53. Bölüm | "O burada!" | Kısım 1

Birkaç bilgi verip kaçacağım. Bölüm sonuna mutlaka bakınız. 

Zebani- Katil

İblis - Kalika

Cesetler - on beş yıl önce ölen ölüler olarak adlandırılıyor kitapta. İleride bir şey gelirse bunların dışında olur, benzer terimler olsa bile aynı şey olmadığını bilin. 

İkinci olarak söyleyeceğim şeyde, aslında bölümlerin her gün art arda gelmek üzere ayarlandığı ama oy ve yorumlar düşer diye hemen paylaşamadığım. Biliyorsunuz ki okuduğu halde oy atmayan veya yorum atmaya çekinin çok okur var. Bu sayı beni üzüyor ama oy ve yorum atanları gördükçe motive olup bölümleri hızlıca yazıyorum. Finale oldukça yaklaştık ama finalden önce sizden bir şey rica ediyorum. 

Kitaptaki gizemleri tahmin eden ve oldukça yaklaşan çok fazla okur olmaya başladı. Maşallah zehir gibisiniz, okudukça çözmeye başladınız olayları. Bu yüzden kitabın sonunu burada tahmin etmenizi istiyorum. 

1- Kitabın sonu sizce nasıl bitecek?

2- Kitabın sonunun nasıl bitmesini istiyorsunuz? Siz olsaydınız nasıl bitirirdiniz? 


Mutlu son veya mutsuz son gibi kısacık bir yorumda atabilirsiniz ama ben sizden çok daha dahiyane, 'WOWW' dedirtecek yorumlar bekliyorum. 

Yorumlar arasından en sevdiğim yorumu ve benim gibi düşünen kişileri seçip paylaşacağım, haberiniz olsun. Hadin gösterin kendinizi. 



Bölüm 53: "O burada!"

Bileğimi tutan şey o kadar güçlüydü ki, eğilip onu çekmeye çalışsam bile başarılı olamadım. Suyun derinliklerine, öldürülmek üzere çekiliyordum. Beni dibe çeken şeyin ne olduğunu göremiyordum. İskeledeki ceset suya atlayıp benimle savaşmaya devam mı ediyordu yoksa başka bir cesetle mi çarpışıyordum?

Gölün altında pusuya yatmış bir ölü mü vardı yoksa ölümlünün biri benimle kafa mı buluyordu?

Her şeyden öte, beni boğmak üzere olan gölün bizzat kendisi miydi?


Tutunabileceğim hiçbir yer kalmadığından resmen boşlukta süzülüyordum. Bileğimi ne kadar çabalarsam çabalayayım kurtaramadım. Buradan kendi başıma çıkmam mümkün değildi ama yardım çağırabilecek bir durumda da değildim. Ege'yi neyin çekip götürdüğünü bilmiyordum ve onun ellerinden kurtulup bana yardıma gelebileceği belli bile değildi. Selman abi düştüğümü bilmeden bilinmezlikten çıkıp gelemezdi.

Bir umut 16 numaradakilerin sesimi duyduğunu umuyordum ancak ağaçların ardında kalan iskele yüzünden onlarda beni bulamazlardı.


Tek başıma bataklığa çekilirim sanıyordum ama gördüğüm en güzel gölde kendimi dipte bulacağımı hiç tahmin etmemiştim. Şimdi kulaklarım zonkluyor, boğazımda ağzımı açmam için tuhaf bir baskı oluşuyordu. Ciğerlerimdeki nefessizlik biraz sonra bir yığın su yutmama neden olacaktı. Daha önce hiç bu denli nefes almaya ihtiyacım olduğunu hissetmemiştim. Gözlerimin önü o kadar bulanık ki, gözümü her kırpıştırdığımda tuzlu su canımı yakıyordu. Kollarımdan siyah siyah islerin yukarıya doğru süzüldüğünü gördüm.

Boğazımdaki yumru refleksle dudaklarımı araladı, istemsizce derin bir nefes çektim ancak çektiğim anda geri püskürttüm. Bedenim kasıldı, çırpınan kollarım aniden durdu. Aşağıya baktığımda gördüğüm tek şey sonsuzluk olduğundan gözlerimi yukarıya kaldırdım. Ayın görüntüsünü bozan dalgaların arasına bir beden karıştı. Bir şey bana doğru süzülüyordu. Karanlık, uzun bir elin bana doğru uzandığını gördüm.

Cesetler ya da gölgeler değildi. Baş iblis buradaydı. Onu kaburgalarım arasına yaydığı histen bile kolaylıkla tanıyabilirdim. 16 yıldır kalbimde taşıdığım bu yükün benim için geldiğini anlayabilirdim.


