51. Bölüm | Kor Ateş | Kısım 1
Diğer bölümümüz de geldi... Gece okuyun diye gece attım :D
Bölüm sonunda önceki bölümdeki sorum ile ilgili bir açıklama var. Bakmayı unutmayın.
Bölüm 51: "Kor ateş"
"Sabah kafamı dağışmk için delicsine film izledim ve yorgun gölerimi dinlendirmek için vakit bulmuuken son iki saatir gereksiz bir muhabbetin içinbdeyim. Umatrım bunu yapmak işe yarar Mercan yoksa çok fena bozuşiacağız."
Gelen mesaja hüzünle baktı Mercan. Parmakları klavye üzerinde gezinirken cümlelerini doğru seçmesi gerektiğini bilerek düşüncelerini de ağırdan aldı. "Bu gece uyumayacağım için Zebani'nin planlarını göremem bu yüzden uyanık kalıp güvende olduğundan emin olmanı istiyorum."
Cevaplarına gelen yanıtların arasındaki sürenin her geçen dakika uzuyor olmasını Selen'in alçılı parmaklarına yordu.
"Uyanıkkren de ona karşı pek bir şansım yok gibi görünütyor Mercan." Mesajının hemen ardından yalnızca birkaç saniye önce çekilmiş bir fotoğrafını gönderdi. Resmi açar açmaz yüzünde tatlı bir gülüş oluştu Mercan'ın. Selen, dilini çıkardığı komik bir poz vermişti ve görünen o ki parmakları gerçekten iflas bayrağını çekmek üzereydi. Buna rağmen yazmaya devam eden Selen'den gülüş solduran acı bir mesaj geldi.
"Bedenimdeki tyek sağlm nokta başımın hala gövdemde olmaası ve bunun yok olmasına izin vermemek için kolumu kıpğırdatacak haliimin olması gerekiyyor."
"Üzgünüm, daha çok yardımım dokunsun isterdim."
"Diğerleri nre yapyor?"
Mercan başını kaldırıp odanın aralık bırakılan kapısına baktığında koridorun sonunda belli belirsiz beyaz bir ışığın parıldayıp söndüğünü gördü. Ege ve Selman orada, evin karanlık köşelerinde gezinip duruyordu ve şimdiye dek tek bir ses dahi duyamamıştı Mercan.
Gizlenmek konusunda başarılılardı lakin hala daha merdivenlerde dikilen bir kadının olabileceği gerçeği Mercan'ı ürpertiyordu. Koridorun sonundan bir tıkırtı sesi gelince Mercan hemen başını çevirip kapıya baktı. Bu açıdan görebildiği tek şey, uzun koridorun en sonunda, dış kapıya yakın köşedeki holün sağ tarafıydı. Salonun kapısız girişinden sızan ay ışığının bir kısmı olmasa, bu loş ortamı dahi göremezdi ki orada duran kişinin de Mercan'ı görmesi imkânsızdı.
Mercan nefesini tuttu ve tıkırtıların devamının gelip gelmeyeceğini tartmaya çalıştı. Bir fenerin ışığı kısacık bir an göründü, merdivenlere yönelen ışığın asıl hedefinin Nevra olduğu açıktı. Ege ve Selman sık sık merdiveni kontrol ediyordu lakin yakalanmaları halinde ne yapabilecekleri meçhuldü.
Yabancı bir evde yabancı bir kimseden sakınarak geçmişin kirlerini aralayan iki genç adamın adım sesleri sadece birkaç saniye var oldu.
Tıpkı birer hayalet gibi bu gıcırdayan evde dolanıp duruyorlardı.
İyi gidiyorlardı ve Mercan o an fark etti ki, bu rahatlatıcı olduğu kadar tedirgin de ediciydi. Ege zaten yalanlarını gizlemekte usta bir kişilikti ve şimdi de tecrübe olarak birkaç yıl fazlasına sahip olan Selman'ın da gizemli tavırlara kolayca uyum sağlayabildiğini anlamıştı.
Mercan, onların yanında sahte bir piyon kadar değersizdi. Ondan bir bilgiyi saklamak onların için çok basitti ve bu, 21 numaradaki gizemlerden birine de sahip olabileceklerine dair bir işaretti.
