46. Bölüm | Gülen Yüzlerin Solmasını Diledim

Merhaba! Bölüm sonunda ufacık bir açıklama var, bu defa sona koymak istedim. Oraya da geçerken bir uğrayıverin. 

 Öyleyse heyecan dolu bölümle keyifli okumalar ^^




Bölüm 46: "Gülen yüzlerin solmasını diledim!"

Ege kaskını bana verip motoruna bindikten sonra bende omuzlarından tutunarak arkasına kuruldum. Çantamı kucağıma koyup, kollarımı da Ege'nin ceketine dolarken oturduğum koltuğun öncekinden çok daha farklı olduğunu anlamamla Ege'nin motorunu değiştirdiğini fark ettim.


Karakola düştüğümüz gece yapması gereken teslimatı yetiştiremediğinden motoru bir başına ıssız sokaklarda beklemek zorunda kalmıştı ancak daha sonra, benden habersiz başka bir teslimat ile motorunu değiştirmişti. Bu iyi bir haberdi ama Ege'nin hala daha onca işin arasında buna devam edebiliyor olması üzücüydü.


"Motorunu değiştirmişsin?" diye sorduğumda hırıldadı. "Oldukça zor oldu ama yapılması gereken bir şeydi."

"Bu yeterli olmayacak, biliyorsun."


"Elimizden geleni yapıyoruz işte," deyip tersledi. Parmaklarımı sıklaştırdım ve aniden harekete geçen motorun gücüyle geriye doğru sarsıldım. Ege'yi sinirlendirmiş olmalıydım.

Okula giden yol boyunca sessiz kaldık, ben de cebimdeki fotoğrafların ağırlığını taşıdım. Çözülmesi gereken onca sırrın arasına annemin üstünü örttüğü gerçekliklerde karışınca bu kaldırması güç gerçek bir kuvvet altında ezilmeme neden oluyordu.


Bana neden geçmişini anlatmadığını bilmiyordum ama olayın benimle ilgili olmadığını bilecek kadar annemi tanımıştım. Konu benim gerçekleri duyamayacağım kadar küçük olmamla değil, annem ve arkadaşları ile ilgiliydi; belki de Ege haklıydı, Zebani geriye kalan herkesi öldürmüştü.


Okula yaklaştığımızı fark ettiğimde başımı kaldırıp çevremi taradım. Kask sayesini gözlerim korunuyordu ancak Ege'nin yüzü rüzgârla nasıl çarpışıyordu emin değildim.


"Arka tarafa dolanacağım," diyerek beni bilgilendirdi ve motoru yana doğru kırdı. Onun dengesini bozmamak için hiç hareket etmiyordum, o da ustaca bir şekilde motor üzerinde hâkimiyet kuruyordu ama ne olduysa motor aniden sarsıldı. Ön tekerin başını almış bir halde sağa sola dans ettiğini ve korkunç süratle toprak yola çıktığımızı gördüm.


Neredeyse dengemizi tamamen kaybedeceğimiz tehlikeli bir kıvraklıkla Ege frenlere asıldı, bende çığlık atıp kollarımı onun karnına doladım.

Motorun sarsıntısı kaskın çeneme baskı yapmasına neden oldu, olduğum yerde sektim. Biraz sonra ise biz duramadan hızın azalacağı yerde aniden parçalanması ve motorun taklalar atarak devrilmesi bir oldu. Çığlıklarımın devam ettiğini ve dünyamızın döndüğünü fark ettim, gerisi ise tamamen karanlıktı.


Ege ve ben taklalar atan motorun ardından yuvarlanıp yere çakıldık. Düşüşüm o kadar sert oldu ki, kaskın yere sürterken çıkardığı o iğrenç cızırtıyı kulaklarımın içinde duymuştum. Boynum büküldü, kaslarım gerildi ve yere düşmeme rağmen hızım durmadı. Motordan nasibini almış bir halde yerde yuvarlandım ve sırtıma batan taşların arasında zorlukla durmayı başardım. Omzum feci halde burkuldu.


