilgisini kaybetmeden önceki son birkaç saniyeyi yaşıyordu. Ege'ye olan güvenini yıkmaya çalışan kadını kâle almak istemedi ama hemen sonra duydukları onu şaşkınlığa uğrattı.


"Egemen'in babası Ziya Mert Eraslan, o henüz 11 yaşındayken vefat etmişti."

Mercan'ın kaşları çatıldı ve dudakları hafifçe aralandı. Çatlamış teni ve yaraları gerildiğinde doktor zorlukla yutkundu. "Bu yüzden psikolojisi pekiyi değildi. Annesi onu psikoloğa göndermeye çalıştı ama tedaviyi kabul etmedi. Sorunlu bir çocuktu, okulda kavgalar çıkardığı için annesi sürekli okulunu değiştirmek zorunda kalıyordu."


"Babası yaşıyordu," dedi Mercan telaşla. "Onu gördüm." Onu hayatımda bir kez gördüm ve o bana en ağır hakaretleri ederken evladını da yıkıp geçti.

Ama doktor, tanık olarak çağrılacak en son kişinin o olduğunu düşündü. Mercan'ın bir Eraslan'ı gördüğünü söylemesi onu aniden mezarından çıkarıp buraya getirmezdi.

"Babasının ölümü annesini de etkilemişti ama o zamanlar henüz bir yaşında olan bir oğlu daha olduğu için onunla kendini iyileştirebiliyordu. Egenin kendini iyileştirebileceği kimsesi yoktu ama sonra biranda hiç sevmediği ama yıllar önceki suç ortağını buluverdi. Seni buldu Mercan ve kendini biranda başka bir suçun tam ortasında buldu."


Mercan başını iki yana salladı. "Bu doğru olamaz."

"O adam beş yıl önce öldü Mercan."

"Gözlerimle gördüm," dedi. "O yaşıyordu."

"Ege'de gördüğüne inanıyordu ama yanılıyordunuz Mercan. Tıpkı şimdiki gibi.. Şu anda arkamda duran Kalika'yı da görüyorsun Mercan ama bak!" Doktor aniden ayağa kalktı ve iki gündür kendisini ürperten boşluğa doğru ilerledi. Boşlukta elini dolandırdı, Kalika'nın bedenini es geçip öylece orada sallandı.

"Burada kimse yok!"


Mercan gülecek gibi oldu. Başını eğdi ve kendi kendine bir şeyler mırıldandı. Doktor kendi yerine geçip yeniden Mercan'ın karşısında dikildiğinde Mercan, "Yanılıyorsun," diye mırıldanıyordu.

"Yani onca polis ve doktorlar yanılıyor da, bir tek sen mi doğrusun Mercan?"

Mercan durdu, aradan birkaç dakika geçti. İfadesiz yüzü saniyeler aktıkça daha da vahşi bir hal alıyordu.


"Biz deli değiliz," diye mırıldandı. "Biz deli değiliz."





"Bu hala daha tartışma konusu Mercan ama..." Doktor masanın kenarına bıraktığı dosyayı alıp bir hışımla masaya çarptı. Açık kenarından dışarıya iki fotoğraf sıçradı ve orada görülen tek şey kan kızılıydı. "...Katil olduğun kesin, öyle değil mi?"

"İsteyerek yapmıyorum."


Doktor öne doğru eğildi. Kısa saçları ve gözlüğünün ardına sığınmış yüzünde şimdiye dek hiç olmadığı kadar kararlı bir ifade dolanıyordu. Çünkü Mercan'ın sorgusu bitmişti. Onun dudaklarından bu aşamaya dek nasıl geldiğini teker teker öğrenmişti. Mercan, her defasında lafı dolandırmayı başarıyor ve kendini aklayacak yalanlar ortaya atıyordu ama Doktor Fidan bunları yakalayıp soruyu farklı bir yolla yeniden sormayı başarıyordu. Tıpkı şimdiki gibi ama şimdi çok daha vahşi... Çünkü artık dinlemenin değil, atağa geçmenin vaktiydi. Onu sanrılardan kurtarma vaktiydi.

"İsteyerek değil, kimseyi öldürmek istemedim."


