31. Bölüm | İblisinle Tanış Miniğim | Kısım 2
''Sıra Mercan'ın,'' dendiği sırada Mercan defteri ters çevirip çizimini annesine gösterdi. Genç kadının yüzündeki gülümseme ise tüm çabalarına rağmen, o anda son buldu. Dudakları hızla aşağı düştü, heyecanla çırptığı elleri öylece donakaldı. Kalp atışları, hareketlerine nazaran hızlandı, nabzı kulaklarında atmaya başladı. Gözleri şaşkınlık ve hatta korku ile aralanırken, dudaklarından anlamsız mırıltılar döküldü. ''Bu-bu da-'' dedi ancak devamını getiremedi. Ellerini dudakları üzerine kapatıp, gözlerini resimden zorlukla ayırarak kızının gülen yüzünde çevirdi.
Küçük kız, öyle mutlu, öyle beklenti dolu bakıyordu ki, o an kızının gerçekten neyi resmettiğinden haberi olup olmadığını sorguladı. Tüm bedeni istemsizce titredi, doktorun şaşkınlık dolu bakışları Fahriye'nin duygu seli gözleriyle kesişti.
''An-anneciğim,'' diye mırıldandı Fahriye. Elini dudaklarından çekip resme doğru uzattı ve kâbuslarında gördüğü görüntülerin, kızının parmaklarında yeniden can bulduğunu kendi gözleri ile gördü. Parmaklarını kucağına bırakılan defterin üzerinde gezdirdi. Boğazına yerleşen korkunç yumrudan dolayı yutkunamadı.
''Anneciğim, ne-neden böyle çizdin?'' diye sordu.
''Kendimi çizdim anne. Daha önce hiç denişe gitmemiştik, o yüzden denişte gibi çizdim. Bak!'' dedi ve küçücük işaret parmağını resim üzerindeki bir noktaya değdirdi. ''Bunlarda denişin altındaki mercanlar...''
Fahriye, kızının bedeni etrafına çizilmiş kırmızı lekelerin 'mercanlar' olmadığını biliyordu. Kızına daha önce mercanları göstermişti ancak bu dağınık kırmızı lekeler mercan şeklinde çizilmemişti. Tıpkı, suyun altında dağılan kanın pıhtılarının dağılışı gibiydi.
Onlar mercan değildi, onlar kandı.
Mercan'ın küçücük bedeni dingin bir suyun altında resmedilmişti. Gözleri yarı açık, mavi irisleri tamamen solgundu. Teni bembeyaz, saçları ise bedeni etrafında dağılan kanının arasına karışarak sarılığını yitirmiş bir haldeydi. Üzerinde beyaz bir elbise, ellerinde ise çiçekler vardı.
Basit bir çizim gibi duruyordu, 6 yaşındaki bir çocuğun çizebileceği basit çizgiler gibiydi. Hafif güleç bir yüz, çizgileri doldurmayan iç boyaları, simetriden uzak beden ölçüleri ve ara sıra ellerinden bulaşmış olan dağınık boyalar vardı. Tamamen, küçük bir çocuk resmi gibi duruyordu ancak hiçbir çocuk, kendisini ölüymüş gibi resmetmezdi.
Mercan, suyun altında ölü gibi görünüyordu. Bunu ilk bakışta anlayabilecek tek kişi de, Fahriye idi.
''Çok-'' dedi ve soluklandı. Parmaklarına bulaşan pastel boyayı yedirip yok etti ve kızına bakıp gülümsedi. ''Çok güzel olmuş bir tanem, gerçekten şahane!'' dedi, ruhsuz bir şekilde. Gülümsemesi, biricik Mercan için yeterdi de artardı bile.
''Biliyordum!'' diyerek olduğu yerde zıpladı Mercan. ''Sevdi, sevdi, sevdi!'' diye şakıdı küçük kız. Olduğu yerde döndü, eteklerini savurdu ve doktoruna dönüp, onun düşünceli ifadesini umursamadan işaret parmağını salladı. ''Ben kazandım!''
Doktor Fahriye'yi dışarı çıkarıp, kapı ardından kapanır kapanmaz önüne yığılmasıyla birlikte onu hemşirelere emanet ettikten sonra, içeriye geri girmek için hareketlendi. Fahriye, oturduğu yerden uzanıp doktorunun elini tuttu ve durdurdu.
