54. Bölüm | Hesaplaşma

Son bölümleri dikkatle takip ettim ve kitabı buraya dek, severek takip eden 250 civarında okur olduğunu gördüm ancak ne yazık ki buraya kadar devam etmelerine rağmen kendilerini hiç göstermiyorlar. Bu durumu (okunma-oy arası farkı) sizde rahatlıkla görebiliyorsunuzdur.  Seviyorsanız  desteklerinizi görmeyi çok isterim. Ben bu bölümleri sizin için hızlıca yazıp yayınlıyorum. Daha önce bu şekilde art arda bölümler yayınladığım hiç olmamıştı.

Ve bunun karşılığında hal hatır dahi sorarak destek olan bazı sevimli okurlarımız var. Desteklerinizi görüyorum ve size küçük bir sürpriz hazırlamak istiyorum. Bölüm sonunda sürprizi açıklayacağım hadi çabucak okuyun. 



Bölüm 54: "Hesaplaşma!"

"Göz göze geldiğimizi sanmıştım. Beni gerçekten fark etmedin mi?" diye soran Ege'ye göz ucuyla baktım. Görüşüm, ilk haline göre çok daha iyi olmasına rağmen hala daha ara sıra bulanıyordu ve bu, kalıcı bir göz hasarım olabileceğine dair beni korkutuyordu.

Ege'nin sol gözünün büyük bir oranda kör olduğunu söylediğinde, tamamen tek gözle yaşıyor olmanın ne demek olduğunu hiçbir zaman anlayamayacağımı biliyordum ama şimdi, yıllardır silinmemiş bir camın ardından bakıyormuşum hissi veren göz ağrılarımın ardından bunun, şimdi bile ne kadar kötü olduğunu anlamıştım.


Kaybedene kadar elimizdekilerin kıymetini bilemiyorduk.

"Beynimin bir beş dakikası silinmiş gibi hissediyorum." Zira ağacın içinden geçeceğim süratle fırlatıldığım süre içerisinde mantıklı bir sahne hatırlayabilmem büyük bir tebrik sahnesiyle sonuçlanması gereken bir becerim olurdu.


Ege omuzlarını silkip önüne döndüğünde, kanlı parmakları sargı işine devam etti.

Ege yaralarımızı sarıyordu.

Neredeyse sürünerek geçtiğimiz ürpertici ormanın ardından 27 numaraya geri dönmüştük çünkü yaralarımız oldukça kötüydü ve gelmelerini umduğumuz polislere bu evin adresini vermiştik. Bir ambulansla geleceklerini söylediklerinden dolayı onlar gelene dek evde, ilk yardım müdahaleleri ile hayatta kalmaya çalışıyorduk.


En büyük müdahale Selman abiye yapılmıştı. Yaralı olmamızı umursamadan Selman abiyi salondaki L koltuğa yatırıp kompreslerle kanamaya müdahale etmiştik. Kanama büyük oranda azalana dek baskı yaptıktan sonra onları sargı bezleri ile tutturarak bir yastıkla destek sağlamıştık. Yaranın hava alması gerektiğini çünkü göğüs bölgesine isabet etmiş olan bıçak izleri olduğunu söyleyen Nevra ablanın sağlık bilgileri olmasa şimdiye aramızdan birini kaybetmiş olurduk.

O ise bize verdiği tüm talimatlar boyunca iki kere bayılmıştı. Ege, şimdi onun yaralarını sarmakla ilgileniyordu ve aramızda, gerçekten bir işe yarayacak kadar iyi durumda olan tek kişi o idi. Benim ilk yardımıma da yardımcı olmuş olan Ege'nin gözlerinden gerçek anlamda yorgunluk kırıntıları akıyor ve her baş hareketinde adeta etrafa saçılıyordu. Tedavim boyunca tek söylediği şey, çığlık atarsam beni bayıltacağı olmuştu.

Çünkü bu gece çok fazla çığlık duymuştuk.