"O zaman kendini isteyerek durdur." Mercan zorlukla yutkundu. Yüzü kendisine oldukça yaklaşmış olan doktora baktığında, tepeden vuran ışıklarla birlikte onun gözlüklerinde kendi yansımasını gördü. Gözlerini kaçırmak zorunda kaldı çünkü uzun zamandır aynaya, kendi simasına bakmıyordu. Şayet baksaydı, ona ne kadar çok benzediğini görebilirdi.

"Durduramam. Geri dönüşü yok."

"Durabilirsin çünkü bunlar tam olarak..." Uzandı ve işaret parmağını Mercan'ın şakağına yasladı. Elinin altındaki pürüzlü ten parmaklarını uyuşturdu. Çok tehlikeli bir mesafedeydi, bir seri katilin önünde oturduğunu unutmuş gibi ona dokunma cesaretinde bulunuyordu.


Şu an bu odada tüm o hikâye boyunca duyduğu, on beş yaşındaki küçük, savunmasız kız çocuğu yoktu; artık karşısında yeni bir cehennem varlığı oturuyordu.

"...Tam olarak senin zihninde başladı."

Mercan'ın dudakları titredi. Uzun zaman sonra ilk defa kendisine korkusuzca dokunan kadına karşı kaşları kavislendi. Titreyen dudaklarının ardından gözleri doldu. Yeniden ağlamak ve özlediği anne şefkatine ulaşmak istiyordu.


"Anlamıyorsun... Anlamıyorsunuz... Onu öldürmek zorundaydım doktor."

"Ne için?" diye çıkıştı doktor. "Zebani'nin ölümlerini durdurmak için mi yoksa onun sana aşıladığı kâbuslara bir son vermek için mi? Eğer öyleyse başarılı olamadığını sana acı bir şekilde söylemem gerek Mercan. Onun ölümlerini durdurdun ama şimdi sen katlediyorsun. Onun kafanın içindeki planlarını durdurdun ama şimdi sevdiklerinin ölümünü her gece yeniden yeniden izliyorsun. Ne kabusları dindirdin ne de ölümleri... Çark hala daha dönüyor çünkü sen öyle istiyordun." Doktorun sözleri can yakıcı olduğu kadar kuvvetliydi de. Dişlerinin arasından tıslıyor ve iki günlük suskunluğunun ardından tüm öfkesini boşaltıyor gibiydi.


Ama Mercan'a öfkeli değildi. O küçük genç kızın masumiyeti yutulup, tamamen değişmiş olsa bile Mercan'a öfke duymuyordu. Doktoru asıl rahatsız eden şey, onun zihninin yaralarıydı. O hastaydı ve Fidan, bir çocuğu hastalığı ile baş başa bırakmak istemiyordu.

Tedavi istiyordu.

"Öyleyse sonucunuz ne doktor?" dedi.

"Toygar ile gerçekten iletişim halindeydin değil mi? Baban olduğunu uzun zaman önce öğrenmiştin ve onu arayıp duruyordun. Adını biliyordun, onu takip ettin. Bulduğunda işler yolunda gitmedi, onun bir katil olduğunu öğrendin ve kendini onun suç ortaklarından biri olarak buluverdin."


Mercan büyük bir inkâra tutuştu ama doktor devam etti. "Senden bir kurban istedi. Sende ona Alara'yı ve Selen'i kurban olarak verdin. Onları öldürmesini istedin çünkü onlar seni sevmiyordu, seni aralarında istemiyordu, onlar gibi olamıyordun. Belli ki Ege'yi de ona vermek istiyordun ve bu yüzden kulübeye onu da götürdün ama onun ne kadar hasta olduğunu fark ettiğinde onu öldürmekten vazgeçtin. Onu kendin gibi yapabilirdin ve ikinizi 'Kayıp Katile' dönüştürebilirdin. Bu yüzden polisleri aramaya karar verdin."

"Onun gibi olmayı hiçbir zaman istemedim."


"Bu yüzden ondan daha kötüsü olmaya karar verdin." Bir Zebani'den daha kötüsü... Mümkün müydü? "Ege hastaydı ama senin kadar değildi. Toygar ile ortak ölümler planlıyor, yeni kurbanlar arıyordunuz ama ne Toygar ne de Ege... Hiçbiri senin kadarını arzulamadı değil mi? Onlarca aileyi katletmiş baban sana yeterli gelmedi, Ege ise oyunlarına alet olmak istemedi. Bu yüzden önce Ege'yi öldürttün, sonra da Toygar'ı kendi ellerinle paramparça ettin. Oradaki herkesin ölmesini istedin."

