37. Bölüm | Cehennemden Kaçış

Bu bölüm geçtiğimiz hafta için verdiğim söz olsun, heyecanlı ve hüzün dolu bir bölümle baş başa bırakıyorum sizi. Acayip derecede hızlı okuyup yeni bölüm diye elinde baltayla  - ahanda aşağıdaki gibi- bekleyen okurlarıma 'Yetişemiyorum sakin olunnn' diyorum ama mutlulukla gözlerinizden öpüyorum. Çok fazla kişi yeni bölüm için mesaj attı, instagram hesaplarımdan dahi mesaj aldım. Bu beni çok mutlu ediyor lakin bölümler hakkında, olaylar ve diyaloglar hakkında görüşlerinizi de esirgemezseniz daha mutlu olurum. 

Öpüldünüz... Ya da zebanilendiniz!



Bölüm hataları Wordden kopyalarken oluyor, gözüne çarpan kişiler belirtirse bana yardımcı olmuş olursunuz. 




Bölüm 37: 'Cehennemden Kaçış'

Ne yapacağımı bilmiyordum, korkuyla olduğum yerde donakalmış, hiçbir uzvumu hareket ettiremez hale gelmiştim. Ellerim acı acı saçlarıma dolandı ve uzun saçlarımı bir hırsla çekiştirdim. Düşündüğüm onca şey vardı o sırada.

Benim yüzümden oldu, diyor; sonra dönüp katilin ölüm çentikleri kazınmaya devam ediyor diyordum. Arkadaşlarımın katledilmesinin sorumlusunu aniden yüklenmişken sırtıma, katilin kollarında olmamın korkusunu yaşıyordum.

Kaçmam gerek, diye düşündüm ama ne hareket edebiliyor ne de bunun için çabalıyordum. Onun tarafından öldürülmekten ve ölümden korkuyor olmama rağmen, kaçmayı beceremiyordum.

Katil diline doladığı sıcakkanı keyifle yutkunurken gözyaşlarım bu korkunç anı görmemi engelleyerek ilk defa bana yardımcı oldu. Bu defa cinayeti kendi gözlerimle gördüğüm gerçeği, sanrıları yansıtan yanımın gücüne gitmiş olmalı ki acıyı basıp bedenimi kavuruyordu.

Yanık et kokusu arttıkça alevler yükseldi ve katilin yüzü, artık bir daha unutamayacağım bir şekilde aydınlandı. Ayakuçlarından yükselen alevlerden korkmadığı aşikârdı, pantolon paçaları tutuşsa dahi üfleyip geçecek gibiydi.

Ayaklarımı zorladım ancak yerimden kıpırdayamadım. Belki saliseler, belki dakikalar geçmişti ama ben hala korkuyla ölü gözlere bakıyordum.
Biraz sonra kolumda ani bir baskı hissettim ve neler olduğunu kavrayamadan bedenim bir hızla geriye doğru çekildi. ''Koş!'' diye haykırdığını duydum birinin. Gözlerime bir perde çekilmiş gibi neler olup bittiğini göremezken ayaklarım takıldı, aniden sızlayan bileğimde birlikte döndüğüm gibi kendimi kulübenin dar koridorunda buldum. Bileğimde güçlü bir el, önümde belli belirsiz bir siluet vardı. Koridorları, kıvrımlı duvarlara çarpa çarpa geçtikten sonra ahşap kapıyı arayıp bir hışımla çıktım dışarı. Ay ışığı görüş açımı aydınlattığında ise, beni sürükleyen kişinin Ege olduğunu anlayabildim.
''Benden kaçamazsınız!'' diye haykıran katilin sesi dışarıya dek vurduktan hemen sonra da tırpanını demir kafese çarptığı anda yayılan tok ses ormanda yankı yaptı.

Ormanın soğuğu iliklerime dolarken Ege'nin bana sürekli olarak koşmam gerektiğini söyleyen sesini duyuyordum. Ayaklarım, zorlukla emirlerimi algılayıp sonunda birbiri ardında ilerlemeye başladığında ise süratle ağaçları sollayarak koşmaya başlamıştık. Kulübeden yayılan sesler ise, katilin koca tırpanı ile peşimize düştüğünü gösteriyordu.