''Neden-'' dedi ancak yeniden soluklanması gerekti. ''Neden onu çizdiğini biliyorum,'' dedi. ''Biliyorum, biliyorum ve hepsi benim suçum.''
''Sizin bir suçunuz yok Fahriye Hanım,'' dedi doktor. ''Mercan'ın dileğini öğrenmem gerekiyor.''
Doktor içeriye girdi, aklında onlarca bilgi dolanıp, teoriler ürete dururken, kucağında kaplumbağası ile sakin bir şekilde oturan küçük kızın yanına doğru adımladı. Sandalyesine oturdu, ellerini kavuşturdu ve tebessüm eden küçük kızın sevimli yüzünü inceledi.
''Annen resmini gerçekten çok beğenmiş,'' dediğinde, küçük kızın gülümsemesi genişledi. ''Böylece kazananın sen olduğu açık Mercan...''
''Birlikte kazandık!'' diyerek ellerini çırptı küçük kız.
''Ve şimdi dileğinizi söylemekte özgürsünüz.''
Mercan, doktorun odadan çıkmadan önce masasına bıraktığı resim defterini işaret edip kaplumbağasına sarıldı. Doktor, deftere düşen bakışları ile kaşlarını çattı. ''Dileğini de mi çizdin?'' diye sordu ve basit bir onay aldı.
''Çizim konusunda gerçekten yeteneklisin ha,'' diye keyifle mırıldanıp, somut bir dileğe ihtiyacı olmasının getirilerini hesapladı. Defteri eline aldı ve çizilen ürkütücü resmi atlayıp bir arka sayfadaki çizime geçti. Bu defa tüyleri ürperen ve korkuyla sarsılan kişi, Birol Bey oldu.
Defter aniden elleri arasından düştü ve ahşap zemine yapışan defterdeki görüntü, sanki daha da belirginleşmiş gibi doktorun önünde serildi. Doktor, bir resme, bir de Mercan'a baktı. Dili tutulmuş, şaşkınlıkla çevrelenmişti ve şimdiden sonra Mercan'ın bilinçaltını bırakmış, gördüklerinin kendisi ile ilgisini sorgular olmuştu.
Tedavi planları aniden çöp oldu.
''Bunu sen mi çizdin?'' diye tuhaf bir soru sordu doktor. Mercan başını salladı, ''Arkadaşım ile birlikte çizdik. Dileğimiz bu,'' dedi.
Doktor alaylı bir tebessüm ile çizimi işaret etti. ''Bunun ne demek olduğunu biliyor musun Mercan?'' diye sordu, ardından. ''Ne yapmamı istediğinin farkında mısın?''
Mercan omuzlarını silkip kaplumbağasının kabuğunu okşamaya başladı. ''Bu arkadaşımın isteğiydi,'' dedi mırıltı halinde. ''Ama bunu yaparsanız benim dileğimde gerçekleşirmiş. Bir dilekle iki kuş!''
Doktor başını iki yana salladı ve eğilip defteri yerden kaldırdı. ''Başka bir dilek dilemeni istiyorum. İllaki çizmene gerek yok, bana söyleyebilirsin. Gerçek dileğini merak ediyorum; arkadaşının değil, senin dileğini.''
''Ama bana dedi ki, eğer bunu yaparsanız benim dileğimde gerçekleşecekmiş ve o da ödül kazanmak istiyormuş. Hemen kendi isteğimi söylersem onunkini yapmazmışsınız. Onun üzülmesini istemiyorum.''
''Tüm bunları sana arkadaşın mı söylüyor Mercan?'' diyerek hafifçe eğildi doktor. Mercan'ın küçük boyunun hizasına bir tık daha yaklaşmış ve onun eğdiği başının altındaki yüzünde bulunan ifadeleri seçebilir hale gelmişti. Mercan abartılı bir şekilde başını salladı. ''O şuan burada mı?''
Mercan, birkaç saniyeliğine doktora baktıktan sonra hiçbir tepki vermeden oyuncağı ile ilgilenmeye devam etti.
''Pekâlâ, sana başka ne söylüyor?''
''Eğer dileğini yerine getirmezseniz sözünüzü tutmamış olurmuşsunuz.''
Doktor başını iki yana salladı. ''Hayır Mercan, hayır. Ben sözünün eri bir insanımdır, insanları asla kandırmam.''
''O zaman dileği yerine getirin.''