Gözlerimi kırık sağ bileğime çevirdim. Hareket ettirmesem dahi sızlayan kemiklerim ve morarmış tenim bana hiçbir şeyin yolunda olmadığını söylüyordu.

Bileğime yalancı bir alçı hazırlamıştık ve sırtım, Nevra ablanın havluları ile sarılarak en temiz halde izole edilmeye çalışılmıştı. Boynuma evde bulunan boyunluklardan birini geçirmiştik bu yüzden ara sıra bilincim kapanıp uyusam da oturduğum yerde başım düşmüyor ve diken üstünde bedenimde kendini teslim etmeden başköşede duruyordu.

Diken üstündeydim çünkü Zebani hala yaşıyordu.


Üstelik...

Tam karşımda oturuyordu.

Zebani'nin ölmediğini anladığımızda henüz bilincini kaybetmemiş olan Selman abi onu yanımızda götürmemiz gerektiğini söylemişti. Bunu ilk reddedenlerden birisi bendim çünkü ona yaklaşmaktan korkuyordum.


Ancak Selman abiye hak verip sözlerini uygulamak zorunda kalacağımız bir gerçek vardı ki, ölmemiş olan Zebani'nin uyanıp ormandan kaçması, polislerin onu hiç bulamaması ve bize saldırma olasılıkları çok fazlaydı. O, en az bizim kadar kan kaybıyla uğraşadururken onu yanımızda getirme kararına varmış ve sonuç olarak 27 numaralı evin salonundaki bir sandalyeye onu bağlamıştık.

Hepsi bu kadar değildi.


Çünkü Zebani'nin bir ağacı bile parçalayabileceğini öğrendikten sonra basit bir halatın onu tutmayacağını bildiğimizden onu zincirlerle yere sabitlemiştik.

Odanın en köşesinde, etrafını saran dolaplarla birlikte kilit altındaydı. Yere çakılan halkalarla birlikte normalde tekne gömüleri için kullanılan zincirleri bularak Zebani'nin bedenine dolamışlardı. Onun, ahşap parkeleri sökebilme riskine karşı, ayı kapanını bacağından çıkararak yeniden ayakları önüne kurduğumuzdan dolayı, uyanır uyanmaz ikinci bir dişli saldırısına uğrayacak olan Zebani'nin polislerden kaçamayacak bir hale gelmesini umuyorduk. Onun yaralarına pansuman yapmamıştık.

Bu, işlem boyunca görmekten nefret ettiğim bir hazırlığı içeriyor olsa da, sonuçta onun karşısında oturabilecek cesareti bulmamı sağlamıştı.


Her an kaçacakmış gibi görünmeme neden olsa da, onun metrelerce ötesine ancak tam karşısına yerleştirdiğim sandalyede oturuyordum. Kapının çok yakınındaydım ve istemsizce yaptığım bu hareketin sebebini de az çok tahmin edebiliyordum. Öne düşmüş başından dolayı onun yüzünü göremiyordum lakin aniden gözlerini açıp saldıracakmış gibi durduğundan aslında onunla aynı odada dahi bulunmak istemediğimi biliyordum.

Polislerin gelmesine beş dakikadan daha az bir süre kaldığını söyledikleri için kendimi uyanık tutmam gerekiyordu. Selman abi koltukta baygın yatarken Nevra abla ile Ege'de mutfak girişindeki alandalardı.


Nevra ablanın yaraları sarıldıktan sonra kalkıp mutfaktan bir bardak su içti. Ayakta dik duramıyordu ancak buna rağmen oturmak istemiyormuş gibi suyu bıraktıktan sonra merdivenlere doğru ilerledi.

"Nereye gidiyorsun?" diye atılan Ege'nin onun için endişelendiğini sandım ama çok daha fazlası vardı.


"Yukarıya çıkmam gerekiyor."

"Bizden kaçmadan önce anlatman gereken şeyler var," diyerek onun kolunu yakaladı Ege. "Mesela 21 numaradaki kimseyi tanımadığını söylemen ile başlayalım mı?"