Karanlık ormanda zorlukla ilerledik, ağaç gölgeleri takılıp düşmemiz için fırsat kolluyor gibiydi. ''O nerede?'' diye haykırırken buldum kendimi. ''Selen nerede?''
Ege, omzunun üzerinden hızla arkasını kontrol ettikten sonra, ''O iyi!'' diye bağırıp koşmaya devam etti. Hayır, diye düşündüm. Hiç kimse iyi değil...

Ege ve Selen kulübeden çıkalı fazla bir zaman geçmemişti, Selen yaralıydı ve ben, onun durumunun 'iyi' diye nitelendirilebilecek kadar buradan uzaklaşabildiğini sanmıyordum. ''O nerede!'' diye tekrar bağırdım, Zebani'nin öfkeli haykırışları ise ardımdan pençe misali savruldu. ''Selen nerede? Onu nerede bıraktın! Onu nasıl bırakırsın? Geri dönmeliyiz!'' diye haykırırken buldum kendimi. Belki de, dönmek istediğim yer küle dönüşen Alara'nın veda ediyormuş gibi görünen o umutsuz gözleriydi. Belki de Alara'yı orada öylece bıraktığımdan dolayı duyduğum suçluluktu haykırışlarımın sebebi. ''Selen iyi dedim ya! Onu sakladım, polisler gelene kadar dayanır!''

Lakin katil, onu anbean izleyen biri olarak Selen'i rahatlıkla bulabilirdi. Durup Selen'e gitmemiz gerektiğini, onu da alıp öyle kaçmamız gerektiğini söyleyecektim ancak düşünüp konuşacak vaktim olmadı. Ege beni hızına ayak uydurmam için çekiştirip duruyordu ancak ölümden bu kadar korkuyor olmama rağmen bacaklarıma yeterli gücü toplayamıyordum. Sık sık takılmaya başladığımda Ege küfürler savurdu ve aniden yolunu değiştirdi.

''Kestirmeden gidelim,'' dedi. Şimdiye dek yalnızca geldiğimiz yolu takip ediyorduk çünkü bilmediğimiz bir ormandaydık. Hızlı olmak için kestirmeden gitmeliydik ancak yolumuzu kaybedebilirdik. Zira nerede olduğumuzu şimdi bile bilmiyordum, her yer aynıydı. Zebani bağırdı, bizi yakaladığında lime lime edeceğine dair vesveseleri aşıladı. Korkuyu boynumuza dolayıp bizi adım adım kendine çekerken, Ege bir gayretle ipleri koparmaya çalışıyordu.
''Alara...'' diye fısıldadım, kendi kendime. Ege beni duymadı ama devam ettim. ''Alara öldü.''

Ege, sanki bu koca ormanda katilden kaçabilirmişiz gibi beni bir yerlere sürüklüyordu ve benim tek yaptığım ona ayak uydurmaya çalışmaktı. Biraz sonra ağaçların ilk haline göre sıklaşıp inceldiğini görünce, ormandan geçen eski yola doğru yaklaştığımızı anladım. Çevre tanıdık gelmese de, Ege bir şekilde motoruna ulaşmaya çalışıyordu.

''Koş Mercan, koş!'' diye haykırdı. Lakin ani bir güçle birlikte geriye doğru çekilmem bir oldu. Ege'nin tersi yönüne uygulanan kuvvetle birlikte bedenim aniden savruldu, düşmek üzereyken Ege'nin olayın farkında olmayarak çekiştirmesi sayesinde kurtuldum lakin o da tökezledi ve aniden arkasına dönüp ''Devam et!'' diye bağırdı. İki zıt güç arasında öylece kalakaldım. ''Devam et Mercan, ne yapıyorsun?'' diye öfkeyle bağırdığını duydum Ege'nin.

Devam edemem,
demek istedim lakin konuşmak için dahi dilim gücünü toparlayamadı. Kolum yabancı bir kuvvetle geriye doğru asılmıştı. Sol bileğimde hissettiğim güçlü parmakların kime ait olduğunu bilen yanım, başımı çevirip bakmama engel oldu. Soğuk, tüyler ürperten eller biraz sonra beni çekecek ve tırpanı savuracaktı, bunu biliyordum. Katil bizi yakalamıştı ve artık ölüm yanı başımdaydı.

