35. Bölüm | Eraslan'ın Sırası | Kısım 1




Merhaba! 

Sayın Holmes'larım buradalar mı? Nasıl gidiyor hayat? 
Benden uzun bir bölüm istemiştiniz, bende uzun soluklu bölümlerin geleceğine ve hatta birkaç bölüm birden yükleyeceğime söz vermiştim. 

İşte şimdi yeni bölümleri yayınlıyorum. Buradan sonra gizemler, askiyon ve gerilim artacak çünkü artık geçmişin gizli yanları teker teker açığa çıkarken aynı zamanda geleceğin kirleticileri de kendini gösterecek. 

Mercan'ın ve Ege'nin zorlu bir geçmişi olduğunu biliyoruz ama gerçekten neler yaşadığını, buralara nasıl geldiğini ve şimdi neden bu halde olduklarını - tıpkı gelecek kararları gibi- bilmiyoruz. 

Bu sırları öğrenmenin tam vakti. 

Keyifli okumalar diliyorum. ^^ 






Bölüm 35: ''Eraslan'ın Sırası''

''Kesinlikle polise gidiyoruz, gerekirse adamın Selen'i takip ettiğini gördüğümüzü, şimdi de peşinden gittiğini söyleriz.''

''Bunu sen yaparsan babana yakalanırsın Ege,'' diye mırıldandım. ''Ben yapmak zorundayım.''

''Orasını ayarlarız, şimdi çıkalım.''
Oldukça üzgün, telaşlı ve tamamen korku dolu bir ifade ile ayağa kalkıp beni de kaldıran Ege'nin peşinden sürüklendim. Ege çantasını aldı, ben de dağıttığım birkaç eşyamı toparlayıp hızla laboratuvardan çıktım. Henüz kapıdan yeni çıkmıştık ki, ''Durun bakalım!'' diyen ses ile olduğumuz yere çakılıp kaldık. Karanlık alandan yükselen sesin talimatları ile geri laboratuvara girip öylece dikildik.

Müdür yardımcısı aheste aheste içeriye girerken Ege ile bakıştık.

''Bakın bakalım, burada kimler varmış? Cezalı ve uyuşuk... Başımın derdi olan şu küçük çocuklar...''


Yutkundum, müdür yardımcımızın bizi azarlamaya geldiğinin bilinci ile birkaç adım geriledim.
''Bakıyorum da, ilk laboratuvar hala bitmemiş. Ne bir toparlanma var, ne de bir yerleşme. Üstelik havalandırmayı bile adam akıllı yapmamış olmalısınız ki, içerisi leş gibi kokuyor.''


''Köşeye biri s*çmış, ondan öyle kokuyor,'' diye aniden atlayan Ege'ye karşı hoca aniden öfkeyle bağırdı. ''Terbiyesiz, nasıl konuşuyorsun öyle!''

Egeyi dürttüm, sessiz olması için işaret yaptım ama o yalnızca omuzlarını silkti. ''Hadi bugün başınıza güneş geçti, ayılıp bayıldınız diyelim. Ben size ceza vereli kaç gün geçti hala daha yerinizde sayıyorsunuz ha? Niye burası daha toparlanmadı? Size en fazla 10 gün vermiştim ama daha ilk laboratuvar bile bitmeden ne bu gevşeklik? Hayırdır, nereye gidiyorsunuz?''


Ege işaret parmağını havaya kaldırıp müdür yardımcısına doğru yaklaştı. ''Hocam, sınav haftamız olduğu için işimizi tam yapamıyoruz. Vallahi köpek gibi çalışmaktan ancak bu kadar yapabildik, birkaç gün izin verinde, yok yazılmadan şu sınavları bir atlatalım.''

''Allah Allah!'' diye sayıkladı hocamız. Morumsu saçlarını abartılı bir şekilde savurup kollarını göğsünde bağladı. ''Sınav haftası okuldan kaçıp eğlencelere giderken sıkıntı yok, iki bez tutmaya gelince ders çalışacak mı oldunuz?''

''O sınav haftası değildi,'' diye tuhaf bir savunma yapınca Ege, hoca iyice delirdi.

