55. Bölüm | Çürüme aşamaları! | Kısım 1



Bölüm sonunda sürprizimiz var. 


Bölüm 55: "Çürüme aşamaları!" +18

"Gözlerime inanamıyorum," dediğinde ses tonundaki kırgınlık adeta içime işledi. Yaşlı adam, geriye doğru yasladığı başından dolayı gözlerini neredeyse kapatarak aşağıya doğru bakıyordu. Tekerlekli sandalyedeydi, bacakları turuncu renkli, kareli bir örtü ile örtülmüştü ve üzerinde koyu renkli bir kazak vardı. Neredeyse tamamen dökülmüş saçları ve uzamış sakalları ile onun 70 yaşını aşmış biri olabileceğini düşünmüştüm ama yüzünü gördüğümde beklediğimden çok daha genç olduğunu anladım. Aşırı derecede zayıf biriydi ve yüzü adeta çökmüştü. Elmacık kemiklerine yapışan yanakları ve sarkan gözaltları ile onun ne kadar hasta olduğunu daha ilk andan söyleyebilirdim. Bomboş bakan gözleri, baygın bir halde yatan Zebani'yi görene dek kucağına bırakılmış ellerinden ayrılmamıştı ama şimdi gözleri, kendini neredeyse öldürmek üzere olan eski komşusuna odaklanıp kalmıştı. "Bu gerçekten o," dedi.

Tekerlekli sandalyesine dimdik oturtulmuştu ve başı, sırt kısmından yükselen aparata yaslanmıştı ancak Nevra ablanın nefes nefese kalmış bedeni tekerlekleri kontrol edemeyince sandalye koltuğa çarptı ve adamın duruşu hafifçe bozuldu. Tek omzu aşağıya düştüğünde uzanıp ona yardım etmek istedim ama ona dokunamazdım.


O çok yaralı bir adamdı ve bu odada yarasına dokunulmamış bir kişinin var olması dilemek istediğim ama yüz bulamadığım kötü bir ayrıntıydı.

"Sana söylemiştim," dedi Nevra abla. Koltuğun kolluk kısmına oturup soluklandı ve büyük ihtimalle tekrar kanayan yaralarına baskı uyguladı. "Sana annemin katilini yakalayacağımı söylemiştim. Şimdi iyi izle baba... Şov vakti bizde..."

Birkaç dakika boyunca Selman abi ve Nevra ablanın toparlanmasını bekledik. Sadece bir kez itiraz cümlesi kurmaya çalışmıştım ancak Ege beni duvarın kenarına çekince bu cümlelerimde yarıda kesilmiş ve olacakları dehşet içinde izlemekten başka çarem kalmamıştı. Tekerlekli sandalye hafifçe geriye doğru itildi. Adam, gözyaşları içinde Zebani'ye bakarken Nevra abla eline aldığı bıçakla katiline doğru ilerledi.


Elindeki bıçak Ege'nin ormanda kullandığı bıçaktı. Başımı çevirip Ege'ye baktım. Bir şey söyleyeceğimden endişe ederek işaret parmağını dudaklarına yasladı ve başını iki yana salladı. Yine de devam ettim.

"Ormandayken," dediğimde sesim yalnızca ikimizin duyabileceği bir seviyedeydi. "Nasıl oldu da Zebani'ye yaklaşabildin? Seni duymaması imkânsızdı."


Ege parmağını indirirken dudaklarını da süpürüp geçmişti. Soruma cevap veremeyecek kadar meşgulmüş gibi davranmaya karar verdiğinde bunu hemen fark ettim ve elini tutup kendime çektim. "Düşüncelerine girmesini nasıl engelledin Ege?" diye mırıldandım.

Durdu, düşündü ve kendinden hiçte emin olmayan bir tonda yanıtladı. "İşe yarayacağından emin değildim ama ölmene de izin veremezdim. Bu yüzden sadece tek bir şeyi düşünerek katile yaklaştım. Tek bir nokta... Düşüncelerimi görmesine neden olacak tek bir noktaya odaklandım..."


Kaşlarım çatıldı ve bunun gerçekten işe yaramış olmasının ne kadar tehlikeli bir olasılığı içerdiğini tarttım. "İşe yaradığı için dua etmeliyim yoksa ardından yaklaştığımda o kapana ben düşerdim."

"Peki... Ne düşündün?"

Ege omuzlarını silkti. "Nasıl olsa senin ihtiyacın yok. O yüzden bir zahmet bana kalsın."


