41. Bölüm| Çarpık Çentikler
Sonunda yorumların ve beğenilerin kendisiyle paylaşılmasından mutlu olmuş bir adet kuş var karşınızda! Ta-da! Kitaba hala daha devam ediyor, bize kütüphanenizde yer veriyor ve severek takip ediyorsanız lütfen bir yıldızı esirgemeyin. O bir yıldızın ne kadar değerli olduğunu manevi yönden dahi hissedebiliyor musunuz bilmiyorum ama ben her yorumu ve oyu takip ediyorum.
41 kere Maşallah diyor ve artık karşı atakların en tehlikelisine geçiyoruz. Buradan sonra işler tamamen süratle yol alacak ve çok fazla karakterle karşılaşacağız.
Bölüm 41: "Çarpık Çentikler!"
"Hadi bakalım, aileniz geldi çıkabilirsiniz," diye polis memuru ile yarı uyuklar bir halde koltuklara yayılmış Ege aniden doğruldu. "Ne? Kimin ailesi?" diye atılıp hızlıca beni de ardından kaldırdı.
"Egemen Eraslan değil misin sen?" diyen polisin yüzündeki çarpık gülümsemenin hemen ardından bakışlarım telaşla Ege'nin yüzüne çevrildi. Gözleri şaşkınlıkla büyümüş, dudakları öylece aralık kalmıştı. Yarım gündür burada olmamızdan ve öncesinde orman yolu ile gittiğimiz çöplük yüzünden perişan halde olan bedenlerimiz, bu isimin gerçekliği ile aniden daha da beter hale geldi.
Ege bir adım geriledi, başı usulca bana doğru çevrildi ve "Hass*ktir!" diye mırıldandı. "Babam gelmiş."
Polis, Ege'nin babasının geldiğini ve benimde annemin yolda olduğunu söylerken, isimlerimizin telefonlarımızdan öğrenildiğini ancak buna rağmen kendimizi gizlemeye devam ettiğimiz için ceza mahiyetinde burada fazladan iki saat daha tutulduğumuzu söyledi.
"Saat neredeyse on bire geliyor, bir dahakine bu kadar sorumsuz davranıp ailelerinizi merakta bırakmayın. Vallahi amirim bir daha sizi burada görürse üç gece çıkarmam içeriden dedi."
Polisin söyledikleri öylesine birikmiş kelime yığını gibi parçalanıp dağıldı. O, bize telefonlarımızı verdikten sonra çıkışı gösterip işine devam ederken, biz korkak adımlarla o yöne doğru ilerledik.
"Baban..." dedim ancak ne diyeceğimi bilmiyordum. Ege'nin babasının buraya gelmesi tam anlamıyla bir felaketti. Bunca zamandır babasının bu tarz olaylardan haberdar olmaması için onca çaba sarf etmiş ve her şeyi ondan gizlemiş olan Ege, şimdi ansızın ona yakalanmıştı ve üstelik bu en uygunsuz yerde gerçekleşmişti. Babası ondan zaten şüpheleniyordu, şimdi de onu karakoldan toparlayacak ve bir ton hesap soracaktı. Ne kadar kızacağı belliydi, olayın arkasını irdeleyecekti ve...
"Haberi benden almadığı için daha çok sinirlenecek. Yarım gündür buradayım ve ona haber etmedim. Kesin ne olduğunu anlayacak. Hay böyle işin içine edeyim emi!" diye söylendi. Sinirliydi ama asıl hissettiği duygunun telaş olduğunu biliyordum. Başına geleceklerden korkuyordu ve bu olayın getirilerini benden daha iyi tahmin ettiği kesindi.
Ellerini beline yasladı, durup birkaç saniye küfürler yağdırdı. "El mecbur gideceğim yanına," diye fısıldadığını duydum. Sonra aniden bana döndü ve üzerime bıraktığı ceketini aldı. "Babam seni görmesin," dedi.
"Ben dışarı çıkacağım, sen annen gelene kadar içeride bekle."
"B-ben yalnız kal-" diye başladığım cümlemi yarıda kestim. Ona gitmemesini söylemek oldukça bencilce olurdu. "Babam seni görürse iyice delirir, seni hatırlayacağını düşünmüyorum ama gecenin hesabını senden çıkaracaktır. Mümkün olduğunca seni gizlemem gerek, aksi halde seni evden alamam. Tamam mı?"
