28. Bölüm | Uyanış


Bölüm 28: ''Uyanış''

''Deli falan değilim,'' dediğimde, sanki bu cümleyi yıllardır dile getiriyormuşum da dudaklarım söylemeye alışmış gibi kelimeler ağzımdan refleksle dökülmüştü. ''Sadece-'' Ege sözümü kesti ve banktaki tuhaf oturuşunu düzelterek öne doğru eğildi. Dirseklerini dizine yasladı, yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

''Mercan, belli ki unutmuşsun ancak bu, apaçık ortada olan gerçekleri değiştirmiyor. Dinlemek istiyorsan, anlatacağım çok hikâye var,'' deyip tek elini yarasına götürdü.
Anlatacağı çok şey vardı ve son kare, onun yaraları ile ilgiliydi.
''Okuldaki tavırların, durumunun ne kadar şiddetle devam ettiğini açık ediyor. Tuhaf davranışların, uykundaki söylediğin o sözler... Eskisinden çok daha kötü...''
6 yaşında neler yaşadığım hakkında bir fikrimin olmaması, oldukça enteresan geliyordu. Bunca olayı unutmam imkânsız gibi görünüyordu. Üstelik, tamamen yalnız olduğum dönemlerde bir arkadaş edindiysem, onu hatırlardım. Öyle değil mi?
''Hayali arkadaşımdan bahsetmiştin?'' diye sordum, çekingen bir tavır ile. Saçlarım kulaklarımın arkasına sıkıştırıp ellerimi de bacaklarımın arasına aldım.
''Ah, evet. Şu lanet çocuk... Seninle karşılaştığımız ilk günü hatırlıyor musun?''
Anılarımı yokladım ancak Ege, kaybolmuş gibi görünen gözlerimdeki ifadelerden sonra beni beklemeden devam etti.
''O zamanlar Mavi Kuş diye bir sitede oturuyorduk. Sen, sanırım yeni taşınmıştın, emin değilim ama her gün indiğim o parkta seni ilk defa görüyordum. Yeni bir yüz görmenin heyecanı ile hemen yanına gelmiştim. Salıncakta yalnız başına sallanıyor olmana rağmen...'' Durdu ve soluklandı. ''Sanki yanında birisi daha varmış gibi davranıyordun. Kendi kendine konuşuyordun, sana yanında kimse olmadığını söylediğimde, benim göremediğim bir kişinin varlığından bahsettin.''
Çatılan kaşlarım, öfkeden çok şaşkınlık duygularımın bir esiriydi. Böyle bir olayı hiç hatırlamıyordum ve içten içe Ege'nin benimle dalga geçiyor olabileceği hissi doğuyordu içime.
''Bundan emin misin?'' diye sorduğumda başını aşağı yukarı salladı. Yükselen güneş yüzünden çevremizdeki ağaçların gölgesi üzerimize vuruyordu.
''O gün benim için her açıdan berbat bir gün oldu. Hem ayağımı kırdım, hem seninle tanıştım, hem de...'' Gözlerimin içine bakarak konuşmak onun için sıradan bir şey olmalıydı ancak bu kadar yakınımdayken, onun gözlerine bakarak dinlemek oldukça zordu. ''Hem de şu lanetli arkadaşın ile tanıştığım gün oldu. O günden sonra işler daha da kötüye gitti diyebilirim. İlkokula bir hafta geç başlamıştım ve geldiğim ilk gün seninle uğraşmaya başladım.''
''Evet, öyleydi. Hala daha öyle,'' diyerek benimle ilk günden itibaren uğraştığına vurgu yapmak istedim. ''Ve henüz ilk günden kendini rezil etmenin bir yolunu buldun,'' dediğinde ise tırnaklarımın kenarlarındaki eti yolmaya başladım.
''Çok özel bir arkadaşa sahip olduğundan bahsedip duruyordun ve sürekli arkadaşını yanına çağırıyordun ancak o hiç ortalarda görünmüyordu. Özel güçleri olduğundan, sadece iyi çocukların görebileceğinden falan bahsederdin ve sonuç olarak, kimsenin göremediği bir kişiyi gördüğünü iddia ederek diğerlerinden sıyrılırdın. Savunmaya devam ettiğin fikirlerin yüzünden diğerlerinin de ilgisini çektin. Sınıftaki tüm çocuklar seninle uğraşmaya başladı.''
''Bunun sebebinin... Maddi durumumun iyi olmamasından kaynaklandığını düşünüyordum. Bana sürekli fakir olmamla ilgili aşağılayıcı sözler söylerdin.''
''Elbette söylerdim ama bunlar hayali arkadaşının yanında küçük bir etkendi. Deli olman, parasız olmandan daha ilgi çekici geliyordu.''
''Hatırlıyorum Ege,'' diye ısrar ettim. ''Okul kantinindeki sıraya yeni gelen buzlu dondurmalardan almak için heyecanla giren çocukların arasında, sırf param olmadığı için ezilmeme neden olduğun gibi, bir de bana dondurma hediye edeceğini söyleyerek reklam için kullanılan demir parçalarını zorla yedirmeye çalışmıştın. O sağlam demiri sırf dondurma diye ısırdım ben. Ön dişim parçalandı. Param yok diye beni aşağıladın ve her gün o renkli dondurmadan alıp, tüm sınıfa aynı sözleri haykırttın. 'Mercan dondurma yiyemez! Mercan'ın parası yok!'''