Duymamı istemediği düşüncelerinin ardından bakışlarımız yeniden arbedenin başlayacağı alana döndü. Nevra abla Zebani'nin yanına dizdikleri dolapları iteledikten sonra hemen yanı başında, oldukça riskli bir yakınlıkta dikildi. Bıçağı kaldırdı, Zebani'nin öne eğdiği başının hemen yanında tuttu ve biranda elini aşağıya doğru indirdi. Bıçak, bir hışımla Zebani'nin baldırını delip geçti ve o, çığlık çığlığa uyanırken de kalkıp, ikinci defa oraya saplandı.

Zebani'nin haykırışları salonu doldururken önümüzde kalan adam irkilerek başını yan tarafa doğru çevirdi. Çığlık seslerinin onu kötü etkilemiş olabileceğini düşünmüş ve onu odadan dışarıya çıkarmak istemiştim ama o... Gülüyordu. Dudaklarında buruk, tatlı bir tebessüm oluştuğunda duyduğu çığlıkların ona haz verdiğini fark ettim.


Tek gülen o değildi. Nevra abla ve Selman abide gülüyordu ve artık, kurbanlarının kanıyla keyif olan Zebani'den bir farkımız yokmuş gibi geliyordu.

"O bunu hak etti," diyerek hala tuttuğumu fark etmediğim elimi iteledi Ege. "Bunu ne kadar hak ettiğini hepimizden çok sen biliyorsun. O yüzden vicdan azabı duymana gerek yok."


İttirdiği elime öylece bakakaldım. Selman abinin kuvvetli bir yumruk attığına dair sesi duyduğumda başımı kaldırıp bakamadım. Vicdan azabı duyduğum nokta babamın eziyet görüyor olması değildi. Zebani'nin bedenlerimizle birlikte zihinlerimizi de çürütüyor olmasıydı.

O artık gerçekten bizi kontrol etmenin bir yolunu bulmuştu. Ormanda söylediği söz gerçekleşiyordu. Asıl kölenin kim olduğunu gözlerimle görebiliyordum.

Bizi kontrol ediyordu.


Ama kimseyi durdurmadım.

Bir kumaş parçası ile Zebani'nin dudakları örtüldü ve gecenin karanlığında seslerinin yayılması engellendi ama bunun... Şeytanlarını çağırmasına engel olabileceğini sanmıyordum.

Selman abi canı yana yana Zebani'ye saldırdı. Başını geriye doğru çekip yüzüne onlarca yumruk indirdi. Nevra ablanın bıçak darbeleri, her girip çıkışında fışkıran kanın ve kesilen dokuların sesi midemi bulandırıyordu. Ege'de benim gibi bu görüntüyü izleyemiyordu çünkü bunun bir cinayetten farkı yoktu.


İzlemediğimiz halde her şeyi duyduk, Selman abi Selen'e yaptıkları için duymaktan utandığım küfürler mırıldanırken Nevra abla on beş yılın hesabını soruyordu.

"Seni her yerde aradım," diyordu. "O lanet evde annemin cesediyle yaptığın tüm fantezileri mezarında yılanlarla yaptıracağım sana," diyordu.


Sonra gür bir kahkaha sesi duyuldu. Tüm başları anında kendi üzerine çeviren ve bizi şaşkına uğratan Zebani'nin kumaşın altından duyulan boğuk kahkahası Selman abinin sinirlerini hoplattı. Başına geçirdiği yumruk ile onun dengesini sarsıp, neredeyse sandalyeden düşürmek üzereyken Zebani hala daha keyifle gülüyordu.

Başından aşağıya akan taze kanları yüzünden gözleri, kızıl bir çukurdaki siyah iki küçük nokta gibi görünüyordu. Dişleri arasına sıkışmış kumaş bile kızıla boyanmıştı, yer yer sararmış dişlerini zar zor seçebildim. Yırtılmış paltosundan açıkça görülüyordu ki, yüzü gibi bedeninde de onlarca yamalı yara vardı bu yüzden eskiden kalma dövmeleri seçilmiyordu bile.


Zebani'nin neşeli halleri son bulmayınca Selman abi bu defa çenesine bir yumruk geçirdi ve o anda Zebani dengesini tamamen kaybetti. Sandalye zincirlerin şakırtısı ile düşmek üzereyken Nevra ablanın müdahalesi ile kurtuldu ancak bu defa da Zebani ayaklarını hareket ettirdiği için oraya önceden yerleştirdiğimiz kapan çalışıverdi. Zebani'nin diğer ayağı da kapanın dişleri arasına sıkıştı ve kahkahalarının arasına iniltileri karıştı. Kemikleri parçalanmış olmalıydı.

Burnu kanıyordu, omuzları gülmekten sarsılıyordu ama bu duyduğu acıdan dolayı yaşadığı titremelerde olabilirdi.