Ege benden çok daha sistematik düşünüyor olmalıydı ki, çoktan yarın için plan yapıyordu. Yarın sabah beni evden alıp okula bırakmayı planlıyordu, bu şekilde sürekli beni okuldan alıp eve bırakarak koruyabileceğini düşünüyordu ama bunun yeterli geleceğine inancım oldukça sönüktü.
"Sabah şoför beni bırakacağı için senin yanına geç geleceğim ama ilk derse yetişeceğimiz şekilde ayarlama yapacağım. Bensiz dışarı çıkma, tamam mı?"
"Ya gelemezsen?" diye usulca sorduğumda, havada kalan eli birkaç saniye duraksadı, sonra da ceketini giydi. "Muhtemelen telefonuma el koyulmaz, bu yüzden seni arar ve haberdar ederim ama seni yalnız bırakma gibi bir düşüncem yok. Selen'den hala daha bir haber olmadığı için oldukça dikkatli olmalıyız."
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve gözlerimi Ege'den kaçırdım. Mavilerimin onun kudretinden sakındığını fark etmiş olmalı ki, işaret parmağını çeneme yaslayıp başımı usulca kaldırdı. "Biliyorum," dedi sadece. Gözleri gözlerime değip, nefesi nefesime yaklaşırken söylediği tek şey buydu ama anladığım onlarca şey vardı.
Ne kadar korktuğunu biliyorum, umutsuz olduğunu biliyorum, Selen'in günahını üstlendiğini biliyorum ve bana güvenmediğini biliyorum, diyordu. "Ama bu işte artık beraberiz. İstesek de, istemesek de..."
İşaret parmağı tenimi süpürüp geçti, ellerini ceplerine sokuşturduktan sonra, uzun boyuna oranla omuzlarını hafifçe kaldırıp kamburlaştı. "Haberleşiriz," dedikten sonra kucağımda sabitlediğim çantaya kısa bir bakış attı. "Onu ne yapacağını da biliyorsun."
Ege'nin parasını güvenle saklamam gerektiği artık yazısız bir emir gibi zihnime kazınmıştı ancak önce o paranın nerede olduğunu bulmam gerekiyordu. Zira kucağımdaki çanta hala daha boştu.
Ege arkasını dönüp uzaklaşırken, bende bir süre peşinden ilerleyip daha sonra çıkışa yakın banklardan birine oturarak onun gözden kayboluşunu izledim. O karakoldan çıktıktan sonra bende bir süre içerideki polislerin kendi içinde oluşturduğu karmaşayı izledim.
Bulunduğum kısımda tek tük masalara oturmuş dosyalarla uğraşan polisler vardı. Girişin hemen önündeki geniş alana yakın oturduğumdan, kapıdan girip çıkan insanların sesi dışında diğer gürültüler oldukça uzağımda kalıyordu.
Anneme ne zaman haber gönderildiğini bilmiyordum ama yolda olduğuna göre en geç yarım saat içinde burada olmuş olacaktı. Otogardaki iki karakoldan birindeydik, annem büyük ihtimalle benim için çok endişelendiğinden dolmuşa binmeyi tercih edecekti.
Okul çıkışı eve uğramadığım için zaten şüpheli olan annem, bir de gece eve dönmediğim ve saatler önceki aramamdan sonra bir daha hiç cevap yazmadığım için çıldırmış olmalıydı. İlk defa gece evde kalmayan küçük kızı için karakoldan aradıklarında, ne hale geldiğini düşünmek bile istemiyordum. En az Ege kadar bende sorguya çekilecektim ve ben, kendimi Ege kadar bile şanslı hissetmiyordum. Ne açıklama yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu, başka bir okula gece yarısı gizlice girdiğimi en hafif haliyle nasıl aktarabilirdim ki? Ne yalanı uyduracaktım?
Kucağımdaki çantaya daha sıkı sarılırken, bir anda duyduğum ses ile irkilip sağıma döndüm.
"Baba!" diye bağırdı, gençten bir ses. Hemen ardından da, "Kes sesini!" diyen bir adamın öfkeli siluetini gördüm. Kulak üstü aklaşmış, gri saçlı ve kirli sakallı bir adam, üzerindeki şık takım elbisesine yaraşır bir asaletle binadan içeriye girip etrafına bakındı. Gözlerinin birini aradığı, çatılmış kaşlarının gölgesine gizlenmiş irislerindeki o parıltıdan anlaşılıyordu. Tek eli cebinde, diğer eli ise ardından kendisine seslenen genç oğlanı susturmak için havada ciddiyetle asılıydı.
