30. Bölüm | Sahte Randevu

Bölüm 30: ''Sahte Randevu''

''Okula bununla gidemeyiz,'' diye mırıldandığımda, Ege başındaki kaskı çıkarıp önündeki küçük boşluğa koydu. Koyu renkli motorunun üzerinde, uzun bacaklarını açmış, oldukça rahat bir halde oturuyordu. Ayakçakları indirmediği için motoru dengede tutan şey bacaklarıydı ve yine zayıf bedeni, yüksek motoruna uyum sağlıyordu. ''Okula gitmiyoruz ki,'' deyip elini arkasındaki boşluğa koydu.
''Atla hadi!''
''Okula gitmiyor muyuz? Nereye gidiyoruz?'' diye atladım. Günlerden Salı idi ve her ne kadar Ege'nin yardımları ile bir doktora görünme fikrini kabul etmiş olsam da, bugün sınavlarımız başlıyordu.

''Hazırda teklifime balıklama atlamışken, ani bir karar değişikliği yapmadan hemencecik işe koyulalım dedim. Ne kadar hızlı tedavi olursan, o kadar hızlı sonuç alırız. Ayrıca, benim işimde oldukça acele ve yardım edebilmen için bir tık kafanın ayık olması lazım.''
''Kafam ayık elbette!'' diye söylendim. ''Oradan sarhoş gibi mi görünüyorum?''
Neden kararımdan döneceğimi düşünmüştü bilmiyorum ancak beni bu kadar kararsız ve dönek biri olarak görmesi sinirlerimi alt üst etmişti.
''Sarhoş gibi değil de, hortlak gibi göründüğünü söylemeliyim,'' deyip yüzümü işaret etti. Gözleri daha dikkatli bakmak için kısılmıştı. ''Gece kâbus mu gördün?'' diye sordu, yanına doğru adımladığımda.
''Kâbus görecek kadar uyuyamadım ama onu görmem için uyumama gerek olmadığını anladım.''
Durduk, nefeslerimizi tuttuk ve birkaç saniye bakıştık. Kimden bahsettiğimi anladı, yadırgamadı, neler olduğunu sorgulamadı. ''Onu görmek nasıl hissettiriyor?'' dediğinde, son aldığım soluğu vermek için kendimle büyük bir savaşa girdim. Düşündüm, gece boyunca gördüğüm varlığın bana neler hissettirdiğini anlamaya çalıştım.
''Seni ilk gördüğüm anda hissettiklerimin aynısını hissettim aslında,'' diye mırıldandım. ''Tam olarak nasıl ifade edebilirim bilmiyorum ancak... Tanıdık gelen o yüze her baktığımda sanki geçmişim, kilitli kapılarımı tırmalıyormuş gibi canım yandı, korktum ve sonu görünmeyen bir okyanusun ortasında yüzme bilmeyen küçücük bir canlı gibi çaresiz ve bitap hissettim. Yapacak hiçbir şeyim yokmuş ve her geçen salisede ölüme yaklaşıyormuşum gibiydi...''
Gözlerimizin teması ayrılmadı, kirpikleriyle örtülmüş ela gözleri şişmiş mavi gözlerimin en derinlerine inip ona karşı hissettiklerimi bir bir yakalayıp çekti. İlk anda ona karşı hissettiğim duygularımda samimi olmama rağmen, şuanda o kadar yoğun olmadığını fark ettim, duygularımın. Bir süre daha inceledi, aramızdaki sessizliği bölen tek şeyin sabahın uyanan kuşları olmasına izin verdi.
''Çok garip, motorumun arkasına bir deli bindiriyorum,'' dedi. Uzattığı kaskı alıp başına vurmak gibi vahşi bir hisle doldum o anda. ''Artık bunu söylemesen olmaz mı? Kendimi çok kötü hissediyorum,'' diye uysal bir teklifte bulundum, düşüncelerimin aksine.

''Ne bileyim, dilim alışmış. Hoşuma da gitmiyor değil hani!''
Yıllarının intikamını –kendi dilediği gibi- alamadığından içten içe bana küfürler yağdırıp durmak istiyor olmalıydı. ''Pekâlâ,'' deyip kaskı taktım ve arkasına bindim. Kalçamı yerleştirdikten sonra tutunacak yer arayan ellerim omuzlarına düşerken, onun beni gördüğü ilk anda neler hissettiğini merak ettim.

