45. Bölüm | İlk Çağrının Anısına
Yorumlardakilerden biri kurgudaki önemli bir nokta yakaladı. Tebrik ederim ama kim olduğunu söylemeyeceğim. hihi
Bölüm 45: "İlk Çağrının Anısına"
"Kalika!"
Bu ismin bende ne çağrıştırması gerektiğinden emin değildim ancak göğüs sıkışmam hiç son bulmayacakmış gibi kaburgalarımı sızlatıp durdu. Ayağa kalkıp kutuyu aldığım ve merdivenleri teker teker çıktığım sahneler yeni edindiğim anılar vesilesiyle silinip gitti. Uyuşuk adımlarla odama girene dek bir hayaletten farksız süzülüp durdum.
Yatağa girdiğimde bedenim bir kamyon tarafından ezilmiş gibi hissediyordum. O gece kâbus görmedim ama zaten Zebani'nin Selen için kurguladığı tüm cinayet planlarını biliyordum.
**
"Alo?" diye titrekçe mırıldandım, sesim o kadar güçsüz çıkmıştı ki, telefonun ucundaki kişinin beni duyduğundan oldukça şüpheliydim.
"Gecenin köründe kargaların g*tüne b*klu kazık mı saplandı da zır zır arıyorsunuz," diyen boğuk bir ses duydum. Öfkeleneceğini daha çağrı cevaplanmadan hissetmiş olmama rağmen utanmama engel olamadım.
"Ege?" dedim solukça. "Aynen kardeşim, ben Ege. Gece bu saatinde arayacağın kişi Kasım olacaktı, git onu uykusundan et."
Dudaklarımı ısırdım ve suratıma kapanmak üzere olan telefonun -uykulu bir Ege'ye rağmen- ne kadar kırıcı olduğunu fark ettim.
"Bir şeyler buldum, söylediğin gibi..." dediğimde karşı taraftan birkaç dakika ses gelmedi. Sonra horlama gibi tuhaf bir hırıltı ve yatak başlığının gıcırtısını duydum.
"Mercan?" dedi önce tereddütle. "Pardon ya başka biri sandım."
"Önemli değil," diye mırıldandığımda konuya girmeye pekte meraklı olmadığımı fark ederek lafı dolandırdım. "Bu vakitlerde de arıyorlar mı?"
Derin bir nefes aldı. "Ara sıra keyfimi bozmak için... Bir şeyler bulduğunu söyledin, ne oldu? İyi misin?"
Durumumu sorması güzeldi ancak ona verebileceğim cevaplar hiç iç açıcı değildi. "İyi değilim ama bulduklarım moralimden daha kötü. Bazı... Anılar hatırladım."
"Şu iblis ile mi ilgili? Neden sana bulaştığını anlayabildin mi? Üzerine kara büyü yapılmış olabileceğini düşündüm."
"Kara büyü mü?"
"Evet, büyülerin en kötücülü... Daha önce hiç Denise hikâyesini duymadın mı? Kötücül kraliçenin tüm diyara yaydığı ruh sömürücülerle ilgili bir korku hikâyesi..."
"Neden bahsettiğin hakkında en ufak bir fikrim yok."
"Aslında uyuyalı birkaç dakika ancak olmuştu. Sözlerime çok aldırış etme yani."
"Daha sonra konuşabiliriz."
Tekrar derin bir nefes aldı. Onun yatakta doğrulduğunu hissettim. "Anlatman için süre tanıyordum, kapaman için değil."
"Ah," diye utangaç bir tını salındı. "Şey ben..."
"Düşünürken kelimeleri toparlamak zor geliyorsa sadece söyleyiver gitsin. Konu iblis ile mi ilgili?"
"Evet."
"Sana saldırdı mı?" Kaşlarım çatıldı ve ayak bileğimdeki morluk gülümseyip el salladı. "Pek sayılmaz, bir konuda ilham oldu."
"Anıların onunla mı ilgili?"
"Evet."
"Ne kadarını hatırladın?"
"Bilmiyorum ama parmakla sayacak kadar az olmamasına rağmen elimde hiçbir bilgi yok gibi hissediyorum."
"Onu yok etmenin bir yolunu buldun mu?"
"Ne?" dedim ve kaşlarım anlım sızlayana dek aşağıda kaldı. Onu yok etmek mi? Bu düşündüğüm son şey bile değildi.