Korku dolu gözlerim Ege'nin telaşlı gözleri ile kesişti. ''Devam etmeliyiz!'' diye seslendi, ardımdaki katili henüz fark etmemiş olmalıydı. Aramızda geçen sessiz bakışmanın ardından bir adım bana yaklaştı, çatılan kaşlarıyla birlikte neden durduğumu sorguladı.

''Az kaldı Mercan, duramayız. Sen-'' diye başladığı söz yarıda kesildi zira elimin bir başka güç tarafından geriye çekildiğini görmüştü. ''Bu- da- ne?'' diye mırıldandı. Kaşları iyice çatıldı, dudakları şaşkınlıkla aralandı ve her ne düşündüyse beni aniden tekrar kendine doğru çekti. Ne yazık ki diğer elimi tutan güç, Ege'den çok daha kuvvetliydi. Yerimden dahi oynamamakla birlikte bileğim acıyla sızladı. Gerçek anlamda bileğimi çevreleyen parmakların boğumlarını hissediyordum.

''Mercan?'' diye korkuyla soluduğunda Ege, bende telaşla arkama döndüm ve o anda beni tutan kişinin Zebani değil, cehennemin bir başka varlığı olduğunu anladım.

İblis...

İşte buradaydı; ölüm anımda beni ziyaret ederek büyük bir onur bahşettiğini sanan ölümün ta kendisi gerçekten yanı başımdaydı. Ormanın gölgelerinden bile daha kara bedeni ile öylece karşımda dikiliyor ve simsiyah uzun parmaklarıyla korkusuzca bana uzanıyordu. Bileğimi yakalamış olan el iblise aitti. Gözbebeklerinin olmadığı karanlık gözleri adeta beni yutmak istercesine gözlerime dikilmiş ve bir girdap misali çekiyordu. Bembeyaz yüzü ikinci bir ay gibi parıldarken, dudaklarının aralandığını ve adımı fısıldadığını duydum. Teni çatladı, kabuklar birer birer soyulup dağıldı ve ormanın hâkimi ilan edilmiş kara dumanları çevremi sardı. Onun karanlığı tarafından çevrilirken, kendimi bir an için başka bir boyutta, soyutlanmış bir halde yapayalnız hissettim.

Karanlık ve korkutucu bir varlık ile baş başaydım şimdi. Ege yoktu, orman yoktu. Dağılan beyaz teni ile parçalanmış bir yıldızı andıran iblis ile karşı karşıyaydım.

''Buraya gel...''
diye fısıldadığında, ince ve buğulu sesinin tüylerimi diken diken ettiğini hissettim. Emir vermiyorduysa bile bedenim bunu emir olarak algıladı ve sorgusuz sualsiz ona doğru çekildim. Karanlığı beni yutmaya hazır bir halde iyice çevreledi ve upuzun, dalgalanan koyu saçlarının tenime değdiğini hissettim. İncecik telleri beni huylandırdı, saçları havalanıp yanaklarıma dokundu. Bir adım daha ona yaklaştığımda, yüzüyle yüzüm arasında yalnızca birkaç santim kaldı. Belki de nefesini yüzümde hissetmem gerekiyordu ancak o an soluduğum tek şey kan kokusu oldu.

Adımı fısıldadı ve bana yeni bir emir verdi.
''Geri dön ve kâbuslarına son ver.''











''Mercan!'' diye kükreyen sesin ardından bileğimi bir hışımla çekiştirdim ve varlığın tehlikeli parmakları arasından kurtardım. Bilinçli bir hareket bile değildi bu. Yalnızca, beni o için çağıran bir başka çağrının baskınlığının esiriydim. Ege anında koşmaya başladı, peşinden sürüklendim ve bir daha arkama bakmaya korkarak sol elimi göğsüme yasladım gibi ormanın karanlığında ilerledim.

Ne kadar koştuğumuzu bilmiyordum lakin gözlerimi çevirdiği her bir noktada ağaçların ardına gizlenmiş gölgeler ve adımı fısıldayan sesler duydum.