O an, tanımadığı bir kıza çarpmış bir öğrenci gibi görünüyordu ancak içinde ne fırtınalar kopuyordu, bilmiyordum.
Motoru yeniden çalıştırmasını beklerken, saatini kaldırıp söylenişini izledim. ''Sınav öğleden sonra olur diyorlar. Şayet sınava yetişemezsem, haber direkt babama uçar. O yüzden biraz hızlı gideceğiz ve oraya gittiğimizde de seni direkt içeriye almalarını sağlayacağım. Anlaşıldı mı?''
''Bir dakika,'' diyerek durdurdum onu. ''Nereye gideceğimiz belli mi?''
''Gece mesaj attığın sırada zaten görüşebileceğin doktorları araştırıyordum. İşinde başarılı olan ve tanışmışlığımın olduğu bir doktor bulmam pek uzun sürmedi açıkçası; zamanında benim peder birkaç doktor araştırıp önüme sunmuştu. İnat edip gitmedim ama yine de elimi uzatacak bir anıya sahibim. Yani, bugün o doktorlardan birisine gideceğiz ve seni görmesini sağlayacağız.''

Telaş yaptım, Ege'nin omuzlarına yasladığım ellerimi sıklaştırdım. Koyu mavi renkli ceketinin küçük pulları parmak uçlarımı acıttı, nefesim ritmini kaybetti. ''B-bu çok ani ol-oldu,'' dedim kekeleyerek. ''Bunun için hazır değildim.''
Ege omzunun üzerinden geriye doğru dönüp bana ters ters baktı. Başımdaki kasın aynası yüzünden yüzünün bir kısmını olduğundan daha parlak görsem de, uçuşan saçları ile kusursuz görüntüsü yine de teklemiyordu. Kaşları hafiften çatılmıştı.
''İşimiz acele, sözünün hangi kısmını anlayamadın acaba?'' deyip motoru çalıştırdı.
''Hayır Ege! Ben... Ne söyleyeceğimi bile bilmiyorum tamam mı? Seninle gideceğime dair bir karara varmam bile ne kadar uzun sürdü biliyor musun? Ne konuşacağımı, ne anlatacağımı bile bilmiyorum ve ben...''
Hissettiklerimi dile dökebilmem için hangi kelimeleri seçmem gerektiğine şimdi bile karar verememişken doktorun karşısında neler diyeceğimi nasıl ayarlayacaktım ki?
''Merak etme, başta ben yardımcı olurum. Küçükken yaşadığımız olaylardan hatırladıklarımı anlatırım. Sonra gördüğün rüyaları falan anlatırsın işte. Zaten ilk seansta hallolacağını sanmıyorum, durumun hakkında fikir sahibi olsun yeter.''
''Yine de nasıl davranacağımı kestiremiyorum,'' dedim. ''Ya oradayken bir şey olursa?''
''Ne olabilir Mercan?'' diye söylenip ayaklarını toparladı ancak motorun kalkacağını anlar anlamaz omuzlarındaki ellerim ile hızlıca vurdum ona. Yeniden arkasına doğru dönüp bana baktı, bende biraz sağa doğru eğildim.

''Aslında ben...'' dedim yutkunup. ''Sanırım sonuca hazır değilim.''
Ege'de durdu ve soluklandı. Onu çok fazla düşünmeye ittiğimin farkındaydım ancak tüm gece bir şeyler yapmam, ancak bundan önce bir karara varmam gerektiğini savunarak Ege'yi aramıştım ancak şimdi de sonuçlarına hazır değildim.

Hasta çıkarsam tedavi olmaya; şayet bir elçi çıkarsam da yaşadıklarımın gerçek olmasının hüsranına hazır değildim. Gerçeklerle yüzleşmeye, varlığın benden ne istediğini öğrenmeye veya katili durdurmaya hazır değildim. Hiçbir şeye hazır değildim, sonuçları öğrenmek isteyip istemediğim kararına bile varamamıştım.