"Bu doğru değil."


"Tüm deliller bunu gösteriyor Mercan. Bunca zaman katilin evini bile biliyorken onu ispiyonlamaman, ona kurban bağışlaman, sürekli onun izlerini takip etmen, onun kendi izlerini silecek vakti bulması için tüm aramaların gecikmesini sağlaman ve 21 numaraya geri dönüp onun bıraktığı cesetleri yok etmen... Hepsi Toygar ile işbirliği içinde olduğunu gösteriyor."

"Ona yardım etmedim."




"Onu kontrol etmeye çalıştın da ondan." Sözler ağır ithamlar barındırıyordu. "Herkesi 27 numaraya çekip katlettin Mercan. Söylesene, madem Toygar senin peşinden geliyordu, bunu bile bile neden onun planlarına düştün; hem de görebiliyorken? Ya da herkes ölürken sen neden tek bir çizik dahi almadan kurtuldun?"

"Yaralarım var, hem de çok fazla," dedi.


"Kendini ona benzetmeye çalıştığın çirkin yüzün dışında hiçbir yaran yoktu Mercan. Her nasıl olduysa katil sana zarar bile vermemişti. Bir tek sen sağ çıktın."

"Ablam..." dedi Mercan. "O da hayatta..."


"Evet, o da sağ çıkmayı başardı. Öz ablan olduğu için ona insaflı davranmış ve hayatta kalmasına izin vermiş olmalısın ama o kadar ağır yaralıydı ki, kan kaybından üç defa ölümden döndürüldü. Onun hala daha komada olduğunu biliyor musun?"

Mercan acı içinde kıvrandı. Ablasının ölmesini hiçbir zaman istememişti. "O neredeyse ölüyordu ama senin hiçbir şeyin yoktu. Elinde satırla bulunmadan öncesine kadar katil sana saldırmayı planlamamış gibiydi. Suç ortağına saldıran sendin."


"Bu bir tuzak..." dedi Mercan. "Öyleymiş gibi görünmesini istiyor ama hiçbir şey öyle olmadı."

"Sana tuzağı kuran kişi kimdi?"


"Zebani..." dedi Mercan. "Beni kendisi gibi yapmak istediğini söyledi. Belki de yakalanmamak için beni kullanıyordu."

"Birlikte çalışıyordunuz Mercan."

"Onun kim olduğunu o gün öğrendim, daha öncesinde değil."


"Yani babanın Toygar Solgun olduğunu bilmiyor muydun?"

"Anneme sorun," dedi hızlıca. Fahriye'nin her gün gözyaşı döken gözleri kızının ne kadar masum olduğunu gözler önüne serebilirdi belki.


"Annen sadece senin buradan çıkman için bize yalvarıyor. O gece nerede olduğunu bile bilmiyormuş. Annene pek fazla şey anlatmamışsın. Tıpkı onun sana anlatmadığı gibi..."

Anlatsaydı her şey farklı olur muydu kimse bilemezdi ama Mercan, kendi sonunun değişmeyeceğini en başından beri biliyordu. Annesine bu yüzden kızamıyordu ya... Annesi, Mercan daha onun rahmindeyken neler yaşayabileceğini tahmin edip onu kurtarmaya çalışmış ve türlü tedavilere başvurmuştu ama başarılı olamamıştı.

"Annemin mutlu olmasını istedim."


"Anneni nasıl mutlu edecektin? Susarak mı? 'Anne ben babamla birlikte kurbanlar avlıyorum,' demeyerek mi?" Doktor başını usulca yana yatırdı. "Yoksa parayla mı?" diye sorduğunda Mercan'ın yüzü buruştu. "Odandaki yetmiş iki bin lirayı nereden kazandın Mercan?"

"Bana ait değildi."


"Öyleyse neden senin odanda, dolabının içinde gizliydi?" Mercan yanıt vermediğinde, doktor ısrarla devam etti.

"Belki de paranın sahibi de artık yaşamadığından kim olduğunu söyleyemiyorsundur? Onu da öldürdün mü? Toplamda kaç kişiyi öldürdün Mercan?"