"Tek kelime dahi etme! O korumaya çalıştığın arkadaşların yüzünden karakollardan topluyorum seni."
"Onunla bir alakası yok dedim ya!" diye bağıran çocuğun hemen ardından adam ağırca arkasını döndü ve işaret parmağını tehditkâr bir edayla salladı. "Sesini bir kez daha yükseltirsen sonuçlarına katlanırsın Egemen."
Duyduğum ismin hemen ardından, adamın tekrar önüne dönmesiyle birlikte ardındaki kişiyi görebildim. Dağılmış görüntüsü sanki yeterince pejmürde görünmüyormuş gibi, yanağına kocaman bir kırmızılık iliştirilmiş olan korku dolu çocuk Ege'den başkası değildi ve gittikçe bana yaklaşan öfkeli adamın ise babası olduğu açıktı.
Onu çocukluk anılarımdan hatırlamaya çalışmam kendime yalnızca eziyet olurdu. Onu daha önce gördüğümü hiç hatırlamıyordum, yüzünden çok adı ön planda olan bir adamdı ve şimdi, farkında olmadan bana doğru yaklaşırken de düşünebildiğim tek şey, Eraslan adından çok daha ürpertici bir görünüşe sahip olduğuydu.
Koyu renkli takım elbisesi, parlak ayakkabıları, aramızdaki mesafeye rağmen dikkat çeken saati ve bakımlı yüzü ile onun tek başına güçlü bir dağ gibi göründüğünü söyleyebilirdim. Kalın ve kavisli bir kaşı, keskin çene hattı, geniş omuzları ve upuzun bacakları vardı. Fiziken heybetli değildi ancak adımları onu yeterince büyük gösteriyordu. Kırışmaya başlamış göz kenarları arasında Ege'nin irislerinin renginin birkaç ton koyusuna sahip gözleri olmasına rağmen onun öfkesinin tıpatıp aynısı olan bir ifadeyle bakıyordu.
"Hala burada değil mi?" diye dişleri arasından söylenen adamın kimi aradığı açıktı. Ege'nin gözleri birkaç saniyeliğine bana değdi, sonra da babasını kandırmaya hazır bir halde önüne geçip bir ton söz sarf etti.
Ne yazık ki Eraslan, bu cümlelere oldukça alışık gibi görünüyordu. Aradan en fazla bir dakika geçmişti ki, adamın gözleri bana değdi. Göz göze geldiğimiz o kısacık saniyede, gözlerimi hemen kaçırıp yüzümü gizlesem dahi adamın 'aradığı kişi' olduğumu anlaması gecikmedi. "Bak bak, seninle aynı üniformayı giyen birini görüyorum," diyen adamın ardından gözlerim istemsizce üstüme kaydı.
Doğru ya, okul formam üzerimde olduğu için beni bulması çok uzun sürmemişti. "Ve bir kız..."
"Baba, cidden onunla bir ilgisi yok."
Ege'nin bir çaba ile söylenmelerinin ardından babasının bana yaklaştığını göz ucuyla gördüm. Saklanmaya çalışmam tamamen saçmalık olacağından, ağırca ayağa kalktım ve ufak bir baş hareketi ile Eraslan'ı selamladım.
"M-merhaba, siz Ege'nin babası olmalısınız."
Başım önümde eğik, ellerim çantanın sapında birleşmiş ve ayaklarım suç işlediğini açık eden bir çocuk gibi çarpılmış bir halde dikiliyordum. Başımı kaldırıp adama bakamadım bile. Ege birkaç adımla yanıma gelip kolumdan yakaladı, "Konuşma, ben halledeceğim."
"Evet, sende herhalde şu suça teşvik eden etken olmalısın."
Dudaklarımı kemirmeye başladığım sırada Ege benim yerime söze atıldı. "Baba, fikri ortaya atan bendim. Biraz eğlence olsun diye onu okula sürükledim. Çok korktuğu için hemen oradan çıktık, kaçarken yakalanan bendim. Olayın onunla bir ilgisi yok, bu yüzd-"
"O yüzden mi bu pasaklı hali ile nezarethanelerden çıkageliyor?"