''Harekete geçmek için sana neler olduğunu öğrenmeliyiz Mercan,'' dedi.
''Evet ama ya hasta değilsem?'' dedim.
''Hastasın Mercan.''
''Ama ya değilsem Ege? Üç cinayet... Üç cinayet ve beş ceset... Hepsi tesadüf olamaz değil mi? Onları tesadüfen rüyamda görüp sonra vahşice katledilmesini izlemem tesadüf olamaz değil mi? Doktorlar hasta olduğumu söylese dahi, gerçek olduğunu bir yerlerde hep bileceğim ve sonunda bununla baş etmem gerekecek. Ne yapacağımı bilmiyorum. Varlıkla nasıl yüzleşeceğimi ve ölümleri nasıl durduracağımı bilmiyorum. Bu yüzden sonuçları öğrenmek için hazır değilim.''

''Ama ertelemek her şeyi daha da kötüye sürükleyecek Mercan,'' dedi usulca. ''Seni harekete geçirecek bir güce ihtiyacın varsa, ben o gücün olacağım. Sonuçlardan mı korkuyorsun? Sana sonuçları sunacağım ki bunlarla yüzleşesin. Hasta olduğunu biliyorum ancak şayet bundan başka bir ihtimal varsa...'' Sustu, konuşmadı. Onun için inanması bile güçken yıllarca nefret beslediği bir kız ile ölümlerin peşinden koşmak gülünesi olurdu.

''Hadi gidelim,'' dedi. Motoru çalıştırdı ve bir süre sonra hızlanıp yola koyuldu. Kaç dakika geçtiğini kestiremedim ancak şehir merkezine yakın bir binanın önünde durduk. Yol boyunca geriye doğru savrulan bedenim ve kaskın ağırlığından dik tutmakta zorlandığım başım yüzünden oldukça gergin bir yolculuk oldu benim için. Motordan indikten sonra önünde durduğumuz silindirik binaya baktım. Burası özel klinik olmalıydı, 'Mavi Kuş' siluetleri girişten başlayıp üst katlara dek uzanıyor ve cam yüzeyi ile gökyüzünü kusursuzca yansıtan binanın üzerinde özgürce uçuyorlarmış gibi görünüyorlardı.
Bina, yerinde öylece durup duruyor olmasına rağmen beni ürkütmüş ve adımlarımı geriye doğru sürüklemişti. Ege, elimdeki kaskı kapıp motoruna astı ve motorunu daha kuytu bir alana çekti. O yanıma gelene dek, başımı göğe uzanan yüzeylerden ayırmadım.
Mavi Kuş...
Yeterince özgür müydü?

''Hadi gidelim.''
Babasının yapacakları yüzünden bu kadar korkup, üstüne de bunca suçu yapan bir kimse olarak çift kişilikli bir insanın davranışlarını andırıyordu. Omuzlarını silkti, peşinden gelmem için işaret verdi. Bir süre ayaklarım yere sabitlenmiş gibi ardından baksam da, sonunda peşinden ilerledim. Büyük, cam bir kapıdan geçtik. Kapıdan geçerken tuhaf bir cıvıltı sesi alana yayıldı. İçerisi bir mermer sarayını andırır derece parlak beyaz mermerle döşenmiş, oldukça geniş bir alandı. Karşıda büyük bir karşılama masası, sağda ve solda ise güzel tablolar ve saksıdaki ağaçlar ile örtülmüş geniş koridorlar vardı. Tek tük gezinen insanlar, buranın fazla ziyaretçisi yokmuş gibi gösteriyordu ancak biraz sonra karşılamaya yaklaştığımızda, kadının arkasındaki panodan yoğun bir seans programı olduğunu gördüm.

Yine de, kimsenin uğramadığı uçsuz bucaksız bir hastaneye gelmişim hissi yanımda sürüklenmeye devam ediyordu.
''Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?''
''Doktor Birol Kulaksız ile görüşmek istiyoruz.''
''Tabii, isminizi öğrenebilir miyim?''
Ege durdu, dönüp bana baktı ve dudağını büzdü. ''Hastanın ismi Mercan Solgun ancak Doktor ile ön bir görüşme yapmak istiyorum.''
Kısacık, kıvır kıvır saçlara sahip olan kadın gülümseyip ismimi ekrana yazdı. ''Hasta Mercan Solgun olarak geçecek değil mi? Siz talepçisi misiniz? Randevunuz var mıydı?''
''Evet ama randevumuz yok. Birol Bey daha önceden tanıdığım bir Doktor, kendisine arkadaşıma yardımcı olup olamayacağını sormak istiyorum.''
''Önce Doktorumuzu arayıp bilgilendireceğim,'' diyerek genç kadın ekranda birkaç yere daha tıkladı. Ellerimi neredeyse boyumun hizasına dek gelen masaya yaslayıp öne doğru eğildim ve kızın yaptığı hamleleri izlemeye başladım. Ege ise aramızdaki boy farkına hesapla rahatça masaya yaslanmış bir halde etrafına bakınıyordu.