"Neden..." Mercan acıyla soluklandı. "Neden ona yardım edeyim ki?"


"Çünkü Mercan, senin anlattığın hikâyede çok fazla eksik var ve sen, hiçbir zaman katilden kaçan bir kurban gibi davranmadın; katili alt etmeye çalışan bir cani gibi davrandın. Senin hikayene göre şu anda, karşımda öldürmeye devam eden bir katil değil, çoktan ölmüş masum bir kız oturuyor olurdu ama bak... Sonuçlar nedenleri doğuruyor. Benim çıkarımlarım senin hikâyenden daha inandırıcı... Sen, küçüklüğünden beri lanetli bir zihne sahiptin ve bedenini de bunun için sadece kullandın. Yoksa bu kadar masum bir kız, babasının başını nasıl ikiye bölebilirdi ki?"

"Anlamıyorsun... Anlamıyorsunuz... Onu öldürmek zorundaydım doktor."


Doktor arkasına yaslandı ve ellerini göğsünde bağladı. "Eminim altı yaşındayken de tüm okulun yanabileceğini bile bile o kazanı patlatmak zorundaydın; sırf hoşuna gitmediği için psikoloğunun kulağını kesmek zorundaydın; Egemen'i ve Selman'ı, orada öleceklerini bile bile göl evine götürmek, orada onları öldürmesine izin vermek; kendi hayatını kurtarmak için babanı paramparça etmek zorundaydın. Her şey zorunluluğun yüzünden oldu değil mi? Tıpkı Toygar'ın bunca zamanki cinayetleri gibi... Yapmak sadece sana düşüyordu."


Mercan'ın sol gözünden bir damla yaş, yara izlerinin oluşturduğu engebeli yolları aşa aşa masanın üstüne düştü. Yüzü buruşmuş, artık ağlamasını durduramaz bir hale gelmişti. Mercan, katil olduğu günden beri ilk kez ağlıyordu çünkü ilk kez, biri onun hikâyesini dinlediği halde ona hak vermiyordu.


"Bunları ben yapmadım, yemin ederim," dedi. "Yemin ederim hiçbirini ben yapmadım."

"Az önce zorunda olduğunu söyledin."

"Yapmak zorundaydım ama bunları yapan ben değildim ki."


Doktor alayla güldü. Kendi elleriyle cinayetleri işlemiş, henüz iki gün önce eli kana bulanmış halde odadan çıkartılan kızın hala daha bunu inkâr ediyor olması şaşırtıcıydı. Önünde cinayetlerinin fotoğraflandığı kalın bir dosya olmasına rağmen hiçbir şeyi kendisinin yapmadığını söylüyordu.

"Kalika mı yaptı?" dedi alayla. Mercan kırgınlıkla baktı doktora. Evet demek istiyor ama onun alayları yüzünden dile gelemiyordu.


"Seni tüm bu yaşanılanlardan kurtaran ve hayatta kalmanı sağlayan da Kalika idi, seni suçlu yapanda, öyle mi?" Cevabını almayı beklemeden devam etti. "Öyleyse şu an çıkıp neden yeniden seni kurtarmıyor? Neden burada çürümene izin veriyor ve çıkıp suçunu üstlenmiyor?"

"Düşmanım olduğunu bilmiyordum."

"O senin hayatını kurtardı."

"Kendin söyledin doktor. Sana hayatta gibi mi görünüyorum?"

"Gördüğüm en ölü insansın," dedi doktor acımasızca. Gözlüğünü iteledi ve sözlerine devam etti. "Kendi mezarını kendi kazan bir çocuk var karşımda."


"Kendimden bu kadar nefret etmiyorum doktor," dedi mercan ansızın. Başını kaldırdı ve büyük bir kararlılıkla doktora baktı. "En azından o güne dek kendimden nefret etmiyordum. Kendi kendime böyle bir düşman üretebilecek, kendi zihnimin içinde parçalanacak kadar kendimi öldürmek istemiyordum. Annesinin sevgili kızı, okulun başarılı öğrencisi ve kendi içimde de her halükarda yaşama tutunmaya çalışan biriydim. Ama söylediğinizin aksine, kendi kafamdan ürettiğim bir hayali arkadaşı kendime düşman edecek kadar amaçsız değildim.