Biraz sonra orman yoluna çıkıverdik ve Ege, kaskı dahi umursamadan motora atladığı gibi beni kendine çekti. Bacağımı zorlukla diğer tarafa atlattım, Ege elimi bırakır bırakmaz varlığın beni çekip götürmesinden korkarcasına Ege'nin beline sarıldım. Saçlarımı havalandırıp enseme dokunan parmakları hissettiğimde, yüzümü hızla Ege'nin sırtına gömdüm. Sıcaklığının beni gerçeklikte tutması için çabalarken, motorun hırıltıyı andıran sesler çıkardığını ancak bir türlü çalışmadığını duyuyordum.
''Hay s*keyim!'' diye haykırdı Ege. Terlemişti ve sırtına yaslı alnım, kalbinin gümbürtüsünü o anda bile rahatlıkla hissetmemi sağlıyordu. Korkuyordu ve eli resmen ayağına dolanmıştı.

Gaza yüklendi, pedalı çekiştirdi ama motor bir türlü çalışmadı. Saçlarım yeniden havalanınca kollarımı sıkılaştırdım ve başımı hafifçe sağa çevirdim. Varlık peşimden ayrılmıyor ve ona bakmam için beni zorluyordu; geri dönmemi ve yaşadıklarıma son vereceğine inandığı şeyi yapmamı istiyordu.

''Gözlerini aç ve kâbuslarından sıyrıl Mercan,'' diyen sesin çağrısına kulak verip gözlerimi açtığımda, ağaçların arasından süratle bize yaklaşan bir karartı ve ay ışığında parıldayan keskin bir cisim gördüm.
''Geliyor Ege,'' diye mırıldandım.
''Çalış ebesini s*ktiğim, çalış!'' diye haykırdı o da. ''Geliyor, çok yaklaştı.''
''Hadi, hadi!''

Motor, bunca zaman sorunsuz bir şekilde çalışmış olmasına rağmen şimdi tüm küfürleri layığı ile kabul edip öylece dururken, gözlerimi yeniden kapadım ve sırtıma dokunan soğuk parmakları yok saymaya çalıştım.

''Gitmek istiyorum,'' dedim, hüzünle. Gözyaşlarım artık dur durak bilmeden yanaklarımı ıslıyordu. ''Sadece gitmek istiyorum,'' diye fısıldadığımda, nefesim havaya karışamadan motordan güçlü bir ses yükseldi ve Ege ayaklarını toparladığı gibi motoru harekete geçirdi. Aniden gaza yüklenmesi ile bedenim geriye doğru savruldu, kollarımı sıklaştırdım ve rüzgâra karşı koyan bedenlerimizin biran önce katilden kurtulmasını diledim.

Ardımızdan kükremeler duydum, ağır bir şeyin yanımızdan savrulup geçtiğini ve motorun sarsıldığını hissettim. Gözlerim kapalı olmasına rağmen süratle geçtiğimiz ağaçları, üzerimize düşen gölgeleri ve ay ışığında aydınlanan yolu hayal edebiliyordum.

''Kurtulduk!'' diye bağırdığı sırada Ege, ormanı çoktan geçmiş ve şehre açılan yola girmiştik. Başımı iki yana salladım, bunun doğru olmadığını söyledim. ''Kurtulmadık,'' dedim. ''Hiçbir şeyden kurtulmadık Ege! Alara öldü! Alara öldü!'' acıyla haykırmalarımın ardından motor sarsıldı, neredeyse düşüp kaza yapacağımız şiddetle motor dengeyi kaybetti ancak son anda Ege'nin dikkati ile toparlandık.

''Gördün mü?'' diye sordu, rüzgârdan sesi tam anlaşılmıyordu. ''Neler olduğunu gördün mü?''
''Alara öldü diyorum işte!'' diye bağırdım. Ege'nin bu soruyu öldüğüne emin olmak için sorduğundan mı, yoksa ölümünü görmemin bende oluşturduğu acıyı yokladığından mı sorduğunu anlayamamıştım. Sonuçta... Alara korkunç bir şekilde katledilmişti ve ben buna üçüncü defa, en şiddetli hali ile tanık olmuştum.