"Neden gülüyorsun şerefsiz herif!" diye bağıran Selman abi dengesini sağlayamadı ve ardındaki yatık dolabın üstüne çöküverdi. Kan kusmaya başladığında, onun yaralarını umursamadan saldırdığı için tüm kompreslerini mahvettiğini anladım. Kanaması şiddetlenmişti ve birazdan bayılması an meselesiydi.

"Hoşuna mı gitti yoksa?" diye sordu Nevra abla. "Kanın kendine ait olsa bile bir göl görmek senin hoşuna mı gidiyor?" Zebani başını iki yana sallayıp çektiği onca acının arasında gülmeye devam edince odada bir ses cılızca yükseldi. "Ağzını açın."


Bunu söyleyen kişi tekerlekli sandalyedeki adamdı. Her ne kadar yorgunmuş gibi söylense de, sözlerinden oldukça emindi. Nevra abla ikiletmeden ağzındaki bağı çözdü ve Zebani'ye konuşması için fırsat verdi. Aksine aldıkları tek şey yeniden yükselen boğuk kahkahalar oldu.

Ege merakla bana baktı ama onun neden güldüğünü bende bilmiyordum.


"Gözün o kadar mı döndü?" diye sordu adam. "Gözün, önündeki harabeyi göremeyecek kadar kararmıştı ama kendi bedenine dahi bunları yapabilecek kadar aklını yitirdiğini düşünmemiştim," dedi. İmkânı olsa durup, onun vücudunu işaret edecekti.

"Hiç utanman kalmamış... Yaptıklarından bir nebze olsun pişmanlık duyacağını sanmıştım ama sen kendini haklı bile görüyorsun."


"Pişmanlık mı?" diye sordu Zebani. "Evet, pişmanım... Söylediklerinizi dinleme zahmetine girdiğim için pişmanım ama yaptıklarım için hiç pişman değilim çünkü hepiniz... Hepiniz bunu hak ettiniz!"

Sözlerini öfke dolduğunda gülüşü de son buldu. Hafifçe eğdiği başıyla, göz ucuyla tekerlekli sandalyedeki adama bakıyordu şimdi.


"Ceyhan," diye mırıldandı adama karşı. "Tek can dostum... Seni öldürdüğümü sanıyordum. Öylece ardımda bırakıp, öldüğüne emin olmadığım içinde pişman olduğumu söyleyebilirim."

"Öldürdün, merak etme..." dedi adının Ceyhan olduğunu öğrendiğim adam. "Tüm sevdiklerimizi katlederek beni de, kendini de öldürdün Toygar."


Zebani burun kıvırıp başını kan kusan Selman abiye çevirdi bakışlarını. "Ne keyif verici..." diye mırıldandı. "Görüyorum ki sen de benim gibi olma hayaliyle yanıp tutuşuyormuşsun. Pişmanlık duymamı bekliyorsun ama şuna bak... Her yer kan içinde ve sen bir can üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışıyorsun. Ne acı... Benim yerime asla geçemeyeceğini anlamış olman gerek."

Durdu ve ağzına gelen kanı tükürdü. Bahsettiği şeyin bir Zebani'nin bedeni olduğunu çok sonra anladım. "Yeni tarzını sevdim. Gerçek anlamda aciz biri gibi görünüyorsun. Oradan şu aptal çocuklara beni hırpalamalarını söylemek seni tatmin edebiliyor gibi görünüyor."


Ceyhan amca, başını hafifçe oynatarak tısladı. Onun sakatlığı ile alay ettiğini benden çok daha önce fark etmişti. "İkimizde bir sandalyeye bağlıyız Toygar. Ama bil bakalım, bunun ortak sebebi kim?"

"Her zaman benim öyle değil mi?" Döndü, tiksinti ile bakan gözleri üzerimizde gezindi. "Eminim olayların tek suçlusu benimdir... Zebani'yi cehennemden çağıran kişide benimdir, onu günahkârların arasına salanda benimdir... Günahlarınızın bedelini ödemekten bu kadar korkuyor muydunuz? Öyleyse beni çağırmayacaktınız."


"Herkes değil!" diye bağırdı Ceyhan amca öfkeyle. "Öldürdüklerinin hepsi günahkâr mıydı Toygar ha? Herkes hatalı mıydı? Masumları öldürdüğünü biliyorum; unutmuş olabilirsin ama neler yapabileceğini biliyorum Toygar. Burada gittikten sonra devam ettiğini görebiliyorum.