Mercan koridordaki ürpertici sessizliği es geçip pencereden dışarıya baktı. Küçük pencerenin görebildiği karanlık alan ormana doğru bakıyordu. Sıska gövdelerin tepesinde yükselen çarpık dalların koyu renkli gökyüzündeki yükselişti canlı birer alev misali kıvrımlıydı. Rüzgâr esiyor ve gölün fısıltılarını taşıyordu, çarpık dallar kendi halinde sallanıyordu. Toprak zemin gökyüzünden daha da koyu bir halde sonuna dek uzanıyordu.
Mercan, bu odadaki her manzaranın içini kıpır kıpır ettiğini o an fark etti.
21 numaranın lanetini her yerden hissedebiliyordu. İşte o an, hem Nevra'nın hem de Ege ve Selman'ın neyi saklamaya çalıştıklarını fark etti.
21 numarada apaçık ortada olan bir sır yatıyordu ve üçü de bundan haberdarlardı. O evde ne olduğunu bilmiyordu lakin Mercan'ı bataklığa saplanmış çaresiz bir tavşandan farksız kılan bu etkenin, çırpınışlarına son verecek bir detay olacağını biliyordu. Ya dibe batacak ya da tereyağından kıl çeker gibi sıyrılacaktı lakin sonunda, çırpınmaktan bitap düşen aciz bedeni huzura erecekti.
"Onlardan hala ses yok. Sanırım bir şey bulamadılar."
"Bir şey bulmak zoryundalar! Oraya güxel bir manzara izlemeye gitmediniz, bir billgi bulmadan dönmeyin."
Mercan, kendisi gibi merak ve umut içinde olan arkadaşına katil ile ilgili işe yarar bir bilgi bulduğunu söylemeyi çok istiyordu ama henüz, görüler dışında elinde olan değerli bir bilgi yoktu. Tamda bu sırada Mercan titredi ve gözleri önünde saniyelik olarak beliren bir ışık parlaması gerçekleşti. Bir an için Ege'nin odaya gelip feneri yüzüne tuttuğunu sanan genç kız yanıldığını saniyeler içinde anladı. Işığın ardından bir sokak lambasının yanı başında yükseldiğini ve kendini de, soğuk rüzgârların estiği bir açık havada dikilirken hissetti. Rüzgâr bedenine çarptı, sokak lambasının ışığı titrerken cızırtılar çıkardı. Önünde uzanan yolu belli belirsiz seçebildi.
Sadece birkaç saniye var olan hissin altında Zebani'nin karanlık bir gecede, bir sokak lambasının yanında dikiliyor olabileceği gerçeği ile sarsıldı. Parmakları kendinden bağımsız bir şekilde hareket etti ve Selen'e güvende olup olmadığına dair bir mesaj attı.
"Snaa manzaramı atayım, buna sen karar evr."
Birkaç dakikanın ardından Selen'den bir mesaj düştü ve görünen o ki, genç kız alçılı olmasını umursamayacak kadar heyecanlıydı. Attığı yeni fotoğraf, pencerenin hemen yanından çekilmiş bir kareyi gösteriyordu. Hastanenin üçüncü katından çekilen görüntüde sokak lambalarının, otoparkın ve hastanenin arka bahçesinin bir görüntüsü vardı. Camdan yansıyan Selen'in görüntüsünün ardından uzanan bahçe ve şehrin görüntüsü Mercan'ı huzursuz etti.
"Buraya kimsenin çıkamayacağını umuyorum," diyen mesaja rağmen Mercan, fotoğrafı büyütüp detayları inceledi. Beyaz bir nokta gibi görünen sokak lambalarının çevresinde gölgeler görmek onu sarhoşa çevirdi. Ne olduğunu göremediğinden Selen'e lambaların çevresinde neler gördüğünü sordu. Aldığı yanıt ise daha da sersemleticiydi; sokak lambalarının altında oturan iki köpek dışında hiçbir şey olmadığını, bu yüzden endişelenmemesi gerektiğini söyledi.
Orada oturan iki köpeğin Selen'e verebileceği hiçbir mesaj yoktu lakin Mercan bunun anlamını biliyordu.
"Zebani'nin iki köpeği vardı Selen, onları işlerinde kullanıyordu. Şu an seni izliyor olabilir, dikkatli ol."