Bana doğru uzandı, şimdi başının etrafında süzülen siyah, uzun saçları hiçte sıra dışı gelmiyordu. Şayet gece vakti olmasaydı, onun göle kara bir bomba misali yayıldığını rahatlıkla söyleyebilirdim. Upuzun tırnakları, bana acı veren cesetlerin aksine şefkatle sarmaladı beni. Bileğimi yakaladı, acıyan tüm kemiklerime rağmen sıkıca çekti beni. Suyun içinde ona doğru süzüldüm, onunla aynı hizaya gelene dek beni kendine çekti. Yüzlerimiz karşı karşıya geldiğinde, bembeyaz yüzünü hiç bu kadar yakından göremediğimi hatırladım. Genç yaşına rağmen yüzünde çok fazla kırışıklık vardı, çatlamış derisi dağılıyordu, su onu adeta parçalıyordu. Saçlarının ipeksiliği benim saçlarıma dek dolandı. Bileğimdeki elini çekip avuçlarımızı birbirine yasladı. Başını uzattığı anda alınlarımız da birbirine dokundu. Şimdi bile hissettiğim buz gibi teninden tenime karıncalar akın etmiş gibi her yerim uyuştu. Dipsiz bir kuyu olan gözlerinde duygular raks ediyordu ancak onları yakalayabilecek bir görüşe sahip değildim. Her bir noktası bana değene dek birbirimize süzüldük.


Artık onu gerçek anlamda hissediyordum, onun varlığı inkâr edilemez bir gerçekti. O gerçekten vardı ve benim için buradaydı.

Dilek hakkım kalmış mıydı bilmiyordum ama Kalika'nın beni buradan kurtarmasını istedim. Hayatta kalmayı istedim.


"Beni hayatta tut," diye fısıldadım. Su yutuyordum ve bedenim artık şiddetle kasılıyordu. Kalika'nın önce parmakları parmaklarıma dolandı, sonra da ellerini üzerimden çekiverdi.

Aşağıya doğru süzüldüğümde gözlerim korkuyla büyüdü. Biran aşağıya doğru süzüldüm ve burada ölüme terk edileceğimi sandım.

Hemen sonra ise Kalika uzandı ve beni belimden yakaladı. Aniden yukarıya doğru düşmeye başladım bu sefer. Tuhaftı çünkü yön duygum karmaşıklaşmıştı. Kalika beni belimden tutarak su yüzeyine doğru götürüyordu.


İhanet etmemişti. Benim aksime o bana ihanet etmemişti, yıllar önce onu unutarak ihaneti gerçekleştiren kişi bendim.

Kalika o kadar hızlı hareket ediyordu ki, kendimi bir jetin ardında sürükleniyor gibi hissediyordum lakin buna rağmen yukarıya bir türlü yıkamıyorduk. Yüzeyin bu kadar uzakta olduğunu fark etmemiştim, gölün bu kadar derin olduğunu ve benim çok fazla aşağıya çekildiğimi fark etmemiştim.


Çok geçti. Artık kontrol edemediğim bir şekilde ciğerlerim su çekiyordu. İçime akan suyu da, solunum yolumun onu reddetme çabasını da net bir şekilde algılayabiliyordum. Kollarım gücünü kaybetti, ayı arayan gözlerim kaydı ve başım öne doğru düştü. Gözlerim karanlığa kapanmadan önce Kalika'nın yüzü gördüğüm son yüz oldu. Yukarı doğru çekildim ve yüzeyi göremeden bilincimi kaybettim.

Belki de Kalika gerçekten beni yüzeye çıkarmamış, daha dibe sürüklemişti. Bunu hiçbir zaman öğrenemeyebilirdim.


*

*

*



Göğsümde hissettiğim ani sancı ile birlikte gözlerimi biranda açtım ve başım, iradem dışında yana doğru çevrildi. Boğazımdan yukarıya doğru fışkıran su ile öğürmeye ve ciğerlerimdeki tuzlu suyu kusmaya başladım.

Alnım tahta zemine çarptı, dilim dışarıya sarkmış bir halde bir musluk misali içimdeki gözyaşlarını akıttım. Ciğerlerim ferahlayana dek sıcak bir el sırtımı sıvazladı. Adımın seslenildiğini duydum. Bedenim yan döndürüldü ve sırtım yeniden yere çarptı. Çenemdeki parmaklar ile başım yukarıya doğru çevrildiğinde kıpkırmızı bir surat gördüm. Yağmur yağıyor olmalıydı çünkü yüzüme minik minik su damlaları düşüyordu. Karanlık ve bulanık görüşüm yerine gelmeden yanağıma bir tokat yedim. Canım yanmadı ama kendime gelmeme yeterliydi.


Çok soğuktu...

Ve çok gürültülüydü...

Aniden nerede olduğumu kavradım ve dakikalar önce gölün dibinde olduğumu hatırladım. Dudaklarımdan ilk Kalika'nın adı döküldü.