Yeniden karşıma çıkana kadar kimlerin kanını eline buladığını tahmin edebiliyorum. Kaç kadın, kaç çocuk, kaç yaşlı ruh senin yüzünden dünyadan silindi ha?" dedi. Gözlerinin Selman abi ve Nevra ablada dolandığını gördüm. "Yanındakilerin ne suçu vardı? Ardımdaki çocukların ne suçu vardı?"


Konu biranda bize çevrilince korkuyla yerimizde dikeldik ama gözler bize çevrilmedi. "Peki sen... Herkese yaptıklarının bedelini ödettiğini söylerken ne kadar fazla günaha girdin?"

"Çağrı gerçekleşti Ceyhan," dedi. "Günahlar beni arzuluyor, bense kanı... Beni durduramazsın."


"Seni Fahriye bile durduramadı."

Kalbim aniden süratle çarpılmaya başladı. Annemin dostları ile aynı odada bulunuyor olsam da onun olmadığı şu dört duvarda adının yankılanıyor olması beni gafil avlamıştı.

Nefesim tutup olacakları izledim. Annemin kaçışışının sebeplerini canlı gözlerle görebildim.


"Kalbi senin için çarpan bir kadının kalbini alıp küle çevirmekten başka ne yaptın ki?" diye sordu. "Kalplerimiz Toygar... Hepimizin bir kalbi vardı. Yaşanılanlara karşı birbirimize sırt çevirmeyeceğimize emin olduğumuz bir dostluğumuz vardı. Hepimiz, ne şartlarda olursa olsun birbirimize güvendik. Fahriye senin onu koruyacağını söylediğin için aramıza katıldı. O aptal şarkıları söylemeyi sırf senin için kabul etti. Motor sürmekten korktuğu halde senin aldığın o kaça motora bindi ama bunları sadece çocuksu bir heves için yapmadı.

O seni gerçekten sevdi, bunu sende biliyorsun."


"O yüzden yaşıyorsunuz ya," dedi Zebani. İşte o an, yıllar önce annemi buralardan gönderen babamın annemin hala daha hayatta olduğunu bildiğinden emin oldum. Babam annemin sağ olduğunu biliyordu ama ya annem ne kadarlık kısmı hafızasında tutabilmişti?

"Ben sizi bulup, o sevgi dolu kalplerinizi kucaklayayım diye yaşıyorsunuz."

Ceyhan amca başını iki yana salladı. "En azından Fahriye için üzülmeni beklemiştim," dedi. "Ya da kızın için..."


Derin bir soluk sesi, ardından da zincirlerin şakırtısı duyuldu. Zebani olduğu yerde hareketlenince hepimiz irkildik ama orada oturmaya devam ediyordu. Durdu, boynunu iki yana çevirerek sanki boynunda ona rahatsızlık veren bir nesne varmış gibi tuhaf bir hareketle kıpırdandı.

Yankı yapan zincir seslerinin yanı sıra oldukça cılız, metalik bir ses ilişti kulaklarıma. Gözlerim kısacık bir an, önümüzde kalan ve yüzünün sol profilini ancak seçebildiğim Ceyhan amcanın sandalyesine çarptı. Tekerleklerin hafifçe kıpırdandığını gördüm. Ceyhan amcanın her soluk alışverişinde hareket edecek kadar hassas bir mekanizmaya sahip olduğunu düşünmüştüm ama tekerlekler öne doğru dönmeye başladı. O kadar küçük ve belirsiz bir hareketti ki, bisiklet demirlerindeki süs boncuklarına benzeyen küçük, mavi bir daireyi takip etmiyor olsam bunu fark edemezdim.


Ceyhan amcanın sandalyesi öne doğru ilerliyor, onu Zebani'ye doğru yaklaştırıyordu ama benden başka kimse bunu fark etmedi; diğerlerinin göremediği bir başka detayı da yakaladım. Salonda, çevremizi sarmış bazı nefesler işitiyordum. Gözlerim birkaç saniye başımdaki sancıyla birlikte bulandı ve görüşüm bozuldu ama sonra yerine gelmeye başladığında, bizi teğet geçerek Zebani'ye ilerleyen bazı siluetler yakaladım. Şeffaf, ateşin üstünden tüten bulanık havayı andıran bozuk siluetlerdi.

İşte Zebani şeytanlarını çağırmıştı.


"Ondan bahsetmeye hakkınız yok," diye aniden bağırdı Zebani. Gözlerinde gördüğüm öfke, bir babanın kızını sahiplenmesinden mi geliyordu yoksa eski dostunun dudaklarından dökülen her söze mi öfke duyuyordu bilemedim ama şimdiden sonra ipler süratle koptu.