Mercan yazdığı mesajın ardından tırnak dipleri ile oynamaya başladı. Kâbuslarından birinde gördüğü kemik parçalayan köpeklerin görüntüsü aklına geldikçe Selen'in tehlikede olabileceği düşüncesi onu tedirgin ediyordu. Son mesajdan sonra Selen'den bir daha yanıt gelmeyince bunu kötüye yormaması gerektiğini düşündü ama bu gece uyumamıştı; Zebani'nin olası planlarını göremiyordu ve bu, en az ölüm saatini öngörememek kadar kötü bir haberdi.
Mercan yeniden dışarıya baktı. Gözleri ormanda gezindi, sıska dalların sallanışını uzun uzun seyretti; gözleri karanlık detaylarda dolanırken kulakları da o gittikçe büyüyen olağanüstü sessizliği ağırlıyordu.
Dakikalar geçse ve ağaç dalları gittikçe karmaşık bir döngünün içinde savrulup dursa bile içeriden ses duyamıyordu. Nedensizce, Ege'nin yeni bir bilgi edindiği takdirde kendine söyleyip söylemeyeceğini düşünürken buldu kendini. Şimdiden ondan şüphe etmeye başlayan yanına utançla hakaretler yağdırsa da, düşünceleri ikiye bölünmekten hiç utanmıyor gibiydi.
Ege söz verdi, diye fısıldadı kendi kendine. Ne olursa olsun bizi kurtaracağına ve her şekilde yardımcı olacağına söz verdi. Ama bir ses tam tersini fısıldadı.
Bu yolda tek başınasın, dedi usulca. Yanında olduğunu söyleyen herkes bir bir sıyrılacak ve sen tek batan olacaksın.
Kulakları yeni bir tıkırtı duydu o sıra ancak ses evin içinden değil, pencerenin dışından geliyordu. Gözleri önünden bir gölge sıyrılıp geçti, pencerenin dışında tehditkâr bir canlı dolandı. Uzun bir dal parçası kendiliğinden uzanıp camı tıkırdattı.
"Tık, tık, tık tık..." dört defa sivri bir nesne cama sürtündüğünde, Mercan adeta nefesini tutup camın önündeki gölgeye baktı.
"Tık, tık, tık, tık..."
Ani bir irkilmeyle birlikte dudaklarından bir nida çıkıverdi. Gölge başını uzattı ve pencereden içeriye bakındı, aradığı kişi tamda karşısındaydı; lütufsuz bir davetle çıkagelen sinsi yaratığın çağrısı kulak tırmalayıcıydı. Mercan, onun ne olduğunu bilmiyordu ama ne yaptığını tahmin edebilmişti.
"Tık, tık, tık, tık..."
Mercan oturduğu yerden ağırca ayağa kalktı. Kıyafetlerinin hışırtısı, pencere pervazlarından sızan rüzgârın sesine karışıyordu. Ayağa kalktığı anda kendini dört bir yandan fışkıran karanlığa karşı kurban etmiş gibi hissetti. Parmakları titredi, nefesleri sık sık kesildi. Şimdi yüreği neredeyse yerinden hoplarken düşünceleri de tek bir noktada toplanmaya çalışıyordu.
"K-kim var orada?" diye mırıldandığında gölge hareketsizce ona bakıyordu. Gözlerini göremiyordu, o şeyin bir gözleri bile olduğundan emin değildi ama en derin duygularını dahi tartmak için kendini süzdüğünü hissedebiliyordu.
"Kimsin sen?"
Ne olduğunu sormanın çok daha doğru bir sual olabileceği o vakitlerden gölge biranda gözden kayboldu. Mercan, telaşla kendini pencereye doğru atılırken buldu. Adımları istemsizce pencerenin önüne gelene dek ilerledi, ellerini cama yaslayarak gözlerini tüm bir ormanın üzerinde gezdirdi.
Orada kimseyi göremiyordu ama hisleri tam aksini iddia ediyordu.
Parmaklarını cam yüzeyinde aşağıya doğru kaydırdı ve az önce gölgenin tıkladığı yerdeki izde sürtündü.
O şey camı çatlatmıştı...