''İnsiyatifli davranıp; düzgün bir şekilde bu laboratuvarı temizlemeniz karşılığında tüm devamsızlıklarınızı silip, diğer sınıfları da es geçecektim. Babanla konuşup cezanı ciddiye alman karşılığında ardına ödüller sıralamaya hazırdım ama ne bir ciddiyet ne bir özveri görüyorum!''

''Hass*ktir,'' diye mırıldandı Ege.

''Babanla görüştüm, düzenli olarak durumunu öğrenmek istemişti ancak her seferinde aynı cevabı almaktan sıkılmış olmalı ki, işleri sıklaştırma vaktinin geldiğini söyledi. Gerçekten çok kızdı Egemen...''

''Evde yüzünü gösterme zahmetine girseydi, böyle baykuş gibi araya girmenize gerek kalmazdı hocam,'' diyen Ege bizi şaşırttı. ''Gelip kendi niye söylemiyormuş, onu da anlattı mı? Oğluna ulaşmak için araya kırk kişi sokmasına gerek yoktu.''


''Orası beni ilgilendirmez, ben okul hayatını etkileyecek devam ve not sorumlulukların ile ilgileniyorum Egemen. Aynı şekilde bu sorumsuz hallerinizle okul hayatınızı ciddiye almamanız beni de öfkelendiriyor.''

''Çok da tın...'' diyen Ege'yi yalnızca benim duymuş olmamı diledim. ''Eee hocam, bugün çıkabiliyor muyuz?''

''Asla!'' diye söylendi müdür yardımcısı. ''Hocam, acil çıkmamız gerekiyor. Yetişmemiz gereken bir yer var.''

''Sınavdan sınava gitmesi gereken öğrencimizin nereye acelesi varmış acaba? Hiçbir yere gidemezsiniz, bugün cezanızın son bulduğu gün.''
''Ne?'' diye atıldım, konuşmanın başından beri ilk defa. ''Nasıl son gün? Daha çok gün-''


''Sorumsuz tavırlarınız buraya kadar, demek oluyor Mercan. Bugün, ne yapıp edip bu laboratuvarı ak pak edeceksiniz. Aksi halde cezanız katlanır ve üç laboratuvarı da sınavlara girmeden bitirmek zorunda kalırsınız. Girmediğiniz sınavlara yazılacak notu biliyorsunuzdur herhalde? Değil mi? Dönem sonunda benimle yeniden görüşmek istiyorsanız, uyuşuk tavırlarınıza devam edebilirsiniz.''


''Hocam, koca laboratuvarı tek günde nasıl bitirelim?''
''Ya bu laboratuvar bugün biter, ya tüm okulu temizletmeye başlarım. Ona göre!''
Ege sinirle ellerini iki yanında salladı, olduğu yerde sabırsızca dönmeye başladı. ''Hocam, yarın yapalım gözünüzü seveyim,'' diye yalvarma moduna geçti. Onun çaresiz yüzündeki hüzünlü ifadeyi görünce, bunu Selen ve Alara için yapmak zorunda olduğumu hatırlayarak bende hemen yanına çekildim. ''Hocam, lütfen bugün bize izin verin, yarın her yeri tertemiz yaparız. Lütfen, lütfen bugün çıkalım.''

''Olmaz,'' dedi hoca.

''Hocam, Allah Peygamber aşkına, bugün bizi bir salın.''

''Olmaz diyorum.''

"Hocam, lütfen bugün çıkalım. Yarın gerekirse üç laboratuvarı da tertemiz yaparız. Sabahtan gelip akşama kadar burada temizliğe girişiriz. Lütfen şimdi gitmemize izin verin.''

''Çocuklar, beni zora sokmayın. Bugün burası bitecek diyorsam bitecek, katiyen çıkmanıza izin yok.''

''Ya hocam, hayat memat meselesi!'' diye bağırdı Ege.

''Başlatma çocuğum hayatına! Ne meselesi olacak? Hayırdır, ne haltlar işlediniz başka?''