"Önce yukarıya çıkmam gerekiyor çocuklar, döndüğümde anlatırım."

"Dönüp dönmeyeceğin ne malum?" diye bir ses duyduğumuzda başlarımız Selman abiye çevrildi. Henüz uyanmıştı ve hala daha uyuyormuş gibi gözleri kapalıydı. Önce yüzü buruştu, sonra da homurdandı.


"Bu çocuklara açıklama yapmak zorundasın. Buraya onca yolu yalanlarla kavrulup kalbimize hançer saplansın diye gelmedik."

Gözlerini hafiften araladı ve kan çanağına dönmüş irislerini üzerimde gezdirdi. Sanırım iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu, bu yüzden hafifçe dudaklarımı oynatarak iyi olduğumu söylemeye çalıştım.


"Niye bizim evden ayrılmamızı istedin?" diye sordu. Gözleri tekrar Nevra ablaya kaydı ve artık, gerçeklerin konuşulmaya başlanma sırası geldiğini anladık.

Nevra abla derin bir nefes aldı ve Zebani'den uzak bir köşeye çektiğimiz L koltuğun ucuna oturduktan sonra ellerini kavuşturup konuşmaya başladı. Ege'de birkaç adım yanımda durup kapı pervazına yaslandı.

"Bence bunun nedenini sizde biliyorsunuz," dediğinde, Selman abi ve Ege'nin gözleri kesişti ama artık bu anlamlı bakışmanın ne olduğunu biliyordum.

"O evde kemikler var. Üst katta, bir yığın halinde..."


Tüylerim diken diken oldu ve kollarımda izler bırakan canlı cesedin görüntüsü önüme sunuldu. İşte cinayet gününde bahsi geçen tüm kurbanlar o evde, kemik yığını halindeydi.

"Nasıl olduğunu sormayın, bende bilmiyorum ama yıllar önce polisler o evi didik didik etmesine rağmen cesetleri bulamamıştı. Sonra aradan iki yıl geçti ve o evden çıkan gölgenin ardından merakla eve girdiğimde cesetleri fark ettim. O zamanlar 8 yaşındaydım ve benim için pekte katlanılabilir bir durum değildi. İnsanlar sürekli olağanüstü varlıklardan ve evin lanetli olduğundan bahsettiği için başta, o karanlık odada annemin cesedini gördüğümde gerçek olduğuna inanamadım." Sözleri bir bomba misali salonun ortasına düştü ve şaşkınla tüm gözleri üzerine çekti.


"Annen mi?" diye sorduk aynı anda.

"O beş kişinin öldüğü cinayet gününde öldürülenlerden biri de benim annemdi," dedi. Derin bir nefes aldı ve gözleri, baygın olan Zebani'ye çevrildi. "Kıyafetlerini de, hiçbir zaman çıkarmadığı takılarını da dün gibi hatırlıyordum ve sanki eti hiç çürümemiş gibi gözlerimin içine baktığında, bunun gerçek olabileceğine inanamadım."

Ege ve Selman abi sadece bir kemik yığını görmüştü ama ben, tıpkı Nevra abla gibi onları canlı görmüştüm.


"Buraya ilkokul zamanlarımda taşınmıştık ve annem yan komşularımızla oldukça iyi anlaşıyordu. Babam eskiden beri tanıştıklarını söylediği için tüm zamanını onlarla geçirirdi ve bende okuldan sonra hep onlara uğrar birlikte oyunlar oynardım."


Kızıllaşmış kısa saçlarını hafifçe karıştırdığında, yan profilini rahatlıkla görebileceğim bir açı oluştu ve ben, Nevra ablanın ağladığını o an gördüm. Gözleri hala aynı noktadaydı ve şimdi, annesinin ölümünü anlatırken acısı bu dört duvar arasında dolanıyordu.