"Aslında onu hatırlamam konusunda bana epey yardımı dokunduğunu düşünüyordum. Bana engel olmadı, aksine onunla ilgili anılarımı hatırlamam için bana yalvardı." Doğru kelime bu olmasa da, öyle hissettiğimi inkâr etmeyecektim.
"Onu hatırlamakla sana dostça yaklaştığı kanısına mı vardın yani?"
"Çocukken de, şimdi de bana bir zararı dokunmadı. Ege, eski fotoğraflarımı buldum ve hepsinde de o var. Bana zarar vermiş gibi görünmüyor."
"Mercan, aptal olma!" diye azarladı beni biranda. Sadece ağırdan eski haline dönüşen o tok sesini duyuyor olmama rağmen ellerini öfkeyle ileriye doğru savurup çenesini sıktığını görebiliyordum. "Sana verdiği zararların neredeyse yarısına şahit oldum. Hatta birini bende yaşadım. Hatırlamakta zorlanıyorsan elini sağ şakağına götürebilirsin."
Şakağımdaki belirsiz yaranın bir kaza olduğunu ve varlığın amacının bana zarar vermek olmadığını biliyordum ama Ege'ye bunu dillendiremeyecek kadar suçlu hissediyordum. "Biliyorum," dedim sadece.
"O zaman ona güvenmek gibi bir aptallık yapma. Bana güvendiğin kadar güvenebilirsin belki..."
Amacı belki de sadece varlık ile alay etmekti ama "Sana kendimden daha çok güveniyorum," diye fısıldadığımda küfür edip sözünü geri aldığını söyledi.
"Eee, ne hatırladın peki?"
"Ben... Onun adını hatırladım. Bana söylediği ilk sözcüğün onun ismi olduğunu, hayatımın onun gölgesinde geçtiğini, deli sanıldığım tüm o süre boyunca, psikoloğun bile çıldırıp kulağını kestiği o zamanda aslında gerçekten bir iblisin dostu olduğumu hatırladım... Ve en önemlisi onun, benim çağırmam ile var olduğunu anladım."
"Ne? Senin çağırman mı? Has**ktir! Kara büyüyü yapan sen miydin?"
Düşünmesi için biraz vakit tanıdım ve derin soluklarını bir süre dinleyerek kendime gece yarısı ninnisini dinleme fırsatı yakaladım. "Onu ben çağırdım Ege. Yıllar önce... Ben istediğim için geldi ve bunca zaman benim dileklerimi yerine getirdi. Onun var olmasının sebebi benim, bu yüzden öyle değilmiş gibi görünse de bana çok yardımı dokundu. Karakolda bile..."
"Buna sevindim," derken alay ediyordu. "Paramın güvende olduğunu da söyleyebilir mi bari?"
"Onu bana geri verdi, şu an güvenli bir yerde olduğuna inanıyorum."
"Bir dahaki sefere onu yeniden çağır ve iki gün sonraya ertelenmiş şu l*net sınavdan bizi kurtarsın."
"Deneyeceğim," dediğim sırada bir süre gerçekten ses gelmedi.
"Sen ciddi misin? Nasıl oluyor da onu sen çağırmış olabiliyorsun?" diye sorarken dudaklarından şaşkınlık kırıntıları fırlıyordu. "Henüz 6 yaşındaydın Mercan. Bundan emin misin? O yaşta bir varlık çağırabilecek kabiliyette miydin? Hem onun sana karşı kötü bir niyetle geldiğine ve öylece var olduğuna dair düşüncelerimiz 6 yaşındaki deli bir kızın hayalleri ile alt üst mü oldu yani?"
"6 yaşındaki deli bir kız değildim," derken söylediği sözlere sinirlenmişim gibi ses tonum hiddetlenmişti. "6 yaşındaki umutsuz bir kızdım, annemin bana anlatmakta çok geç kaldığı yokluk hislerimin merakıyla kavrulmuştum. İnkâr edemeyeceğim Ege, ben annemde her zaman bir baba aradım."
"Bu yüzden mi varlığı çağırdın?" diye sordu alayla. "Peki, o sana babanı geri verebildi mi?"
Sözleri bir tank misali üzerime sürüldü ve nişan alındı, boğazıma oturan ağırlık ile zorlukla yutkundum. "Hayır." Ama zaten onu kimse bana geri veremezdi.
"Öyleyse sana kaybettiğin o umutları vaat eden varlığın adı neymiş?"