Mercan, başını kaldırmadan o kadar kısık ve ruhsuz bir sözle söylüyordu ki, bunu istemsizce ya da başka birinin kontrolünde yapıyormuş gibi görünüyordu.
''Bunu yapamam, bana dileğini söyle,'' diyerek ısrar etti Birol.
Mercan başını hafifçe kaldırıp omzunun üzerinden geriye doğru baktı. Bir süre öyle durduktan sonra dönüp dudaklarını büktü.
''Dileği yerine getirmezseniz gerçekleri anlatacakmış,'' dedi biranda. ''Bunu istemezmişsiniz.''
''Hangi gerçeklerden bahsediyorsun Mercan?''
Mercan'ın gözleri birkaç saniyeliğine başın hareket dahi ettirmeden soluna doğru çevrildi. Bu hareket, sanki sol kulağına fısıldayan bir ses varmış gibi hissettiriyordu. Sesi dikkatle dinliyor ve aktarıyormuş gibi görünüyordu.
''Karınız bu gün buraya mı gelecek?'' diye sordu Mercan. Doktorun kaşları aniden çatıldı ve bedeni dikleşti. ''Bunu nereden duydun?''
Mercan aynı hareketi tekrarladı, sesi dinledi. ''Duymuş, diğer doktorlar konuşurken anlamış.''
''Bunun dileği ile ne ilgisi var pekala?'' dedi, kendinden emin bir tonda.
''Eğer sözünüzde durmazsanız, karınıza gerçekleri anlatacakmış.''
''Ne gerçeğini anlatmayı planlıyor?''
Mercan durdu ve arkasına baktı. ''Bu ne demek ki?'' diye kendi kendine fısıldadığı zoraki duyuldu. ''Ama anlamını bilmiyorum,'' dedi, sonra da önüne dönüp doktora baktı.
''Karınızı, Sadiye doktorun sekteri ile aldattığınızı söyleyecekmiş,'' dediği anda doktor aniden öne doğru eğildi ve Mercan'a uzanıp onu ayağa kaldırdı. Küçük kız, ne olduğundan bir haber doktorun karşısında durup, onun yakasındaki kaplumbağa rozeti ile oynamaya başladı. Doktorla göz teması kurmuyordu ancak doktor, onun mavi gözlerine bakmak için çabaladı.
''Bunu kimden duydun Mercan?'' dedi.
''Arkadaşım söyledi, biraz üzgün görünüyor. Aldatmak ne demek doktor? Daha önce duymamıştım.''
Doktor başını iki yana salladı. ''Arkadaşın bunu nereden duymuş?''
''Görmüş, yukarıdaki odadan el ele çıkmışsınız. Biliyor musunuz, dün okulda oynadığımız oyunda kimse elimi tutmak istemedi ama ben onlarla birlikte halat olmak istemiştim. Beni itip düşürdüler, çok üzüldüm.''
Doktor Mercan'ın omuzlarından tutup onu hafifçe sarstı. ''Bu konu hakkında tek bir kelime dahi etmeni istemiyorum Mercan. Beni anladın mı? Bu söylediğin bir yalan, insanlar yalanları sevmez ve ben de yalancı insanlardan nefret ederim. İnsanların senden nefret etmesini istemezsin değil mi?'' Doktorun sert tavrı Mercan'ı korkuttu ve küçük kız doktorun elleri arasından kurtulmak için çabaladı. ''Ama ben yalancı değilim ki!'' diye seslendi.
''Bunu arkadaşım söyledi, ben bir şey yapmadım.''
Doktor bir sinirle küçük kızı bıraktı ve ayağa kalkıp, odanın diğer köşesine doğru adımladı. Her ne kadar uzaklaşarak bu gerçeği def edebileceği hissine kapılmış olsa da, gözleri geriye doğru düşüp hala daha açık duran resim defterini buldu.
''Söz vermiştiniz,'' dedi Mercan. ''Ve arkadaşım sözünüzü tutmazsanız sinirleneceğini söylüyor.''
''O arkadaşına söyle, daha fazla yalan konuşmaya devam ederse ona ceza vereceğim.''
Mercan kollarını göğsünde birleştirip ayaklarını sallamaya başladı. ''Ona ceza veremezsiniz,'' derken ses tonu gittikçe kısılıyordu.