''Az pislik değilmişim,'' deyip dudaklarını kıvırdığında dişlerimi ıstım. Ellerini burun kemerine götürüp sırıtmaya devam etti. Her ne düşünüyorsa, uzun uzun güldü. ''Her gün sınıftaki kızların, sırf fakir olduğum için beni dışlamalarını ve tuvalette dövmelerini tembih ederdin.''
Ege dudaklarını büktü, sonra omuzlarını silkti.
''Eylemleri doğru hatırlıyorsun ancak sebepleri aklını karıştırmış. Kızların seni dışlamasının sebebi parasız olman değildi, sınıfın yarısının maddi durumu iyi değildi zaten. En yakın arkadaşımın babası iflas ettiği için öğle aralarında benimle birlikte yediğini hatırlıyorsundur belki. Ne kadar zengin züppe gibi görünsem de, maddi sıkıntıları sadece espri niyetiyle kullandım Mercan.

Benim seninle uğraşmamın yegâne sebebi, senin hayali arkadaşının sürekli etrafımızda olmasıydı. Sana küçük şakalar yapardım ve sen karşılığında ağlayıp sızlar, sonra biranda arkadaşını çağırıp bunun hesabını vereceğini söylerdin. Bir gün, sınıftaki kızların aldığı kokulu silgiler kayboldu ve ertesi ders öğrendik ki, silgilerin hepsini toplayıp çöpe atmıştın.''
''O günü hatırlıyorum. Sırf o silgileri alacak imkânım olmadığı için onları çöpe benim attığımı savunmuştunuz ancak bunu yapan ben değildim. Senin yüzünden benim aldığımı düşündüler. ''
''Aslında,'' diye mırıldanıp dudağını kemirdi Ege. ''Olay o şekilde ilerlemedi. Silgileri kimin çaldığını söyleyen kişi ben değildim, sendin.''
Tıslar gibi bir gülüş kaçtı dudaklarımdan. Suçu üzerime atmakta oldukça başarılıydı. ''Silgileri alan kişinin arkadaşın olduğunu söylemiştin Mercan. Sakız ve çilek gibi kokan silgilerin aslında kokusunun çok kötü olduğunu ve arkadaşının da bu kokudan nefret ettiğini söylemiştin. Kokulardan rahatsız olduğu için onları alıp çöpe attığını söyledin. Kızlarda doğal olarak bunu yapanın sen olduğunu anladı. Suçlanan sendin çünkü bunu kendin dile getirdin.''

Aklım tamamen karışmış bir halde, sürekli fısıldadığım o arkadaşımı merak eder oldum. Çevremden ayrılmayan birini nasıl olurda hatırlamazdım ki? Neye benziyordu, nasıl giyiniyordu, nelerden hoşlanıp nelerden hoşlanmıyordu? En önemlisi, o beni ne kadarıyla hatırlıyordu? Beni öylece bırakıp gitmiş miydi?

Sanrılarımda gördüğüm ve ara sıra görüşüme düşen siluetleri hatırladım ansızın. Birkaç saat önce gördüğüm çamura bulanmış resmi hatırladım; altında imzamın olduğu ve karanlık bir varlık ile dost olan küçük kızın çizimini tarttım düşünce terazimde. Aynadan çıkıp bana uzanan varlığın, tanıdık gelen kokusunun bende uyandırdığı duyguları ve bu duyguların çok öncelerden zaten açığa çıktığını fark ettim. Küçüklüğümden bu zamana dek sürüklenip gelen bir varlık sürekli olarak etrafımda dolanıyordu ve ben, kâbuslarım gerçekleşene dek bunu fark edememiştim.