"Toygar amcayı çok severdim," dediğinde yutkunamadım. Benimde gözlerim istemsizce Zebani'ye döndü ve onun, bir zamanlar birilerinin çok sevdiği Toygar amca olabileceğine gerçekten inanamadım. Ama öyleydi... Bir zamanlar arkadaşlarının en güçlü sırdaşı, komşularının sevecen Toygar amcası ve annemin tek aşkıydı... Bir zamanlar benim babamdı ama şimdiki görüntüsü onun tüm geçmişini adeta yıkıma çevirmişti.


"Birlikte top oynar, mangal yapar ve gölde yüzerdik. Ailecek iyi anlaşıyorduk. Hatta küçük bir bebekleri vardı, yeni doğmuştu ve çoğu zamanla onunla vakit geçirirdim."

Gözleri yere düştüğünde, aslında bakmak istediği noktanın benim mavilerim olduğunu tahmin ettim. Bahsettiği bebeğin ben olduğumu biliyordum ve belki de, bebeklik halimde küçücük parmaklarımı tutan bu ablanın o zamanlardaki en yakın dostum olduğunu anımsadığımdan dolayı onu daha önce tanıyor olabileceğime dair bir hisle dolmuştum.


Nevra abla uzanıp, koltuğun minderleri arasına elini attıktan sonra bir kâğıt parçası çıkardı. Bu, benim 21 numarada düşürdüğümü sandığım ailemin ve arkadaşlarının fotoğrafıydı. Ben baygınken cebimden alıp oraya saklamış olmalıydı.

"Bu fotoğrafın aynısından herkeste vardı ama görünen o ki sadece tek bir kişi hala buna sahip olabilecek kadar sadakat sahibi..."


Fotoğrafı hafifçe okşadı, oradaki yüzleri tek tek taradı. "Mutlu bir tablo, beş kişilik bir arkadaş grubu... Ama... Bu fotoğrafta beş kişi yok," dedi. "Orada altı kişi var. Fotoğrafı çeken kişi benim."

Gözlerim şaşkınlıkla aralandı, Nevra ablanın o sahnede olabileceği aklıma gelebilecek son şeydi. Fotoğrafın daha önce bel hizasında bir mesafeden çekildiğini fark etmiştim ama onun, küçük bir kız tarafından çekilmiş olabileceğini tahmin etmemiştim.


"Mutlu ve güzel bir komşuluk ilişkimiz var sanıyordum." Fotoğrafı katladı ve avuçları arasında sıkıştırdı. "... Ama sonra bir gün..." durdu, soluklandı ve tekrar konuştuğunda sesinin titrediğini duydum. "Okuldan eve geldiğimde evimizin kapısının ardına kadar aralık olduğunu gördüm. Eşyalar dağılmıştı ve anne ve babam evde yoktu. Telaşla 21 numaraya koştum. Biricik Toygar amcamdan yardım isteyecektim. Belki de annemler oradadır ve hiçbir sorun yoktur diye umuyordum ama evin açık kapısından içeriye girdiğimde gördüğüm tek şey, annemin Toygar amca tarafından vurulduğuydu."


Dişlerini sıktı, çene kasları kasıldı ve kavuşturduğu ellerinin parmak boğumları bembeyaz kesilirken nefretle fısıldadı. "Toygar elindeki silahı anneme doğrultup bir el ateş etti."

Burnundan soludu ve gözyaşlarına rağmen öfkeyle haykırdı. "Tek bir 'tak' sesi... Sonra nefesi kesildi. Merdivenlerdeydi... Oraya yığılıp kaldı. Kan aktığını gördüğüm anda anneme ne olduğunu anladım ama küçük aklımla bu gerçeği kabul etmek istemedim. Annemin öldürüldüğünü gözlerimle görmüştüm. Hem de en yakınımız tarafından..."


Bundan sonra kendi kendine aynı sözleri mırıldanıp durdu. Sesi kısıldı ve elleri saçlarına dolanıp başını sıkıştırırken devam etti. "Çok korkmuştum bu yüzden saklandım. Ağlayarak birilerinin yardıma gelmesini ve annemin iyi olduğunu söylemesini bekledim ama kimse gelmedi... Silah sesleri ardı ardına geliyordu, diğerlerinin bunu duyduğunu biliyordum. Tüm göl bu sesle yankılanıyordu ama ne birileri yardıma geldi ne de birileri evden çıkabildi. Herkes korkuyordu ve orada bir başına ağlayan çocuğa yardıma gelecek cesareti hiçbiri gösteremedi."