Zaten cansız olan saçlarımın tozlanıp birbirine girmiş olması ve ne kadar yıkarsam yıkayayım bir türlü çıkmayan koyu kırmızı lekelerin kıyafetlerimde bıraktığı korkunç izler ile birlikte, gerçekten berbat halde görünüyor olmalıydım. Ege, babası sanki hiç konuşmamış gibi sözüne devam ettiğinde, istemsizce ona doğru çevrildi gözlerim. Sol yanağında, şakağındaki kızıllığa eşlik etmek istiyormuşçasına büyük, kırmızı parmak izleri şekillenmişti.
Babası ona vurmuş olmalıydı.
"Bu yüzden çirkin sözlerine bir son ver ve sadece sorumluluğun altında olan kişiden hesap sor."
Babası üzerimdeki gözlerini çekip Ege'ye çevirdiğinde ise, öfkesi kısacık bir an dinginleşmiş gibi göründü. "O zaman söyle bakalım; bu kadar ucuz bir kızın yanında ne işin var?"
Sözlerinin ağırlığı aniden kalbime bir gülle misali oturdu. "Bana hayatında bir kız olmadığını söylemiştin ama aradan iki gün geçmeden seni rezil bir olayın içinde buluyorum. Olaylara karışıp yine kendini ortaya atacağını biliyordum ama... Kendini göz önüne atacağın başka oyuncak bulamadın mı?" Gözleri arsızca üzerimde gezindi.
Babası, Ege'yi yine ergence hareketler yapmakla suçlamakla kalmamış, ayrıca beni hiç olmadığı kadar aşağılamıştı.
"Bilmem, bunca zaman elinde oyuncak olmaya alışınca, kimi nasıl yöneteceğimi seçemiyorum belli ki," diyen Ege ise, benim hiç bilmediğim Eraslan aile sırlarına atıfta bulunarak babasını oldukça kızdırdı. "Sözlerine dikkat et."
"Niye?" dedi biranda. "Sen insanları aşağılarken sorun yokta, ben kendimi aşağılayınca mı sorun oldu! Ne oldu, oğlunun senin gibi olmadığı ve hatta senin elinde bir kukla olduğu gerçeği canını mı yaktı? Bir kez olsun şımarıklığımı hoş göremez misin? Koruyup kollaman gereken oğlunu ulu orta yerde döverek terbiye ediyor olmak daha mı hoş geliyor?"
Ege'nin yumruk haline gelmiş elleri, babasından gizlemek istercesine bedeninin arkasına atıldığında, kimsenin fark etmeyeceğini bilerek uzandım ve parmak uçlarımla parmak boğumlarına dokundum.
O...
Benim için babasına karşı geliyordu ve sözleri, en az karşımızdaki öfkeli adam kadar ağırdı. Bunca zamandır içinde tuttuğu nefretini sadece benim yüzümden bir çırpıda döküvermişti ve bu, hiç iyi bir zamanlama değildi.
Titreyen ellerim ellerine sürttüğü sırada yumrukları açıldı ve elleri iki yanına düştü.
"Şu kız için yaptığın şeylere bak, saygısız çocuk!" dedi adam, oldukça sakin görünen ancak kibir kokan söyleriyle. "Gerçekten bu kızla ilgilenmiyor musun? Aksini rahatlıkla söyleyebilirim."
"Onunla ilgilenmiyorum," dedi Ege, başıyla beni basitçe işaret ederek. "Emin ol, ilgilendiğim tek kişi sensin ve bana nasıl senin gibi olmam gerektiğini öğretmen için sabırsızlanıyorum."
Ve bir sır daha duydu kulaklarım; Eraslan ailesinin büyük oğlunun yaşadığı acılardan fışkıran o çıbanlı sözler zihnime doluştu ve ben bir sırra tanık oldum.
Eraslan, Egemen'i kendi gibi biri yapmak istediği için ona eziyet ediyordu ama ondan o denli vazgeçmişti ki, Ege –tıpkı bana daha önce anlattığı gibi- babası tarafından dışlanmış bir hayat yaşıyordu.
"Bana nasıl senin gibi olmam gerektiğini öğretmen için sabırsızlanıyorum."
Belki de baba sevgisine muhtaç bir çocuğun çırpınışını anlatıyordu bu sözler, belki de ona muasatıydı.