Kalika'yı ben üretmedim, Kalika sadece çağrımı duydu. Onu ben kontrol etmiyorum, beni kontrol eden kişi o. Beni körleştirdi, artık görmeme bile izin vermiyor.

Şimdi bile ismini dudaklarımdan dökebiliyorsam, o buna izin verdiği için yapabiliyorum."

"Bu basit bir isim Mercan!" dedi doktor üstüne basa basa. "Uydurmaca bir isim."


Mercan gözyaşları yanaklarından tane tane akarken başını da iki yana salladı. "Öyle değil," dedi. "Bu ismi benim dışımda duyan ilk kişisiniz."

Doktorun dudakları iki yana çöktü. Yüzündeki o güleç ifade solup gitmişti. Ciddiyeti yeniden yüzüne oturduğunda gözleri hafiften kıpraşıyordu. "Bu ismi benim dışımda dillendirebilen tek kişisiniz."


"Öyleyse neden bana söylemene izin veriyor?" dedi doktor. Neden bir doktorun gerçekleri öğrenmesine izin veriyor. Kalika artık seni kurtarmak değil de, burada çürütmek istiyorsa neden gerçekleri anlatmana bu kadar izin veriyor?

Mercan'ın gözleri yanıt arar gibi doktorun ardındaki boşluğa kaydı. Orada kısacık bir süre oyalandı. Yeniden doktora baktığında ise Mercan, hiç olmadığı kadar kırılmış halde kadına bakakaldı. Aldığı yanıt Mercan'ı paramparça etmişti. "Çünkü bana inanmayacağınızı biliyor," dedi. "Kalika'nın varlığına olan inkârınız o kadar kuvvetli ki, ismini zikrediyor olmanız ona acı veremiyor."


Doktorun kaşları hafiften çatıldı. Kalika'nın Mercan'ın yoksun yanlarının türettiği bir varlık olduğunu savunan yanının ne kadar kuvvetli olduğunu elbette ki yansıtıyordu ama bu tedavisinin bir parçasıydı. Asıl olan, zihninde onun gerçek olmadığına tüm kalbiyle birlikte inanıyor olmasıydı. Ama Mercan'ın bunu bilmesi şaşırtıcıydı.

"Yedi yaşına varmadan gittiğin şu doktor," dedi önce. "Psikolog Birol Kulaksız..." Mercan'ın doktorunu hatırlayıp hatırlamadığını sormaya gerek bile yoktu.


"Benim ilk eşimdi," dedi Doktor Fidan. "Senin tedavini reddettiği, yani kulağının tekini kaybettiği dönemde beni sekteri ile aldattığını öğrenip ondan boşanmıştım. Sürekli olarak senin, yani o küçücük çocuğun iblislerle dolaştığını ve bir iblisin kendisine saldırdığını söylerdi. Bir doktor olmasına rağmen buna o kadar inanmıştı ki, o iblisin hala daha peşinde olduğunu, senin onu öldürmesi için onu başına musallat ettiğini ve bu yüzden sürekli onu gördüğünü söylerdi."


Durdu ve dikkati kendinde olmayan Mercan'ın toparlanmasını bekledi. "Uzun bir süre işinden uzaklaştırıldı. O dönemde boşanma davası açtım. Boşanma davasının sonuçlandığı son gün, ona yeni bir hayat kuracağımı ve bu delirmiş halleri ile benim yeni hayatıma karışmamasını söylemek için evine gittim. İblislerin gerçek olduğuna ve bir gün onun kendisini öldüreceğine beni inandırmaya çalışan adamın o gün banyoda kesilmiş kulağının içini bir şiş ile deştiğini gördüm. Başının yarısı tamamen kana bulanmasına rağmen hala daha kendi kendini deşiyordu Mercan."


Mercan'ın bakışları yeniden boşluğa kaydı. Orada gördüğü Kalika'nın yüzündeki sinsi sırıtış, delirmiş doktorun durumunun onun eseri olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Bu da oldukça basit bir tuzaktı.

"Ne bir iblisin ne de altı yaşındaki bir çocuğun onun kulağını kesmiş olabileceğine en başından beri kimse inanmamıştı ve sonunda, aslında kulağını kendisinin kestiğini anlamış olduk. Başka bir varlık değil Mercan... Her şeyi kendisi yapıyordu, kendi kendine zarar veriyordu."