Titreyen elleri pencerenin emniyetini kavradı ve kilidi tek seferde açtı. Cam parçayı yukarıya doğru kaydırdığı anda buz gibi bir rüzgâr içeriye doldu ve saçlarını dahi savurdu. Gölün kan kusan kokusu da o an ciğerlerine dek süzülmüştü.
Rüzgârın kulaklarında bıraktığı fısıltı seslerinin arasında başını dışarıya doğru uzattı, savrulan saçlarını iteleyip, pervazdan destek alarak etrafı yeniden taradı.
Karanlık ve gölgeler... Hareketsiz duran ama sanki bunların hepsi birer rolmüş gibi canlı gelen duvarlar...
Başını iyice aşağıya doğru sarkıttığında, sol tarafta kalan komşu evi görebiliyordu. Karşısında alabildiğine bir orman ve hemen yanı başında lanetli 21 numaralı ev...
Evi ve kaybolmanın cazip geldiği soğuk ağaçların arasında dolandı gözleri genç kızın. Kendisine seslenen varlık nereye kaybolmuştu?
"Sen Kalika değilsin," diye mırıldandı kendi kendine. Ne hikmetse, o gölgenin kendisini duyduğuna emindi. "Kimsin sen?" dediyse de yanıt alamadı.
"Beni nereye çağırıyorsun?" diye söylendi, Mercan. Titreyen sesi ve üşüyen kolları onu, savunmasız lakin davetkâr gösteriyordu.
Gölge yeniden açığa çıktı, Mercan'ı gayriihtiyari pencereden dışarıya çıkardı. Mercan artık 27 numaralı evde değildi ve şimdi, gerçekten tek başına bataklık meydanına çıkıyordu.
Göl ona gitmemesi gerektiğini fısıldadı ama Mercan'ın bedeni gölgelerin kuklası haline gelmişti.
"Sende sesi duydun mu?" diyerek fısıldadı Selman. Oldukça kısık bir sesle konuşuyor olmasına rağmen odanın diğer tarafındaki Ege kendisini kolaylıkla duymuştu. Uğraştığı kâğıtlar arasından başını kaldırıp fenerini Selman'a doğru çevirdiğinde onun dikkatle merdivenlere doğru baktığını gördü.
"Uyandı mı?" diye korkuyla soludu Ege. Elindeki kâğıtları aniden bırakıp olduğu yere çökmesi, Selman'ın duyduğunu söylediği sesi bu defa kendisi duyduğunda gerçekleşiverdi.
Karanlık, göz kamaştırıcı alanda iki genç adam öylece merdivenlere baktı. "Hayır, uyanmadı," dedi sonunda Selman. "Ama daha sessiz olsak iyi olur."
Ege, yakalanacağına dair olan körü körüne inancını es geçip yeniden ayaklandı ve az önce karıştırıyor olduğu kâğıtlara odaklandı. Eski kâğıt parçalarında anlamsız matematik formülleri görmeyi beklemiyordu. Bazıları el yazısı ile geçilmiş mektuplar, bazısı der notları, bazıları ise dergilerden kesilmiş anlamsız köşe yazılarıydı. Birbirinden bağımsız, ilgi odakları oldukça farklı olan onca kâğıt yığının neden burada toparlanmış olduğuna anlam veremedi Ege.
Eğildi, kâğıtları toparlayıp kutusuna geri koyarken hemen yanındaki dolabın kapağını sessizce açıp içine bakındı. Naftalin ve portakal kokularından dolayı öksürmemek için kendini zor tutuyordu. Telefonunu ceketinin fermuarının birleştiği yere tutturmayı başardığında mükemmel bir ışık açısı elde etti. Dolabın içini karıştırmaya başladığında, mutfak kısmına yönelmiş Selman'ın adım seslerini duyduğu için ona içten içe küfür etti. Evin mimarisi korkutucu derecede tuhaftı ve en ufak bir tahta gıcırtısının yukarıya gidiyor olma ihtimali genç adamı hiç olmadığı kadar strese sokuyordu.