Derisi soyuldu, yaralarına tuz basıldı ve başı gövdesinden ayrılıp bedeninden geriye kalanlar cayır cayır yakıldı. Ben bunların hepsinde oradaydım, her şeyi görmüştüm ve...
''Onu kurtarmak için çabaladın mı?'' diye sordu. Rüzgâr tenimi süpürüp geçerken, boynuma dolanıp beni de kendiyle götürsün istedim o anda. ''Alara için orada kaldığında, onu kurtarmak için çabaladın mı?''
Bilmiyordum, onu kurtarmak için bir şey yaptığıma emin değildim. Ölümü sadece birkaç saniye gecikmiş ve yanarak can çekişeceği halde hızlı bir şekilde canı alınmıştı. Yani... Hiçbir şey yapmamıştım.
Cevap vermedim, hızımız arttı. Neden sonra nereye geldiğimizden bir haber bir şekilde motordan indiğimizde ise sokak lambalarının aydınlattığı loş bir köşede öylece ağlıyorduk.

Birbirimizden uzakta, soğuğun tenimizi yarıp geçtiği bir anda tek başımıza ağlaştık. Ben, dizlerimi kendime çekmiş bir halde başımı gizleyerek gözyaşlarımı akıtırken; Ege çöp tenekelerinin kenarına bırakılmış koyu renkli torbaları tekmeleyerek ıssız sokağa çığlıklarını bırakıyordu. Hafiften yağmur çiselemeye başladığında, açıkta kalan tenime uysalca konan yağmur tanelerinden anladım. Çığlıkları geceye karışan Ege'nin biraz sonra tekmelediği çöp torbalarının arasına düştüğünü fark ettiğimde ise aniden ayağa fırlayıp yanına koştum.

Yırtılmış poşetlerden sızan çöplerin arasına bırakmıştı kendini, bacakları gücünü yitirdiği anda. Gökyüzüne doğru bakıyor ve yüzüne düşen her yağmur tanesinde irkilerek yumruklarını sıkıyordu. O kadar yorgun bir şekilde soluklanıyordu ki, yaşadıklarımızın ağırlığı ile yıkıldığını anladım. Usulca yanına çöktüm, uzanıp yumruk halindeki elini kavradım ve yağmurdan dolayı ıslanıp yüzüme yapışan saçlarımın huylandırmasını umursamadan Ege'ye seslendim.

''Benim suçum,'' dedim titrek nefesimle. Hıçkırıklarım yeniden nüksettiğinde ise omuzlarım şiddetle sarsılmaya başladı. Tek elimi dudaklarıma örttüğümde ise Ege'nin yüzü acıyla buruştu ve eline tutunan elimi kavradığı gibi beni kendine çekti. Kuvvetiyle birlikte öne doğru düştüm ve ayaklarım altından kayan çöpler nedeniyle başım hızla Ege'nin göğsüne çarptı. Ege sırtımdan destek verdi, beni yanına uzandırdı ve ben yüzümü onun göğsüne gömüp ağlarken, o ise gökyüzünün uçsuz karanlığına bakarak ağladı.
Ağladık...
Ağladık...
Ölen arkadaşımıza,
Buna şahit olduğumuza,
Bir katilin kucağına düştüğümüze,
Tüm yaşadıklarımıza...
Elimizden başka bir şey gelmediğini bilerek sadece ağladık ve belki de saatler sonra sakinleşebildiğimizde ise ilk konuşan Ege oldu.
''Gerçekten öldü değil mi?'' diye sordu. Parmak uçlarımı ısırdım, omuzlarımla boynumu gizledim. Ege'nin kucağında, onun sorduğu sorudan yine ona sığınarak kaçındım. Belime doğru dolanan eli ile sırtımı sıvazladı. Yana doğru açtığı diğer eli ile de bileğimi yakaladı.
''Onu gerçekten öldürdü...''
Ses veremedim, korktum. Kendimi suçlarken onun da beni suçlamasından korktum.
''Buna nasıl katlanıyorsun?'' diye sordu bu defa. ''Her seferinde... Buna nasıl katlanıyorsun?''

Katlanamıyordum, bu yüzden bana deli diyorlardı.
''Nasıl durduracağımı bilmiyorum,'' dedim. ''Durmasını-'' Hıçkırdım. ''...Çok istiyorum ama olmuyor. Bunu... Durduramayız.''
''Durdurmak zorundayız,'' dedi biranda. ''Durdurmak zorundayız çünkü katil bizi gördü.''
''Biliyorum,'' dedim. ''Gözlerine baktım ve onun... O-onun ne kadar acımasız olduğunu gördüm.''
''İkimizi de gördü, Selen'i son anda elinden kaçırdı. Peşimize düşecektir. Hepimizin...''
Soluklandı, gözyaşlarını sildi ancak hafiften yağan yağmur suni gözyaşları oldu. ''Motorumu bile gördü, bundan bile kolaylıkla bulur bizi. Adam resmen tırpan fırlattı.''
Çünkü öldürmeye kararlıydı. ''Ne yapacağız?'' diye sordum. ''Selen'i bunca zamandır takip ediyorsa bizi zaten daha önceden de tanıyor demektir. Ne yapacağız? N-ne yapabiliriz? Bizi bulacak!''