Saçlarımı titreten esintiyle birlikte başımı iki yana salladım. "Söylememe izin vermiyor."
"Ne?" dedi biranda.
"Varlık onun adını sana söylememe izin vermiyor."
"Adını öğrenir öğrenmez gidip erkekler tuvaletine yazdıracak değilim zaten. Aslını istersen onunla aramızdaki husumetten dolayı ona isminden çok küfürlerle seslenmek istiyorum. Mesela A**ık beyinli!"
Ege'nin küfrünün ardından istemsizce telefonu kulağımdan uzaklaştırdım, çok fazla küfür ediyordu ve ben Selen'den bile böyle sözler duymadığım için anlık şaşkınlıklar yaşıyordum. Ege'nin sözlerinin hemen ardından ikinci ve daha kuvvetli bir küfür daha duyduğumda ona kendi başınayken devam etmesini söyleyecektim lakin hemen ardından onun gür çığlığını duyunca hızla yerimden doğruldum.
"Ege!" diye bağırdım bir telaşla telefona. "İyi misin? Ne oldu?"
Aklıma ilk gelen şey Zebani'nin çirkin tırpanı olurken Ege'nin "Gecenin köründe de beni bulurlar zaten kanadını s**tiklerim. Gözüme sinek kaçtı, ne olacak!" demesiyle, önce şaka yaptığını sansam da, biraz sonra lavaboya gidip gözünü yıkadığına dair sesler duyunca ciddi olduğunu anladım. Sonunda yatağına kuruldu ve tamamen açılmış sesi ile varlığın üzerine bir çentik daha attığını söyledi.
"Yani sırf sen istedin diye yanında dolaşıp duracak mı? Hiç kimsenin görmediği birini görürken ne kadar normal olabilirsin Mercan?"
"Her zaman yanımda değildi," dedim.
"Doğru, ben hatırlatana dek onu unutmuştun. Sahi, neden biranda tekrar çıkageldi ki?"
"Nasıl geri geldiği önemli değil Ege..." diye mırıldandım. "Belki onu yeniden çağırdım, bilmiyorum ama önemli olan onu kaybettiğim zamandı. Uzunca bir süre onsuz yaşadım, benim için gelmiş olan varlığı derinlerde hapsettim ve bunu nasıl yaptığıma dair en ufak bir fikrim yok. Onu nasıl unuttuğumu hatırlayamıyorum Ege."
"Annenin bu konuda bir fikri olduğuna eminim, seni hastaneye götüren o idi sonuçta."
"Muhtemelen bir şeyler biliyordu ama sanırım neler yaşandığını o da unuttu. Ona soru sorduğumda yalan söylüyor gibi görünmüyordu."
Bir yolunu bulmuş olması ve beni yalnızlığımla buluşturmuş olması anneme olan güven duygumu daha da arttırsa da, şimdilerde onu bu işin içine karıştırmak istemeyen yanımla çatışmak zorunda kalıyordum. Annem geçmişe dair silik bir anıya sahipti ve şu an Fatih Abi ile mutluydu. Evlilik arifesindeki Kalika sorunlarımla ilgilenmesini istemiyordum.
Ege, "Peki, onu yeniden unutmak istiyor musun? Normal olmak istiyor musun?" diye sorduğunda cevabım, benim bile anlayamayacağım kadar karmaşık bir düğümün sonunda yer alıyordu. İp üzerinde cambazlık yapan kulaksız bir kimseden farkım yoktu.
"Hayır," dedim. Gerildiğini ve soluklarının titrediğini hissediyordum. "Çünkü ona ihtiyacım var."
"Sana bir kere yardımı dokunması her zaman yardım edeceği anlamına gelmez."
"Zebani peşimizde Ege ve onunla baş edebilmek için fazlasıyla yalnızız."
"Ne yani başımızda bilirkişi olarak dikilmesini falan mı istiyorsun? Zebani konusunda yardım edebileceği kanısına nereden vardın ki? En son seni ormanda sıkıştırmamış mıydı?"
Sorduğu sorunun cevabı açıktı ama bilmediği kısımlar vardı. "Varlığın bana anlatmak istediği bir şey vardı Ege ve ben sanırım bunun ne olduğunu çözdüm."
"Pekâlâ, neymiş bu iblisin amacı? Bizi öldürmek olmadığı kesin ya!"