"Yani Mercan, burada bir iblisin olduğuna gerçekten inanmıyorum ve bunun, senin zihninden türediğini sana ispatlayacağım."


Mercan ellerini masaya çarptı ve bedenini geriye doğru attı. Sandalyeye yasladığı sırtındaki kemikleri sızlayınca dudaklarından acı bir inleme döküldü.

"Benim yüzümden değildi," dedi Mercan.

"Öyleyse kimin yüzünden? Kalika'yı sen üretmediysen nereden doğdu Mercan? Onun gerçekten kim olduğunu biliyor musun?"


Mercan başını iki yana salladı. "Tek bildiğim, benim acı çekmemden zevk aldığı. Şu an ne kadar mutlu olduğunu göremiyorsunuz doktor. O, dudaklarını iki yana kıvırmış bir halde beni izliyor. Gözbebeklerindeki yansımamın cayır cayır yanmasından zevk alıyor. Artık gözlerinden o mavi alevler yeniden fışkırıyor. O artık daha önce hiç görmediğim kadar canlı görünüyor doktor..."

Doktor başını solunda kalan cam bölmeye çevirdi. Mercan orada sadece bembeyaz bir duvar görüyordu ama doktor ardında onları kayıt eden kameralar olduğunu biliyordu.


Doktorun bilmediği şey ise, kameraların her altmış saniyede bir teklediğiydi.

"Sana neden düşman oldu?" dedi doktor. "Şayet hiçbir şey yapmadıysan ve o sadece çağrın sonucu seni bulduysa, neden senin acı çekmenden zevk alacak kadar senden nefret eder oldu?"


"Çünkü farkında değildim," dedi Mercan acıyla. Hıçkıra hıçkıra ağlamadan önce doktora korka korka baktı. "Ona kontrolü devredene kadar, gerçekten beni düşünüyor, beni umursuyor ve beni dostu olarak gördüğü için hayatımı kurtarıyor sanmıştım ama onun istediği şey sadece gerçek bir bedendi... Yaşamak istiyordu doktor... Hayatta olmanın nasıl bir his olduğunu yeniden hatırlamak istiyordu ve kanı lanetlenmiş olan benim çağrımı duyduğunda bu kaçınılmaz fırsatı kullanarak beni devirdi. Aptal gibi onun dünyayla bağlantısını sağladım, ona güç verdim. Ben ona inandıkça o güçlendi. Güçlendikçe zihnime hükmetti. Artık bedenimin kontrolü de onda doktor ama sanki bu da ona yetmiyormuş gibi daha da fazlasını istiyor."

"Bu yüzden mi cinayetlere devam ediyorsun Mercan?"


Mercan yanıt vermeyecekmiş gibi uzunca bir süre sessiz kaldı ama sonra devam etti. "Beni tamamen güçsüz düşürmeye çalışıyor. Pes etmemi istiyor, ölümler devam ettikçe benden bir parça kopup gidiyor. O, bedenimde misafir olarak yaşamak istemiyor."

"Öyleyse sen pes ettiğinde bedenin tamamen ona ait olacak. Ruhunun terk edip gitmesi için sana eziyet ediyor."


Doktor durdu, gözlerini kendi üzerinden sürekli olarak kaçırmaya başlamış olan kızın artık neden kendisine bakmadığını anlayamadı. Söylediği yalanların açığa çıkmasından mı korkuyordu? Gözleri yalan söylediğini bas bas bağırıyor muydu?

"Neden pes etmiyorsun peki Mercan? Artık kendinden nefret ettiğini söylemiştin. Bu şekilde daha nereye kadar dayanabileceğini sanıyorsun?"


Mercan'ın dudakları hüzünle büküldü. "Çünkü bana söz verdiniz doktor," dedi. "Size gerçekleri anlattığımda onları yeniden görebileceğimi söylediniz."

"Onları görmek mi istiyorsun? Onları görmenin tek bir yolu var Mercan; o da onların sana değil, senin onlara gitmendir. Lakin... Buradan çıkış iznin yok. Henüz onlarca sorumu yanıtsız bıraktın."

"Onları görmek istiyorum."


"Onları göremezsin Mercan. Şayet bunu gerçekten istiyorsan, anlatmaya devam etmelisin."


"Hepsiyle değil... Ama seni ailen ile görüştürebilirim."