Çenemdeki el saçlarımı geriye doğru tararken gölge eğildi ve sıcacık alnını alnıma yasladı. Sadece birkaç dakika önce gerçekleşen bir duygunun tekrarı gibiydi ancak aynı hareketin ne kadar farklı hissettirdiğine şahit oldum. "Aptal!" diye bağırmadan önce kalbimin güvenle sarmalandığını hissettim.

O hala hayattaydı.


"Neden göle atladın aptal!" diye kızdı bana. Ellerini yanaklarıma yasladı, alnı alnımdan güç alıyorken yağmur yağdığını sandığım damlacıkların onun ıslak saçından geldiğini anladım.

"A-atlamadım," dedim ama boğazımdaki sancı yüzünden birkaç saniye öksürük krizine girdim.


"Dönmeyeceksin sandım, bunu nasıl yaparsın!" diye bana kızmaya devam etti. "E-ege?" diye sordum. Başını hafifçe geriye çekti ve gözyaşlarını elinin tersiyle hızlıca sildi. Burnunu kabaca çekerken de omuzları titriyor ve ellerini üzerimden çekmiyordu. Korkudan olması büyük bir ihtimaldi ancak o da üşüyordu, o da ıslaktı. Zorlukla yutkundum ve onun ağlamaktan kıpkırmızı olmuş yüzüne uzun uzun baktım.

"Nereden dönmeyecektim?" dedim sakince. "Sen varken bana bir şey olmayacağını biliyorum."


Çünkü o benim için geri dönmüştü. Bana verdiği bir söz vardı ve benim tanıdığım Egemen Eraslan sözlerini tutardı. Bu yüzden bende ona geri dönmüştüm.

"Öldün seni aptal!" dedi yeniden. Göle doğru çevrilmiş gözleri bir hışımla üzerime doğru döndü ve alnını yeniden alnıma yasladı. "Gerçekten öldün, boğulmuştun. Bir kova su kustun, görmüyor musun? Geri dönemeyecektin Mercan! Madem yüzemiyorsun neden göle atlarsın ki?"


Dudaklarım kıpırdandı ama söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Gerçekten ölmüş müydüm? Amaçlarına ulaşmışlar mıydı? Ege'nin göğsüme indirdiği yumruk ya da bana verdiği hayat öpücüğü olmasa o gölün dibinde çürüyecek miydim? 21 numaradaki kazılmış yeni mezara gömülecek olan kişi ben miydim?

Kalika ya da Ege... Ben ölümden dönmüştüm. Bazı arzular geri döndürülemeyecek kadar kuvvetliydi.


"A-atlamadım. Düştüm," dedim sadece. "Peşimden geliyordu. Senin de peşinden geliyordu, iyi misin?"

Ege başını iki yana salladı ve sanki bana ikinci bir tokadı atmak istiyormuş gibi baktı. "Peşimizde değil. Yani henüz değil, daha fazla dayanamazlar. Onlara yardıma gitmemiz gerekiyor."


Kaşlarım çatıldı ve ağrıyan, her yanı acı kusan bedenime rağmen doğruldum. Ege hemen kolunu belime doladı ve beni kendine çekti. Karşı karşıya oturuyor ve ikimizde ağlıyorduk şimdi.

"C-cesetler... Diğerlerinin de mi peşinde?" dedim korkarak. Onlardan kaç tane vardı?

"Ne cesedi?" dedi şaşkınca. "Neden bahsediyorsun? Katil burada!" dedi.

"Kim?" diye atıldım biranda. Kim burada?


"Katil... Zebani işte. O burada! Peşimizden gelmiş."

Hayır, diye sayıkladım kendi kendime. O, 21 numaranın içinde hiçliğe karıştı, burada değil.

"Odadan çıkmışsın, çığlık attığını duyup ormana koştum ama seni bulamadım. Sonra biranda Zebani çıkageldi. O-onlar... Kan vardı. Katil Nevra ablayı ve Selman abiyi bıçakladı. Yardım etmek istedim ama o herif gerçekten düşüncelerimi okuyor Mercan."


Titredi... Bedeniyle birlikte sesi de titriyordu. Çok fazla korkuyordu ve muhtemelen kendini suçluyordu. Elleri cayır cayır yanıyordu ama soğuk esen rüzgâr nedeniyle ıslak bedenlerimiz fazla dayanamazdı.

Başımı çevirip etrafıma bakındım; iskelede bir başımızaydık. Cesetlerden ya da Kalika'dan bir iz yoktu. Bakışlarım ormana doğru kaydı. Kulaklarımdaki çınlama olmasaydı oradan yankılanan çığlıkları duyabileceğimi biliyordum. Bir an için gökyüzünde devasa bir kanadın çırpındığını gördüğümü sandım.


Bu, Azrail'i kaçıncı selamlayışımdı?