Doktor yeniden arkasına dönüp Mercan'ın hareketlerini izledi. Gözleri sürekli etrafta dolanıyor ve görünmez bir cismi takip ediyor gibi odaklanıyordu. Ara sıra dudakları kıpırdıyor, çoğu zamanda durup dinliyordu.
Birisi ona fısıldıyor ve Mercan sesi dikkatle dinliyordu.
''Karınız bugün buraya geldiğinde, ona her şeyi anlatacakmış,'' dedi. Doktor hırlayıp, kendi kendini sakinleştirmeye çalıştı. ''Bir yalancıya kimse inanmaz Mercan, özellikle de tedavi sürecinde olanlara...''
Mercan dudaklarını büktü. ''Ama arkadaşım, bir çocuğun gördüklerinin çok önemli olduğunu söylüyor. Karınız çocukları çok seviyormuş, onun masum bir çocuğun söylediklerine inanabileceğini biliyor.''
''Saçmalık,'' dedi. ''Böyle bir şey yok Mercan, yanlış görmüşsün. Biz sadece iş arkadaşıyız, arkadaşlar arasında olur öyle şeyler. Tıpkı senin arkadaşınla el ele tutuştuğun gibi, yalnızca onu çekiştiriyordum.''
Mercan, doktorun söylediklerini dinlemedi dahi çünkü şuanda karşılıklı konuşan kişiler Mercan ve doktor değildi; Mercan yalnızca bir aracıydı ve konuşmaya eşlik eden aslında Kalika idi.
''Karınızın sağladığı destekler ile kliniği kurduğunuzu ve büyük bir payının hala daha onun üzerinde olduğunu bildiğini söylüyor. Bu ne demek doktor?'' diye sordu doktor.
''Bunu nasıl bilebilirsin? Yine durup insanları mı dinlen Mercan? Bu çok yanlış bir davranış!'' Doktor, tamamen gerilmiş, tüm kasları sıkışmış ve alnından adeta terler dökülür olmuştu. Kravatını gevşetti, üstten birkaç düğmesini açtı. Elleri ile özenle taranmış saçlarını dağıttı ve soluklandı.
''Bunları nasıl bilebilirsin ki,'' diye kendi kendine söylendi.
''Karınız sizi arıyor doktor,'' dediğinde küçük kız, yalnızca birkaç saniye sonra doktorun cebindeki telefonu titreşmeye başladı. Telefonunu ofisinde bırakması gerektiğini ancak cebinde unuttuğunu o an fark etmişti ancak onun için şaşırtıcı olan şey, bu küçük kızın gittikçe tuhaf davranıyor olmasıydı.
Arayan eşiydi, çağrıyı yanıtladı. Eşi, neredeyse on dakika içinde klinikte olacağını bildirdiğinde, doktor onu geçiştirmek için birkaç yalan söylemek zorunda kaldı.
''Karınızı buraya çağıran siz değildiniz, değil mi?'' dedi, küçük kız. Doktor aramayı sonlandırıp, ardındaki duvara yaslandı. ''Karınızı çağıran görüştüğünüz sekreterdi.''
Doktor tısladı, hafifçe güler gibi oldu. ''Görüşmemiz bitti Mercan, çıkabilirsin. Annen dışarıda seni bekliyor,'' diyerek çektiği bu eziyete son vermeye karar verdi.
''Sözünüzü hala gerçekleştirmediniz,'' diyerek olduğu yerde sallanmaya başladı Mercan. Ayakları önüne düşmüş kaplumbağasını eline aldı, kendi etrafında dönüp tuhaf hareketler sergiledi.
''Söz falan yok, dileğini kabul etmiyorum,'' dediği anda Mercan aniden durdu ve karşısına, aslında bir boşluk gibi görünen alana baktı.
''Ne yapabiliriz ki?'' diye kendi kendine mırıldandı. Dümdüz karşıya bakıyor ve kendi kendine konuşuyordu. ''Ama ya canı yanarsa?''
Karşısında her ne görüyorsa, küçük kız onun söylediklerini bir çırpıda onayladı ve doktora döndü.
''Ona çoktan bir kapı açtığınızı söylüyor,'' dedi. ''Arkadaşım, sözünüzü gerçekleştirmek için size yardım edecekmiş, ona izin verdiğiniz için teşekkür ediyor.''
''Ne teşekküründen bahsediyorsun sen?'' diye hırladı doktor.