Hayatta kalan bir elin parmağını geçmeyen dostlarını görebilirsin.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadı Mercan. Teşekkür ederim doktor, onları çok özlüyorum."


"Daha fazla özlemene gerek yok Mercan. Böyle sonuçlanması gerekmiyor Mercan. Kalika'yı durdurabilirsin. Bir defa onu unuttun değil mi? Yeniden onu kalbine gömebilirsin. Her şey senin elinde..."

"Artık değil."

"Bana güven, onu durdurabilirsin."


Mercan, aynı sözleri babasına söylediğinde onun nasıl vahşice bunu devam ettirdiğini görmüştü. O an, babasının önünde kan kusarken ona durmadığı için kızmıştı ama duramayacağı konusunda ne kadar haklı olduğunu şimdi anlayabiliyordu.

"Onları dinlemen gerekmiyor!"

"Gerekiyor!"

"Onları dinleme!"

"Ne kadar güzel şarkı söylediklerini duysan, sende dinlemek isterdin."


Mercan'ın bakışları uzun zaman sonra yeniden dakika başı öten saate kaymıştı. Doktor konuşmaya ve onu ikna etme çabalarına devam ediyordu ama Mercan onu dinlemiyordu. Çünkü dinlediği başka biri vardı. Doktor ısrarla parmak şaklatmaya devam etti. Mercan ona ısrarla bakmadı. Sadece ağlıyordu, sessizce ağlıyordu. Hıçkırık sesleri ara sıra boş odada yankılanıyordu.

"Bana bak Mercan," dedi doktor. Aynı sözü defalarca söylemesine rağmen Mercan ona doğru dönmedi. Doktor uzandı ve genç kızı çenesinden yakaladı. Kendine zorla döndürdükten sonra arkasına yaslanıp, çatılmış kaşları ile genç kızın kapadığı gözlerine baktı.


"Gözlerini kapama Mercan."

Ama Mercan'ın görmek istemediği bir detay şimdi tam karşısındaydı. "Mercan sana söylüyorum. Gözlerini kapama, konuşmamız bitmedi."

Mercan'ın hıçkırıklarına rağmen gözleri açılmadı. Buradan gitmek istediğini mırıldanan genç kız, konuşmanın son bulması gerektiğini söyledi.


"Neden bana bakmıyorsun Mercan?" diye sordu sonunda doktor. "Neyi görmek istemiyorsun?"

Mercan'ın göz kapakları titreşti ama gözlerini açmasına rağmen doktorun yüzüne bakmadı. Masaya, masadaki kızıl kana bakıyordu.


"Başınız doktor..." dedi. "Kalika hemen arkanızda duruyor ve kopmuş başınıza bakıp sırıtıyor."

Doktor zorlukla yutkundu ve parmaklarını boynuna sürttü. "Başım hala yerinde Mercan. Bana bakarsan bunu görebilirsin."


"Boynunuzdan kan fışkırıyor, çok fazla kan akıyor, kanınız masayı kızıla boyuyor. Başınız yan yatmış, dudaklarınız o kopmuş başınızda hala kıpırdıyor ama onu hala boynunuzun üstünde tutan sadece tek bir et parçası var. Eğer size bakarsam..."

Mercan başını hafifçe sağa doğru çevirdi ve arkasında, duvara gömülmüş bir halde duran kapıya baktı.


"Başınızın yere düşeceğini söyledi. O başın düşmesini istemiyorum doktor. Ölmenizi istemiyorum. Beni hemen odama göndermek zorundasınız çünkü o, size bakmam için kahkahalar atıyor."


Zebani'nin gerçekten amacı neydi? Neden tüm delilleri Mercan'ın üzerine çekti, onu suç ortağından çok kendi mi yapmaya çalışıyordu? 

Dedektifi Mercan'a bilerek mi yönlendirdi? 

Kalika neden yardım ediyordu da, şimdi bundan vazgeçti? Mercan'ın söylediği gibi en başından amacı yardım etmek değil miydi? O zaman neden ölümlerden kurtardı?

Ege gerçekten deli miydi? Ölmüş babasını nasıl görebiliyor ve ondan nasıl korkabiliyordu? 

Doktor Mercan'ı kurtarmayı başarabilecek mi? Kalika'nın doktor üzerindeki amacı ne?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top