"Belki de buraya benim yüzümden geldi! Beni takip etmiş olabilir, beni duyuyor o ve-"

Sözünü kesmek zorunda kaldım. "Onlar ormanda mı? Şu an Zebani ile mi birlikteler?"


Ege başını hızlıca salladı. "Yardım edemediğim için Nevra abla beni seni yanına yolladı. O göle gitmemi işaret etmese tam tersi yöne gidecekmişim. Sesin ormanın içinden geliyor gibiydi, bu yüzden bir ara yolumu kaybettim ama bir şey... Beni buraya yönlendirdi. Burada olacağını düşünmedim gerçekten, Nevra ablanın yanlış duyuyor olduğunu sanmıştım ama burada çıktın. Seni göle atlarken görmesem burada yok olup gidecektin. Neden göle atlıyorsun ki?"


Titreyen sesi sonlara doğru yükseldi. Bana olan öfkesi geçmiyordu, beni gerçekten kaybedeceğini düşünmüştü. Yanılmıyordu da, hala daha ölebilirdik çünkü Zebani'nin diğerlerini haklaması uzun sürmezdi.


"Kâbus görmedim," dedim. "Uyumadığım için kâbus göremedim. Sokak lambası gördüğümde Selen'in yanında sanmıştım ama o ormandaki yoldaydı ve... Eğer uyusaydım geldiğinden haberdar olacaktık ve ben-"


Bu defa Ege benim sözümü kesti. Gözlerine batan ıslak saçlarını soluna doğru toparladığında parıldayan gözleri açığa çıktı. "Onlara yardım etmeliyiz Mercan. Acilen bir şey yapmalıyız. Çok fazla kan vardı, Selman abi orada ölebilir."

Eğer öyle bir şey olursa Selen bizi öldürürdü.


"B-ben..." dedim ama aklıma gelen düşünceler dilime kelepçe savurdu. "Z-zebani'nin..." Sesim titredi ve bir hıçkırık istemsizce dudaklarımdan kaçtı. "...Kim olduğunu öğrendim."

"Nasıl?" diye soludu Ege. Hava o kadar çok soğumuştu ki, kulaklarıma gölün dingin sesi doluştukça tenimdeki sularda harekete geçiyor gibi hissediyordum. Akan burnumu çektiğimde, kollarıma bulaşmış siyah islerin kokusunu aldım. Soyulmuş derimi Ege'de görüyor muydu bilmiyordum ama ceketim ile onları saklama ihtiyacı duydum. Burada öylece durup Ege'nin ay ışığında parıldayan beyaz tenini incelemek isterdim lakin artık duramazdım.


"Evimdeydim," dedim. İnkâr etmek istesem de orası benim evimdi. "Bazı şeyler gördüm."

"Ne gördün? Fotoğraflar mı? Bilgi bulabildin mi? Biz bir şeyler bulduk ama orada Nevra abla yardım edince-"


Başımı olumlu anlamda salladığımda heyecanlanan Ege dirseklerimden yakaladı beni. Anlatmam için sabırsızlanıyordu ama duyacaklarından memnun kalacağını sanmıyordum. "Ne buldun?"

"Adı Toygar..." Zorlukla yutkundum. "T-toygar S-solgun..."

Dudakları aralanırken kaşları da anında çatıldı. "Toygar..." diyerek beni taklit ettiğinde zihni Solgun, soyadında takılmış gibiydi. "Solgun mu? Ama bu senin..."


Evet, bu benim soyadımdı. Babamdan geçmiş soyadımı kullanıyordum ve o adamla aynı soyu taşıyordum. Aynı kanı, aynı laneti, aynı arzuyu...

"O benim babam," dedim acı acı. Kelime dudaklarımdan görünmez bir zehir misali döküldü. Sanki ete kemiğe bürünebilse dikenli bir yaratığın bedeninde can bulurdu.


"Annen öldüğünü söylememiş miydi?" diye sordu ama cevap sorunun hemen ardından bize el salladı. Annem ya herkes gibi katili öldü biliyordu ya da bu kadar tehlikeli bir adam olduğu için onu benden saklamıştı.

Anneme kızmıyordum çünkü haklıydı. Eğer yaşadığını bile bile bana öldüğünü söylediyse bile, böyle bir adamın babam olduğu gerçeğini kaldıramazdım. Yıllarca özlemle beklemiş küçük, aptal bir çocuk olarak "Senin baban yaşıyor ama ben ondan kaçtım, tehlikeli biri olduğu için onunla görüşmemeliyiz!" diyen anneme karşı tek tepkim babamı görmek konusunda ısrar etmek olurdu.


"Ne kadar tehlikeli olursa olsun bana zarar vermez. Ben onun küçük, biricik kızıyım. Belki o da beni özlemiştir..."