Gittiğim basit bir konserde dahi beni ziyaret etmiş ve sanki artık ruhuna tak etmiş gibi bugün kriz anımda kendini hatırlatmıştı.
Gördüğüm siluetler, benim çocukluk dostum olmalıydı.
Bunca zaman ben farkında olmadan peşimden sürüklenmiş, her daim bir nefes uzağımda kaybolmuş, derinliklerimde gizlenmiş olmalıydı.
Beni terk etmemişti, açığa çıkacağı anı bekliyordu.
Korkunç olan...
Artık onun özgür olduğunu gözlerimle görmemdi.
Bir davet göndermişti.
Özgürlüğüne tutsak olacağım bir davet... ''Ben buradayım,'' diyordu.
Onu unutmuştum ama o beni unutmamıştı.

''Ar-arkadaşımın... Neye benzediğini sana hiç söylemiş miydim?'' diye sorduğumda, Ege ağırca başını kaldırdı ve tuhaf bir ifade ile yüzüme baktı. ''Neye benzediği derken?'' diye fısıldadığında, kaşları alayla havalanmıştı. ''Büyük ihtimalle akranımız olan birisiydi ancak tam olarak nasıl göründüğünden bahsetmedin. Sadece, eşyaları dahi hareket ettirebilecek birisi olduğunu söyleyip dururdun. Bu yüzden de kazanı onun patlattığını söyledin.''

Başımı iki yana sallarken, dudaklarımı kemirdim. İçten içe gördüğüm varlığın bana dadanmış bir şeytan olduğundan korkmaya başlamıştım. Öyle kuvvetli olmalıydı ki, henüz 2008 yılından tutsak etmiş ve onu hatırlamam bile zorlaşmıştı.

''Bu, hatırlamamda büyük oranda yardımcı olabilir. Biraz düşünebilir misin? Görünüşünden hiç bahsetmedim mi? Ufacık bir detay bile anlamamı sağlayabilir.''
Ege'nin bakışları yere düştü, gözleri geçmişe gittiğini belli eder şekilde donuklaştı. Onu izlerken, kalbimin heyecanla kasıldığını hissedebiliyordum. Dudaklarından dökülecek en ufak bir sözün kirli geçmişimi yeniden su yüzüne çıkaracağından korkuyordum. Aklımdaki yeni fikirlerin doğruluk payı olmasını istemiyordum. Uzun bir süre sessizlik oldu, parmaklarını kütletip aramızda uzayıp giden sessizliği bölmeye çalıştı. Derin bir nefes alıp ela gözlerini mavi gözlerime değdirdiğinde, beklediğim harflerin çıkacağından korkarak dudaklarını izledim.
''Üzgünüm ama bu konuda hiçbir şey hatırlamıyorum. Aslını istersen, onun hakkında ne zaman konuşmaya başlasan bir şekilde aramızda bir kavga kopardı ve sen iki kelam edemeden ağlamaya başlardın. Onun hakkında ne zaman bir bilgi versen, sonu hep kötü biterdi. Bu yüzden, bir yerden sonra senin konuşmanı beklemez oldum.''
''Ah,'' diye mırıldandım ve farkında olmadan tutuğum nefesimi salıverdim. ''Peki ya hiç gölge veya... Gölgeye benzer şeylerden bahsettim mi? Ya da alevler de olabilir. En kötüsünden dumanlar?''

Farkında olmadan ona doğru daha fazla yaklaştığımı, Ege kaşlarını çatarak bedenini geriye attığında anladım. ''Pekâlâ... Hala daha deli olmanın sebebi anlaşıldı,'' dedi. ''Onu görüyorsun değil mi?''
Yutkundum, başımı geri çekip çevreme bakındım. Ege, konuşmak için bu saatlerde parkın ideal bir ortam olacağını söylemişti. Çocukların okulda, velilerinse işte olduğu sessiz ve ıssız bir vakitte, bir bankta oturuyorduk. ''Onu hala daha görüyorsun.''
Onu görüyorsun değil mi... Kimden bahsettiği apaçık ortadaydı.
Cevap vermek için, yaşadığım olayların ne kadarlık bir kısmından Ege'ye bahsetmem gerektiğine karar vermem gerekiyordu.