"Şu tavrına bak," dedi burnunu kırıştırarak. "Ne kadar rezil bir görüntü içindesin. Tüm gece bir rezalete ön ayak olmuşken şimdi karşımda edepsizce konuşabiliyorsun. Babana söylediğin sözler hiç yüzünü kızartmıyor mu? Kendini bu kıza ispatlaman bu kadar önemli mi?"
"Kendimi kimseye ispatlamaya çalışmıyorum ve hayır baba," sözleri bıçak misali kesip atan adamın ardından atıldığında, en az onun kadar keskin geldi sözleri. "Yüzümü kızartacak başka yöntemler biliyorsun."
Gözlerim, yine yanağındaki o parmak izlerine kaydı. Acaba Ege, babası tarafından kaç defa darp edilmişti?
"Doğru, her gün aynaya bakman yeterli nasılsa..." dediğinde ise gözlerim şaşkınlıkla aralandı. "Zamanında yediğin haltların utancı yüzüne kazındığından, daha fazlasını küstahça yapmaktan çekinmiyorsun belli ki. Nasılsa cezasını çoktan aldın değil mi? Cezayı hala daha çektiğin için karşılığında suçlara devam ediyorsun. Karşılığını ödemek için daha da devam etmelisin."
Ege'nin zorlukla yutkunduğunu ve bedeninin zangır zangır titrediğini gördüm. Elleri yeniden yumruk halini alırken de, dudakları birkaç saniye boş boş aralanıp öfkeyle kapandı. Dişleri takırdadı, sözlerin kendine geldiğinden haberdarmış gibi gerilen yüz hatlarının ardından şakağındaki yaradan usulca birkaç kızıl damla döküldü. Babası, onu en hassas noktasından vurmuştu.
İblislerin esiri olan yaraları, gerçekliği yüzümüze çarpar gibi kanamaya başlamıştı. Ege'nin eli öylece şakağına sürttü, parmağına bulaşan kızıllık ile buğulu gözleri hafifçe yere düştü.
"Gördün mü, kimsenin bir şey yapmasına gerek yok. Kendi kendine yetiyorsun, o yüzden benim gibi olmayı öğrenmeyi beklemek yerine denemeye ne dersin?"
Adamın gittikçe kararan gözbebeklerinin ardından dudaklarında küstah, çarpık bir gülüş peyda oldu. Şimdi, onun ayakları altında ezilmiş iki veletten daha fazlası değildik. O, yaşı, zekâsı ve tecrübelerini bırak, birkaç basit söz ile bizi alaşağı etmişti. Onun gücü altında un ufak olmakla kalmadık, o arkasını dönüp giderken de en yakınlarımız tarafından bıçaklanmanın harabiyetini yaşadık. "Gidiyoruz," dediğini duydum.
"B-ben..." dedim ama ne diye cümlemi tamamlayacağımı bilemedim. Ege birkaç saniye öylece durdu, parmaklarını birbirine sürtüp elindeki kanı dağıttı. Şakağından hala daha usulca akan kandamlaları çene hattını takip ederek boynuna düştüğünde hafifçe irkildi. Omuzları çökmüş, elleri iki yanına düşmüş bu yaralı çocuğun suçlularından biri olmamın azabını yaşayarak ona doğru uzandım.
Parmaklarım ceketine sarıldığı sırada elini havaya kaldırdı ve avucunu yukarı çevirdi. "Mendil ver," dedi, asabi bir ses ile. Başta şaşırdım, sonra çantayı açıp içinden mendil çıkardım. Avucuna bıraktığım beyaz parça birkaç saniye içinde kızıllığa bulandı. Tek elini yarasına bastırmış bir halde ağırca bana döndü. Yüzü gerçek anlamda birkaç dakika içinde çöküp yaşlanmış gibiydi, kırgınlığı ifadelerinden okunuyordu ve gözleri dolmuştu.
Her ne kadar ailesinin ona olan tavrına bir isim koyabilmiş olsa da, hala alışmış sayılmazdı.
Ellerimi dudaklarıma yaslayıp hıçkırıklarımı susturmaya çalıştığımda, "Ö-özür dilerim," diye titrekçe fısıldadım. Onun akmayan gözyaşları yerine yanaklarımdan usulca taneler dökülürken, Ege boştaki eli ile uzanıp yanaklarımı kuruladı.