Gözümle bu kadar şahit olmasam ve az daha onu ellerinde ölecek olmasam babamın ne kadar kötü bir insan olduğuna inanamazdım. Konduramazdım belki de... Annem böyle bir adamı sevmiş olamaz ve ben böyle bir adamın çocuğu olarak doğmuş olamam, derdim. Bizi yanıltmaya çalışan ruhlara karşı haykırırdım belki; "Sizin katiliniz benim babam değil. Dünyadaki her bir insan olabilir ama benim babam olamaz."

İşte o an asıl yanılan ben olurdum.


Çünkü babam omuzunda Azrail'in gölgesiyle dolaşan birisiydi.

"Bu yüzden mi onu görebiliyordun?" diye sordu ansızın. "O senin baban olduğu için mi onu kâbuslarında gördün? Aranızdaki bağ... Kanın ile ilgili miydi?"

Her şey kanım ile ilgiliydi.


"Yardım çağırmalıyız," dedi hemen. Ayağa kalkarken dirseklerimdeki elleri ile beni de beraberinde kaldırdı. "Hemen yardım çağırmalıyız. Selman abiler tehlikede, onları öldürüp sonra da bizim peşimizden gelecek. Hemen yardım çağırmalıyız, onlara yetişmek zorundayız."


Gözleri ormana doğru kaydı. Oradan yankılanan sesleri benden daha net duyabildiğini mimiklerinden anlıyordum. Onu başımla onayladım ve el ele tutuşarak iskeleden ayrıldık. Tamamen ıslak ve korku dolu iki çocuk olmamıza rağmen Ege, ilk olarak komşulardan yardım dilememiz gerektiğini söyledi. İlk umudumuz 16 numara oldu, kapısını büyük bir telaşla çaldık ve kapıyı dakikalar sonunda açan eli sopalı adama tehlikede olduğumuzu haykırdık.

Bize yardım edeceğini umuyordum ama tek söylediği polisleri aramamız gerektiğiydi. "Polisler gelene kadar kamelyada bekleyebilirsiniz. Gelmeleri uzun sürebilir. Size battaniye ve çay vereceğim. Burada kimse tehlikeyi sevmez çocuklar. O yüzden sessizce oturup polisleri bekleyin."


Onlara öleceğimizi söylediğimizde bu onları daha çok korkuttu. "Ne kendi başınızı belaya sokun, ne de bizimkini."

11 numara aynı sözleri söyledi, 10 numara kapısını bile açmadı. Yanı başlarındaki lanetli ev yüzünden yıllarca diken üstünde oturmuş bu insanlara hak verecek bir yol bulmaya çalışıyordum ama çaresiz iki çocuğu böylesine kapı dışarı etmelerine akıl sır erdiremedim. Biz çocuktuk, yaralı iki kuştuk ama yardım eli uzatanımız yoktu.


"Boş versene!" diye bağırdı Ege. Evdekilerin duyacağını bile bile. Sesi kamelyanın altında yankılandı. "Bu s*kik beyinlilerden yardım alacağıma kolumun kırılmasına razı olurum daha iyi! Yürü Mercan!"


Söylediği sözde samimi olmadığını ikimizde biliyorduk ama kimse ağzını açıp iki kelam etmedi. Koşar adımlarla 27 numaraya geri döndük. Kapı kilitli olduğu için benim odadan kaçtığım pencereden içeriye girmek zorunda kalmıştık.

"Polisleri arıyorum," dedi Ege. "Onlara olayları hızlıca anlatacağım ve yardım göndermelerini isteyeceğim."


Acil numarayı tuşladıktan sonra tek elini beline yaslayıp odanın içinde turlamaya başladı. Gözlerimi pencereden dışarıya, ormana doğru çevirdiğimde ise kolumdan tutup beni içeriye çekti. Gözlerine batan ıslak saçlarını basit bir baş hareketiyle kenara savurdu.

"Pencereden uzak dur," dedikten sonra odadaki dolabı işaret etti. "Kendini kurula çabuk."

Çağrısına yanıt gelmiş olmalı ki hemen arkasını dönüp "Alo?" diye seslendi.


Zor durumda olduğumuzu ve abimizin ormanda bir adam tarafından öldürülmek üzere olduğunu, adamın bir katil olduğunu, telaşlı kelimeleri ile hızlıca sıraladı. Polisler protokole uygun sorular sıralamaya başlayınca Ege öfkelenmiş ve tek çaremiz olan polislerden yalvara kayara yardım dilemeye başlamıştı. Sinirle saçlarını karıştırdığını, yumruk yaptığı elini duvara vurmak için kaldırıp geri indirdiğini gördüm ama ses edemedim.


"Evin tam adresi mi?" diye kendi kendine mırıldanıp bana doğru döndü. 21 numaralı evin adresini ezbere bildiğim için direkt onu söylemesini işaret ettim.

Aradan biraz zaman geçti. "Ne kadar sürede gelebilirsiniz?" diye mırıldanırken odanın dışına doğru adımladı.