Zebani, vahşi hırıltılarını geri kazanırken işler, fırına verilmiş bir bomba misali tehlikeli bir hal aldı. "Senin de annemin canını almaya hakkın yoktu!" diye bağırıp bıçağı Zebani'nin omzuna sapladı Nevra abla. Zebani'nin yine acıyla kıvranmasını ve çığlık atmasını bekledim ama o, yalnızca öfkeyle soluklandı. Şimdi gözümde, boynuzlarını saplamaya hazırlanan kızgın bir boğadan farkı yoktu.


"Sizin. Yaşamaya. Hakkınız. Yok."

Duyulan son sözleri bu oldu. Hemen ardındansa kıyamet koptu. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde Zebani aniden ayaklandı ve Nevra ablayı yakasından tuttuğu gibi ardındaki duvara fırlattı. Sertçe duvara çarpan Nevra ablanın zayıf bedeni bir kukladan farksız yuvarlanıp yere çakıldı. Elinde tuttuğu bıçağı düşürmüştü ve Zebani, o bıçağı tuttuğu gibi karşısına doğru fırlattı. Basit, kıvrak bir hareketti.


Önümüzde katile oldukça yaklaşmış Ceyhan amca, metrelerce uzağında ise şaşkınla donakalmış olan Ege ve ben vardım. Bıçağın nereye saplanacağından habersiz korku dolu çığlıklarımızı attıktan sonra bir inilti ilişiverdi kulaklarıma. Zebani aniden koştu; üzerine dolanmış zincirleri ve ayağına saplanıp kalmış koca ayı kapanını kendiyle birlikte götürüyordu.

O, zincirlerinden kurtulamamış ve hala daha sancı çekmesine neden olan kapanı da söküp atamamıştı ama katledecek gücü yerindeydi.


Yere çarpan Nevra abla ya da kendi kanıyla boğuşan Selman abinin yetişemeyeceği bir hızla atıldı ve Ceyhan amcanın önünde bitti. Fırlattığı bıçağı, hareket etmekten yoksun Ceyhan amcanın göğsünden geçip ikinci bir darbeyle kalbine sapladı.

Gözlerimiz şaşkınla aralandı, korkudan dilimiz tutulmuş bir halde kalakalırken Zebani, kan dolu gözlerini Ceyhan amcanın vefata hazırlanan gözlerine odakladı. Nefret, intikam ve sevinç duygularının parıltısı dolanıp durdu. İki dost, dip dibeyken son defa birbirlerinin gözüne baktı.


"İşte o sevgi dolu kalbini böyle paramparça ediyorum ve dostluğunu yitiriyorum," der gibiydi. "Yıllar önce gerçekleşmesi gereken sonunu bu şekilde getiriyorum," der gibiydi. Hiçbir şey söylemedi ama gerekte yoktu. Onun şov zamanı gelmişti.

Ege beni kapıya doğru iteleyip gitmem için komut verdiği sırada ben hariç herkesin ayaklanması o anda gerçekleşti. Ege bir hızla Selman abinin yanına koştu. Nevra abla toparlanıp, Zebani'nin bedenine dolanmış zincirlerin bir ucunu yakaladı. Selman abide diğer ucunu yakaladıktan sonra Zebani'nin koca bedenini Ceyhan amcanın üzerinden çekebilmek için büyük bir güçle asılmaya başladılar. Ege'de aralarına katıldı ama katilin dikkatini kendilerine çekmek için buna gerek bile yoktu.


Çünkü o, sadece yarım saniye içinde Ceyhan amcanın sonunu getirmişti; sıradaki kurbanına yönelmeliydi. Uygulanan kuvvetle geriye doğru tökezledi, tekerlekli sandalye üzerine kurduğu hâkimiyeti kaybetti. Sandalye kendiliğinden geriye doğru kaydı ve kalbine bıçak saplanmış olan Ceyhan amcayı ayaklarımın önüne dek sürükledi. Yerdeki katlanmış halıya takılan tekerle birlikte sandalye devrildi ve Ceyhan amcanın son nefeslerini veren bedeni yere düştü. Başını yere çarpmaması için refleksle elimi uzattığımda başı avuçlarıma çarptı.


Ne kadar yardımcı olmaya çalışırsam çalışayım onun acı çekmesine engel olamadım. Şimdi yorgun, hayal kırıklığı dolu yüzü dizlerimin hemen önündeydi. Eğildim ve bir elimi başının altından çekip göğsüne yasladım. Hırıltılı nefes alış verişleri, ciğerlerinin delinen noktasını apaçık önüme seriyordu. Göğsündeki bıçak, kalp atışları ile eş değer bir şekilde sallanıyordu. Bıçak, kalp odacıklarının tam ortasına saplanıp kalmıştı. Onu tutup çekmeli miydim yoksa öylece dans etmesine izin mi vermeliydim bilmiyordum. Parmaklarım bıçağa dokundu ama göğsünden fışkıran kanla birlikte korkuyla geri çektim.