"Boş ver, seni kara listesine almaması için bu gerekliydi. Onu bilerek kızdırmaya çalıştım, ara sıra böyle kavgalarımız oluyor," dedi. Yanılmamıştım, Ege benim yüzümden o sözleri sarf ederek babasının nefretini kazanmıştı.
"Gerçekten özür dilerim."
"Dedim ya bilerek yaptım, özür dilemene gerek yok. Babam çok kinci biridir. Şayet olayın senin yüzünden olduğunu düşünürse, seni okuldan attırmaya kadar işi sürdürür ve seni tamamen savunmasız bırakırdı. Böyle olması daha iyi; senden hoşlandığım için bunları yaptığımı düşündü. Karşılığında da beni senin karşında küçük düşürdü. Büyük ihtimalle sürekli olarak ilgi odağında olmayı arzuladığımı düşündüğünden, bu davranışının beni seni yanından uzaklaştıracağını düşünüyordur. Öyle düşünmeye devam etmesini sağlayalım, aramız bozulmuş gibi davranalım. Yoksa seni evden almam pek mümkün olmaz."
"Ege... Hala daha bunu düşünüyor olamazsın. O-o... Baban dedi ki-"
"Amacımız doğrultusunda basit bir oyundu Mercan, geçti gitti. Eğer yaptığım işi veya çantanın sırrı ile ilgili bir şey öğrenseydi bu benim ölüm fermanım olurdu. Şimdi her şey çözüldü. Ben onun gözünde küçük düşürülmüş aç bir köpek oldum. Geşçi, gitti."
Hayır, geçmemişti. Yalan söylüyordu ama gerçekten karşımda aşağılanmış gibi hissediyorsa onun iyi hissetmesini sağlamalıydım.
Hala daha yanaklarımdan akan gözyaşlarını usanmadan silen ellerini tutup indirdim. Yanaklarımı hızlıca kurulayıp kabaca burnumu çektim ve hafifçe öksürerek sesimi düzeltmeye çalıştım. "Ş-şimdi ne yapacağız ö-öyleyse?" dedim.
"Annenle birlikte eve git, Selen'den haber gelene dek sessizce bekleyelim. O bulunduktan sonra..." duraksadı ve alnına yasladığı peçeteyi çekip yarasını kontrol etti. Kanama durmamıştı ancak şiddetli de değildi. Peçeteyi katlayıp yeniden bastırırken yüzü buruştu. Onun benim yanaklarımı kuruladığı gibi bende onun yarasını temizlemek istedim ama bunu dilemeye bile yüzüm yoktu. Gözlerine düşen sarı saçlarını karıştırıp geriye attı. Saç diplerindeki kan izlerini görünce, o izlerin henüz oluşmuş yarasından dolayı değil de, geceki olaylardan kalma bir leke olduğunu anladım. Aynı şey, tırnaklarıma ve eteğime yapışmış kırmızı lekeler içinde geçerliydi.
"Katili ihbar edeceğiz."
"Ne?" dedim şaşkınlıkla.
"Doğru duydun, Selen ortaya çıktıktan sonra yeniden buraya gelecek ve katili ihbar edeceğiz. Adresini biliyoruz, yüzünü biliyoruz ve artık polislere sığınmaktan başka çaremiz kalmadı."
"Ama sen demiştin ki-"
"Babamın adımın bu olaylara karıştığını duymaması gerektiğini söylemiştim ama ondan önce çoktan babama yakalandım. Bundan sonra, bir yeni olayın onun için daha az şaşırtıcı olacağını söyleyebilirim."
"Yine de hala daha ona karşı çıktığını ve bunu bilerek yaptığını düşünmez mi? Üstelik bu basit bir olay değil; şimdikinden daha ciddi bir olay. Tüm gece bunun hakkında konuşmuşken, şimdi aksini söyleyemezsin. Ege... Bunca zaman babanın olayları duymaması için çabaladın. Şimdi pes mi edeceksin? Gecenin bir vakti okula girmek ile bu olay... İkisi aynı şey değil. Hala daha senin için bir şans var."
"Bugün yakalanmamızı avantaja dönüştüreceğim," dediyse de onu engelledim. "Yapma şunu!" dedim biranda. "Kendini ortaya atıp durma! Bu kadar fedakâr olmak zorunda değilsin, acı çekmeni izlemek istemiyorum."
"Aslında..." dedi. "Şu dakika bir şeyi anladığım için fikrimi değiştirdim, kahraman olmak istediğim için değil. Yaptığım şeye fedakârlık denemez çünkü..."