Dolaptan bulduğum temiz bir misafir havlusu ile ıslak saçlarımı kurularken ne kadar üşüdüğümü fark etmemiştim bile. Dolabın kapağındaki aynadan yansımam bana somurttu, dudaklarım mosmor kesilmiş ve kendi kendine dansa tutuşmuştu. Gözlerimin havası sönmüş küstah bir balondan farkı yoktu. Islak saçlarım koyulaşmış ve tenime yapışmıştı, kıyafetlerim buruş buruş gibi görünüyordu. Tenimi gösteren kollarımdaki yaralar taptazeydi.

Saçlarımı ve vücudumu öylesine kuruladım ama kıyafetler için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Başka bir havluyu Ege için elime aldığımda aniden tüylerimi diken diken eden bir hisle karşılaştım.


Ege odada değildi ve koridorda öylece dolanıyordu. Telefonu kapatmak istemediği aşikârdı, çok fazla telaşlıydı, yerinde duramıyordu. Fırsatı olsa şimdi ormana ışınlanıp Selman abiyi ve Nevra ablayı kurtarmaya çalışırdı. Zebani ile... Hayır. Babam ile tekrar karşılaşacak ve yüzleşecek cesaretim olsaydı bende şimdi burada duramazdım.

"Burada mısın?" diye sordum, boşluğa doğru. Şimdi yıllar önceki gibi yalnız olduğum anı kolluyor ve Kalika bana ulaşmaya çalışıyordu.


"Her zaman," diye yanıt verdiğinde kara bedeni aniden ardımda belirdi. Arkama döndüm ve onunla yüz yüze geldim. Suyun altında gerçekten onu görmüş müydüm yoksa bu bir hayal miydi emin değildim. O yüzden elimi havaya doğru kaldırdım ve avuç içim ona doğru bakarken bir yanıt vermesini bekledim.

İfadesiz ve çatlak bir porselen misali görünen yüzü elime doğru çevrildi. Sadece bir saniye, hemen sonra upuzun, karaya çalınmış eli elim üzerine kapandı.

Tıpkı gölün dibindeki gibi...


Anladım ki Ege'nin beni hayata döndürmesine yardımcı olan kişi Kalika'ydı. Beni gerçekten boğulmaktan kurtarmıştı. Kalika'nın kara dumanlarının odaya dağılmasını bekleyen gözlerim yenilgiyle karşılaştı. Kalika'nın bedenini çevreleyen dumanlar sanki etrafa dokunmak istemiyormuş gibi kendi etrafında dönüp duruyordu. Saçları önceki kadar cesurca hareket edemiyordu, tavana dek ulaşması gereken kara tutamları omuzlarına çarpıyordu ilk defa. Gözleri olmamasına rağmen bana yaralı bir kız çocuğu gibi baktığını hissediyordum.


"Zebani'den kaçtığım o ilk gece, bir aileyi öldürdüğünü teyit etmek için gittiğim gün, beşinci kurbanda..." diye başladım sözlerime. Gerçek bir mimiğe sahip olsaydı bana ne yanıt verirdi merak ettim. "...Ya da Alara'yı kaybettiğimiz o gece... Bana Zebani ile karşılaşmamı ve onunla yüzleşmemi söylemiştin," dedim. "Onun karşısına çıkmamı değil, onun benim karşıma çıkmasını istiyordun. Yüzleşmemi istediğin şey cinayetler değildi; katilin kimliğiydi."

Ellerimiz ayrılıp iki yana düştü. Soluklandım ama odadaki hava yeterli gelmedi. "Çünkü onu tanıyordun değil mi?" dedim. "Kim olduğunu biliyordun. Beni resimlere doğru ittin. Fotoğraflarda annemle olan sarmaş dolaş hallerinden bir çıkarım yapmamı istedin. Küçüklüğümden beri onun adını fısıldayıp durdun."


Gözlerim yaşlandığında ağlamamam gerektiğini kendime hatırlattım. Hayır, ağlayacak çok nedenim olmasına rağmen bunu yapmamalıydım. "T-toygar," dedim titrekçe. "Bu ismi senden defalarca duydum. Çocukken, 6-7 yaşlarımda hep bu ismi sayıklayarak etrafta dolanırdım. Annem bana bu adı nereden duyduğumu söyleyince senden duyduğumu söylemiştim. O gün bana inanmadı ve kimlik bilgilerimi benden bu zamana dek sakladı. Bir daha adını anmazsam onu unuturum sandı. Haklıydı da..."


Zordu... Gerçekten bunu sözlü olarak bile dile getiremiyorken yaşamak zorunda olmak benim için ağır bir yüktü.

"Biliyordun," dedim ısrarla. "Babam olduğunu ve onlarca canı almış bir seri katil olduğunu biliyordun. Hasta olduğunu biliyordun ama bana söylemedin," dedim. "Neden söylemedin?"