Burnunu çekti ve yanaklarını elinin tersi ile kuruladı. "O beni görmedi," derken başı ile karşısında kalan Zebani'yi işaret etti. "Görseydi beni de öldürürdü ama oradan sağ çıkan tek kişi oldum. Saatler sonra polisler gelip beni götürdü ve uzun bir süre kreş gibi bir yerde tanımadığım çocukların arasında kaldım. Ardımda ne kaldığını bilmeler günler geçirdim. Eve döndüğümde ise annemin olmadığı daha ilk andan anlaşılıyordu. Ev artık onun gibi kokmuyordu. Onun kokusunu ne kadar özlediğimi o an fark etmiştim ama ev, sadece bomboştu..."


Annemin kokusunun benim için ne kadar kıymetli olduğunu bildiğimden Nevra ablanın özlemini anlayabiliyordum. İstemsizce annesinin kokusunu merak ettim ama zaten, bu sırada burnuma portakal kokusu doluşuyordu.

"Babanın yaşadığını söylememiş miydin?" diye sordu Ege. "Yukarıya onun için çıkmayacak mıydın?"

Doğru ya, evde yalnız değildik.


"Babam Zebani'nin geçirdiği cinnetin mağdurlarından birisiydi. Herkesi öldürdükten sonra kaçarken ona da saldırmıştı ve bu yüzden bir süre komada kaldı," diye yanıtladı Nevra abla. "Uyandığında felçli olduğunu anladık. Şu anda yatalak, boynundan aşağısı tutmuyor, yatağından kalkamıyor ve küçüklüğümden beri onunla ilgileniyorum."

"Geçen yıl hastalandığını söylememiş miydin?" diye sordu Selman abi.


"Geçtiğimiz yıl annemin ölüm yıldönümünde kriz geçirdi ve yataktan düştü. Annemin 21 numaradan gelen çığlıklarını duyduğunu söylüyordu. Sürünerek oraya gidebileceğini sanıyordu. O, benim gördüğüm cesetleri görmemişti."

"Daha sonra giren kimse cesetlerin hala orada olduğunu görmedi mi?"


"Başlarda cesetleri saklamış olmalı, polisler uzun bir süre aramış, ormana gömmüş olabileceğini düşünerek ormanda aramalar yapmışlar ama bulamamışlar. Tahminlerinin aksine o, öldürdüğü insanları gömme zahmetine bile girmeden üst kata saklayıp kaçtı. Polislerin olaydan hiç haberi olmadı. O iki yılın sonuna kadar herkes o evin boş olduğunu sanıyordu ve sonunda o geceye dair söylentiler çıkmasına rağmen evi yeniden araştırmaya kimse gelmedi."

"Sen cesetlerin orada olduğunu söylemedin mi?"


Nevra abla dönüp Selman abiye baktı. "Bana kimse inanmadı," dedi. "Annesini kaybetmiş ve bir daha hiç ayağa kalkamayacak bir baba ile bir mezarlığın yanında yaşamak zorunda kalmış olan küçük bir çocuğa kimse inanmak istemedi. Söylentilerin hepsini... Benim başlattığımı sandılar. Tüm o çığlıkları, ormanın fısıltılarını ve diğer her şeyi... Hepsinin benim uydurmam olduğunu söylediler. O taşınıp giden ev sahipleri de "Her şeyi biz yaptık, tüm o batıl inanç saçmalıkları bizim ağzımızdan çıktı," diyemediler. Suçu benim üstüme atıp kaçtılar. Tıpkı annemin ölümünü izlediğim o gün gibi... Hepsi kendilerindense, küçük bir kızın suçu üstlenmesinin daha doğru olduğunu düşündüler.