Eline çarpan masa örtülerinin arasını karıştırdı. Parmakları arasındaki kâğıt parçalarının sıkıştırılmış birkaç bin olduğunu görünce onları hızlıca geri yerine koydu. Dolabın alt rafındaki, üzerinde karınca motifleri olan küçük kutuyu aldı. Burada da bazı fotoğraf albümleri buldu. Heyecanla onları yere bıraktı ve bağdaş kurup albümleri karıştırmaya başladı. Gördüğü çocukluk resimlerinin Nevra'ya ait olduğu kocaman gözler ve sapsarı saçlar ile kolaylıkla anlaşılıyordu. Albüm sayfalarını karıştırdı, resimler ardı ardına geldi ancak tek başına çekilmiş Nevra'nın üzgün çocukluk fotoğrafları dışında hiçbir şey bulamadı.
"Neden hep yalnız?" diye kendi kendine mırıldandı Ege. Annesi ve babası olmadan, iki elin parmağını geçmeyen birkaç eski fotoğraf dışında hiçbir şey bulamadı. Albümü yerine koyduktan sonra alt alta dizilmiş diğer kutuları karıştırmaya başladı. Kutuların kilitli olması daha çok ilgi çekiciydi ve Ege için onları açmak çocuk oyuncağıydı.
Kutuları açtığı sırada merdivenlerden gelen başka bir tıkırtı ile tüm tüyleri diken diken oldu. Işığı koluyla kapattı ve omzunun üstünden geriye bakarak Selman'ı aradı. Mutfak masasının altına gizlenen genç adam, Ege'nin aksine gerçekten gizlenmiş gibi görünüyordu lakin ışıklar açıldığında Ege, suçüstünde yakalanmış olacaktı.
Merdivenlerden ikinci bir tıkırtı yükseldi ve birinin basamakları inmeye başladığı hissedildi.
Her halükarda yakalanacağım, dedi Ege kendi kendine. Burada olduğumuzu duydu ve şimdi hareket etmezsem hiçbir işe yaramayacak.
Parmaklarını kutunun kapağına doladı ve ışığın kendini ele vereceğini bile bile kutunun içindeki kâğıt yığınlarına gömüldü. Kamerasını açtığı anda bir ışıltı patladı ve telefonun ekranında eski püskü bir gazetenin sayfaları canlanıverdi.
Çektiği fotoğraf, on beş yıl öncesine ait gizli ölümleri barındıran bir belgenin kopyasıydı.
"Bir aile katledildi!" yazan başlığın altında gördüğü haber yazılarını bir yerden tanıyordu Ege. Kâğıdı çevirdi ve aynı haberden birkaç kopya olduğunu gördü. Başlıklar birbirinden farklı ancak içerikler aynıydı. 21 numaralı evde işlenen cinayet on beş yıl önce Furut bölgesine damga vurmuş bir gerçekti.
Ege, haberlerde isimler ve fotoğraflar göreceğini ummuştu ancak yanılmıştı. Ne isim, ne de herhangi bir sima bulamadı; dönüp duran tek şey beş ölünün olduğuydu. Sanki o gün ne olduğu bilinmiyormuş da, sadece kayıp beş insanın öldüğüne inanılıyormuş gibiydi.
Evin dışından çekilmiş görüntülerin altında yazan sözleri neredeyse ezberleyeceğini düşündü; evin her görüntüsünün neden bu kadar uzak olduğunu düşündü; kimsenin eve yaklaşmamasının sebebi gerçekten de lanetin bulaşıcı olmasından mıydı?
Haber sayfaları kutuyu ağzına dek doldurmuştu lakin Ege'yi şaşırtan şey, Nevra'nın bu denli araştırma işine girişmiş olması değildi, onu Nevra'nın yalanlarını gün yüzüne çıkartacak bir detay ürpertmişti. Kilitli diğer kutunun içinde sıçrayan kızıl kanların görüntüsünün capcanlı olduğu bir fotoğraf vardı. Yerde yatan bir adam, yanı başında duran kurşunların boş kovanları, sıçramış kan ve yüzü görünmüyor olmasına rağmen kim olabileceğine dair bırakılmış isimler.
İşte haberlerde kayıp olan isimlerin ve cesetlerin hepsi buradaydı. Kurumuş kan ve o kanın vücudundan sökülüp alındığı bir ölü bu parşömende can bulmak için çırpınıyordu. Salondaki kurşun izlerinin nedenlerini her bir ölü insanın karesinde bir daha anlarken sonunda fotoğrafların altındaki gerçekle karşılaştı.