"Orada bana yüzleşmem gereken şeyler olduğunu söylerken aslında Zebani ile ilgili hatırlamam gereken bir bilgi olduğunu söylemek istemişti.
Eski albümlerin içinde annemin geçmişine dair bazı fotoğraflar buldum." Devam etmeden önce masamın üzerine ters bir şekilde bıraktığım kâğıdın varlığından emin olmam gerekti. "Fotoğraflarda arkadaşları ile ilgili bazı sahneler vardı ve aralarında biri de... Zebani'ydi."
"Ha?" diye bir tepki geldi.
"Annem ve Zebani yıllar öncesinden tanışıyormuş Ege. Ben doğmadan önce, yakın arkadaşlarından birisiymiş ve fotoğraflarda onunda yüzü vardı."
"Annen... Ne biçim bir tesadüf bu? Annen onu hatırlıyor mu? Belki de yeniden onu tanıyabilir."
"Belki de..." dedim. "Belki de Zebani beni de çoktandır tanıyordu."
*
*
*
"Acele et, gelmek üzereyim!" deyip suratıma kapanan telefonun ardından elimdeki fotoğrafı katlayıp cebime koydum. Odamdan çıkıp bana kahvaltı hazırlamış olan annemin okula gitmemem konusunda söylediği onca söze rağmen okula gitmem gerekiyordu çünkü Ege bugün bir görev aldığını ve onunla gelmek zorunda olduğum ile ilgili bir ton ikna edici söz söylemişti.
Üstelik Zebani hakkında edindiğim yeni bilgiler ile ilgili araştırma yapmamız gerektiği ile ilgili benim yararıma olacak bazı detaylarda paylaşacaktı.
Başımı iki yana salladım ve annemin hazırladığı ekmek arası domatesi hızlıca bitirdim. "Anne," diye mırıldandığımda, büyük ihtimalle uykusuzluğundan kaynaklanan yorgun gözleri bana doğru çevrildi.
"Evet, bence de gitmemelisin," diye kendi kendine atıldı. "Hatta okulunu değiştirmeyi düşünüyorum."
"Bu dönemde okul değiştirilemeyeceğini söyleyen sendin anne."
"Ama o zaman etrafınızda dolanan bir katil yoktu."
"Ya katil okulun değil de benim etrafımda dolanıyorsa bu neye yarar?" diye sorduğumda annemin gözleri sonuna dek açıldı ve ellerimi hızlıca kavradı. "Böyle şeyler söyleyerek annenin kalbine mi indirmek istiyorsun sen?"
"Üzgünüm anne ama benim hakkımda bu kadar endişelenmen çok güzel olsa da kendi kendini yiyip bitirmeni istemiyorum."
"Ne yapayım öyleyse?" dedi umutsuzca.
"Lütfen Fatih Abi'nin yanından ayrılma. Ben çıktıktan sonra direkt onun yanına gitmeni istiyorum."
"Acaba ateşin falan mı çıktı?" diye benimle alay etse de umursamadım. "Ciddiyim anne. Kıskançlık yapmayacağım, yalnız kalmaman benim için daha önemli."
Annem uzun uzun beni süzdükten sonra öyle yapacağına dair bir şeyler söyledi. "Ve sana bir şey sormak istiyorum anne."
"Sor canım."
Tam olarak nereden başlamam gerektiğini bilmediğim için Ege'nin taktiğini uygulamayı denedim ama resmen dilimin altına dolanmış, kendi içinde çırpınan kelime yumağını dışarıya savurmam söylenenden daha zordu.
"Evden ayrılmadan önceki zaman ile ilgili..." diye söze başladığımda annemin yüzü anında gerildi ve sırtını sandalyesinin arkasına yasladı.
"Arkadaş ortamın nasıldı? Yani, birlikte vakit geçirdiğin arkadaşların var mıydı?"
"Samimi olduğum birkaç kişi vardı," dedi. "En yakın arkadaşlarım Alina ve Özge'ydi. Alina sürekli saçlarını toparlar ve renkli tokalar takardı. 90'ların sonunda tanışmıştık ve moda anlayışımı tam olarak onların oluşturduğunu söyleyebilirdim."
Soluklandı ve gözleri aşağıya düştü. "Birlikte güzel vakitler geçirirdik, baskıcı ailemin dertlerinden beni kurtardıkları için onlara minnet duyar ve onların eğlenceli arkadaş gruplarına katılmak isterdim."