Onlar yok olup gitti, hayatlarına devam ettiler ama arkalarındaki harabe ile yine ben uğraşıyorum."

"Bu yüzden eve yaklaşmıyorsun," dedi Selman abi. "Söylentilerin içinde yeniden adın dolanmasın diye."


Nevra ablanın cevap vermesine gerek kalmadı bile. Eski sahiplerin 21 numaradaki tüm ruhları ve şeytanları Nevra ablanın üzerine yıkıp onun bir oyunu olduğunu söylemişlerdi ve şimdi, yeni sahiplerin bunun buradaki göl kenarında ortaya çıkan bir gerçek olduklarına inandıkları sırada yeniden kendini kuklacı haline getirmemek için tüm bu söylentilerden uzakta yaşıyordu.


"O iki yıl benim için kötü geçmişti ama iki yıldan sonrası daha da kötüydü. Kayıp katilin o evden çıkabileceği kimsenin aklına gelmedi. Şayet ben, yanı başımdaki evde yaşadığını bilseydim, onu yakalatmak için elimden gelen her şeyi yapardım ama o her gün bizi pencereden seyrederken ruhumuz bile duymadı."

"Bu yüzden cinayet gününü ve aileyi araştırıyordun?" diye sordu Ege. "O yüzden tüm fotoğrafları sen biriktiriyorsun?"


"... Ve fotoğraflar..." Gözleri salondaki dağınık bir dolap kapağına kaydı. "Onları ben çekmedim, altı yaşındaki bir çocuğun aklına gelebilecek bir detay değildi bu. Onları bana birisi yolladı. Bir zarf ile geldiler, üzerinde isim ya da adres yoktu. Her kim çektiyse, olaydan hemen sonra, belki de polisler gelmeden hemen önce çekmiş ama onları polislere yollamak yerine geçen yıl, babam rahatsızlandığı dönemde bana yollamayı tercih etmiş. Fotoğrafları gördükten sonra kriz geçirdim. Toparlanmam uzun sürdü, Toygar'ın benimle oyun oynadığını düşündüm ve 21 numarayı daha sık kontrol etmeye başladım. Bir gün geleceğini biliyordum."


"Bizi evden çıkarmanın nedeni buydu. Aramızdan birinin Toygar olduğunu sandın."

"İnan bana, öyle olmasını dilerdim. Bunca zamandır... Bu berbat evden taşınmamın tek bir sebebi vardı. Amacım annemin katilini yakalayabilmekti ve..." Durdu ve gözleri yeniden katilde dolandı. "Onun neden delirdiğini bulabilmekti."


"Ne buldun?" diye sordum telaşla. Babamın neden delirdiğini ve sevgi dolu aileleri neden dağıttığını bilmek istiyordum. Annemi neden ağlattığını ve onu kaçmasına niye sebep olduğunu öğrenmek istiyordum.

Nevra abla sesimi duyduğu anda bana doğru döndü ve gözlerindeki o tanıdık ifadeyle beni izledi. Benim için endişeleniyordu çünkü o... Benim kim olduğumu biliyordu. İlk arkadaşım, bebekliğimin şahidi sevdiğim kişiydi o. Adımı hatırlıyordu... Yıllar önce onunla dost olan Mercan'ın kim olduğunu hatırlıyordu ve ismimin bu gölün çevresinde ilk zikredildiğini duyduğu anda merakla benim yanıma gelmişti. Beni görme arzusu ile dolmuştu. Bayıldığımda telaşla beni tutup kaldırmıştı ve gözlerime bakmıştı.


Benim, yıllar önceki komşusu olduğumu biliyordu ama bana direkt kim olduğumu söyleyememişti. Annesini öldüren adamın kızı olduğumu biliyordu ama buna rağmen onun beni öldürmesine engel olabilmek için kaçmamı söylemişti.

Annemi, beni ve babamı gerçekten tanıyan birilerinin hayatta olabileceğini hiç düşünmemiştim.