Ege omzuna gelişi güzel astığı çantasını bir sinirle sınıfın diğer köşesine attı. ''Hocam, ölmek üzere olan bir arkadaşımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Bırakın geçelim!'' diye bağırdı. O kadar öfkeli görünüyordu ki, fırlattığı çantasının gürültüsüyle birlikte ikimizde korkuyla geri çekilmiştik. Hoca bir an için bu ürkütücü görüntü karşısında tekledi, yutkunup oda sesini yükseltmeye başladı.
''Ne ölümü evladım? Uyduracak yalan mı kalmadı?''


''Yalan değil hocam, arkadaşımızı bir katilin elinden kurtarmaya çalışıyoruz. Acilen – gerçekten çok acilen- çıkmazsak ölecekler!''


Hoca güldü, ellerini abartılı bir şekilde çırpıp alaylı bir tavırla ismimizi söylendi. ''Çocuklar, her ders arasında hocalar gelip sizi kontrol edecek. Sakın ha kaytarmaya çalışmayın. Okul sonunda gelip bende kontrol edeceğim. Bu arada,'' deyip ikimizin arasından hızla geçti ve dalgınlıkla masaların üzerine bıraktığımız telefonlarımızı eline alıverdi. Telaşla Ege'ye baktım, gözlerimiz kesiştiği anda uzanıp hocanın elinden telefonları almaya çalıştı.
''Bu telefonları da alıyorum, gizli gizli telefonları bırakmamanın cezası...''
''Hocam, telefonlar kalsa olmaz mı? Zaten sadece bugün bırakmamıştık, normalde hep bırakırdık.''
''Tabii, sen onu benim külahıma anlat evladım.''
Müdür yardımcısı telefonları önlüğünün cebine sıkıştırırken Ege, bir çaba ile telefonları kapmaya çalıştı. ''Egemen! Okulun telefonlar konusundaki kurallarını biliyorsun! Bak, ısrar edersen dönem sonuna kadar vermem.''


''S*keyim böyle işi!'' diye bağırıp döndüğü gibi sıralara tekme atmaya başladı. Sert tekmeleri her defasında tok sesler yankılanmasına neden oldu. Çok öfkeliydi, sinirden elleri titriyor ve sık sık saçlarını çekiştiriyordu.

''Ne bu atar evladım, kendine gel!'' deyip kızdı hocamız. Ege'nin adeta kükremeye hazır aslan misali etrafa saldırmaya başlaması ile de ''Tövbe estağfurullah!'' deyip geri çekildi.

''Kızım,'' deyip beni yanına çağırdı. ''Sen bu çocuğu sakinleştir, sonra da bir güzel temizleyin buraları. Bak, sonra babası ile ben muhatap olmak zorunda kalıyorum. Hadi sen ayarla burayı, hadi güzel kızım,'' dediği gibi resmen sınıftan kaçtı. Kapıyı arkasından özellikle kapatınca, Ege bir köşeye fırlattığı çantasına tekme savurup kapıya çarpmasına neden oldu. Ege'nin mavi tonlarındaki renkli çantası, yarı cam kapıya çarpıp yere düştü; sert düşüşü ile birlikte fermuarı açık olan çantadan dışarıya tomar haline getirilmiş birkaç kâğıt parçası döküldü. Desenli, rengârenk tomarlara şöyle bir göz attıktan sonra, telefonlarımız olmadan nasıl polisleri arayacağımızla ilgili bir konuşma yapmak üzere Ege'ye dönmüştüm ki, gözlerim küçük bir detaya takıldı.


Kaşlarım çatıldı, gözlerim yeniden yerde mazlum bir şekilde duran çantaya kaydı. Adımlarım istemsizce o yöne çekilirken, Ege'nin de ağırca yanıma yaklaştığını gördüm. Çantanın yanına gittik, yere çöktüm ve renkli tomarlardan birini elime aldım. Bunlar... Sıradan bir kâğıt parçası değildi, bunlar oldukça değerli parçalardı.


''Bunlar... Ne?'' diye sordum, titrek sesimle.

''Dileğim...'' diye seslendi. Başımı çevirip ona baktım, ellerini sıkıntı ile beline yaslamış bir halde bana bakıyordu. ''Hayallerime giden ilk adım ve sende... Adımlarımı korumakla görevli küçük sandığımsın...''