Her yerim ağrıyor, üstüne üstlük başım dönüyordu. En beteri ise kalbimin korkudan nereye kaçacağını bilememesiydi. Başımı kaldırmadan önce kaskın kemerini açıp başımdan hızla çıkardım. Yere düşüp yan yatan kaskın üstünün tamamen soyulduğunu görmek gözlerimi telaşla aralamama neden oldu.


Dönen başım kendine gelmeden doğrulup Ege'yi aradım. Çalıların arasına düşmüş bedeninden önce üzerinden dumanlar fışkıran ve parçaları etrafa dağılmış olan motoru gördüm.

Bu, korkunç bir kazaydı. Motor o kadar berbat bir haldeydi ki, bükülmüş metal parçaları kaskı olmayan Ege'yi ne hale getirdi diye telaşa kapıldım. Burkulmuş bileğimi önemsemeden Ege'nin yanına doğru emekledim. Çalıların boyu bedenini geçip, onu toprağa çekmek istiyormuş gibi üzerine doğru eğilmişti. Ellerimi sırtına yasladım.


"Ege, iyi misin?" diye seslendiğimde sesim o kadar pürüzlü çıkmıştı ki, beni duyması imkânsız hale gelmişti. Öksürdüm ve burnuma dolan yanık kokusu ile tuhaf bir küf kokusu duyumsadım.

Kaza yapmıştık ama nedeni hakkında hiçbir fikrim yoktu.


Ege kıpırdandı, duyamadığım bir şeyler mırıldandı ve başını benden tarafa çevirdi. Yüzünün yarısının kanadığını gördüm ama bunun yeni bir yara nedeniyle olup olmadığından emin olamadım.

"İyi misin? Yara aldın mı?"


Ege başının yanına düşmüş ve yer yer kesilmiş eldivenli eli ile bana doğru uzandı. Bileğimi kavrayıp beni kendine çekti ve başım çalıların arasına gömüldü. İki büklüm eğilince sırtımda korkunç bir acı nüksetti ve tüm kemiklerim sızladı.

"K-kaza..." diye kekeledi. "Evet, önemli değil. Sen iyi misin? Kalkabilir misin?"


Okula fazla uzak değildik, yürüyerek gidip öğretmenlerden yardım isteyebilirdik bu yüzden Ege'yi yerden kaldırmam gerekiyordu. Elimi başının altına ve beline dolayıp onu oturur pozisyona getirmeye çalıştım, normalde bu kadar ağır olacağını tahmin etmezdim ama kendi yerden destek almasa bir milim bile kıpırdatamazdım. Gerçekten göründüğünden daha ağırdı.


İkimizde oturur pozisyona geçtiğimizde Ege hemen başını çevirip devrilmiş ve neredeyse alev almak üzere olan motoruna baktı. Henüz edindiği aracın mahvolmasının onu üzdüğünü sanmıştım ama Ege biranda bileğime daha çok sarıldı ve ayağa kalkmaya çalıştı.

"Dur, öyle hızlı kalkma!" diye seslendim ama işaret parmağını kanlı dudakları üzerine kapatıp sessiz olmamı söyledi. "M-motoru deviren..." derin bir soluk aldı. "Ben değildim."

"Ne?" diye soluklanıp çevresine bakınan Ege'yi takip ettim. "Kazanın sebebi ben değilim, biri ön tekerlere bir şey fırlattı."


Hırıltılı sesinin hemen ardından, okula doğru dönen köşenin yanından bir siluetin çıktığını gördüm. Emin adımlarla ilerliyor, okul ile aramıza resmen bir bariyer kuruyor ve motordan yükselen dumanların arasında bize doğru geliyordu. Yüzünde çirkin bir gülüş, ardından da patlamak üzereymiş gibi duran onlarca dikiş yakaladım.


Bu Zebani'ydi. İşte buradaydı, bizim için gelmişti ve biz okula ulaşamadan bizi kıstırmıştı.

Bakışlarım yeniden motora kaydı ve ön tekerlerin yanında duran koca, sivri nesneyi seçtim. Bizi durduran Zebani'ydi ve amacı apaçık ortadaydı.


"Koş!" diye bir emir duydum ve bedenim zihnimden önce harekete geçti. Burkulmuş bileğim adımlarımı sekerek atmama neden olsa da bileğimi çekiştiren kanlı eller sayesinde önüme dönüp Ege'nin koca adımlarına ayak uydurmaya çalıştım.