"B-ben... Ne yapmalıyım?" diye sordum titrekçe. Başını iki yana salladı ve dudaklarını, susuz kalmış bir çölzede gibi kıpırdatıp yutkundu. "Hiçbir şey," dedi. Hüzünle kaşlarım çatılırken ellerimi onun üzerinden çektim.


"Ama o zaman sen..." dediysem de devamını getirmeye dilim varmadı. Ölecekti... Hiçbir şey yapmazsak ölecekti ve ben hangi ilk müdahaleyi yapacağımdan çokta emin değildim.

"Nevra abla!" diye aniden seslendim ve başımı kaldırıp ne halde olduklarına baktım. Zebani, zincirlerle onu çekenlere doğru bir hışımla dönmüş ve hepsini dört bir yana dağıtmıştı. Selman abi ayaklanmaya çalışınca ilk tercih ettiği kişi o oldu. Paltosunu kaldırıp altındaki bir şeye uzandı ama elleri bomboş geri çıktı. Oraya sıkıştırdığı silahlarını çok daha önceden toplayıp mutfağa saklamıştık. Delil olabileceğini söyledikleri için poşete bile koymuştuk ama şimdi onlara ihtiyacımız olabileceği aklıma dahi gelmemişti.


Zebani Selman abiye yönelince, aradaki boşluktan yararlanarak Nevra abla benden tarafa doğru baktı ve yere yatmış babasını o an görüverdi. Gözleri dehşetle aralandı.

"Baba!" diye haykırıp yanımıza koştuğunda gördükleri onun yarı yolda dizleri üzerine kapaklanmasına neden oldu. Ceyhan amcanın dudaklarından kan sızmaya başlamıştı ve gözleri yukarıya doğru kayıyordu. O kadar sıskaydı ki, bıçağın sırtından dışarıya çıkmış olma ihtimali bile vardı.


Nevra abla emekleyerek yanımıza geldiğinde hıçkırarak ağlıyordu. "Baba hayır!" diye söylendi. "Hayır, hayır, hayır! Seni kaybedemem lütfen baba! Annem gibi gitme lütfen, bunu görmeme izin veremezsin!"

Öfke dolu sözleri dudaklarından fışkırırken yanaklarındaki kan da ince bir yolla dağıldı. Sanki öfkeyle haykırıyormuş gibiydi ama aslında korku doluydu feryatları. Annesini gözleri önünde yitirmişken, babasını da gözleri önünde ölürken görmek istemiyordu. Bir evladın gözlerinin bu acıya katlanabileceğini düşünmüyordu.


"İyi olacaksın baba, ben aramıştım şey... Ambulans... Onlar yolda seni iyileştirirler-" Sözleri, Ceyhan amcanın gözlerini kapatması ile yarıda kesildi. Nevra abla aniden donakaldı çünkü bir an için onun ruhunu teslim ettiğini sanmıştık.

Gözlerini geri açtığında zorlukla yutkunmaya çalıştı lakin bunun yerine kan tükürdü. Başını yana çevirdik ama durum, geri dönülemez bir hale gelmişti.

"Seni..." dedi hırıltılı sesi ile. Gözleri Nevra abla üzerindeydi ve orada şefkat yatıyordu. Bir babanın, ölmeden önce evladına nasıl huzurla bakabileceğine o an, ilk defa şahit oldum. Ölüm sancıları çekiyordu ama gözlerinde, cennetle müjdelenmiş gibi huzurluydu. Bir adım geriledim ve Selman abinin üstüne binmiş olan Zebani'ye, duvar kenarından aldığı ahşap sandalyeyi fırlatan Ege'ye bakındım. Sandalye katilin üzerinde paramparça oldu ama hiçbir etkisi olmadı.


"Nevra kızım... Seni kızım gibi... Sevdim."

Nevra ablanın kaşları çatıldı. Kana bulanmış elleri Ceyhan amcanın yanaklarını sararken "Bende seni seviyorum baba, lütfen pes etme," diye mırıldandı ama bu defa Ceyhan amcanın gözleri Zebani'ye kaydı. Katiline, belki de hala daha derinlerde gördüğü eski dostuna bakıyordu. "Seni kızım gibi sevdim Nevra... Öz kızım olmasan bile-" dedi ve aniden öksürüp öğürdü.


"Ben senin kızınım baba," diye sayıklayan Nevra ablayı duymuyormuş gibiydi. "Seni her zaman sevdim. Anneni ve seni sevdim Nevra." Sesi o kadar kısıktı ki sözlerini anlamakta güçlük çektim.