Altın renkli bir silah resmi, üzerinde parmak izleri olduğuna dair bir not ve hemen altında gerçek bir katil...
"Bütün deliller silinmedi."
21 numaranın katili bu kilitli kutunun içindeydi.
Kâğıtlar yere düştü ve Ege irkilerek ayaklandı. Dudaklarından korku dolu çığlıklar fışkırmak üzereyken kalbi de kafeslerini zorlarcasına haykırıyordu. Arkasına döndüğü sırada fenerinin ışığı da hemen karşısına çevrilmişti. Gördüğü bembeyaz yüz ile gölün hayaletleri ile karşılaştığını sanacak kadar bedeni korkuyla titremişti.
Çaresizce ileriye doğru atıldı. Karşısındaki ay yüzlüye saldırmaya çalıştığı sırada kendini biranda karşı duvara fırlamış bir halde buldu. Göğsüne yaslanan kuvvetli el nedeniyle bir süre hareket edemedi ve "Bırak!" diye haykırdı. Yüzüne tutulan fenerin ardından kendi ışığını düşürdüğünü fark etti.
Nefes nefese karşısındaki ikiliyi seçebildiğinde de durup ellerini göğsüne yasladı.
"Siz burada ne yaptığınızı sanıyorsunuz!" diyerek bağırdı Nevra. Yataktan alelacele kalktığından dolayı dağılmış olan kısa saçları ve beyaz, takım halinde olan pijamaları ile bir hayaletten çok uykulu bir çocuğu andırıyordu. Sinirli gözleri Selman ve Ege üzerinde dolaşırken karışmış dolaplarından da haberdardı.
"Senin ne haltlar karıştırdığını bulmaya çalışıyoruz!" diyerek karşılık verdi Ege. "Yalanlarınla ne kadar ileriye gidebileceğini sandın ha!" diye öfkeyle bağırırken de genç çocuğun büyüğüne duyduğu saygı tuzla buz olmuştu. Tüm saygılı ifadeleri bir kenara atarak gördüğü cinayet resimlerinin amacını sorguladı.
"Ev hakkında hiçbir şey bilmediğini söylemiştin ama bir de ne görelim, yıllardır ev hakkında araştırma yapıyormuşsun. Üstüne polislerin bir türlü arayıp bulamadığı cesetlerin resmi senin evinden çıkıyor!"
Selman, zorlukla tuttuğu genç çocuğu yeniden duvara yapıştırmak dışında bir yol bulamadı. Nevra'dan bir cevap alana dek ona zarar verme düşüncesinde değildi ve şimdi, Ege böyle bas bas bağırıp tüm ev sahiplerini ayağa kaldırmadan önce onu sakinleştirmeliydi.
"Cesetler mi?" diye önce şaşkınla mırıldansa da, sonra Ege'ye sakin olmasını söylerken buldu kendini.
Nevra, elinde sürükleyip getirdiği hırkasını giymeye çalışırken karanlıkta, ışık tutulmuş bir sincaptan farkı olmayan genç çocuğun saçma sualleri ile de uğraşmaya çalışıyordu.
"Evi araştırdığım doğru tatlım ama o resimleri çeken ben değilim; onları buldum. İnan, durumun karmaşıklığı senden çok benim kafamı ağrıtıyor."
"Ah tabi!" diye bağırdı Ege biranda. "Sonuçta tüm delilleri silemediğin için biraz kafanı ağrıttık değil mi?"
Sözlerinden alay fışkıran çocuğun asıl öfkelendiği şeyde buydu işte. Yalanların yanı sıra, on beş yıl önceki olan olayları örtmeye çalışan birileri var mıydı?
"Delilleri falan silmeye çalışmıyorum Ege! Sadece onlara dair izler topluyorum çünkü bende sizinle aynı amaç için buradayım!" diyerek aynı şekilde sesini yükselten Nevra çoktan hırkasını giymiş, şimdi de botlarını ayağına geçirmeye başlamıştı.
"Ne demek bu?" diye mırıldanan Selman'ın hemen ardından Ege yerdeki fotoğrafları kaptığı gibi Nevra'ya doğru uzattı.