İşte, şimdi bir hafta önce el ele koştuğumuz okul yolunu yine birlikte koşuyorduk ancak bu defa peşimizdeki öfkeli müdür yardımcısı değil, intikam peşinde kurbanlarını kovalayan bir zebaniydi.


Kalbimin gümbürtüsü parmak uçlarımdan Ege'nin bedenine ulaşıyor ve onunda nabzını tehlikeli bir seviyeye yükseltiyordu. Rüzgâr saçlarımızı savurup yaralarımızı açığa çıkardığında tenime çarpan her bir soluk darbesinde canımın yandığını hissettim.


Ardımda neler olup bittiğini bilmiyordum ama içimden bir ses, katilin peşimizde olduğunu ve adımlarımı daha da hızlandırmam gerektiğini söylüyordu.

Ege biran için dönüp arkasına baktığında onun korkuyla aralanmış ela gözlerinin, kana bulanmış sarı saçları arasında gölgelendiğini ve benden çok bizi takip eden gölge üzerinde dolandığını gördüm.


Ege benden kat kat daha fazla korkuyordu ve kulaklarıma katilin gülüşü iliştiğinde bunun sebebini anlamış oldum. Okuldan gittikçe uzaklaşırken izimizi kaybettirmek için onlarca defa köşeleri döndük. Nereye gittiğimizi anlayamayacağım kadar fazla kez binalar değişti, yollar sık sık toza dumana karıştı ve bacaklarım, özellikle de burkulan bileğim isyan bayraklarını savurmaya başladı.


O beyaz bayrak biraz daha gökte sallanırsa üzerine kızılboyalar sıçrayacağını bildiğimden korku dolu hıçkırıklarıma kulak tıkayıp koşmaya devam ettim.


Artık nefeslerim yetmiyor, göğsüm kaburgalarım sızlayana dek inip kalkıyordu, Ege bir başka köşeyi döndüğü sırada takıldık ve ikimizde yere yapıştık. Tozlu zemin yüzüme, çakıl taşları dudaklarıma battı. Tükürüp yerden doğrulmaya çalışırken çok yakınımdan gelen tok bir ayak sesi duydum.


"Kaçamayacağınızı bilmiyor musunuz?" dedi, birkaç gün önce canlı duyma eziyetine ulaştığım o hırıltılı ses. "İnsanın kendi zihninden kaçamayacağını bilmiyor musunuz? Ben sizin kulaklarınızdan sızmış sinsi bir yılan gibi beyin kıvrımlarınızda dolaşırken hangi köşeyi seçeceğinizi tahmin etmiyor muyum sanıyorsunuz?"

Durdum, Ege telaşla yerden toparlanırken ben onun söylediği sözlere takılıp kalmıştım. "Siz bir sonraki adımı atmadan ben orada olacağım küçük velet!"


Ege yeniden bileğimi kavradı ama bu defa tenime bulaşan kan nedeniyle tutuşu eski gücünü koruyamadı. Ellerimiz birbiri arasından kaydı ve ben yeniden tökezledim. Zebani'nin sesi umduğumdan da daha yakından geliyordu ve başımı çevirdiğim anda onun yaralı yüzü ile karşılaşabileceğimden korktuğum için dönüp bakamıyordum bile.


Bir apartmanın kapısına dikilip çaresizce bağırmak, yardım dilemek ve birinin katilin karşısına dikilmesini ummak gibi imkânsız düşünceler içinde boğuşmaya başladığım sırada Ege bu defa lakosumdan yakaladığı gibi beni kendine çekti ve koşmaya başladı. Ne kadar uzaklaşmaya çalışırsak çalışalım Zebani'nin koca kütlesi hep birkaç adım arkamızda kalıyordu.

Gerçekten de nereye gideceğimizi önceden bilebiliyor muydu?


Tıpkı benim onun planlarını öngörebildiğim gibi, o da bizim ne yapacağımızı önceden biliyor muydu?

"Sarışın, tatlı, aptal bir çocuk!" diye bağırdı. Sesi tozların havalandığı yolda dağılıp bize ulaştı. "Ölmek için güzel bir gün değil mi? Ne diye koşmaya devam ediyorsun?"