Ne de olsa, Ege benim baş düşmanımdı ve bugün bana ne kadar iyi davranmış olursa olsun amacını kestirmek zordu. Bunları bana karşı kullanabileceğinden şüphe etmem, en doğal tepkimdi.
''Mercan, düşüncelerini tahmin edebiliyorum. Bu yüzden ufak bir hatırlatma yapayım. İlkokuldayken adının deliye çıkmasının sorumlusu, her ne kadar senin bas bas bağırman olsa da, bir miktar bendim. Bu yüzden, yıllar sonra elime yeniden imkân geçmişken adını tekrar deli diye yaymak oldukça kolay ve eğlenceli olurdu ancak bunun yerine, kuyruk lakabını seçtim. İntikam almak ve yaşadıklarımın acısını çıkarmak istediğim halde, bunu en acı yoldan farklı bir şekilde devam ettirdim. Tekrar deli diye anılman oldukça olası iken sence neden bunu yapmıyorum?''

''Bilmiyorum,'' diye mırıldandım, yüzüne bakamazken. Deli diye anıldığımı zaten hatırlamadığımdan, kuyruk lakabının özellikle seçildiğini tahmin dahi edemezdim. Bunun, sıradan bir hamle olduğunu düşünmüştüm ancak Ege bunu dahi planlamıştı. Nedeni neydi ki?

''Neden bunu seçtin?'' Başımı ondan tarafa çevirmesem de, beni dikkatle izlediğini ve ellerini saçlarına daldırıp karman çorman ettiğini görebiliyordum. ''Orası bana kalsın ama söylemek istediğim, deliliğin ile ilgili bilgilerin üçüncü bir şahsa uçmayacağı...''

Tırnak kenarlarım lime lime olmuş bir halde yeniden Ege'ye döndüm. Işığın açısı öyle kusursuz vuruyordu ki, teni resmen parıldıyordu ve bu her defasında kıskanç yanımı açığa vuruyordu.
''Sana nasıl güveneceğim?''
''Çünkü şuanda yanında olan tek kişi benim ve ben en başından beri buna şahit olduğum için en hızlı yardımcı olabilecek kişiyim.''

Gülecek gibi oldum, dudaklarım kıvrılmak için savaştı. ''Bana yardım etmek mi istiyorsun? Daha iki saniye önce intikamdan bahsediyordun.''

Ege elini kaldırıp havada salladı. ''İntikamımı her türlü alırım Mercan, bunun için çokça zamanım var. O zamana dek... Sana yardım edeceğim ancak bunu karşılıksız yapmayacağım.''
Kaşlarım anında çatıldı ve asıl amacını belli eden düşmanımın sinsi bir yılan misali boynuma sarılmaya çalışışını izledim.
''Karşılıksız yapmayacağını tahmin etmeliydim ama... Ne gibi bir yardım edebilirsin de?''
Ege gözlerini devirip ona doğru yaklaşmamı işaret etti. Yaklaşmamama rağmen tüm bedenim ona doğru çekiliyormuş gibi hissettim.

''Senin bu sorunun henüz küçüklükten beri var; bu, problemin oldukça ciddi olduğunu ve büyük ihtimalle ataklarla seyrettiğini işaret ediyor. Bu tarz ciddi vakalar için başarıları ile adını duyurmuş pek çok doktorla irtibat kurabilirim. Tedavin için elimden gelen her şeyi yaparım, maddi açıdan destek sağlayabilirim mesela.''
Başımı iki yana salladım. ''Özel bir doktora ihtiyaç var mı sence?''
''Kendi kendine atlatmaya çalışmak mı istiyorsun? Rüyalarında bile sayıklıyorsun. Büyük ihtimalle zamanında annende çok çabalamıştır ancak bir sonuca ulaşamamış olmalı.''

Annem... Onun deli olduğumdan haberi olmalıydı, değil mi? Küçükken her daim yanımda olup bana destek çıkan annem, şayet böyle bir durumla karşılaştıysak elinden gelen her şeyi yapıp bana yardımcı olmaya çalışmış olmalıydı. Ben hatırlamıyor olsam bile, o hatırlıyor olmalıydı. Ancak geçen hafta sorduğum soruya, ''Deli misin? Saçmalama, durup dururken bu da nereden çıktı?'' deyip geçiştirmişti. Böyle bir şeye ihtimal dahi vermeden konuyu kapatmıştı. Belki de, o da hatırlamıyordu.