''Onun cinayetine tanık olduk. Bizi mutlaka bulacaktır, peşimizden gelecek; okula gelebilir. Okulda hocalar olduğu için güvende oluruz, onun gibi bir adamı içeriye almazlar ama dışarıda yakalanırsak-''
''Kaçamayız. Onunla tek başımıza mücadele edemeyiz.''
''Polise de gidemeyiz. Babam bunu duyarsa, ardını soruşturacak ve bağımızı öğrenecektir.''
Gözlerim, karanlıkta farları ile parıldayan motora ve üzerindeki Ege'nin çantasına kaydı. Paralar hala yanımızdaydı ve Ege bu konuda çok endişeliydi. ''Ölümden daha önemli değil Ege,'' diye mırıldandım. ''O para-''
''Belki de katil peşimize düştüğünde kaçış noktamız sadece bu olacak Mercan. Basit, ergence bir fikir gibi düşünme bunu... Bu benim geleceğimin yatırımı, yaşam kaynağım... Bu para benim hayatımı kurtaracak ve o torbalar... Babam onları mutlaka duyacaktır ve bu konuda beni asla affetmez. Sadece taşıyıcılık yaptığıma inanmaz; zaten bu bile onun için yeterli ancak... Katilden önce sonumu babam getirir. Torbaları, motorcuları ve seninle aramda geçenleri bilmemesi gerek.''
''Baban sana yardım edebilir Ege, seni katilden koruyabilir.''
''Korumaz Mercan,'' dediğinde sesi oldukça ürpertici geldi. ''Ciddiyim, beni bundan asla kurtarmaz. Ölmem onun için önemli değil.''
''O senin baban.''
''Bunu hiçbir zaman hissettirmedi ki,'' dedi. Islak saçları alnına yapışmış, yarasını rahatsız ederken uzandım ve saçlarını yarasının üzerinden çektim. Elimi geri göğsüme yaslayana dek nefesini tuttu.
''Hiçbir zaman bana bir baba gibi davranmadı, nasıl olduğumu hiç umursamadı. Ağladığımda gelmedi, güldüğümde eşlik etmedi. Annem olmasa yapayalnız büyürdüm ben çünkü babam hiç yanımda olmadı. Küçükken bacağımı kırdığımda bile bir kez olsun iyi olup olmadığımı sormadı. 10 yaşıma dek doğum günlerimi –istisnasız her yıl- unuttu. Doğumumda bile uğramayan bir adamın her yıl özel bir jest yapmasını beklemem aptallık olurdu zaten. Biliyor musun? Bana hiç oyuncak almadı, küçükken bir tane bile oyuncağım yoktu. Bunun çok çocukça olduğunu söylerdi; sanki çocuk olmaya hakkım yokmuş gibi. Bu yüzden... Senin şu yanından ayırmadığın kaplumbağanı çok kıskanırdım.''
Dudaklarımda hafiften bir tebessüm oluştu. ''Oyuncağımı uzun zaman önce kaybettim,'' dedim. Söylemek istediğim şey ise senin gibi benim çocukluğumun da kaybolduydu.
''Biliyorum. Oyuncağını ben çaldım,'' dedi. Şaşırdım, dudaklarım iyice kıvrıldı. ''Gözümü aldığın için intikam olsun diye kaplumbağanı çöpe attım,'' dediğinde ise dudaklım aniden büküldü. O gece varlığın ikimize de saldırdığını düşünüyordum artık...