Kaşlarım çatıldı ve sırf benim için babasından çok daha şiddetli bir azar yemeyi göze alarak kendini feda eden Ege'nin sözlerinin benim için katlanılabilir olmasını bekledim.
"...Kaybedecek pek bir şeyim olmadığını fark ettim. Bunca zamandır kendimi açıklama çabamın aslında oldukça yersiz bir yerde bırakıldığını anladım. Babamın beni kendine benzetme çabasını çoktan yitirdiğini, benden umudu kestiğini anladım. Aileme karşı ne kadar çabalarsam çabalayayım bu sonuçsuz kalacak, dost bildiğim insanlar sözlerimi yutup geçecek. Ben... Bir şeyler yapmak istiyorum Mercan ve bu, korkunç bir katilin yakalanmasına yardım etmek için iyi bir fırsat. Her şeyi boş verelim ve katili yakalayalım. Aksi halde ölümler artacak ve ne sen, ne de ben daha fazla cinayete katlanabileceğiz.
Ölmek istemiyorum. O adamın ellerinde ölmek istemiyorum Mercan. Tek gözlü canlıların diyarında huzur içinde yaşamak istiyorum ve bunun için biraz çabalamamız gerekiyor. İhbar edelim ve onu yakalayalım. Bu defa bizi duymayan insanlar için değil, kendimiz için yapalım. Kendimiz için, Selen için ve Alara için..."
Ege... Bunca zamandır sahip olduğunu düşündüğü pek çok şeyi kaybettiğini anlamıştı, babasının o sözlerinin ardından ve şimdi, geriye kalan tek şeyini, canını kurtarmak için benimle birlikte katile karşı savaşmak istiyordu. Hem kendi canı için, hem de benim için babasını karşısına almaya devam edecekti ve her şeyi göze alarak Zebani'yi ifşa edecekti.
İkimizde korkuyorduk ama o, bana cesur olmamı söylüyordu. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın ihbarı onun yapmasına izin veremezdim, feda edemeyecek kadar hiçliğe sahip olduğunu sansa da, bunun başka bir yolunu bulmalıydım.
Derin bir nefes aldı, başını eğip şakağındaki yaraya küfürler yağdırdı. Hala daha kanıyordu. "Şimdi gitmeliyim, bu konuda biraz daha düşüneceğim. Seni daha sonra ararım."
"S-selen'den... Bir haber gelirse..." diye mırıldandım.
"O zaman ilk arayacağım kişi olacaksın, aynı şekilde haber alırsan bana bildir."
Başımı salladım, Ege, çantanın ön gözüne attığım peçeteyi çıkarıp kendi cebine sokuşturduktan sonra aniden duraksadı. Gözleri, üzerimde bir noktada sabitlendiğinden, görüş çizgisini takip ederek nereye baktığını çözmeye çalıştım. Baktığı şeyin, sol bileğimdeki morluklar olduğunu fark ettiğimde, istemsizce bileğimi ovuşturarak sızını yeni yeni hissetmeye başladığımı gizlemeye çalıştım.
Ege uzandı ve bileğimi yakaladı. Kendisine doğru çektiğinde can yangımdan dolayı ona doğru bir adım yaklaşmak zorunda kaldım. Şimdi, aramızda pek bir mesafe yokken parmakları ile bileğimi okşuyordu. Alnındaki peçeteyi indirip bileğimin yanında tuttu. Şimdi ikimizde önümüzde bulunan kanlı mendile, büyülü çantaya ve yaralı bileğime bakıyorduk.
Varlığın etkilerini üzerinde bulunduran ve onun canlılığını kanıtlamaya yeterli olan üç nesne, gücünün etkisini taşıyan üç gizem...
"Onu bulmalısın Mercan," dedi Ege. Başımı kaldırdım, göz göze geldik. Saçlarını iteleyip soluklandı.
"Bir şekilde, olayların onunla bağlantısı var. Etrafında dolanmakla kalmıyor, çevrendeki olaylara da karışabiliyor. Peşimizdeki katili bile biliyorken, şimdi en gizli sırlarımızı dahi bildiğini açık ediyor."
Kayıp para bunun en büyük kanıtıydı.