''Bu ne demek?'' dedim, korkakça.

''Anlaşmamızın sana düşen kısmı...''
Ege yanıma geldi, tomarları çantanın içine sıkıştırdıktan sonra bileğimden tutup beni kendiyle birlikte kaldırdı. Sıralardan birine oturmadan önce laboratuvarın kapısını kilitlemişti.



''Aslında senden isteyeceğim şey çok daha farklıydı ama şimdi... İşler iyice sarpa sarmadan bunu yapmak zorundayım. ''

''Bunlar ne Ege?'' diye yeniledim sorumu. Aslında çok açıktı, çantanın içi ağzına dek para doluydu. Çantayı ağzı açık bir şekilde ortamıza koydu, içindeki tomarları öylece karıştırdı. ''Bunları nereden buldun? Neden yanında taşıyorsun?''

''Bunlar... Yapılan alışverişlerden benim payıma düşenler,'' dedi. ''Bazıları da ufak tefek işlerde çalışarak edindiğim kazançlar. Hepsini özenle biriktirdim, tek bir kuruşunu dahi harcamadan buraya attım. Bunların arasında babamın parasından bir lira dahi yok; ayrıca haberi de yok...''


''Bunca zaman çalışıp biriktirdin mi yani? Onca parayı?''

''Evet, uzun zamandır gizli gizli çalışıyorum. Kendime ait bir şeyim olsun istedim.''

''İyi ama... Bunları neden yanında taşıyorsun Ege? Çok riskli değil mi? Birileri görebilir, almak isteyebilirler. Düşürebilirsin bile...''
Önümdeki çantanın ağzına dek dolu olan paralara bakmaktan korkar bir halde gözlerimi Ege'nin üstünde gezdirdim. Öne doğru eğilip dirseklerini dizine yasladı ve soluklandı.


''Koyacak bir yerim yoktu diyelim,'' dedi önce. ''Banka hesaplarıma aktaramazdım, babamın hemen haberi olur. Ayrıca hesaplarımı kontrol etme yetkisi var. Beni olağanca sorguya çekip parama el koymasını istemiyorum. Bir süredir saklıyordum, odamda gizli bir yerim vardı ama sonra...''
Soluklandı. ''Cuma günü seni bıraktıktan bir saat sonra eve gitmiştim, babam bunu fark etti. İlk defa gece alışverişine katıldığım günde babam tarafından yakalandım. Beni sorguya çekti, tehditler savurdu. Arkadaşlarımla olduğumu söylesem de bana inanmadı.

Sürekli olarak sorumsuz davrandığımdan, sırf ilgiyi üzerime çekeyim diye yaramazlık yaptığımdan bahsetti; bundan önceki okulumdan atılma sebebime vurdu, okul değiştirince işlerin daha da kötüleşeceğini söylediği halde dinlemeyip başımı sürekli belaya soktuğumu savundu.


Tüm bunların üzerine birde yaptığım işi öğrenirse başımı yerden kaldıramam, bu yüzden açık vermek istemedim ama ne söylersem söyleyeyim bana güvenmedi. Başıma iş açtığımı savundu, hatta bir kıza dadanmış olabileceğimden bile bahsetti,'' derken alayla gülümsedi kendi kendine.
''İşleri sıklaştıracakmış, okula gidiş gelişlerimde beni kontrol edecekmiş. Hatta şimdi de bu uyduruk temizlik işini çıkardı. Amacı üzerimdeki otoritesini sindirmem, kaçışımın olmadığını göstermesi.''


Konuştukça sinirleniyor ve ara sıra sesini yükseltiyordu. Fısıltı haline geri dönen ses tonu ile devam etti.
''Ertesi sabah odamı arattı,'' dedi. ''Hizmetçiler gelip her yeri karıştırmış, topluyoruz ayağına. Az kalsın depomu bulacaklardı, parayı son anda kaçırdım. Evde bulunduğu sürece her halükarda bulacaklar, bu yüzden bir süredir parayı yanımda taşıyorum. Ama bu çantayla gelip gidemem...''
Bu kadar çok para ile okulda elbette dolanamazdı. ''Başka saklayacak bir yerim yok; evin yakınlarında olsa fark edilirim, sık sık kontrol edemeyeceğim bir yer olursa ne aktarım yaparım, ne de çalmayacaklarının garantisini verebilirim. Parayı iyi saklamam gerekiyor, tüm geleceğim buna bağlı.''