Bahsettiği kişi ben değil, Ege idi ve Ege'nin yüzünü net bir şekilde görmediğini umduğum onca zamana rağmen kendine kurban olarak ilk onu seçmiş olmalıydı.


"Kamyonun altına saklanmak yalnızca seni ezme fikirlerimi süslemiş olmanı sağlar aptal çocuk!" diye bağırdı sırada karşımıza çıkan koca, kırmızı kamyona doğru adımlayan Ege aniden durdu ve yüzüm sırtına çarptı.


"Hass*ktir!" diye küfredip aniden sağa doğru dönen Ege'nin bakışları sık sık arkasına çevriliyor ve hem beni hem de katili kontrol ediyordu ama her defasında onun kanlı yüzünü görmek bana peşimizden gelen katil ile ilgili ürkütücü planları canlandırmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu.


"Bizi görmüyor bile, nereden bilebilir!" diyerek kendi kendine söylenen Ege bu defa mavi kulübeli bir apartmana doğru döndü ama Zebani'nin gür çığlığı bizi ikinci defa yolumuzdan etti. "Köpek kulübelerini ne kadar sevdiğim hakkında bir fikrin var mı? Kemikleri gömmek için mükemmel bir sığınaktır."


Gözlerim sonuna dek açıldı ve sürekli fikir değiştiren Ege'nin ardında sürüklenip durdum. "Nereye gideceğimizi biliyor..." diye fısıldadım.

Bizi görmediği halde nereye gideceğimizi biliyor; tıpkı et yiyen böceklerle parçaladığı adamın ayakları altındaki silaha sarılacağını bildiği gibi; tıpkı ölümün tadı ile zehirlediği o genç kadının yüzüne savurduğu darbeyi önceden sezdiği gibi; tıpkı kurbanlarının söylediği yalanları hissettiği gibi; hatırlayamadığım ama farkına şimdi varabildiğim o detaylarda Zebani'nin kurbanların zihnine eriştiğini anladığım o korkunç gecelerdeki gibi...


Zebani her nasılsa Ege'nin düşüncelerini duyabiliyordu; bunu üçüncü kez saklanacağımız yeri tahmin ettiğinde anladım çünkü bizi göremeyecek kadar uzakta kalmış, salına salına yürümeye başlamış ve bağırırken sesi kilometrelerce uzaktan geliyormuşçasına alçalmıştı ama nereye gideceğimizi önceden biliyordu.


Doğru söylüyordu; o, bizim kulaklarımızdan sızmış sinsi bir yılan gibi beyin kıvrımlarımızda dolaşırken ondan kaçmamız imkânsızdı. Bizi her halükarda bulacaktı.

Sarı renkli bir evin köşesini dönüp anayola çıkmaya hazırlanıyorduk ki Zebani'nin aniden karşımıza dikilmesi ile neye uğradığımızı şaşırdık. Katil koca cüssesi ile bir süratle üzerimize koşunca elim ayağım adeta boşaldı. Ege geriye doğru kaçmaya çalıştı ancak ben yerimden bir milim dahi kıpırdayamayınca kalçalarımın üstüne düşüverdim. Ege koşup kaçmak üzereydi, Zebani üzerime geliyordu, elinde tuttuğu uzun bıçağın parıltısı irislerimi deşip geçti.


Ege ayağa kalkmam için bağırırken ben yalnızca katilin havaya kaldırdığı bıçağa bakıyordum. Gün geçtikçe şişmiş, belki de kurbanlarını bedenine dikmiş gibi korkutucu bir görüntüye bürünmüştü. Üzerinde koca, upuzun bir palto, tank misali gümbürdeyen botlar ve yırtık bir kot vardı. Bedeni o kadar şekilsiz ve iriydi ki, onun her geçen gün gerçek bir cehennem yaratığına dönüştüğünü sandım.


Elindeki bıçak görmeye alışık olduğum meyve bıçaklarının en az on kat iri, parlak ve keskindi.

Onu bizim için bilemişti...


Bıçak neredeyse bir adım uzağımda, havadaydı. Ege'nin delicesine adımı sayıkladığını ve kalkmam için, bana ulaşmak için tereddüt ettiğini hissedebiliyordum. Beni almadan gitmek istemiyordu ama katil ile aramda yalnızca bir adım vardı.