"Geçmişini hatırla," dedi. "Onu bulmalısın, kim olduğunu hatırlamalısın ve neden bunları yaptığını çözmelisin Mercan. Bence, aradığımız cevaplar onda... Hayatının gizemli kapılarının anahtarını elinde tutuyor. Geçmişe bak ve bilmediğimiz gerçekleri öğren."
***
"Ege... Geçmişimde unutmuş olduğum anılarımı hatırlayarak onu bulmamı istiyordu."
"Yani Kalika'yı hatırlamanı istiyordu."
Başını salladı, soluk teni çatlıyormuş gibi hissetti. "O zamanlar onun adını dahi hatırlamıyordum ama iblis benim hakkımda her şeyi biliyordu. Ege, bir şekilde olayların onunla bağlantılı olduğunu çözmüştü."
"Çünkü hayatına dair pek çok şeye dışarıdan şahit oluyordu. Psikoloğunun sözleri, kendi geçmişindeki derin yara izleri, o gece ormanda yaşadığınız korkunç olaylar ve rüyalarından sıçrayıp gelen katil... Bunların hepsini gördü ve sonucu hiçbir şekilde senin masumiyetine bağlayamayacağı için Kalika'ya bağladı. Onun varlığına emin olduktan sonra, tüm suçu üzerine yığmak zor olmasa gerek."
"Her şeyin sorumlusu o olduğu için..." dedi genç kız, dişlerinin arasında. Başını kaldırmamak sureti ile baktığı için kan kırmızısına dönmüş gözleri artık sızlamaya başlamıştı. Işık onu rahatsız ediyor, bir gündür uyumadığı için şakaklarına ağrı saplanıyordu. Artık kurumuş saçları, şimdi de tel tel olduğu için kulaklarının arkasından ona fısıldayan bir varlık gibi titreyip duruyordu.
"Ondan korkuyordu; her şeyden olduğu gibi bu varlıkta onu korkutmuştu. Ben... Ondan daha çok korkuyordum ve onun hakkında..."Gözleri aniden doktorun arkasındaki noktaya kaydı. Her ne gördüyse, gözleri telaşla büyüdü ve sımsıkı kapandı.
Aradan upuzun bir sessizlik geçti, gitti. Saat, belki de altı defa öttü. "Öyleyse onun bu kadar Kalika'dan korkmasına neden olan neydi?" diye sordu doktor.Arkasına bakma isteğine karşı savaşıyordu. "Kalika seninle ilgiliydi; onunla değil."
Mercan başını iki yana salladı. "Yara izi ilk günkü gibi kanıyordu."
Derin bir nefes aldı, kelepçeli ellerini şakağına doğru götürdü. Tıpkı genç çocuğun yüzüne her dokunduğunda eline değen o pürüzlü ten gibi yara yine parmak uçlarında canlandı. "Yarası her anıldığında ve Ege her öfkelendiğinde dikişleri açılıyor ve kirli kan dışarı fışkırıyordu. Durdurması zordu, ne kadar çok kan akarsa o kadar koyulaşıyordu. Yıllar önceki kapanmış bir yaranın bu denli tekrar tekrar açılmasının mümkün olmadığını hep biliyordu. Bunun sebebinin Kalika olduğunu anlamıştı."
"İlkokuldaki kazanın sebebinin Kalika olduğunu düşünüyordunuz?"
"O gün, bodrum katında... Kazanı patlatan Kalika idi ve bilerek Ege'nin yaralanmasını sağladı. Bunu biliyordum çünkü Kalika öfkelenmişti. Öfkesinin asıl sebebi bendim ama... İkimiz de de aynı yaradan vardı doktor ama benimki hiç kanamamıştı. Kalika, Ege'yi yaraları ile zehirlerken beni başka yollarla zehirlemeye karar verdi."
"Zehirlenmiş gibi mi hissediyordun Mercan?"
Titrek bir nefes saat sesine karıştı. "Anılarımı yeniden kazanana dek, öyle gibi hissetmiştim. Sonra ise..." Durdu, sanki yaşadıklarını anlatmaya kelimeler yeterli gelmiyormuş gibiydi.
"Devam et," dedi doktor. "Bana neler hatırladığını anlat."
"Önemli olan bu değildi ki," diye fısıldadı Mercan. "Önemli olan..." hıçkırdı,dili kendine ihanet etti ve gerçekleri açığa saçıverdi. "Önemli olan nasıl unuttuğumu hatırlamamdı!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top