"Amacın delilleri saklamak değilse neden bu fotoğrafları polislere vermedin. Cesetler gerçekten nerede?"
Nevra, krem rengi tüylü halıyı kirlettiğini fark ettiyse de, botlarını hızlıca bağlayıp dikeldi ve Ege'nin elinde tuttuğu fotoğrafları tuttuğu gibi fırlattı. Tepeden aşağıya düşen onların kendisi için hiçbir anlamı olmayan Nevra daha farklı bir telaşe içinde mırıldandı.
"Şimdi bunun sırası değil seni aptal!" diye haykırdı. "Mercan burada yok!"
Ege, refleksle başını merdivenlerin altında kalan alana doğru çevirdi lakin derin karanlık dışında hiçbir şey göremedi. "Mercan odada bekliyor," dedikten sonra dönüp, bir yere gidiyormuş gibi hazırlanan Nevra'nın çekmecelerden gerçek bir el feneri alışını izledi.
"Nereye gidiyorsun sen?" diye atıldı Selman. "Nevra, bize bir açıklama borçlusun."
"Size, şimdi bunun sırasının olmadığını söyledim. Mercan evde değil diyorum, odada yok."
Ege ve Selman'ın gözleri o saniyelerde kesişiverdi. "Odada beklemesini söylemiş-" dediyse de lafı, aniden tüm göğü yarmaya niyetlenmiş gibi yükselen tiz çığlık sesi ile yarıda kesildi.
Ormandaki en köklü ağaçların dahi titremesine neden olan çığlığın evin sınırları içinden gelmediği aşikârdı. Ege, bir telaşla Mercan'ı bıraktıkları odaya dolansa da gördüğü yalnız duvarlar, içeride rüzgârlar estiren açık bir pencere ve görünen pejmürde orman Nevra'nın haklı olduğunu fısıldadı.
Şimdi gizemlerin peşinden değil, nerede olduğu belli olmayan Mercan'ın peşinden sürüklenme vaktiydi. Mercan'ın acı dolu çığlığı o kadar kuvvetliydi ki, sesi hala daha ormanın derinliklerinde yankılanıyordu.
"Olamaz," diye fısıldadı Selman. "Sesi ormandan geliyor."
Selman'ın o sözleri, Ege'yi bir füze misali fırlatacak kıvılcımların ilk etkisi oldu. Camdan atlayan Ege'nin bedeni karanlık ormana karşı süratle ilerlemeye başladı.
"Ege!" diye haykıran Selman' ardından Nevra'da "Bekleyin!" diye bağırdı lakin iki adam da kendisini duymadı.
Üçü birden ormana doğru süratle koştu. Gece yarısının soğuğu ciğer patlatacak cinsten çetrefilliydi. En önden Ege'nin ilerliyor oluşu, genç çocuğun sıska ağaçlar arasında izini kaybetmesi için yeterliydi.
O kadar süratle koşmuştu ki, onu takip eden Selman ve Nevra'nın biraz sonra delici karanlıkta onu kaybetmeleri kaçınılmaz oldu. Birkaç dakika içinde birbirinin aynısı olan ağaçların arasında Selman ve Nevra soluk soluğa çakılı kaldılar. Selman, ellerini dizlerine yaslayıp soluklanmaya çalışırken gözleri de ağaç gövdeleri arasında dolanıyordu.
Sis...
Karanlığı yarıp geçmeyi başaran beyaz sisinde geceyi aydınlatıp yol gösterdiği söylenebilecek yalanlar arasında yerini alan bir etken oldu. Birkaç adım ötedeki ağaç bile sisin ardında kaybolurken Ege'nin yankılanan sesini nereden geldiğini anlamak imkânsızdı. Bir an için sağ taraftan gelen hışırtılarla Selman oraya doğru koşmaya başladı ancak yanıldığını, hemen sonra ardından gelen dal kırılma sesleri ile anladı.
"Bekle!" diye bağıran Nevra'nın yardımcı olmaya çalıştığını fark edemeyen Selman tüm öfkesini ona kusmak üzereydi.
"Senin yüzünden o iki çocuk ormanda tek başınalar! Kayboldular ve bu dağın başında başlarına ne gelebileceği belli bile değil. Sence gerçekten beklemeli miyim yoksa orada duracağına yardımcı mı olmak istersin?"