Ben, okul sırasında araya kaynak yapan öğrenciler gibi hissederken kendimi, o buranın sahibiymiş gibi süzülüyordu. Dirseğini yasladığı masaya vurduğu ayakkabısı nedeniyle ritmik bir şekilde 'Tak, tak,' sesi duyuluyordu. Kadının yerinde olsam, bizi çoktan kapı dışarı etmiştim.

''İyi günler Birol Bey, randevusu olmayan bir hasta sizinle görüşmek istediğini bildiriyor. Daha önceden tanıştığınızı söyledi.''
Kadın sanki gizli bir uğraş içindeymiş de, saklandığı kişi bizmişim gibi göz ucuyla bizi süzerek sesini oldukça alçalttı. Doktorun söylediklerine hitaben başını sallayarak biraz sonra bize döndü.
''İsminiz ne demiştiniz?''
''Adım Egemen Eraslan, Ziya Mert Eraslan'ın oğluyum. Daha önce bir defa görüşmüştük, istediğim zaman gelebileceğimi söylemişti.''
Kadın, Ege'nin söylediklerini aynen iletirken bende Ege'yi seyre daldım. Nedensizce, ona bakıldığında ilk dikkat çeken şey öncelikle sarı, hafif dalgalı saçları oluyordu. Gözlerinin bir kısmını – özellikle sol gözünü- kapatan eğimli, kahkülümsü bir havası vardı. Şayet gözleri net görülebiliyor olsaydı, insanlar gözlerine bakmaktan kendisini alıkoyamazdı. Sonra biçimli dudakları, sivri çenesi ve erkeksi fiziği onu ilgi odağı yapıyordu. Bunun farkında olmalı ki, ben ona bakarken o dudaklarındaki alaycı gülüşle bana dönüp tek kaşını kaldırdı. Bu, ''Ne bakıyorsun?'' demek olmalıydı.
Kadının sesiyle ikimizde ona doğru döndük.

''Birol Bey kayıt defterlerini kontrol edip sizi bilgilendireceğini söyledi. Bu süre zarfında hastamızın bilgilerini alarak dosyamızı dolduralım.''
Doktorun bir şekilde Ege'nin soy isminden dolayı görüşmeyi kabul edeceğini düşünerek kadının sorduğu soruları yanıtlamaya başladım.
''Mercan Solgun, 15 yaşındayım.''
''Kimliğiniz yanınızda mı?''
Cüzdanımdan çıkardığım turuncu kartımı kadına uzattım. Kadın hızlıca kimlikteki bilgileri ekrana yazdı.
''Şuanda herhangi bir ilaç kullanıyor musunuz?''
''Hayır, parol gibi ağrı kesiciler dışında hiç ilaç kullanmadım.''
''Rahatsızlığınız nedir?'' diye sorduğu sırada, yeni aldığı bir dosyadan boş bir form çıkardı.
''Aslında... Tam olarak nasıl ifade ediliyor bilmiyorum ama... Gerçek olduğundan şüphe ettiğim görüntüler görüyorum. Bazen seslerde duyuyorum.''
Göz ucuyla Ege'ye baktığımda, elini çenesine yaslamış bir şekilde beni izlediğini gördüm. Sanki 'Daha fazlasını anlat,' der gibi bakıyordu ama bunları anlatmam gereken kişi karşımdaki kadın mıydı? Doktora dahi anlatmak istemediğim şeyleri bir çırpıda dile dökebileceğimden emin değildim.
''Ayrıca bazı kâbuslar görüyorum ve bunlar... Hayatımı etkiliyor.''
Söylediğim cümleyi sadece iki kelime ile ekrana girip klavyede takur tukur sesler çıkardıktan sonra kadın kaşlarını çatıp bana döndü.
''Daha önce benzer bir rahatsızlığınızdan dolayı tedavi gördünüz mü?''
Başımı iki yana salladım, ''Hayır,'' dedim kısaca. Ege'nin yalandan öksürdüğünü duydum. ''Yani hatırladığım kadarıyla.''