''Hemen, odadan çık, Mercan!'' dedi, kelimelerin üstüne bastırarak. ''Haftaya görüşürüz, şimdi anneni çağıracağım.''
Doktor, hızlı adımlar ile Mercan'ın yanından geçip odanın kapısına doğru ilerlediğinde, Mercan aniden bağırıp doktoru durdurdu. ''O çok kızgın görünüyor doktor, lütfen onu kızdırmayın.''
Neredeyse ağlamak üzere gibi duran küçük yüz hatları ve titrek sesi ile doktor omzunun üzerinden kısaca onu süzdü, sonra yeniden sinirlenip Mercan'ı kolundan tuttuğu gibi kapıya doğru sürükledi.
''Sende beni kızdırıyorsun Mercan,'' derken hala daha öfkesini gizlemeye çalışıyordu. Bir yerlerde, korkusu bedenini ele geçirmeye hazırlanıyordu.
Mercan, doktorun uzun boyuna yetişemeyip takıldığında, doktor bunu umursamadan çekiştirmeye devam edince Mercan ciyakladı. ''Kolum acıyor,'' diye sızlanıp yüzünü buruşturan küçük kızın feryadının hemen ardından doktor, umursamazca yoluna devam ederken büyük bir güç tarafından aniden sarmalanıp odanın bir köşesine fırlatıldı.
Doktor, göğsüne çarpan acıyla birlikte yerden havalandı ve savrulup, oyuncakların dizildiği köşede sertçe yere düştü. Yere çarpan bedeni, çatırdayan kemiklerinin sesi ile acıyla buluşurken doktor inleyip acıyla kıvrandı.
Mercan, ellerini kulaklarına kapattığı gibi yere çöktü ve korkuyla kendi içine kapandı. Gözlerini sımsıkı yumdu, dudaklarına prangalar vurdu, Kalika'nın öfkesini duymamak için içinden annesinin her akşam ona söylediği ninniyi koydu plak kutusuna.
Küçük kız duvarın bir köşesine öylece çökerken, Birol için kıyamet koptu.
Doktor, uzandığı yerden acıyla doğrulup, korku dolu gözleri ile çevresini taradı. Aniden havalanıp yere çakılmasının sebebini sorguluyor ve çatlamış kemiklerinden dolayı şimdiden soluklaşan sağ koluna destek olmaya çalışıyordu. Zoraki yerden kalktı, titreyen bedeni ile etrafına bakındı.
Yere çökmüş küçük kızın yanına doğru adımlamaya çalıştı ancak ne olduysa, bedeni adeta kazık yutmuş gibi öylece kalakaldı. Ayağını yerden kaldıramadı, bacağını bir diğerinin önüne atamadı. Kollarını hareket ettirmekte zorlanırken, aslında tüm bedenin adeta donup kaldığını görebiliyordu.
Oda soğudu, varlık kendini hissettirmeye başladı.
Doktorun nefesi buhar olup uçuşurken, yalnızca gözleri ile etrafına bakınmaya devam etti. Teni karıncalanıyordu. Varlık çevresinde dolanırken onun tenine usulca dokunuyor ve tırnakları ile incecik izler bırakıyordu. Doktor yutkunamadı, boğazına dolanan bir ürperti hissetti. Konuşmak, belki de utanmaz bir çığlık atmak için dudaklarını araladı ancak ses telleri sanki o uzun tırnaklar ile birer birer kopartılmış gibi boğazına çarpıp nefesini tıkadı.
Sonra doktor, hemen karşısında kendisine ait olmayan bir buharın solunduğunu gördü. Gözleri korkuyla aralandı, çırpınıp kaçmak ve göremediği bir simadan dağılan canlılık belirtilerinden kaçmak istedi.
Ne yazık ki, insan kendinden kaçamazdı.
''Dileğim,'' diyen tiz ancak buğulu bir ses duydu. Bir dağın tepesinden haykıran genç bir kızın sesini andırıyordu. Hemen sonra ise doktorun karşısında bir çizim belirdi. Bu, Mercan'ın biraz önce çizdiği resimdi. Bolca kızılboyanın kullanıldığı ve aklaşmış saçları ve beyaz önlüğü ile Birol'un başrolde olduğu bir çizimdi bu. Anlattığı hikâye ise açıktı; doktor, elinde tuttuğu bıçak ile kendi kulağını kesmişti. Sayfanın her yerine kan sıçramış, doktor ağlayarak resmedilmişti.