''Yani...'' diye mırıldandım. ''Benden istediğin...''

''Senden paramı güvende tutmanı istiyorum Mercan.''


Dudaklarım gerildi, tüm bedenim aniden kasıldı. Gözlerim korka korka önümdeki çantaya düşünce tomarlar beni daha da korkuttu.

''Parayı gizlemeni ve ben kazanç sağladıkça kasaya atmaya devam etmeni istiyorum. Para benim elimde olmazsa daha güvende olur.''

''Bunu yapamam. Bu çok fazla bir miktar Ege,'' diye atıldım. Ege uzandı ve bileklerimden yakalayıp yüzümü yüzüne yaklaştırdı. ''Senden başka kimseye güvenemem Mercan,'' dedi.

''Bunu senden başka bilen kimse yok, kimsenin de bilmesini istemiyorum. Kime bu kadar parayı emanet edebilirim ki? Parayı alıp kaçmayacaklarının bir garantisi yok, burada yıllarımın emeğini senin avuçlarına bırakıyorum.''


Bileklerime dolanmış uzun parmaklarına baktım öylece; başparmağının kıvrılan kısmı atardamarlarıma sürtüyordu. Elleri sıcacıktı, ben yine çok soğuktum.

''Burada ne kadar var?'' diye sordum.

''Şimdilik yetmiş iki bin...'' Gözlerim hayretle büyüdü, başımı yeniden kaldırıp renkli gözlerine baktım. ''Bu çok büyük bir miktar Ege, bunu yapamam. Benden bu sorumluluğu almamı bekleme.''


Başını hızla iki yana salladı, benim gibi. ''Yapabilirsin Mercan, sadece evinde gizli bir yere koy, kimse görmesin yeter. Senin evinde, benim evimdeki kadar risk altında olmaz. Oynatmana gerek kalmayacak, sadece ben ara sıra sana para vereceğim sende üstüne ekleyeceksin.''

''Hayır, hayır... Yapamam,'' dediysem de devam etti. ''Sadece babamın üzerimdeki şüphesi geçene kadar durur, daha sonra alırım. Tamam mı? Kısa bir süre sende kalmalı.''

''Anlamıyorsun, bu çok fazla bir miktar. Ya kaybedersem, ya başına bir iş gelirse? Asla geri ödeyemem Ege.''


Bir daha hayatımda yetmiş iki bin lirayı bir arada görebileceğimi sanmıyordum. Yetmiş ikiyi bırak... İki bin bile görmemiştim, en son annemin asgari ücretli maaşı elime geçmişti.

''Bir şey olmaz, hiç hareket ettirmeyeceksin ki! Seni evine kadar bırakırım, odana bir yere sakla-'' Sözünü yarıda kestim. ''Nasıl olurda bana emanet edersin?'' diye adeta isyan ettim. Yüksek çıkan sesim nedeniyle irkilip hafifçe geriye çekilse de ellerimi bırakmadı. ''Hem, benim alıp kaçmayacağım ne malum?'' Tek kaşımı aheste havaya kaldırdığımda güldü. Dudakları samimiyetle iki yana kıvrıldı ve başını hafiften eğdi. ''Kaçamazsın...''

''Ya kaçarsam ?''

''Seni yakalarım,'' dedi aniden. Başparmağı hafiften hareket edince, parmakları tüm tenimi karıncalandıracak şekilde tenime ısı yolladı. ''Sonuçta gittiğin her yerde deli diye adın çıkıyor, seni her şekilde bulurum.''