Buraya kadar, diye fısıldadım ve Zebani'nin koca ayakları, incecik bileklerimin üstüne sertçe kapandı. Ayakları altında kemiklerimi ezdi. Acıyı hissedemedim ama çatırdayan kemiklerimi duydum.


Sonra bana saplanacağını düşündüğüm o koca bıçak fırladı ve ardımdaki bedene saplanıp kaldı. Başımı önümde bir gökdelen gibi dikilen katilden ayırmayı başardığımda, dizleri üzerine düşmüş ve kalbinin üstünde yükselen koca bıçakla kan kusan Ege ile karşılaştım.

Omzuma dolanan koca el ile aniden önüme dönmek zorunda kaldım ve yanağıma yediğim tokat ile girdiğim sanrıdan zorlukla sıyrıldım. Karşımda ağlayarak bana bakan Ege'nin kendime gelmem gerektiğini söylediğini; dudaklarının kanla değil, gözyaşları ile ıslandığını gördüğümde neredeyse onu alıp bağrıma basmak üzereydim. Kendime gelemeden Ege koşmaya devam etti. İleride, biraz önce bizzat gördüğüm sarı ev ile karşılaşınca Ege'nin oradan dönmek istediğini anladım ama biliyordum ki, oradan gidersek katil karşımıza çıkacak ve bizi kaşla göz arasında yok edecekti.


Ayaküstü, birkaç saniye süren ürkütücü bir sanrı görmüştüm. Zebani bize bu kadar yakınken onun bizim için kurguladığı ölüm planını görmüştüm. Oradan gidersek yakalanacaktık bu yüzden freni patlamış bir aracı durdurmaya çalışır gibi Ege'nin koluna asıldım ve onu kendime çevirdim.

Bu kadar yakınken onun bizi yakalamaması zaten olasılık dışı değildi.


Belki yeterince uzaklaşırsak bizi duyması imkânsızlaşırdı; şimdiye dek Ege'yi bulamayıp okula yaklaşınca bizi yakalaması bu fikrimi desteklerdi ama ben, işi riske atacak kadar kendime güvenmiyordum.

Ege'nin lakosumdan çekiştirdi, hareket etmemizi çığırıp dururken yaklaşıp onun kulağına fısıldadım. "Gözlerini kapat."


"Ne?" deyip beni yeniden ilerletmeye çalıştığında tek elimi yakasına dolayıp onu kendime çektim ve telaşla ardı ardına salınan sıcak nefesleri yüzüme çarparken yeniden fısıldadım. "Gözlerini kapat, saklanmanın biri yolunu bulacağım. Bana bırak." Aksi halde Zebani düşüncelerini kullanarak bizi öldürecek.


Ege itiraz etmek için birkaç defa dudaklarını araladı ancak tek elimi gözleri üzerine örttüm ve bu defa ben onun bileğinden kavrayıp çekiştirmeye başladım. Biraz sonra elimi çektiğinde sözümü dinleyip gözlerini kapamış, tüm dengesini bana yükleyerek koşmaya başlamıştı.

Sarı evin aksi yönüne koşmaya başladım.


Ege'nin gözleri kapalı olduğu için ve başına aldığı darbeden dolayı adımları oldukça düzensizdi, sürekli takıldığı için hızımız yavaşlıyordu. Üçüncü defa takılmamıza rağmen Zebani'nin bağırışları dinmişti, onu biraz olsun şaşırtmış olmama sevindim.

Ege'nin gözlerini kapamak işe yaramış mıydı bilmiyorum ama onun yine de peşimizden geleceğini biliyordum. Bu bize sadece birkaç dakika kazandırırdı.

İleride, elektrik kulübelerinin arasına park edilmiş, üzeri muşamba ile örtülü bir kamyonet bulduğumda hızla o yöne koştum ve altına sığındığımız gibi örtüyü başımıza doladım. Ellerim Ege'nin başının arkasında, üzerini kapatmak için uzanmış bir haldeyken Ege ellerini belimin iki yanına yaslayıp beni durdurdu.