''Annemle görüşürsem-'' diye başladığımda sözüm kesildi.
''Annen elbette sana yardımcı olacaktır ama şöyle düşün. Sorun henüz küçücükken baş edememiş olan annen, şimdi ne yapacak? Bunun anneni ne kadar yıpratacağını biliyor musun? Tamda lise döneminde baş göstermiş bir durum, masrafların yığıldığı bir an... Annen için üzücü bir durum olacak. Sadece birkaç seans ile hallolacak bir durumsa, anneni üzmeye değer mi? Haberi dahi olmadan çözüme ulaşabiliriz.''

Sadece beni ikna etmek için konuştuğunu biliyor olmama rağmen, annemle olan son konuşmamız aklıma düşüverince haklılık payını da düşünmeye başlıyordum. Annem, rüyalarım konusunda kendi başıma çabalamam gerektiğini ve bunların basit şeyler olduğunu söylemişti.

Konuyu öylece kapatmasının nedeni belki daha önce yaşadığımız durumların tekrarlanmasını istemediğinden, üzülmemi görmesinin onu bin kat daha fazla üzeceğinden ya da düzelmeyen maddi durumumuzun yeni masrafları kaldıramayacağı korkusundan olabilirdi. Tamda Fatih Abi ile iyi giden ilişkilerinin bunca zamanki zorlukların üzerine örtü olacağı sırada, yeni sorunlarla baş etmek istemiyor olabilirdi. Sağlıklı olmamı istiyordu ancak rahatsızlığım bu örtüleri yırtıp atabilirdi.

Annemi üzmek istemiyordum, her ne kadar kendi başıma altından kalkmak zorunda olduğum durumlarla cebelleşecek olsam da, annemin gülen yüzünün teklemesini istemiyordum.
''Annemi üzmek istemiyorum,'' dediğimde, dikkatle her bir mimiğimi takip eden Ege, başka sorunların olduğunu kestirmiş olacak ki, ortaya attığı bahaneleri yakalamamın sevincini yaşadı.
''Bu yüzden olayları yakinen bilen tek kişi olarak sana yardım edeceğim. Son çarenmiş gibi düşünebilirsin...''
Son çare... Muhtemelen ona muhtaçmışım gibi hissetmemden zevk alıyordu.
''Bana gerçekten yardım edecek misin yoksa bu da planının bir parçası mı?'' dediğimde yüzünde gerçek bir gülümseme oluştu, ardından da sesli şekilde gülmeye başladı. Kıkırtısı keyifli halini ortaya koyarken, kırışan göz kenarları nedeniyle can yangısı çekip anında kaşlarını çattı ve elini şakağına götürdü.

Hafifçe öksürüp toparlanmaya çalıştı. ''Dediğim gibi, bunu karşılıksız yapmayacağım. Senin durumunu bilen tek kişi ben olduğum gibi, benim durumumu bilen tek kişi de sensin. Bu yüzden, kimseye duyulmadan sorunlarımızı giderebilmek için birbirimize ihtiyacımız var. Gerçekten yardım edeceğim. Maddi ve manevi desteğimi kullanacağım.''
''Maddi açıdan sıkıntıda olduğun için gizli işlere bulaştığını sanıyordum,'' diye yine tereddütle yaklaşırken oflayıp omuzlarını silkti.
''Sıkıntım var demedim, biriktiriyorum dedim. Senin için kesenin ağzını açacağım ama önemli değil, harcadığımdan fazlasını kazanacağımı biliyorum.''
''Senin için kötü bir şey yapmayacağımı biliyorsun değil mi? Sonucu ne olursa olsun, sanrılarım yok olacak olsa bile kötü bir işe bulaşmam. Bana bunu yapma.''
Ege yüzünü buruşturup ellerini havaya kaldırarak yüksek sesle konuştu. ''Bunu da nereden çıkardın şimdi!'' Eteğimin ucu ile oynamaya başladım. ''Öyle bir şey istemiyorum, zaten istesem de yapamazsın. Senden dileğim çok çok basit bir şey olacak, dert etme.''
''Ne istiyorsun peki?'' diye sordum.
''Cık, cık, cık...'' deyip işaret parmağını havada salladı. ''Bunu sonra söyleyeceğim çünkü henüz karar veremediğim bazı durumlar var. Kesinleştiği an sana bildireceğim.''
Ne yapmamı isteyeceğini söylemeden onun teklifine balıklama atlayacağımı mı düşünüyordu? Aksini iddia etse bile bana tuzak kurduğuna dair korkularım vardı ve o böyle şüpheci davranırken ondan gelen yardımı kabul edemezdim.
''Ne yani!'' diye atladım. ''Ne isteyeceğini bilmeden beni muayenelere götürmene izin mi vereceğim? Bunu nasıl kabul ederim? Sanki işleri daha da zorlaştırıyor gibisin.''
''Zorlaştırmıyorum Mercan. Sadece daha fazlasını öğrenmeden halletmeni istiyorum. Üstelik seni öylece doktorların kucağına atıp sıyrılmayacağım, senin hatırlamadığın geçmişin için anı defteri olacağım. Neler yaşadığını bilmeden, nasıl tedavi olacaksın ki? Bu konuda sana yardım edebilirim, derinlere inmeni sağlayabilirim. Üstelik, geçmişindeki önemli bir kişi olarak, sorunun merkezinden tedaviyi sonlandırmanı sağlayabilirim. Şimdi cevap verme, bunu düşün. Öylesine hayali arkadaşlar ile yaşamak kötü bir fikir gibi gelmezse gözüne, tedavi olmak zorunda da kalmazsın.''