Nevra ablanın gözyaşları akmaya devam ediyordu ama bu defa gözlerinde korku değil kafa karışıklığı okunuyordu. "Öz kızınım," diye tekrarlayan Nevra ablanın sorusuna bir yanıt gelmedi çünkü Ceyhan amca Zebani'nin cinnet geçiren bedenine bakakalmıştı. "O," dedi sadece. Son sözleriydi ve kastettiği tek bir kişi vardı.


"Öz kızım olmasan bile seni her zaman sevdim."

Nevra ablanın da başı Zebani'ye doğru çevrildiğinde gözlerinde geçen kıvılcımın aynısı benim gözlerimden de geçti.

"Öz kızım olmasan bile seni her zaman sevdim."


Nevra, Ceyhan amcanın öz kızı değildi. Nevra, baba diye bellediği adamla bir kan bağına sahip değildi. Gözlerimizin önünde ateş püskürten Zebani'nin kanını taşıyan bir başka çocuğun daha dünyası yıkılıvermişti şu dakikada. Belli ki, öz ablam tam karşımda duruyordu ama bu, on beş yıldır saklanan gizli bir gerçekti.

Gözlerimiz, korkunç bir arbede içinde olan ikiliden ayrılıp birbirimize döndüğünde öylece bakakaldık.


"Hayır," diye mırıldandı Nevra abla. "Doğru değildir," dedi inkâr etmek istercesine. Tıpkı benim, Zebani'nin ilk babam olduğunu öğrendiğimdeki gibi o da ısrarla reddetti bu gerçeği. "Doğru değildir değil mi Mercan? Babam o değildir."

Bundan, Nevra ablanın emin olduğu kadar emin olamadım çünkü yıllar öncesinde ne yaşandığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve sonuçta, annemin babamı terk edip gitmesinin bir diğer etkeni olan sadakatsizliği şimdi annemin nasıl anlatmaya güç bulamadığını anlıyordum.


Annem, yıllar önce, henüz ben kucağındayken aldatıldığını öğrenmişti.

"Kalbi senin için çarpan bir kadının kalbini alıp küle çevirmekten başka ne yaptın ki?"

Babam, annemi Nevra ablanın annesi ile aldatmıştı. Belki de çok daha önceydi ama işte gerçek ortadaydı. Babam, sevdiği tüm kadınların kalbini kırıp çocuklarını öylece ortada bırakmıştı.

Bir ablam vardı.


Zebani'nin babam olduğunu kaldıramadığım gibi bir de ondan olma bir ablaya sahip olmuştum işte.

Nevra abla benim babadan öz ablamdı.

Nevra abla bunu bilmiyordu. Öz kardeşi olduğumu bilmiyordu ve beni, bir katilin kızı olduğum halde kurtarmıştı. Şimdi kendi de o katilin kızıydı ama beni affettiği gibi kendini affedebilecekmiş gibi durmuyordu. Sanki bütün suç kendininmiş gibi gözlerinden acı bir yakarış geçtiğini gördüm.


"Baba uyan!" diye haykırdı ama çok geçti. Gözyaşları sicimle iniyor ve kaybettiği ailesinin yasını tutmak istiyordu. Ellerini Ceyhan amcanın üzerinden çekip kısacık saçlarına daldırdı ve başını iki yana sallayıp bu gerçeği de reddetti.

Salonda büyük bir gürültü koptu ve bana saatler geçmiş gibi gelen birkaç dakikanın ardından Selman abinin altında kalan dolap gürültüyle parçalandı. O, Zebani ile birlikte yere düştüğü anda Ege'nin zincirleri tutan eli kaydı ve yere kapaklandı. Kalçaları üstünde toparlanıp dehşet içinde Zebani'ye bakarken bende ayağa kalktım.


Az önce gözlerim önünde biri ölmüştü ama şimdi ne hissedeceğimi hiç bilmiyordum. Sanki bende hüngür hüngür ağlamak istiyordum ama cımbızla çekilir gibi gelen ağır yaşlar sadece görüşümü bozuyordu.

Selman abi Zebani'nin altında adeta can çekişiyordu. Dolabın parçalanan camları da kan kızılına boyanıp dört bir yanlarını gecenin ışığında aydınlatırken Zebani Selman abinin başını tuttu ve gürültüyle yere çarptı.


Çıkan ses, cam parçalarının ufalanışı, kemiklerin tıkırtısı ve inilti doluştu kulağıma. Koca bir karabasan gibi dikilen Zebani, Selman abinin başını kaldırıp yeniden yeniden yere çarptı. Her seferinde kemiklerinin ezildiğine dair tok sesler yankılanırken kurbanın dudaklarından da bilinç kaybı yaşadığına dair istemsiz sesler çıkıyordu.