"Bizi bulabilir," dediği sırada zaten kulaklarımıza adım sesleri ilişiyordu. Ege belimdeki elleri ile beni yanına indirdi ve arabanın altından diğer tarafa bakmak için uzandı. Onu durdurdum ve parmaklarımı yeniden gözleri üzerine kapadım.

"Gözlerini açma."

Çünkü bu bizim ölümümüze neden olabilir.


Ege'nin yerine ben eğilip beyaz kamyonetin altındaki o alçak boşluktan dışarıya doğru baktım. Tekerlerin arasından gördüğüm bir çift ayak ile yere yasladığım kollarım titremeye başladı.

Katil sadece eğilip baksa burada olduğumuzu anlayacaktı, Ege'nin düşüncelerini durdurmak bu kadar kolay olmazdı. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp toprağı çamura bulandırırken aniden katilin diğer taraftan kamyonete güçlü bir tekme atması ve aracın korkunç bir şekilde sallanması bir oldu.


Oluşan gürültüsü bizi ürküttü ve dudaklarımızdan intihar sesleri yayılmaması için birbirimize tutunduk. Kamyonet ikinci kez sarsıldı ve Ege gözlerini sımsıkı kapadı. Olayın kendisi ile ilgili olduğunu o da anlamış mıydı bilmiyordum ama biraz sonra bağıra çağıra yerimizi belli etmemize pek bir zaman yoktu.


Zebani hırladı, üçüncü kez kamyonete vurdu ve üzerimizdeki muşamba ağırca kaymaya başladı. Eğer o düşerse gölgemiz yerde uzanacak ve bizi aramasına gerek bile kalmayacaktı.

"Ne kadar yakınsam, düşüncelerini o kadar net duyabilirim sarışın. Ve inan, şu an en derin korkularına bile sızabiliyorum."


Bakışlarımı zebaninin eskimiş, kırılmış botlarından çektim ve Ege'nin kollarına yapıştım. Ellerimi önce kulaklarına yasladım ve sesleri duymasını engellemek istedim. Katil Ege'ye çok yakın olduğu için onun burada olduğunu anlaması an meselesiydi. Dudaklarımdan üzgün olduğuma dair mırıltılar döküldü ama Ege'nin kapalı gözleri ne dediğimi göremedi. Ellerim kaydı, Ege'nin başının arkasına doğru dolandı. Onu kendime çekip sımsıkı sarılırken o da ellerini belime doladı ve bana karşılık verdi.


Parmaklarım Ege'nin kana bulanmış saç tutamlarında gezindi, yumuşaklığını kaybedip sertleşen tutamları asıldım. Eğer Ege'yi burada bırakmazsam katil ikimizi de öldürecekti. Yola devam etmeli ve bir karar vermeliydim.

Dişlerimi sıktım, Ege belime sıkıca sarılıp bedenimi bedenine yaslarken ondan yayılan kan kokusunun duyacağım son koku olmaması için işaret parmağımı boğazına yasladım. Yüzünü omzuma gömmeye çalıştı ama ben parmağımın altında atan şahdamarı sıkıştırmaya devam ettim.


Ege can yangısıyla geri çekilmeye çalışsa da izin vermedim ve iki parmağım ile damarına baskı yapmaya devam ettim. Ne yapmaya çalıştığımı anlaması birkaç saniye sürdü, sonra kendini bana bıraktı.

Parmaklarımın baskısı devam ederken diğer elim ile onun saçlarını okşadım. Korkmasını engellemeye çalışıyordum ama birbirine kavuşmaya çalışıyormuş gibi atan kalplerimiz her şeyi açık ediyordu.


Özür dilerim, diye haykırmak istedim ama şimdiki hedefim yalnızca sessizlikti. Baskım devam etti, Ege'nin başı iyice eğildi ve sonunda bilincini kaybetti. Parmaklarımı hemen çektim ve onu sıkıca sardım. Bedeninin ağırlığını biran için taşıyamadığımda kamyonetten destek almak istedim ama Zebani biranda korkunç bir gürlemeyle kamyonete vuruverdi.

Geriye düştüm, Ege üzerime yığıldı ve onun ağırlığı altında ezilirken kamyonetin üzerinden düşen muşamba bir kefen misali bizi sarmaladı. Ayaklarıma doluşan soğukluk beni korkuttu çünkü Zebani gürlemeye devam ederken hareket edemiyor, bayılan Ege'yi üzerimden atamıyor ve görünüyor olma ihtimali olan bacaklarımı örtemiyordum.