Nevra, soğuktan burnu dahi kızarmış halde bitkinlikle soludu. "Size beklemenizi söylediğimde bekleseniz olmaz mıydı sanki?" diye kendi kendine mırıldandı ve sonra dikelmeyi başardı. Fenerinin ışığının sis yüzünden hiçbir işe yaramadığını görünce bundan vazgeçti.
"Burada seslerin yanıltıcı olduğunu söylemiştim. Şimdi hareket etme ve odaklanmaya çalışayım. Onların kaybolması benim isteyeceğim bir bela değil Selman, iki çocuğun cesedi görmek isteyeceğim son şey bile olamaz. Sandığınız gibi ceset fotoğrafları stoklayan biri değilim. Size yardımcı olmaya çalışıyorum, keşke bunu anlasanız."
"Fotoğrafların hesabını vermedin henüz," diyen Selman'ın ardından Nevra ağzının içinde mırıldandı. "Sizde yakıtım bitti ayağına evimi araştırmanızın hesabını vermediniz."
Genç kız ayaklandıktan sonra Selman'ın şüpheci bakışlarını es geçti ve kulaklarının ardına ellerini paravan ederek sesleri dinlemeye başladı. Kendi solukları ve nabzı dışında ilk duyduğu ses gölün dalgalarının sesi oldu. Gölden fazlasıyla uzaklaşmış ve ormanın derinliklerine ulaşmış olmalarına rağmen dalgaların belli belirsiz sürüklendiğini duyabiliyordu.
Sonra duydukları ise daha da ürperticiydi. Geceleri açığa çıkan fısıltıların yanı sıra süregelen o ıslık sesleri, Selman'ın dahi duyabileceği şekilde yükseldi.
"Bunu duyuyor musun?" diye sordu Nevra. Selman, telaşla gözlerini etrafta gezindirirken başını usulca salladı. "Burada her şeyin bir sesi vardır. Bu seste ormanın kendi seslenişi..."
Islık sesi olması gerektiği gibi devam edemedi. Nevra, ağaç dallarının ve dökülmüş yaprakların çıkardığı ufak sesleri duyabiliyordu. Nereden geldiğini anlaması çok zordu. Bir saniye önce yanı başındanmış gibi gelen ses biraz sonra öyle uzaklaşıyordu ki, hangisinin doğru olduğunu anlamak güçleşiyordu.
"Bekle! Bu..." diye mırıldandığı sırada adım sesleri duymaya başladı. Yürüyen... Hayır, koşan bir kimsenin adımlarını ve süratle yaklaştığını duyuyordu.
"Biri geliyor," diye fısıldadı ve sesin geldiği yöne doğru baktı. Selman hemen yanında bittiğinde de, umutlu fısıltısı kendini açık etti. "Kim? Mercan mı Ege mi?"
Yanıtın gelmesini beklemeden ormana doğru bağıran Selman'ın bağırtısını Nevra'nın tiz çığlığı kesiverdi. Çocuklara doğru haykıran Selman'ı tuttuğu gibi geriye çeken Nevra, "Dikkat et!" diye bağırdı ve saniyeler içinde bir bıçağın havayı kesen o tiz sesi duyuldu.
***
Açıklama aşağıda...
Selen'e ne oluyor? Köpekler neden orada?
Mercan'ı çağıran gölge de neyin nesi? O Kalika değil ama öyleyse ne?
Nevra fotoğrafları nereden buldu ve neden onları saklıyor?
Ormanda neler dönüyor?
***
'final' ve 'son final' farklı bölümler arkadaşlar. Final sahnesi kitabın sonunu, yani olayların son bulduğu ve kitaptaki gizemlerin okurun hayal gücüne bırakıldığı sahneyi; 'son final' sahnesi ise kitapta bulunamayan gizemleri, yani okurların henüz çözemediği ve okuyunca aydınlanma yaşayacağı, yazarın size açıklamada bulunduğu ve olayların arka perdesini oluşturan gizemli sahneyi barındırıyor.
'final' ve 'son final'in farkını buradan anlayabilirsiniz. Dizilerdeki 'final' ve 'sezon finali' gibi düşünebilirsiniz mesela. Yani iki son var, kitap havada falan kalmıyor.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top