''Anlaşılan bundan emin değilsiniz... Adınıza daha önce açılmış bir kayıt defteri görünüyor. Yani daha önce tedavi görmüşsünüz. Benzer sebeplerden...''
Kadın şüpheli bir tavırla bana baktı, ben ise tamamen şaşkınlıkla Ege'ye baktım.
Omuzlarını silkip şaşırmadığını dile getiren Ege'nin aksine ben oldukça şaşkındım.
Daha önce psikoloğa mı görünmüştüm?
Bunu hatırlamıyor olmamın yanı sıra, annem daha önce bundan hiç bahsetmemişti. Hem de ısrarla sormama rağmen...

Benzer sebeplerden ötürü doktora gitmiş olmalıydım...
Benzer sebepler...
Yani daha önceden de görüyor olduğum şeyler, ansızın yine düşüncelerime sızmıştı. Hatırlamadığım için bana kızgın bir eski dost gibi aniden karşıma çıkıp suratıma çarpılmışlardı.

Söyleyecek herhangi bir söz aklıma gelmezken, Ege uzanıp bilgisayarı işaret etti. ''Defteri açabiliyor musunuz? Daha önce ne zaman tedavi görmüş?''
Kadın hemen ekrana döndü. ''2008 yılında,'' dedi. ''Sadece 3 seansa katılmışsınız. Kayıtlarda daha sonra tedavinin, başka yöntemlere geçiş nedeniyle son bulduğu yazıyor.''

Düşüncelerimi bir film şeridi gibi geriye doğru sarıp, 2008 yılında henüz ilkokula başlamış olan Mercan'ın daha önce doktor doktor gezip gezmediğini hatırlamaya çalıştım.
''Anne, doktora gitmek istemiyorum. Ben hasta değilim...''
''Onlardan korkuyorum anne... Ben deli değilim...''

Yine gerçekliğinden emin olamadığım karmaşık anılar dışında hiçbir şeyle karşılaşamadım, karanlık zihnimde.
''Hayır, bunu gerçekten hatırlamıyorum,'' dedim.
''Mercan,'' diyerek bana doğru eğildi Ege. ''Bu birinci sınıfta olduğumuz yıl... Adını deli diye çıkardığım dönemlerde psikoloğa görünmüşsün. Anlaşılan durumun gerçekten ciddiydi ki, annen seni psikoloğa götürmüş.''

Gözlerinin içine bakıp söylediklerini yalanlamak istedim ama bir ihtimal, tıpkı onun ima ettiği gibi, deli olduğum gerekçesi ile doktora gelmiş olabilirdim. Sorun şuydu ki; annem bunları benden saklıyor olmalıydı, unutması ihtimal dâhilindeymiş gibi görünmüyordu ve ben nedenini çözemiyordum.

''Bir dakika, dosyalarınıza giriş iznimiz var,'' diyerek ekrana gömülen kadına telaşla bakındım. ''Kayıtların doğru olduğuna emin misiniz? O yılda tedaviye geldiğimi hiç hatırlamıyorum.''
''Sağlık geçmişinde bu tarz hatalar pek sık rastlanan bir durum değildir, Mercan Hanım. Yani tedavi gördüğünüz kesin ancak sadece 3 seansa katıldığınız için hatırlamıyor olabilirsiniz. Ayrıca... Sanırım kayıtlara giriş iznimizin olma sebebi... Daha önce bu klinikte tedavi olmuşsunuz. Ah! Şansa bakın!'' diye heyecanla sandalyesinde dikeldi kadın. Kaşlarını kaldırıp, yarı güler bir ifade ile Ege ve beni süzdü. ''Doktorunuz Birol Kulaksız'mış. Doktorunuzu hemen haberdar edeceğim.''

Ege ve ben şaşkınlıkla birbirimize bakakalırken kadın telefonuna sarılıp gelişmeleri doktora iletti. Birkaç dakika konuşmalarının ardından kadının gelen diğer telefonları yanıtlayışını ve arkamızdan gelen hamile kadını doktorunun odasına bırakışını izledik.
''Dilerseniz doktorunuzu şurada bekleyebilirsiniz. Farklı bir gelişme olursa adınızı sesleneceğim.''