''Üzgünüm,'' dedim. ''Artık senin suçun olmadığını anladım,'' dedi. ''Bugünden sonra, bunu senin yaptığını düşünemem.''
Bugün, o iblis beni durdurmuş ve beni boyunduruğu altına çekmişti. Onu dinleseydim neler olur bilemiyordum ama Ege... Ormandayken onu görmüş olabilir miydi? O yüzden mi bana, benim suçum olmadığını söylüyordu?
''Onu gördün mü?'' diye sordum. ''Onu görebiliyor musun? Orada beni-'' Sustum, zira Ege başını kaldırıp bileğimi tuttu ve parmaklarını varlığın dokunduğu yerlerin üzerinde gezdirdi. O an bileğime baktığımda ise, tenimin dört uzun morlukla yeni bir yaraya ev sahipliği yaptığını gördüm. Parmaklarını geçirdiği yerlerde derin izler kalmıştı. Dört ayrı morluk, bileğimin şiddetli bir şekilde asıldığını açıkça belli ediyordu.
''Görmedim ama elinin havada hareketsizce kaldığını gördüm. Ve... Benden çok daha güçlüydü.''
''Çok korkutucuydu...'' Fısıltıyla çıkan sesimin ardından Ege başını çevirip bana baktı. ''Bunu neden yapıyor Mercan? Neden etrafında dolanıyor? Neden seni yönlendiriyor?''
''Bilmiyorum,'' diye söylenmeden önce de devam etti. ''Ve en önemlisi seni orada neden durdurdu?''
''Bunu neden yaptığını bilmiyorum.''
''Ama bir nedeni olmalı değil mi? Senin orada kaçmanı engellemesinin bir nedeni olmalı. Bunu neden yaptı? Seni niye durdurdu?''
Tekrar tekrar sorsa da, cevaplar bende de net değildi. ''Sadece... Orada durdu, beni kendine çekti ve... Kâbuslarımla yüzleşmem gerektiğini söyledi. Geri dönmemi, katili durdurmamı söyledi.''
''Bunu bizde istiyoruz Mercan ama bu şekilde değil...''
Başımı iki yana salladım. ''Ya doğruyu söylüyorduysa Ege? Ya orada dönüp onu durdurma fırsatım varken kaçtıysam? Ya kâ-kâbuslarım hiç dinmeyecekse ve katil ö-öldürmeye -bu yüzden- devam edecekse? Ya gerçekten A-Alara'nın ve diğerlerinin ölümünün sorumlusu be-ben isem? Daha önce de oldu; o gece o çift öldürülme-den önce de, devam edip onları kurtarmamı söyledi ama olmadı Ege. Yine onu dinlemedim ve yine kaybettim. Yine kaybettik! Ge-geri dönmeliydim. Onu dinleyip geri dönmeliydim.''
''Biz hiçbir şey yapamazdık Mercan. Sadece... Sadece Selen'i çıkarabildik ve umuyorum ki-''
''Onun nerede olduğunu bile bilmiyoruz!'' dedim öfkeyle. ''Onu ö-öylece orada bıraktık!''
Doğruldum, öfkemin sebebinin kendim olduğunu bile bile Ege'ye kızdım. ''Ne kadar korku dolu olduğunu düşünemiyor musun? Biz burada öylece dururken o korkuyla birinin gelip kendisini kurtarmasını bekliyor. Yaralıydı, yorgundu, çaresizdi ve... Belki de Zebani onu buldu ve o-... O tı-tırpanını kullanıp-''