"Söylememe izin yoktu?" dediğinde Kalika'ya olan tüm nefretim aniden tuzla buz oldu. Dağılan nefret parçalarının şıngırtısını duyabiliyordum. "Ne?" diye şaşkınlıkla soludum. "Neden yoktu?"

"... Çünkü Zebani'nin şeytanları benden çok daha güçlü..."


İşte şimdi taşlar yerine oturdu. Yıllardır kâbuslar ve sanrılar görmeme neden olan Zebani'nin, çevresinde dolanan gerçek bir şeytan olduğunu o an anladım.

"Seni düşünmeye zorlayabilirdim ama sana mühür kıran bilgileri anlatamazdım," dedi. "Ne mührü?" diye atıldım. "O adamın etrafında şeytanlar mı var?"

Oysaki asıl şeytanın o olduğunu sanıyordum. Kalika başını salladı, dudakları çatladı. "Evden türediler," dedi. "Öldürdüğü her bir canın ardından bir şeytan türüyor. Ruhlar acı içinde can çekişirken şeytanlar onları bastırıyor."


"Evden beri mi?" diye fısıldadım. Çünkü o ev, yeni bir hayata kucak açmış bir yuvaydı. Orada annem, ben ve babam vardık. Ama sonra...
"Yani Zebani benim peşimden mi geliyor?" dedim acı acı. 21 numaradan ilk ayrıldığım andan beri Zebani bana ulaşmaya çalışıyor ve kâbuslar gösteriyorduysa; hatta bunun için arkadaşlarımı bile kendine kurban bellediyse bu en başından beri benim peşimden geldiği anlamına gelmez miydi?

"İsteyerek yapmıyor," dediğinde kaşlarım çatıldı. "O artık şeytanların kontrolünde... Ne kadar çok insan öldürürse o kadar çok zebaniye dönüşüyor."

"Kim olduğumu biliyor mu?"


"Kan kanı tanır Mercan," dedi. İstemsizce titredim. "Bu yüzden kanını akıtmasan iyi edersin."

"Mercan?" diye bir ses duyduğumda hemen kapının girişine doğru yöneldim. Ege telefon konuşmasını bitirmiş, Nevra ablanın çekmecelerinden bir fener bulmayı başarmıştı. "Hazırlık yapmalıyız, ben şuna bir pil bulmaya çalışacağım. Sende toparlandıysan bana yardım et."


Durdu, üstüme baktı ve yeniden ağlıyor olduğumu görüp derin bir nefes aldı. Bir şey diyecek olduysa da elimde tuttuğum havluyu ona doğru uzatıp kurulanmasını söyledim. Her ne diyecekse vazgeçti ve elindeki feneri sallayarak odadan çıktı. Saçlarını iyi kurulamasını tembihledim ama beni duymamış ya da duymazlıktan gelmişti.

Acaba onu öldürmek isteyen kişinin benim babam olmasından dolayı benden yeniden nefret ediyor olabilir miydi?


Aramızdaki kan bağından dolayı beni onun gibi görüyor olabilir miydi?

Bir katilin kızı olduğum için benden kaçmak istiyor olabilir miydi?

Kan kanı tanır... Peki ya kan kana çeker mi?


Kalika görünmüyordu, Ege geldiği anda kaybolmuştu ama varlığı hala buradaydı.

"Senden bir şey isteyebilir miyim?" diye sorduğumda kısacık bir anda yeniden var oldu. Eski yerinde, karşımda dikiliyordu ve ona söyleyeceklerimi dikkatle dinliyordu.

"Selman abi ve Nevra abla iyiler mi? Orada... Zebani'ye karşı dayanabilecekler mi?"


Başını yeniden sallamasını ve polisleri beklemem gerektiğini tembih etsin istedim. Artık Zebani'yi tanıdığımı bildiğinden, bir önceki gibi beni korusun ve Zebani gidene kadar beni saklasın istedim. Ama buradan tek başıma kurtulmak istemiyordum; herkes benim yüzümden tehlikedeyken onları terk etmek istemiyordum.

Babam, istemeyerek de olsa beni takip etmeye ve çevremdekilere zarar vermeye devam edecekti.


"Hayır," dedi bir tokat misali sert bir etki ile. "Şu an ölüyorlar. Şimdi yardım etmezseniz Zebani onların ölü bedenlerini çiğneyip yanınıza gelecek. İki yeni şeytanla birlikte..."

Nefesim tıkanıp kaldı, gözlerim şaşkınlıkla aralandı. "Bi-bir şey yapamaz mıyız?" diye soluklandım. "Yapabileceğimiz bir şey yok mu?"

"Sen söyle Mercan." Durdu, saniyeler içinde yok olmadan önce şunları fısıldadı. "Yapabileceğin hiçbir şey yok mu?"