Soluklandım, nefesim hızla dışarı savruldu. ''Dalga geçme,'' diye fısıldadım. Parayı alıp kaçamayacak kadar aciz biri olduğumu düşünüyor olmalıydı ve bu beni gerçekten üzdü. Başını hafiften yaklaştırdı yeniden. ''Dalga geçmiyorum, seni gerçekten bulurum,'' dedi.

''İkinci defa buldum, üçüncü neden olmasın?''


Dudaklarımı kemirmeye başlamam ile Ege'nin tek elini çekip işaret parmağını dudağıma yaslaması bir oldu. Dişlediğim kısımlara hafiften dokunarak derimi özgür bırakmama neden olduktan sonra daha da eğilip, alnı neredeyse alnıma değecek mesafede durdu. Ona bakamayacağım bir açıda durduğumuzdan, ikimizin de bakışları ortamızda duran paraya düştü. ''Bu kadar fazla bir miktarı alelade işlerden toplayamazsın Ege,'' dedim fısıltıyla. ''Bu, motorcularla ilgili değil mi? Alışverişlerden kastın o ve fazla para karşılığında bu işi yapıyorsun.'' Cevap vermedi, bende bir süre ses etmedim.


''Tüm bunları niye yapıyorsun, senin için neden bu kadar önemli?'' diye sordum sonunda, dilimde ıslanmaz bir bakla gibi.

''Başta sadece basit bir işti, sonra beni içeriye çekmek için türlü türlü koz ürettiler ve bende işin içinden çıkamaz bir hale geldim,'' dedi.

''Daha önce zorunda olduğum için yaptığımı ancak kimsenin beni buna zorlayamayacağını söylemiştim ya,'' derken nedensizce gerildim. ''Yalan söyledim. Gerçekten bunu yapmazsam başıma büyük bir bela alırım.''

''Neler oluyor Ege?'' diye mırıldandım.

''Bazı özel torbaların alışverişini yapıyorlar Mercan, ben... Onların arasında bir taşıyıcıyım. Sattıkları torbaların yakalanmaması ve bir süre ortalıkta görünmemesi için birkaç tane taşıyıcı ayarlıyorlar. Torbaları saklıyorlar, bende bulup çıkarıyor ve diğer alıcıya ulaştırıyorum. Bunun karşılığında aldığım miktarı ise biriktiriyorum. ''

''Torbalarda ne var?'' diye sorduğumda, Ege kendini geriye çekip ellerini de üzerimden ayırdı. Bir an için tuhaf bir boşluk hissettim. ''Liselilerin elini sürmemesi gereken şeyler...''
''Bir ihtimal... Madde olabilir mi?''
Dudaklarını büktü. ''Uyuşturucu mu? O olmadığını söylediler ama emin değilim, her halükarda aynı etkileri gösterdiğini biliyorum.''


Kaşlarım hızla çatıldı, yüzüm adeta acıyla buruştu. ''Öyleyse bunu neden yapıyorsun? İnsanlar bunun yüzünden hastalanıyor Ege!''
Dudaklarını birbirine batırdığında, kıvrımları da anlık olarak yok oldu. ''Tanık olduğum için beni zorla soktular,'' dedi.
''Başlarda garsonluk gibi gündelik, basit işlere gidiyor ve günlük kazancımı sağlıyordum. Bir gün işten bir arkadaşım daha karlı işler yapmak isteyip istemediğimi sordu. Günlük iki lira kazancı olan biri için oldukça cazip teklifler sundu; hiç yorulmadan binler kazanacağımı söylediler. Kabul, ilk işi yaptım ama düşündüğümden daha tehlikeli bir işe giriştim.


Her şeye tanık olduğum ve satıcı olarak resimlerimin göründüğü korkunç bir görüntü geçti ellerine. Beni tehdit ettiler, şayet aralarına katılmazsam beni satıcı olarak ihbar edeceklerini söylediler. O zamanlar babamdan çok korkuyordum ve bunu duyması halinde başıma geleceklerin senaryosu aklımda dönüp duruyordu. Bu yüzden... Bende satan ya da alan taraf olmadığım için işi kabul ettim.

Taşıyıcı olarak aralarındayım.''


''Ya bundan sonra Ege?'' diye fısıldadım. ''Bundan sonra ne yapacaksın? Para istediğin meblağa ulaştığında ne için kullanacaksın?''