2008 yılındaki küçük Mercan, hatırlamadığım daha nice olaylar yaşamıştı? Nasıl oluyordu da zihnimin o köşesi hep karanlıktaydı? Doktora gelecek kadar ciddi bir durumum varsa, şimdilerde annem neden bana bu olağan dışıymış gibi davranıyordu?
''Saçmalama Mercan, halüsinasyonlar falan görmüyorsun! Kâbusların gerçek değil, ilgi çekmeyi bırak!''
Annem deli olduğum gerçeğini neden saklıyor ve ısrarla bana inanmıyordu?

Karmaşık bir zihne sahiptim ve bunu kabullenmek, 2008 yılından bu yana dek sürükleniyor olsa dahi zordu.
Ege, kadının gösterdiği mavi renkli koltuklara doğru adımlamaya başladı, bense dalgın dalgın peşinden ilerledim. Koltuklara doğru attığım her bir adımımda, ayaklarım birbirine dolandı ve sendeleyerek öne doğru tökezledim. Birkaç saniyeliğine, ayna gibi ışıldayan beyaz zeminde yansımamı gördüm. Dün ansızın çıkıp gelen ve ziyaretlerini geciktirmeyen varlığın etrafımda dolandığını da o sıra gördüm. Çevremde hareket halinde olan kara dumanlar geziniyor, ancak bunları sadece yansımamın ufacık bir anında yakalayabiliyordum.

Kolumu etrafımda savursam ve hatta çevremde turlasam dahi, dumanları hissedemiyordum ancak o andan sonra varlığın soğuk nefesi ensemi ürpertti. Başımı kaldırdım, koltuklara oturmak üzere olan Ege'yi gördüm. Biraz sonra diğer adımı atarken karşımdaki koridordan hafif kilolu ve ak saçlı bir adam çıkageldi. Üzerindeki lacivert takımın yakalarını düzelterek kol düğmelerini sıklaştıran adam, hafif telaşlı bir halde odasından koridoru aştı.

Bana doğru ilerliyor, bakışları dümdüz karşıya bakarken gülümsemeye çalışıyordu.

''Özlem Hanım, kulağım doğru mu duyuyor? Eski bir hastam beni ziyarete mi gelmiş?'' diyerek şakıyan doktor, yalandan üstünü düzeltmeye devam ederken kısacık bir an gözlerini bana değdirdi. Mavi gözlerim, doktorun kahve gözleri ile kesiştiği o kısacık saniyede bir sanrı göz kapaklarımı tırmaladı.

''O doktor bana kötü bir kız olduğumu söyledi anne ama ben hiçbir şey yapmadım...''

Soğuk...
Tanıdıklık hissi...
Belki de geçmişimden kısacık bir anının saniyelik patlayışı...
Soğuk...
Daha önce gördüğün bir yüzü yıllar sonra tekrar görmenden doğan o naif his içime dolduğunda,
karşımdaki adamın kim olduğunu anladım.

''Doktor Bey,'' diyerek seslendi karşılamadaki kadın. Adamın gözleri hala daha üzerimdeyken kaşları hafifçe çatıldı, yanımdan sıyrılıp geçerken ikimizin de gözleri birbirinden ayrılmak istemezmişçesine başlarımızı ardına doğru sürükledi. Doktor tuhaf bir ifade takındıktan sonra önüne dönüp karşılamadaki kadına doğru yaklaştı.

''Kim bu eski hastam?''
Kadın, elini hafifçe havaya doğru kaldırıp henüz oturmuş olan Ege'yi yerinden kaldırdı. ''Egemen Bey ve Mercan Hanım, lütfen buraya gelin.''

Hızlıca kadının yanına geldikten sonra durup, öylece doktoru seyrettik. Dökülmüş beyaz saçları, yeni tıraş olunduğu belli olan temiz yüzü, ütülü takım elbisesi, kolunda asılı duran ancak biraz sonra masanın üstünde yerini bulan beyaz önlüğü ile oldukça sempatik bir hava sezdiriyordu. Güleç bir ifadesi olup olmadığı tartışılırdı ancak merak içinde olduğu aşikârdı.
''Birol Bey, 9 yıl önce tedavisini üstlendiğiniz hastanız yeniden sizinle görüşmek için buraya geldi,'' diyerek beni işaret etti kadın. ''Mercan Solgun; 2008 yılında, kliniğimize şiddetli rahatsızlıklar sebebiyle gelen üç hastadan birisi...''