"Mercan bir fikrim var!" diye aniden seslenen Ege'ye doğru koştum. O karanlık koridorda bana doğru ağırca adımlıyordu ve arkamdaki odayı işaret ediyordu.

"Biraz uyuyabilirsen katile dair bir kâbus görebilece-" dediyse de sözünü kestim. Yanına gelir gelmez yakasına yapışıp onu kendime doğru çektim. Uzun boyundan dolayı eğilmesi gerekmişti ve henüz kuruladığı saçları alnıma doğru dökülmüştü. Aniden ona koşup sarılmamdan dolayı şoka uğramıştı. Bu karanlığa rağmen parlayan gözlerinde gördüğüm telaşın, aklının ormanda kalmasından dolayı olduğunu biliyordum lakin ben bir kâbus görene dek cinayetler çoktan gerçekleşmiş olacaktı. Ormandaki iki can için uyumam değil, harekete geçmem gerekiyordu.


"Vakit yok," diye mırıldandım. "Kâbuslar için vaktimiz yok, orada ne olduğunu çoktan biliyorum. İkisi de şu an ölüyor. Hemen yetişmezsek cesetleri o ormanda yok olacak."

"Ne?" diyerek afalladı. "Ben giderken ikisi de yaralıydı ama onlar-"

"Onlar daha fazla dayanamayacak!" diye bağırdım biranda. Sesim karanlık koridorda değil adeta tüm evde yankılandı. Ege irkilip yakasındaki ellerimi ittiriverdi. "Biz hiçbir şey yapamayız Mercan. O adam benim düşüncelerimi okuduğu için hareketlerimi öngörüyor. Sende pek destek kuvvet gibi durmuyorsun," diyerek beni, daha doğrusu yıkılmış halimi işaret etti.


"Hani hiçbir şey yapmamaya karar verdiğimizde asıl katiller biz olacaktık?" diye sordum. Ege'nin çatılmış kaşları anında havalandı ve dudakları kendiliğinden titredi. Alara ve Selen'e giderken, o ormandaki küçücük kulübeye yardıma koşarken hiçbir işe yaramayacağımızı ve polisleri beklememiz gerektiğini söylediğimde bana gitmemizi söylemişti. Orada Ege'nin kararı ile Selen'in hayatta kalmasına yardımcı olmuştuk. Şimdi ise aynı sözleri ben Ege'ye söylüyordum; eğer şu dakika ölümle burun buruna olan Selman abiye ve Nevra ablaya koşmazsak her şey için çok geç olacaktı.

"En fazla kırk dakika," dedi Ege. Polisleri kast ettiğini anladım. En yakın market bile gölden yirmi dakikalık uzaklıktayken bu dağın başında polisleri beklemek ölüm fermanından başka bir şey değildi.


"Ama bizim kırk dakikamız yok."

Ege'nin dudakları gerildi. Haklı olduğumu biliyordu çünkü Zebani'nin onlara ne yaptığını görmüştü. İkimizin de korkuları vardı ve eminim ki ikimizde Zebani'nin gölgesine dahi yaklaşmak istemiyorduk ama ormandaki o iki canı ölüme terk etsek ve vicdan azabından kahrolmayı seçsek bile biz buradan ayrılamadan katil bizi yakalayacaktı.


İster kendimiz için, isterse ormandakiler için... Şimdi koşmalıydık.

Ege birkaç dakika düşündü, bende bu yakınlıktan onun yüzündeki her bir duygu değişimini yakaladım. Çaresizce kaşları çatıldı; önce sinirlendi sonra telaşlandı. Islanmış gözlerini kurularken dişlerini sıkıyordu.


"Tamam," dediği anda elimi yakaladı. "Gidelim."

Onun buz gibi olmuş ellerini tuttuğum anda, "Ama hazırlıksız gidemeyiz," diye mırıldandı. Zebani Ege'nin düşüncelerini okurken de sinsi bir plan yapmamız biraz imkânsızdı.

Koridorda hareket ettiğimiz anda büyük bir şakırtı sesi duyuldu. Başta korkup ikimizde sıçradık ama sonra bunun merdivenin altındaki raftan düşen bir zincir olduğunu gördük. Kalın, koca zinciri çekiştiren Ege sonunda büyük bir kapan ile karşılaştı. Bu bir ayı kapanıydı ve biz, büyük ayıyı yakalamaya gidiyorduk.


Ege ve Kalika, Mercan'ı kurtardı ama ya şimdi Selman'ı ve Nevra'yı kurtarabilecekler mi?

Mercan, babasının Zebani olduğu gerçeğini nasıl kaldıracak?

Göl evindekiler neden yardım etmiyor?

Bölüm başındaki soruyu da atlamayalım. ^^

Dilerseniz buradan,

1- Kitabın sonu sizce nasıl bitecek?

2- Kitabın sonunun nasıl bitmesini istiyorsunuz? Siz olsaydınız nasıl bitirirdiniz? 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top