Ege önce tebessüm etti, sonra ellerini ensesindeki saçlarına dolandırıp havalandırdı. ''Herhalde,'' diye başlarken sözlerine utanmış gibi görünüyordu. ''Tek gözlü canavarların olduğu bir diyara giderim.''

Dudaklarımı kemirdim yine ansızın, saçlarımı söküp atma isteği ile doldum. Ege, tüm gözler üzerinde olmasına rağmen hem ailesi, hem dostları tarafından oldukça dışlanmış hissediyordu ve bunun sebebi dolaylı yoldan bendim.

''Hayatımın b*ka batmasının sorumlusu kim? Sen değilsin, ben değilim. Kim yaptı o zaman Mercan? Oradaki diğer kişi mi yaptı? Gerçek olduğu meçhul o kız mı yaptı her şeyi? Hiç sanmıyorum, bunun sebebi sendin.''

''Orada yalnızdık, başka kimse yoktu.''

''Onu da mı unuttun yoksa Mercan?''

Ege'nin sol gözünü kaybetmesine neden olan o günde yalnız olmadığımızı dile getirmiştim; şimdi hatırlamıyor olsam da gerçekleri söylüyor olmalıydım. O gün etrafımdaki iblis yine kol geziyor ve tehlike saçıyor olmalıydı. Ve tüm bunlar yüzünden, Ege bu dışlanmış hayatını terk etmek istiyordu.


''Henüz 15 yaşındayız Ege,'' dedim sonunda. Başımı iki yana sallarken onun fikirlerinin yanlış olduğunu savunuyordum. ''Kaçıp gitmek için çok küçük bir yaş. Henüz, neyin ne olduğunun farkında bile değiliz. Şimdi kaçıp gitsen bile tek başına ne yapacaksın ki? Doğruyu ve yanlışı ayırt edemeyen bir zihinle, küçücük bedeninle nerelere gideceksin? Kendi başına hayat kuramazsın...''
''Ah!'' diye seslendi hemen ardımdan. ''Aynı annem gibi konuştun. Sanırım bu sözleri de kendi annenden öğrendin.''
''Öğretilmesine gerek yok. Bu dünya çocukların kendi başına karar veremeyecekleri kadar tehlikeli bir yer.''

Dudakları aşağı doğru sarkarken, kaşları da anında yukarı kıvrıldı, şaşkınlıkla. ''Ne afilli sözler eder olmuşsun sen, bücür!'' diye atıldı. İşaret parmağı bu defa burnumun ucuna çarpınca öfkelendim. Ciddi konuşmaların ortasında olduğunu unutmak gibi bir alışkanlığı olmalıydı.
''Sensin bücür! Gideceğin diyara ulaşmak için fazla bücürsün!''
''Bunca derdi çekmek için yeterince büyüğüm ama...'' diye söylendiğinde, yüzündeki alaylı ifade aynı hızla kaybolmuş ve korkunç bir ciddiyet çökmüştü yüzüne. Değişen mimikleri, kaşlarının hafiften çatılmasına, dudaklarının düz bir çizgi haline gelmesine ve dişlerini sık
masından ötürü elmacık ve çene kemiklerinin belirginleşmesine neden olmuştu.


''Ailem beni b*k çuvalı gibi kenarı fırlatırken koca adam oluyorum, iş para kazanmaya gelince çocuk; tüm dostlarım g*tünü dönerken ses etmeyince beyefendi oluyorum, darılınca asıl g*t ben oluyorum; sorumluluk yüklenince herif oluyorum, kaçmak isteyince ergen! Yetti, tamam mı? Oğlunu evlat yerine koymayı becerememiş babamın eziyetleri yetti. Amcamla birlik olup kuyumu kazan anamın hala cici oğluymuşum gibi rol kesmesi burama kadar tak ettirdi!'' Öfkeyle gözleri parıldarken, kolları da bir sinirle sağa sola savruluyordu. ''Kafamın içinde çalışmayan birkaç damarın olması sadece orayı değil, ne hikmetse tüm ülkenin anasını belliyor!''