Doktorun kaşları hafiften çatıldı. Gözlerini birkaç defa kırpıştırıp, ''Mercan Solgun mu?'' diye fısıldadı. Bana doğru döndükten sonra soluklanıp dudaklarını araladı ancak sonra biranda durdu, ağzı öylece aralık bir halde bana baktı. Gözleri aralanıp, kaşları hafiften havalanırken tek eli ağırca havaya kalkıp sol şakağına yaslandı.

Bir an için, başına bir şey battığını düşünebileceğim şekilde acı dolu bir ifade ile bana bakındı. Koyu renkli göz bebekleri, bana özel kurulmuş bir sahnenin siyah perdelerini anımsatır şekilde parıltılar ile dolduğunda, doktorun bana dair bir şeyler hatırladığını sezdim.

Benim aksime geçmişimizi hatırlamış, geçirdiğimiz o üç seansa dair görüleri gözlerinin önünde canlandırmıştı.


Eli şakağına yaslı, dudakları aralanmış bir halde korkuyla bana bakarken yutkundum ve doktora seslenen kadına doğru döndüm. ''Bir sorun mu var?''
Ege bir adımla yanımda dikelip doktora iyi olup olmadığını sorarken, kadın da neler olduğunu anlayamamış bir halde masanın ardından hızlıca dolaşıp doktorun yanına geldi.
''Birol Bey, iyi misiniz? Bir sorun mu var?'' diyerek neler olduğunu anlamaya çalışan ikilinin arasında öylece doktora bakarken neler olduğunu anladım. Gözleri gözlerimin içine bakarak haykırıyorken durdum ve onu dinledim. Bana sesleniyor, beni kendinden itelemeye ve uzak diyarlara sürüklemeye çalışıyordu gözlerindeki o parıltılar.

Doktor bana korkuyla bakıyordu. Gözleri gözlerimde ayrılmazken, hatta Ege bir adımla daha önüme geçerek görüşümüzü tekletirken dahi gözleri inatla üzerimde dolandı
''Me-mercaa...'' dedi ancak adımı tam anlamı ile söyleyemeden başına yasladığı eli yanına düşüverdi. O an gördüm ki, elini şakağına değil, bir organının yokluğuna yaslıyordu. Sol kulağının olması gereken yerde yanık bir deri vardı. Dikiş izlerini, sanki geçtiğimiz haftalarda özensizce atılmış gibi rahatlıkla görebiliyordum.

Doktorun sol kulağı yoktu, kısacık saçlarının arasında olması gereken çıkıntılı kıvrım yerinde değildi. Başını hafiften sola doğru çevirince, görüşüm bozuldu ve yeniden doktorun gözlerine baktım.

Ege'nin her saniye bana bakarken takındığı o duyguların aynısını onun gözlerinde de yakaladım. Sanki, yarasının sebebi benmişim gibi bakıyordu...

Belki de, öyleydi...
''Gönderin şu kızı buradan!'' diye bağırdı aniden doktor. İrkildim ve bir adım geriye doğru çekildim. ''Çabuk, bu kızı, buradan, gönderin!'' dedi, kelimelerin üstüne basa basa. ''Git buradan! Ne seni ne de iblislerini görmek istemiyorum!''

Korkuyla gerilerken şaşkınlıkla tekledi kalbim. Doktorun aniden değişen ruh haline nazaran, üzerime doğru salladığı işaret parmağını fütursuzca Ege'ye doğru çarptı. ''Götür onu buradan! Bir daha buraya gelmesin!'' diye bağırdı. Geniş alanda sesi defalarca yankılandı, gür haykırışları nedeniyle insanların ilgisi üzerimize çevrilirken o, delirmiş gibi bana doğru bağırıyordu. Ağzından tükürükler saçılacak ve öfkeden elleri tir tir titreyecek kadar anormal bir durumun içine sürüklenmişti.

Benden nefret ediyordu... Yine hatırlamadığım zamanlardan ötürü yaraladığım bir insanın isyanları ile karşı karşıya kalıyordum.

Ellerimi kavuşturup göğsüme yasladım, birkaç adım daha gerileyerek neredeyse bana saldıracakmış gibi görünen doktoru tutan Ege'ye seslendim.
''Lütfen gidelim buradan,'' dedim. İçimde kopan fırtınaları anlatarak destek bulacağımı düşündüğüm kapıdan çığlık çığlığa kovulmanın kırıntılarının etime battığını hissediyordum. Ege omzunun üzerinden bana baktı, gözlerimde gördüğü hayal kırıklıklarının ardından doktoru bırakıp yanıma doğru adımladı.