Resim yere düştü, doktorun ayakları altında ezildi. Birol'un bakışları yerden çekilip yeniden karşısına çevrildiğinde ise havada süzülen pürüzsüz bir bıçak ile karşılaştı. Havada asılı duran bıçağın yüzeyinde kendi gözlerinin yansımasını gördü, bıçak dönmeye devam etti ve bu defa pürüzsüz yüzeydeki kırılmalar Kalika'nın ürpertici güzelliğini yansıttı.
Doktor çığlık attı ancak bunu yalnızca kendi düşünceleri duyabildi.
Kalika uzandı, doktorun elinin üzerine kendi elini kapattı. Çevresinden dağılan kara dumanlarının arasından bir ölü gibi doktorun sırtına yaslandı. Kalika'nın kapkara elini elinin hemen üstünde hisseden doktor ondan uzaklaşmaya çalıştı ancak kaçacak bir köşesi yoktu. Kalika'nın parmakları Birol'un parmaklarına dolandı, uzun tırnakları kıvrılıp büküldü ve kontrolü tamamen ele geçirdi.
Doktorun eli kendinden bağımsız bir şekilde havalanıp havada asılı duran bıçağı kavradı, parmakları soğuk yüzeyi kavrar kavramaz Birol acı acı sızlandı. Başını iki yana salladı, kolunu geri çekmeye çalıştı ancak bedeninin iradesini kaybetmişti.
Bıçak havalandı, sadece saliseler içinde ise hızla doktorun yüzüne yaklaşıp şakaklarından aşağısına savruldu. Bıçağın keskin yüzeyi adamın tenini kesip, bir arada duran tüm hücreleri paramparça etti. Teni ayrıldı, kuvvetle inen bıçak darbesi ile bedeninden uzanan kulağını tutan güç kayboldu.
Kulağı kopup mide bulandırıcı bir sesle yere yapışırken adamın dehşet verici acısının arasından olağanca kan sıçradı. Yüzünün yarısı hızla kızıla boyandı, sıcak sıvı çene hattından aşağıya süzülüp önlüğünü lekeledi.
Bıçak yere düştü, metal yüzey tahtalara çarpar çarpmaz tiz bir ses çıkardı. Biraz sonra ise doktorun bağı çözüldü ve dizlerinin üzerine kapaklandı. Elleri kulağının yokluğuna dayandı, kanamasını durdurma çabası ile ellerini açık yarasına bastırdı. Haykırıyor, çığlık atıyor ve yardım diliyordu.
Sesini ilk duyan Fahriye oldu. Odaya bir hışımla girdikten sonra kanlar içinde kıvranan doktoru görür görmez korkuyla yere kapaklandı. Hemşireler odaya doluşup neler olduğunu anlamaya çalışırken ilk müdahale için harekete geçildi.
Doktor bağırıyordu, ''Onu gördüm!'' diyordu. ''O yaptı, o yaptı!''
Fahriye'nin gözleri ise kızını aradı o hızlı geçen saniyelerde. Duvarın dibine çökmüş hıçkıra hıçkıra ağlayan kızına koşup sarıldı. Korkudan büzüşmüş, tir tir titrer bir halde sayıklayan küçük kız annesinin varlığını dakikalar sonra algılayabildi. Annesine sıkıca sarıldı, annesi neler olduğunu sorduğunda cevap vermedi.
''Geçti bir tanem,'' dedi, yalanların üstüne bir çizik daha atıldı. ''Her şey geçti, iyisin.''
O dakikalarda kimse neler olduğunu anlayamadı, doktorun neden kanlar içinde sayıkladığına kimse açıklık getiremedi.
Fahriye kucağına bastırdığı kızı ile ayaklanıp odadan çıkmak için yöneldiğinde ise doktor yeniden haykırdı.
''Gördüm, onu gördüm! O iblis yaptı, her şeyi o yaptı!''
Fahriye kaşlarını çatıp delirmiş gibi görünen adama baktı. Herkes, doktorun bakışlarını takip ederek anne ve kızına dönerken, doktor haykırmaya ve karanlığın kurbanı olmuş zihniyetinin sonuçlarını bir bir dökmeye devam etti. Kendi kanı ile bulanmış elini uzattı, Mercan'ı işaret etti.