"Nasıl yaptığın umurumda değil ama seni bulmam çok uzun sürmeyecek," dedi. "Tıpkı arkadaşlarınız gibi siz iki lanetliyi de öldüreceğim. Zihninin açık olduğu anda seni yakalayacağım."

Aynı sözleri yeniden mırıldandı.


"Tıpkı arkadaşlarınız gibi siz iki lanetliyi de öldüreceğim. Zihninin açık olduğu anda seni yakalayacağım."

Tekrar ve tekrar... Bunu, adım adım bizden uzaklaşırken söylemeye devam etti ve biraz sonra sessizliğimle baş başa kaldım. Sonunda sessizlik buradaydı ve bu, beni hiç olmadığı kadar mutlu etti. Yaşlarım, sevinç gözyaşlarına dönüştüğü sırada kendisine bir zarar verip vermediğimi anlamak üzere bakışlarımı hemen üstümde ki Ege'ye kaydırdım. O kadar yakındık ki, bu neredeyse bu durumda bile utanç duymama neden olacaktı; bedeninin her kıvrımını hissediyor, sıcak nefesinin boyun girintime dokunuşunu tadıyor ve her nefes alışverişlerimizle göğüs kafesimiz aynı anda hareket ediyordu.


Ellerim yine de nabzını ölçmek için onun kanlı tenine dokundu. Tatlı bir uykunun kollarında gibi gözleri kapalı soluklanan Ege'yi üstümden atmak için birkaç dakikanın daha geçmesine izin verdim. Önce muşambanın altından dışarıya baktım; tekerlekler dışında hiçbir şey göremedim. Zebani gitmiş gibi görünüyordu ama Zebani'nin kamyonetin ardına bakmadan öylece çekip gitmesi tuhaf geldi. Başımı muşambanın altından biraz daha çıkardım ve bu defa aracın ön kısmına doğru bakındım.

Yanlış giden bir şeyler vardı, hislerim oldukça karanlık bir sapağa sapmıştı. Ege'yi büyük bir gayretle yanıma bırakmayı başardıktan sonra onu tatlı uykunun kollarında bıraktım ve muşambayı kaldırıp başımı tamamen açığa çıkardım. Henüz gün ışığına yeniden kavuşmuştum ki önüme bir gölgenin sıçraması ve geriye doğru yapışıp kuvvetli bir gürültü çıkarmam bir oldu.


Yanılmıştım, katil gitmemişti, saldırmak için pusuya yatmıştı. Kuvvetli bir çığlık boğazımdan salındığı sırada sadece iki saniyede nefesim kesildi ve ses tellerim paramparça oldu. Kanlarımın kamyonetin küflü beyaz zeminine dağılışını seyretmek zorunda kaldım. Koku kuşkusuz gökyüzüne doğru dağıldı, muşambanın üzerine açık bir çeşme misali akan sıvının sesleri dağıldı.

Korkuyor ve irileşmiş gözlerim ile üzerime savrulan gölgeyi izliyordum. Göreceğim son yüzün Zebani'nin gözleri olacağını bile bile bakmaya çalışıyordum ve sonunda onun cehennem varlığı yerine çağrının cehennemden yansıması olduğunu fark ettim.


Karşımdaki Zebani değil, Kalika idi ve boğazımı parçalamaktan çok ölü parmaklarını dudaklarıma yaslayarak beni susturmayı tercih etmişti. "Onu gönderdim," dedi. "Kalpten geçen dileğin beni yeniden canlandırdı."

Hâlbuki ne kadar kalpten dilemiş olursam olayım Kalika'nın bizi Zebani'ye karşı görünmez yapacağı bir an olsun aklımdan geçmemişti; ölüme yaklaşmışken aklıma son gelecek kişi Kalika idi. İstemediğim halde beni kurtarmıştı.