"Grupları mı vardı?"
"Daha sonradan berbat bir şekilde dağılan müzik grupları vardı ama tatlım! Sesimin ne kadar kötü olduğunu bilirsin. Onların tarzı ise oldukça sertti."
Müzik grubu... Sert şarkılar söyleyen motorcu çocuklar... Annem onların arasına karışmak istemişti.
"Kötü sesime rağmen beni aralarına almışlardı ve şimdiye dek görüp görebileceğin en harika grup olmuştuk." Annemin sözlerindeki hüzün biraz sonra dağılmaya ve yerini hayranlığa bırakmaya başladı. "Metin, Aksel ve... Diğerleri ile de samimi oldum. Kendimi harikulade bir grubun solisti gibi hissederdim. Eğlenmeyi biliyorlardı, daha önce gitmeyi bilmediğim onlarca yere götürmüşlerdi beni. Lunaparka ilk defa onlarla gittim, hızlı trenlerde saçımın kuvvetle savrulması hissini onlarla yaşadım. Hızı seviyorlardı ve bir kez olsun sakince yürüdüğümüzü hatırlamam. Ya sürekli koşardık ya da bir yerlerden atlardık. İlk defa onlarla alışverişe çıktım, ilk defa samimi bir pikniğin nasıl olduğunu gördüm, ilk sinema deneyimimde ilk öpücüğümü aldım."
"Babamdan mı?" diye sorduğumda annem yutkundu. Daha önce bana ondan hiç bahsetmemişti. Nasıl göründüğünü ya da nasıl biri olduğunu hiç bilmiyordum ama bildiğim bir şey varsa, hamile kaldığı ilk öğrenildiğinde herkes tarafından terk edildiğiydi.
Babam benim yüzümü bir kez olsun görmemiş, annemin o dokuz aylık sancısından bir haber dolaşmıştı ve annemin özlemle andığı o gruptakilerden biri benim babamdı. Bunu öğrenmem yıllarımı alsa da annem babam tarafından yaralanmıştı.
"Babandandı..." dedi hüzünle. "Ama onun hakkında konuşmak istemediğimi biliyorsun."
"Bir gün konuşman gerekecek," dedim. Şaşırdı ama artık çocuk olmadığımı biliyordu. Ben iki gün önce ilk ölümümü görmüştüm, ona göre.
"Onun hakkında bilmen gereken tek şey sana baba olmaya layık biri olmadığı... Sen doğmadan önce ölmüş olmasaydı bile sana babalık yapabilecek biri değildi. Senin için yanlış kişiyi seçtiğimi biliyorum ama hatamı telafi etmek için elimden geleni yapıyorum."
"Biliyorum," dedim. Gerçekten de ne kadar çabaladığını görebiliyordum ama ilk defa anneme karşı olan güvenimde sarsılma yaşadım.
"Bana hamile kaldıktan sonra arkadaşların sana sahip çıkmadı mı?" Öyleyse neden ona grubun solisti gibi davranacaklardı ki?
"Babanın tarafını seçtiler," dedi. "Ben sonradan dâhil olan kişiydim ve onlar uzun zamandır birlikte olan sıkı dostlardı. Beni sevdiklerini biliyordum, bana destek olmayı istediler ama baban onlara bir seçim şansı verdiğinde beni bırakmak zorunda kaldılar."
"Ya o öldükten sonra? Senin için geri dönmediler mi?"
"Alina babanla birlikte öldü. Alina bizim için önemliydi ve... Bu yüzden beni hatırlamak isteyeceklerini sanmıyordum."
"Seni aramadılar."
"Beni aramadı, hiçbiri. Bende onları aramadım."
"Ama hala onları özlüyorsun?" diye sordum.
"Gerçek dostlar unutulmaz Mercan. Onlarında beni unutmadığını biliyorum."
"Öyleyse babam neden sana bu kadar acımasızca davrandı anne?" diye sordum. "Birbirini bu kadar severken neden seni terk etmek istedi."
Durdu, düşündü ve gözyaşlarının gözlerine doluştuğunu hissettiğimde sorduğum soruya pişman oldum.
"Çünkü hastaydı," dedi ama devamını getirmedi. Hastalığının ne olduğunu, ölümünün sebebinin bu olup olmadığını ya da sırf öleceği için mi annemi istemediği aklımda yanıtlanmamış soruların arasına sıkıştı.