Sol gözü yüzünden hayatı değişen bir çocuğun isyanını dinliyordum şimdi. ''Bu göz gitti, ardından Egemen adındaki o neşeli çocuğu da götürdü. Çünkü aynadaki yansımam dışındaki herkes benden nefret eder oldu. Geriye bir tek yansıması kalınca insanın, ne kadar yalnız olduğunu fark ediyor ve gittikçe benliğini kaybetme eşiğine geliyor.''

Kaşları bu defa öfkeden değil de, hüznün ve acının getirileri olan gözyaşlarını gizlemek için çatıldığında, yüreğimden bir parçanın o anda Ege'nin gözyaşları yerine düştüğünü hissettim.
''Bir çocuğun kaçıp gitmek, yaşadığı dertlerden kurtulmak istemesi suç mu?''

Bir süre sessizlik baş gösterdiğinde, ikimizde kendimizi toparlamak için salise kovalıyorduk o sıra. ''Ağır gelen yüklerden kurtulmak istemen suç değil Ege... Ama ne kadar çok paran olursa olsun, bu şekilde kaçıp gidemezsin. Daha reşit bile olmadan nasıl olurda kendi başına yaşamayı düşünürsün? Ne ev alabilirsin, ne de ileride ev kurabilirsin.''
Bahsettiğim şeyin; ev satın alıp içini döşemek, faturalarını ödemek, yiyecek alışverişini yapmak ve bu düzeni olabildiğince sabit tutmak dışında, gerçek bir aile kurabilmek için bunları yapabilecek kabiliyette olmayı da barındırdığını fark etmişti. Ne çocuk olduğu için onu kale alacaklardı, ne de ileride sevdiği bir insan ile birliktelik yaşayabilecek gücü olacaktı. İşine sürekli devam etmeliydi ancak torbalara taşıyıcılık yapmak, ona bir hayattan daha beterlerini getirirdi.
''Reşit olmayı bekleyeceğim,'' dedi. ''Başta ev kiralayacak parayı harcarım, sonra-'' sözünü kendi kendine kesti. ''Sonrası bir şekilde gelir, önemli olan bu değil. Ne amaçla kullanılacak olursa olsun bu paranın babamdan gizlenmesini istiyorum. Güvenle...''

''O zaman,'' dedim ve bu defa uzanıp ben onun elini tuttum. Kavuşan ellerimize öylece bakarken aniden sırtımdan ter inmesine neden olan bu teması sözlerime güvence olması için etkin kıldım. ''Paranı saklamanı kabul ettiğimde, karşılığında onu kullanma nedenini de gözden geçirmeni istiyorum.''

Ege birkaç saniye yüzüme dik dik baktıktan sonra dudağının bir kenarını hafifçe kıvırdı. ''Benim param değil mi a*k', diye küfredebilirdim ama malum, işim düştü...'' dediği sırada etmiyormuş gibi göründüğü ancak dudaklarından dökülen küfrün etkisi ile elimin tersini koluna vuruverdim.


''6 yaşında bir kardeşim var,'' dedi. Yüzündeki gülümseme ağırca solarken. ''Benim yeterince iyi bir mirasçı olacağıma inanmadıkları için henüz ilkokula bile gitmiyorken onu yetiştirmeye başladılar. Aşırı bir baskı altında büyütüyor oluşlarının işlerini b*ka süreceklerinden haberleri olmasa da, bu ileride tek önemli çocuğun kardeşim olacağı ve benim evde tamamen etkisiz bir eleman olacağım anlamına geliyor. Yani, ileride onlara yalnızca yük olacağım Mercan. Dış kapının dış mandalı gibi yanlarında dikilmeme gerek yok, sofrada misafir gibi tıkınmam sadece gururumu kıracak. En iyisi, vakti geldiğinde kendi ayaklarım üzerinde durabilmek. Yani, hala daha kaçıp gitme isteğim var ve bu konuşmayı, fikrimi tekrar düşünmüşüm gibi varsayarak sana yeniden soruyorum. Gizli sandığım olacak mısın, olmayacak mısın?''








Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top