"Hiçbir şey bulamadım," dedi Nevra abla. "Ona dair her şey nasıl oluyorduysa dünyadan siliniyor gibiydi. İzini takip edemedim, buraya yıllar boyu dönmedi ama şimdi burada..." dedi. "...Kimlerin peşinde olduğundan bihaber burada, yıllar sonra yeniden evinde."

Gözlerim 21 numaraya doğru kaydı. Yıllar önce bıraktığı enkaza, kızının peşinde olduğunu bilmeden geri dönmüştü ve şimdi, bu odada onun dışındaki herkes gerçeklerin farkındaydı.

Selman abinin şişmiş, kanayan gözleri bana doğru kaydı. Aramızdaki bakışma uzayıp giderken ne düşündüğünü anlayamadım.


"Ölen kişiler bu fotoğraftakiler mi peki?" diye sordu Selman abi. "Beş kişinin hepsi arkadaşları mı?"

Nevra abla fotoğrafa uzun uzun baktı. "Hepsi ölmedi," dedi. "Olaydan haberi olmayan ya da babam gibi kaçmayı başaranlar var."


Annemin, arkadaşlarının onu aramadıklarını, kendisinin de özlemesine rağmen kimseyle iletişime geçmediğini söylediğini hatırlıyordum. Sebebi bu idi... Ölenler yüzünden kalanlar suçluluk duyuyordu.

"Bize en baştan anlatabilirdin," dedi. "Seni yargılayacak değildik. Sadece bilgi edinmeye çalışıyorduk."


Nevra abla omuzlarını silkti. "Size şu an burada yaşayan herkesin bildiği kadarını bilmenizi sağladım," derken oldukça basit bir denklemin çözümünü anlatıyor gibiydi. "Sadece benim kişisel meselelerimi duymanıza gerek olmadığını düşündüm. Sonuçta sizde bana gerçekleri anlatmadınız."

Ödev yalanımıza inanmadığı şimdi daha net görülebiliyordu. Beni tanırken basit bir ödevle burada olmayacağımı, babamı bulmaya çalıştığımı çoktan anlamıştı.


"Bir şey sorabilir miyim?" diye sordum ansızın. "21 numarada bana seslendiğini söylediğin sırada... Bir söz söylemiştin," dedim tereddütle. "Geçmişi değiştiremeyiz değil mi Mercan?" durdum ve söylediği sözü hatırlamasını bekledim. "Bunu... Neden söyledin Nevra abla? Zebani'nin... Kızı olduğumu bildiğin için mi?"

Nevra abla tek kaşını kaldırdı ve gözleri yere düşerken sabahki yaşadığımız olayı hatırlamaya çalıştı. "Ben öyle bir şey söylemedim Mercan," dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Ama orada senin sesini duydum. Bana geçmişi değiştiremeyecem-"

"Hayır," dedi kabaca. "İnanmadığım sözleri sarf etmem Mercan. Kimin söylemiş olabileceğini bilmiyorum ama o sözü ben söylemedim çünkü burada geçmişi değiştirmek için yaşıyorum. Şu an, burada geçmişi değiştiriyorum ve hesaplaşmayı gerçekleştiriyorum."

"Aslında amacın sadece onu yakalamak değildi, değil mi?" diye sordu biranda Selman abi. Nevra ablanın sözlerinden çıkardığı ipucunu ortaya attığında ortam gerildi.


"Hayır, sadece yakalamak istemiyordum," dedi Nevra abla. Oturduğum yerde dikleştiğimde Ege'de ayakları üzerinde toparlandı.

"Bu ne demek?" diye telaşla sorduğunda tüm gözler Nevra abladaydı. Onun dudakları ise bir yanıt vermekten yoksun, gözleri ise Zebani'yi delmek istercesine üzerinde dolanarak nefret fışkırtıyordu.


"Şimdi bunları anlatıyorsun çünkü katile yapacaklarına göz yummamızı istiyorsun."

Selman abinin sözleri ile aniden ayaklandım. Ege uzanıp bileğimi yakalarken ne düşünüyordu bilmiyordum ama benim düşündüğüm tek şey polislerin sandığım gibi erken gelmeyeceğiydi.