Bir başka soru daha sormak için dudaklarımı aralamıştım ki annem ayağa kalktı ve geç kalacağıma dair sitemler etti. "Sınavım bugün değil," desem de konuşmak istemediğini keskin bir dille açık etti.
Onun hakkında konuşmak istemiyordu ama bir gün konuşması gerekecekti.
Çantamı koluma astım ve küçük bir vedanın ardından apartmandan çıktım. Yolun karşısına park edilmiş Ege'nin motorunu gördüğümde, annemin beni pencereden izliyor olabileceğine dair hislerim ile onun aksi yönüne, otobüs durağına doğru ilerledim. Biraz sonra ise Ege'nin motoru yanımda gürültülü bir şekilde durdu.
"Günaydın," diye mırıldandım, o bana uzun uzun bakıp hiçbir şey söylemediğinde. "Hıhım," gibi bir ses çıkararak kendince iyi dileklerde bulundu. Beni tarttığını, neler öğrenip neler öğrenemediğimi anlamaya çalıştığını biliyordum. Ağlamış olduğumu kaçıncı saniyede anladığını merak ettim.
"Annem uzun zamandır hiçbir arkadaşı ile görüşmediğini söyledi," diyerek cebime sıkıştırdığım fotoğrafı ona uzattım. Fotoğraftaki dört yüzü dikkatle inceledi, sonra da ona Zebani'nin olduğu yeri işaret ettim.
"Bu gerçekten o mu? Burada döğmeleri var gibi görünüyor?"
"Zebani'nin döğmeleri olup olmadığını bilmiyoruz ki..."
"Pekâlâ, şimdiki halinden çok daha iyi görünüyor olsa da, bunun gençliği olması çok olası. Annen onu hatırlıyor mu?"
"Soramadım. Hatırlıyor olmalı ama bana erkek arkadaşları ile ilgili hiçbir şey söylemedi. Aslını istersen isimlerini söylerken de tereddüt ettiğini hissettim."
"Belki de kötü bir şey olmuştur; Zebani'nin tüm arkadaşlarını öldürmüş olması olası."
Zebani'nin içinde bulunduğu arkadaş grubunu katlettiği görüntüleri nedense hayal etmeye başladım. Motorları üzerine dağılmış kanın ve ölü bedenler arasında kahkaha atan yaratığın sesi kulaklarımı süpürüp geçti.
Olayın böyle sonuçlanmadığını umdum çünkü annem, onları hala özlüyordu.
"Hayır, babamın ve bir arkadaşının kazada öldüğünü ama diğerlerinin yaşadığını söyledi. Zamanında çok iyi anlaştıklarını ancak babamın sunduğu seçenek yüzünden onlardan ayrılmak zorunda kaldığını söyledi. Hamile bir halde kaçmak zorunda kalmış ama imkânı olsa onları görmek isteyebileceğine dair düşüncelerim var. Keşke buluşabilseler..."
"Evden de mi kaçmış?"
Başımı salladım ama Ege'ye bu kadar çok güveniyor olmamın sorgusuz sualsiz beynim tarafından kabul edilip çenemi harekete geçiriyor olması biraz şaşırtıcıydı. Aile sırlarımın çok fazlasını bir çırpıda öğrenmişti ve bunun –nedense- kötü bir yanı varmış gibi gelmiyordu.
"Babanın hastalığı neymiş ki anneni apar topar kaçırtmış? Yoksa o da mı deli?"
Genetik bir delilik mi? Bu tahmin edebileceğim son ayrıntı bile olmazdı bu yüzden Ege'ye bildiğim tüm detayları anlatmam gerektiğini anladım. O benden daha düz düşünüyordu ve bu işine yarıyordu.
"Hiçbir fikrim yok ama annemin oldukça büyük bir detayı atladığını fark ettim."
Elimi yeniden cebime attım ve katladığım bir başka fotoğraf karesini uzattım. Ege boş boş bakındı, hiçbir şey anlamadığı için fotoğrafı bana verip bir açıklama bekledi. Avuçlarım arasındaki eski kâğıdı incelerken gözlerim sulanmış ve çenem kasılmıştı.
"Annem hamile olduğunu ilk öğrendiği zamanlarda kaçtığını söylerken oldukça ısrarcıydı Ege ama annem burada... Dokuz aylık hamile ve onun karnını tutan bir erkek eli var."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top