Parmakları üzerimden çekilmesine rağmen uzun tırnaklarının baskısını yanağımda hissetmeye devam ettim. Kalika ürkütücü bir gülümseme ile aniden yok oldu ve ben mırıltılar çıkaran Ege ile gerçekten baş başa kaldım. Kalika her ne kadar yardım ettiğini mırıldansa da başımı yeniden muşambanın altına soktum ve Ege'nin yanına sığındım. Onun uyanmasını beklemek, aldığımız yaraların şiddetini bilmeden ölüme sürüklemekten farksızdı bu yüzden fazla uzun bir süre böylece bekleyemezdim. Belki de Ege başından ağır bir darbe almıştı ve ben onu bayıltmak zorunda kaldığım için iç kanama korkutucu bir raddeye doğru sürükleniyordu. Başını benden tarafa çevirdim ve nabzını sık sık kontrol ettim.


Korkumu yenip dışarı çıkmalı ve yardım dilenmeliydim, Ege'yi acilen hastaneye götürmem gerekiyordu.

Neden sonra kulaklarıma doluşan melodinin yardım çığlıklarıma karşı verilen bir yanıt olduğunu bilmeden Ege'nin çalan telefonunu elime aldım. Kayıtlı olmayan bir numara tarafından gelen aramayı tereddütle yanıtladım. Telefonu kulağıma yaslarken aklıma gelen ilk şey, Ege'nin motorcu arkadaşlarının aradığı ve onlardan yardım dilemenin iyi bir fikir olup olmadığıydı ancak duyduğum ses resmen beni şoka uğrattı.

"Sidikli?"






Hey!

Çok çok güzel yorumların gelmesinin ardından o gizemli okurumuzun gerçekten adım adım kurgudaki detaylara yaklaştığını görüyorum. Deştikçe ve ipuçlarını fark ettikçe pek çok teori üretti ve bir kapının daha kilidini açtı. Teb-rik-ler! Bu biraz ürpertici çünkü gizemleri çözmeye başladı ve sanki düşüncelerimi okuyor ama aynı zamanda heyecan verici çünkü benimle birlikte düşünebilen bir okur var.

Bu güzel haberlerin ardından bildirmek isterim ki önümüzdeki haftalar sınav haftam olacak ve birikmiş bölümleri sizin isteğiniz üzerine art arda yayınladığımdan sınav haftasına bölüm kalmayacak. Lanetli Kan'a gelen bunca güzel yorumdan sonra burada olamadığımız süre boyunca umuyorum ki yayında olan diğer kurgularımada destek verirsiniz. Şayet kalemimi ve kurgularımdaki bu matruşka oyunlarını sevdiyseniz diğer kurgularıma göz atmaktan çekinmeyin çünkü her birinde farklı birer yolculuğa çıkıyoruz. Daha önce böylesine hırslı okurlarla karşılaşmadığımdan beni aynı zamanda kendinize hayran ederek ilerliyorsunuz ve sizden ricam, diğer kitaplarım hakkındaki düşüncelerinizi de paylaşmanız.

Kitaplaşma - basılma- sürecine girmiş bir kurgum var. İsmi Yediler Serisi, Zamanın Kilitlendiği Sandık. Yorumlarınızı görmeyi isterim, tamamlananlarda var devam edenlerde, fantastikte var aksiyonda...  Seveceğinizi düşündüğümden, profilimdeki diğer sekiz çalışmaya bakmaya davet ediyorum. Aranızda tüm kitaplarımı okuyanlar ve hatta okuma listesine ekleyenler var. Onlara ayrıyeten teşekkür ederim. 


Bazı okurların hiç yorum atmadan sadece 'yb' şeklinde yazdığını görüyorum. Evet bu beni üzüyor ama en azından okuduğunuzu ve hala burada olduğunu belli edebiliyorsunuz. Düşüncelerinizi paylaşmaktan çekinmeyin, her bir yorumu heyecanla okuyan beni neden daha da heyecanlandırmayasınız? Ya da düşüncelerimi okuyup ürpertmeyesiniz? 


İleride bu ipuçlarını çözen okuyucuyu açıklayacağım. Hatta instagramdan biraz ona yardımcı oldum ama sanırım fark etmedi. 


Sonraki bölümde görüşmek üzere! 

Bölüm sonu sorumuzu da ekleyelim. Sizce Zebani kim ve onun sonraki hamlesi ne olacak?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top