Ege aniden doğruldu ve omuzlarımdan tuttu. ''Sakin ol,'' dedi uysal bir şekilde. ''Polisleri aradık, Selen'i bulmaları için yolu tarif ettik. Eminim onu bulmuşlardır.''
Polisleri arayıp; ormanda kaçışan iki kızdan birinin orman yolunun birkaç metre ötesinde büyük bir çukurun ardına sığındığını ve katilin ormanda kol gezdiğini söylemiştik. Çığlıkların yükseldiğini, kızın yaralı göründüğünü ve ölmek üzere olduğunu, katilin her an onu bulabileceğini ve yoldaki ekiplerin daha hızlı gitmeleri gibi pek çok şey söylemiştim ancak bunların yarısını bile hatırlamıyordum. Zira bu sırada hala daha ağlıyor ve mantığı benden bir tık daha yerinde olan Ege'nin söylediklerini tekrarlıyordum yalnızca.

Polisleri arayıp Selen'i bulmaları için her şeyi yaptıysak da içim rahat değildi. Hala ters giden bir şeylerin olduğuna inanıyordum.
''Selen de ölürse kendimi nasıl affedebilirim?'' diye mırıldandım. ''Bunu yapamam Ege... Bu katlanılmaz bir acı...''
Ege bu defa ellerini yanaklarıma yasladı, ıslanmış saçlarımı geriye doğru taradı ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ''Öyleyse onu yeterince iyi saklamadığım için bu benimde suçum olur Mercan. Lütfen, dua edelim ki polisler onu bulsun.''

''Yalnızca sağ salim eve dönmesini istiyorum. Onun yerine be-''
''Kes artık şunu!'' diye bağırdı aniden. Karanlık sokakta yankılanan sesi ile irkildim ve ondan uzaklaşmaya çalıştım ancak buna izin vermedi. ''Kes şunu! Suçu kendine yükleyip ölümle ilgili şeyler konuşma! Bunu durdurmak için hiçbir şey yapmadığımız ana dek; bu senin suçun değil, bu bizim suçumuz değil. Hatta bu... Bunun sorumlusu o varlık olabilir Mercan.''
Kaşlarım çatıldı ve ellerimi Ege'nin bileklerine dolayıp soluklandım. ''Ne?''
''Daha önce de olduğunu söyledin Mercan. Katilin yanındayken geldiğini, onunla karşılaşman için seni telkin ettiğini söyledin.''
''Onun yanına gitmemi istedi, geri dönmemi söyledi,'' dedim.
''Öyleyse ona gitmeni, onu görmeni ve savunmasız olmana rağmen onun seni görmesini istiyor. Önce rüyalarında gösterip sonra onunla karşılaşmanı arzuluyor. Bunu...''
''Bunu o mu yapıyor?'' diye sordum şaşkınlıkla. ''Rüyaları görmemi sağlayan kişi o mu?''
''Belki de öyle...'' dedi usulca. Gizli bir bilgi verir gibi yaklaştı ve sesini daha da azalttı. Issız sokakta, çiseleyen yağmurun ve sokak lambasının altında, çöplerin arasında otururken daha da yaklaştı ve soludu. Nefesi buhar olup dağılırken, söyledikleri ile de düşüncelerim dört bir yana dağıldı.
''Belki de Zebani'nin karşısına çıkartmak istediği için tüm bunları yapıyor. Kâbusların ile onu tanımanı, sonra da gerçeklerle yüzleşmeni istiyor. Belki de tüm o kâbuslarının sebebi o varlık Mercan. Sanrılarının, kâbuslarının ve ölümleri görüp acı çekmenin sebebi belki de o...''

''Bunu neden yapıyor ki?'' diye sordum, söylediklerini anında kabullenirken.
''Bunu bana neden yapıyor? Kâbusları görmem ve Zebani ile karşılaşmam ona ne sağlayacak ki? O gerçeklikten çok uzak... O gerçek olamayacak kadar korkutucu Ege.'' Ege onu görmemişti ancak gerçek bir iblisi andıran görüntüsüyle birlikte, o varlığın benimle ne işi olabilirdi ki? Benim aracılığım ile ne yapacaktı? O kadar güçlü ve ölümcül bir varlık benim gibi çaresiz bir kızdan ne istiyordu?

''Bilmiyorum,'' dedi. ''Ama öğrenmekte istemiyorum. Sadece... Sadece hem kâbuslarından hem de katilden kurtulmanın bir yolunu bulmalıyız.''

''Lütfen bunu deneyelim Ege...'' diye fısıldadım. ''Lütfen bunu durdurmak için çabalayalım çünkü artık dayanamıyorum. Dayanamıyorum... Bunların devam etmesini istemiyorum. Bir sonraki kurban olmanı istemiyorum.''
Durdu, buz kesmiş elleri yanaklarımı ısıtmak için çabalarken aniden duraksadı ve gözlerimin içine uzunca baktı. Mavilerim, şimdi koyulaşmış kahvelerinde gezinirken dudaklarımı ısırdım. ''Senin ölmeni istemiyorum Ege... Katil dudaklarından bunu dökmüşken bunun gerçekleşmesini istemiyorum.''

''Olmayacak,'' dedi. Bir robot misali aniden dökülmüştü sözler dilinden. ''Bize hiçbir şey olmayacak, söz veriyorum. Söz veriyorum bizi... Hepimizi bundan kurtaracağım.''



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top