''L*net olasıca bir kurbana dönüşmüş. Bir iblisin kölesi haline gelmiş. Onlar artık cehennemin yaratıkları!'' diye bağırdı. Fahriye ellerini kızının kulaklarına yaslayıp hızla arkasını döndü. Küçük kız, başını annesinin boyun girintisine gömmüş bir halde kollarını daha da sıklaştırdı. Başını kaldırsa şayet, kanlar içinde kendisine bağıran adamı görebilirdi ancak gözlerini açmak istemedi. Kaplumbağasına bakıyordu, onun gülümseyen gözlerinde gördüğü zaferi hissedebiliyordu.
''Sen bir iblisin günahısın!'' dedi adam. ''Sen bir iblise kurbansın!''
Merhaba! Kurguyu ilk defa 5 yıl önce, lise zamanlarım da, ara sıra gördüğüm kabuslardan etkilenerek yazmaya başlamış ve zamanla taslaktaki hikayelerim arasında tozlanmaya bırakmıştım. O zamanlar tamamen fantastik bir kurgu olması amaçlanarak 'Ölümler' üzerinden bir taslak oluşturmuştum. Zaman geçti... Ara sıra kurgu hakkında aklıma fikirler geliyordu ve ben bunları rastgele bir yerlere kaydediyordum. Şimdi, yıl 2020'ye geldiğinde aklıma aniden düşen yeni fikirler ile Mercan'ın sayfalarını aralama vaktinin geldiğini düşündüm ve tüm notlarımı açıp inceledim. Çocukluk hayalleri tabii, eksik ve değiştirilmesi gereken pek çok yer vardı ve kurguyu en başından en sonuna dek, en ince ayrıntısına kadar düşündüm, yeni pek çok fikir ekledim, kurguyu farklı türlere böldüm, Mercan'a, Ege'ye ve zebaniye bir geçmiş ve gelecek verdim. Kalika'nın var oluş sebebini tasarladım, Mercan'ın psikolojisini, yaptığı her bir davranışı ve sonuçları, görülerini özenle düzenledim. Kurgu 5 yıl içinde evrildi ve şu son birkaç ayda benim için en iyi hale geldi.
Sizlerin sevebileceği en güzel şekilde sunmak için elimden gelen her şeyi yaptım. Bir zamanlar 300 sayfa olarak planladığım kurguyu şimdi 800 sayfaya yakın bir uzunlukta tamamladım. Yine her nasıl olduysa yazarken kurgu uzayıp gitti, henüz kelimeleri yazarken dahi yeni fikirler eklemeye devam ettim. Uzadıkça uzadı - sadece yazı değil, kurgu uzadı, yeni konular ve sahneler eklendi- ve seri olma yolunda adımını attı.
Kurgu çok uzun çünkü içi dolu dolu; gizem, gerilim, fantastik, korku, psikoloji, polisiye gibi pek çok ögeyi içinde barındırıyor. Çok fazla detay var. Bu yüzden kurguyu ikiye bölmek zorunda kaldım. Lanetli Kan artık iki kitap, buraya kadar olan kısım ilk kitabı barındırıyor.
Elbetteki ikinci kitabı yayımlamaya devam edeceğim, -kitap yarım kalmayacak- sadece son kısımlardaki düzenlemelerim bitmediği için öylece bırakmak istemedim. Wattys'e hazırlanıyordum, Lanetli Kan'ı da yarışmaya yetiştirmek istedim. Bu kısma kadar olan ilk kitabı yarışmaya gönderiyorum ve umuyorum ki Mercan bu yarışmayı kazanır.
Buraya kadar okuduysanız şayet, çok teşekkür ederim. Her bir kitabım benim çocukluk hayalim ve şimdi o küçük kızın kurguladıklarını biri sonuna dek beğenerek okuyorsa, buradan gözü yaşlı bir şekilde o küçük kızı tebrik ediyorum. Hayallerin gerçekleşti, diye mırıldanıyorum.
Her türlü desteğiniz için teşekkür ederim, sonraki bölümde görüşmek üzere.
Lanetli Kan ile ilgili afişler, videolar, karakter kartları, tanıtım videoları, bölüm görselleri, diğer özel alıntılar gibi pek çok şey için instagram adresimi takip edebilirsiniz. Özellikle ikinci kitaba geçmeden önce hazırladığım tasarımlarımı orada yayımlayacağım.
İg: pen.queen
Youtube: Pen Queen
2020'deyiz!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top