Kan, ezilme, parçalanış... Selman abinin kemiği yarılıp altındaki beyin dokularına ulaşılmaya başlandığında görüntü midemi bulandırdı. Gözlerimi sımsıkı kapadım ve ellerimi dudaklarıma yaslayıp bu görüntüden kurtulmaya çalıştım.


Zebani'nin hırsla nefes alış verişleri ve kemiğin her seferinde dağılışı.

Tonk, tonk, tonk...

Selman abinin beyni parçalanıyordu.

Tonk, tonk, tonk...

Selman abi ölüyordu.


*

*

*

İntikam planları pekte tıkırında gitmedi. Zebani katliamı başlattı. Sizce 27 numaranın akıbeti 21 numaraya benzeyecek mi?

Sizce Ceyhan'ın geçmişteki arkadaş grubundaki rolü ne idi? Nevra'nın Mercan'ın ablası çıkması hakkında ne düşünüyorsunuz? Nevra'da Mercan'da şoka uğradı.

Zebani'nin Fahriye ile evlendiğinde zaten bir çocuğu vardı. Fahriye bunu öğrenince ne yaptı?

Kalika şeytanlar ile baş edebilecek ve sağ salim ayrılabilecekler mi?

*

*

*

Sürprizimizi açıklama vakti.

Biliyorsunuz ki bu kitapta sona yaklaştık ancak bana gelen bazı mesajlarda Lanetli Kan kitabını çok sevdiğini ve biteceği için hüzünlü olduğunu söyleyen okurlar var. "Lanetli Kan bitti" sözümüzü verdik bir kere, finali hazırladık ama "Lanetli Kan'ın evreninin etkisini hala atlamadık" sözü devamlılığını koruyacak.

Nasıl mı?

Lanetli Kan'a atıfta bulunacağımız yepyeni bir kitap geliyor.

Mercan'dan ve Lanetli Kan evreninden ayrılacağım için açıkçası bende biraz üzgünüm çünkü bu evrendeki sırlar beni dahi içine çekip bir dedektif misali kendimi kaybetmeme neden oldu. Şimdi de, tıpkı bu evrendeki gibi harikulade gizemlerin ve maceranın doruklarda olacağı yeni bir kurgumuz olacak ve burada... İş size düşecek.

Nasıl yani?

Bu defa Mercan'ın yerinde siz olacaksınız. Yeni evrenimizin başrolünde kendinizi bulacaksınız. Bu kitabın okurları arasından bazı kişiler seçeceğiz. Bu seçilen okurlar (Tabii ki kendileri kitapta yer edinmek istiyorlarsa) nasıl savaşacağını, nerelere gideceğini ve savaşın kazanan veya kaybeden tarafında olmayı bizzat kendileri seçecekler.

Elbetteki tüm ipler sizin elinizde olmasına rağmen gizemleri çözebilecek değilsiniz, hala daha bir bulmaca misali atlamanız gereken etaplar olacak. Belli bir geçmişiniz olacak ve gelecek, değişebilir olacak.

Hala ne söylediğimi anlamayanlar olabilir. Kısaca Lanetli Kan'ın enerjisi gibi gizem-gerilim dolu bir kitapta sizi başrol olarak kullanacağım. (Bu yeni bir kitap olacağı için sadece isteyen kişilerle ilerleyeceğiz.)

Bunun için bir form doldurmanız gerekiyor. Formun linkini buraya bırakıyorum. Formda, kitapta kullanmak istediğiniz adınızdan, en büyük korkularınıza ve akıbetinize dair birkaç sorumuz var. Bunları yanıtlayarak yeni kitabımızdaki karakter olabilirsiniz. İsteyen kişilerin formu doldurup bana göndermesini istiyorum.

LİNK: https://docs.google.com/forms/d/e/1FAIpQLSfNw-U5ZoxorrjCWT0FtVln-g4fWIb95Hyq_4eEKEIxPt_DmA/viewform?usp=sf_link
(Satır arası yorum olarak da bırakıyorum.)

İnanın, Lanetli Kan'ı sevdiyseniz bu da çok seveceğiniz bir dünya olacak çünkü bu defa Mercan'ın savaşını değil, kendi savaşınızı okuyacaksınız.

Umarım ki bu eğlenceli yolda benimle olursunuz. İlerleyen bölümlerde yeni kitaptan biraz daha bahsedeceğim. 











Son ekleme: Bu proje çeşitli nedenlerle ertelenmiş ancak zannımca iptal edilmemiştir.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top