"Ondan intikam almak istiyorsun."

Nevra ablanın kasılan çenesi dikleşti. Kısacık, kana bulanmış sarı saçlarını geriye doğru taradıktan sonra ayağa kalktı. "Yaptıklarının bedelini ödesin istiyorum," dedi. "Ve yapamadıkları ile yüzleşsin istiyorum."


Aradan sadece bir dakikalık bir sessizlik geçti ve Selman abi yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Neredeyse kan kusmak üzere olmasına rağmen ayaklanmaya çalışması beni tedirgin ediyordu.

"Kalkmamalısın," diyen Ege'yi kimse dinlemedi.


Selman abi bana doğru baktı. İma sezdiğim gözleri Zebani'ye çevrildikten sonra ellerinin yumruk halini aldığını gördüm.

"Tamam," dedi. Zorlukla yutkundum ve Zebani'yi hedeflerine almış ikiliye korkuyla baktım. "Ondan intikamımızı alalım."


Başımı çevirdim ve Ege'ye baktım. Onların bu tehlikeli hareketinin bende uyandırdığı hislerin yanlış olup olmadığından emin olamadığım için Ege'den bana yardımcı olması için medet umdum ama yanılmamıştım. Ege'nin yüzünden okuduğum tek şeyde endişeydi.

Polisleri beklememizi ve bunun çok tehlikeli olduğunu söyledi ama Selman abi onu süratle kesti.


"Bu p*ç Selen'e yaptıklarının hesabını ödeyecek!" diye bağırdı. "Alara'yı öldürdü, Selen'i öldürmekten beter etti ve şu halimize bakın!" Öfkesinde haklı olmadığını söyleyemezdim. "Bu b*k Azrail'miş gibi davranıyor olabilir ama bana ve kardeşime yaptıklarının bedelini ödeyecek. Aynı ona yaptığı gibi, tüm kemiklerini teker teker kıracağım. Burnunu yerinden söküp yerine s*kini takacağım. Bu herif, onu cayır cayır yakmadığım için bize şükredecek."

Sözleri öyle hırs doluydu ki, gördüğüm sahne beni Zebani'den daha çok korkuttu.


Buraya katil olmak için gelmediğimizi söylemiştim ama bir katilden farksız planlar kuran ikili beni hayal kırıklığına uğratıyordu.

"Babamla konuşmasını istiyorum," dedi Nevra abla. "Yukarıda tüm sesleri duymuştur ama kalkıp bakamadığı için çok tedirgin olmalı. Saatlerdir dönmedim, şimdi çıkıp onunla konuşmam gerek. Onu aşağıya indireceğim ve katille ağır bir hesaplaşma yaşayacağız."


İşte o an neden Zebani'yi 27 numaraya sürükleyip salonun ortasına bağladığımızı anladım.

Birilerinin Zebani'ye yaptıklarının bedelini ödetmesi gerekiyordu ama o biz değildik. Hele ki ağır yaralı bedenlerimizle gerçek bir cehennem yaratığına kafa tutacak doğru bir zamanı hiç seçememiştik.


Biricik Nevra'mızın hikayesini öğrendik. O, Zebani'nin öldürdüğü kadının kızıydı ve bunca yıl, intikam için onun geri dönmesini bekleyerek 21 numarayı gözlüyordu. Şimdi, onun hakkında ne düşüyorsunuz? 

Zebani bu intikamı hak ediyor mu, sizce sonucunda ne olacak? 

Artık sona yaklaştık. Bu aşamada kararınız değişmiş veya sabit kalmış olabilir. Artık yaşanan olaylardaki tarafınız ne; sizce her şey Mercan'ın hayal ürünü müydü yoksa gerçek miydi?


Ekleme: Sürprizi yazmayı unutmuşum. Neyse akşama yeni bir bölüm daha paylaşacağım ilk sürprizim bu. İkincisini yeni bölümün başında duyuracağım. Bence çok seveceksiniz.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top