''Sen iblisin kölesisin!'' diye bağırdı doktor. Bir adım daha geriledim, tekleyen kalbimi yatıştırmaya çalıştım. ''İblislerle kuşanmış bir günahsın! Kafanın içinde değil, yanı başında dikilen o şeytani varlıkların kurbanısın.''

Adamın söyledikleri ile olduğu yerde çakılı kalan Ege ile karşı karşıya kaldım. İfadesiz suratı yüzünde ne düşündüğünü kestiremiyordum ancak sıktığı yumrukları, sözlerin onu en az benimki kadar etkilediğinin habercisiydi.

Bir iblisin kölesi miydim? Etrafımda gerçekten iblisler mi dolaşıyordu? Şayet şeytanı bir varlık beni kurban olarak seçtiyse, gördüğüm o karanlık gölgelerin peşimde dolanmasının sebebi... Bana ve çevreme zarar vermek miydi? Kâbuslarımı onların yüzünden mi görüyordum da, aklımı yitirmeme ramak kala işler daha da karmaşık hale dönüşüyordu?

Ne yapacaktım?
Ne yapmalıydım?
Geldiğim ilk kapıda aniden yüzüme çarpılırken ne yapacaktım?

Bakışlarım yere düşmüş, kulaklarımda iblislerle yaşadığıma dair haykırışlar duyarken, aslında bunların fazla uzak bir düşünce olmadığını ve parlak zeminden gördüğüm yansımamın etrafında dolanan kara dumanların bükülerek beni çevrelediğini görebiliyordum.

Dumanların her yerimi sarmış, bedenimi bir kalkan misali korumaktan çok sıkıştırıp boğmaya çalışıyormuş gibi duruyordu. Biraz sonra dumanların arasında ince uzun, simsiyah bir elin uzandığını gördüm. Uzanıyor, gittikçe şekilsiz hale geliyor ve ara sıra dağılarak hedefine doğru ilerliyordu. Zemini takip ettim, dumanların arasından süzülen gölgenin hedefinin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Ve bakışlarım tırmandıkça, onun etrafı hemşireler ile çevrilmiş olan doktora doğru ilerlediğini gördüm.

Dudaklarım korkuyla aralandı, tüylerim diken diken oldu. Hareketlenip doktora doğru ilerleyeceğim sırada omzumda güçlü bir elin baskısını hissettim. Beni iteledi ve aniden yönümü değiştirdi.
''Gidiyoruz buradan.'' Ege'nin itiraf istemediğini belirten tok sesinin ardından başımı kaldırıp, omuzlarımdan beni iteleyen Ege'ye baktım.
''Bir dakika, orada-'' dedim ancak beni susturdu. Yüzü her ne kadar ifadesiz olsa da, gergin duruyordu. Omuzlarımdaki elini sıklaştırarak ne ona, ne de ardımdan bağıran doktora bakmama izin vermiyordu.

Biraz sonra, biz hızlı adımlar ile kapıdan çıkmadan hemen önce ardımızdaki sesler aniden kesildi. Ege durup arkasına bakarken, orada neler olduğunu yalnızca tahmin edebildim.
''Hass**tir!'' diye küfrederek adımlarını aniden hızlandırdığında, içimdeki telaş gittikçe büyüdü ve son defa binadan çıkarken, cam yüzeylerinde gördüğüm dumanların arasına karışan gölgeden iblisin işini çoktan tamamladığını anladım.

Susturulmuştu...
Ve ben artık ona iblis diyordum... Cehennemden çıkagelen bir başka düşmanım, şimdi gerçeklerden çok daha yakınımda seyrediyordu.

Ben, gerçek bir kurbandım. İster aciz bedenimde, ister yıkılmış zihnimde... Ben, ölüme mahkûmdum.



Egemen gördüklerinin gerçek olabileceği ihtimalini düşündü mü?

Birol Kulaksız'ın sol kulağının yokluğunun sebebi ne?

Doktor Mercan ile 2008 yılında ne yaşadı ve şimdi, söyledikleriyle neyi kast etti? 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top