Yutkundum, birkaç seferdir gördüğüm ve bunun yüzünden psikolojimin tamamen alt üst olduğu varlık dışında bir başka sorunum daha vardı ve asıl tedavi edilmesi gereken problemim, tamda buydu.
''Aslında sadece bu değil,'' dediğimde de ellerini çırpıp anlatmamı işaret etti. ''Tek sorun o varlık –ya da hayali arkadaş, her neyse- değil. Daha gerçekçi bir problemim daha var.''

Ege kısacık bir an düşünür gibi gözlerini kıstıktan sonra, ''Fiziksel bir rahatsızlığında mı var?'' diye sordu. ''Hayır, öyle değil. Bu, daha somut bir sorun olmasının yanı sıra, sadece beni etkileyen ve sadece bana yardım edilmesi gereken bir durum değil. Bu sadece beni değil, başka insanları da etkiliyor.''

Soluklandım, kelimeler ağzımdan resmen cımbızla alınıyormuş gibi zorlukla çıkarken Ege'nin ilgiyle açılmış gözlerine de bakamadım. Hava aniden soğumuş gibi, alnımdan buzu andıran soğuk terler döküldü. Kalbim, adından bahsettiğimde yanı başımda bitecekmiş gibi hissettiğim katilin anısını hissetmiş olmalı ki yavaşladı. Sessiz olmaya, bizi fark etmesini önlemeye çalışıyordu.

Sesimi olabildiğince alçalttım ve etrafımı kolaçan ettikten sonra eğilip, Ege'ye yaklaştım. Gizli bir şey söyleyeceğimi anlayan Ege'de hızlıca eğildiğinde, aramızda yalnızca bir soluk mesafe kaldı.
''Bu sabah haberleri izledin mi?'' dedim. Kaşları çatıldı ve dişlerini sıktı. ''Evet, ama bunun konuyla ne alakası var?''
''Dün akşam öldürülen ailenin haberini gördün mü? Korkunç bir... Ci-cinayete kurban gi-gittiler.''
Ege başını salladı ve devam etmemi istercesine elini uzattı. Yeniden etrafımı kontrol etme isteği ile doldum. Sakin parkı defalarca taradım.
''Onların... Onları öldürenin ki-kim olduğunu biliyorum.''
Ege aniden geriye doğru çekilip elini bankın sırtına koydu ve ağzının içinde bir şeyler gevelenip durdu. Şaşırttığı ve birazda kafa karışıklığı yaşadığı belliydi. ''Neyden bahsediyorsun?''
''Katilin kim olduğunu biliyorum,'' dedim. ''Onu gördüm, cuma gecesi... Senin yanına gelmeden önce... Onu hissedebiliyorum.''
Soluklandım, kuşların cıvıltısını duydum.
''Kim olduğunu biliyorum.''



Mercan'ın hatırlamadığı geçmişi konusunda bilgi sahibi olan Egemen ona bir teklif sundu ama ona yardımcı olabilecek mi? Peki ya karşılığında ne isteyecek?

Mercan, kabusları ve cinayetler hakkında konuşmaya karar verdi ama doğru kişiyi mi seçti?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top