21. Bölüm | Ruhu Göğe Karışanlar

Bölüm 21: ''Ruhu Göğe Karışanlar...''

''Mercan mı?''
''Hani şu 9-A sınıfındaki kız mı?''
''Esmer olan mı?''
''Hayır, soluk teni olan kız.''
''Dün kavga etmemişler miydi? Neden kavga etmişlerdi?''
''Acaba Ege bir şey yaptığı için mi bayıldı?''
''Sence yeniden mi kavga ettiler?''
''Kim dediniz? Mercan mı?''
''Hadi ama... Bu o kadar da büyük bir olay değil.''
''İlgi çekmeye falan mı çalışıyor bu kız?''


Duyduklarım tam olarak bunlar değildi... Aslında hakkımda söylenen birkaç hakareti de duymuş ancak bunların bana söylendiğine pek inanamamıştım.
''Bunu neden yaptın?'' dedim bir sinirle. Arkamı döndüm. Ege, tek eli cebinde, diğer elinde de telefonunda –büyük ihtimal itiraf sayfasında- gezinip duruyordu. Revirde kendi etrafında dönüyor, ara sıra köşelere dolanarak ayaklarını açıyordu. Neden oturmadığını bilmiyordum ama ben de yorgun bedenime rağmen kapının yanında dolanıp duruyordum. Şimdi ise mavi gözlerimi üzerine dikmiş dikkatle onu izliyordum.

''Sormadın varsayıyorum,'' diyerek beni geçiştirdiğinde ise istemsizce ellerim yumruk halini aldı. ''Beni ilgi odağı mı yapmak istiyorsun? Planın bu mu yani?'' dedim. Onun gibi alayla söylemeye çalıştığım her cümlenin, ona baktığım anda boğazıma takılması ve tamamen güçsüz çıkmasının sebebini bilmiyordum.

Söylediğim sözlerdeki tonlamalarım elbette ki gözünden kaçmadı ve yüzüme dahi bakmadan gülümsedi. Konuştuğumda keyiflenmesi tamamen benim hatamdı. Pencereden vuran ışıkla parıldayan sarı saçlarını yine dağıtmış, yüzünün yarısını kapatmıştı ama gözlerindeki o ifadeleri yakalayabiliyordum.
''İtiraf sayfalarına düşmem, ilgi odağı haline gelmem senin ne işine yarayacak?''
''İnsanları nasıl rezil ettiğimi hatırlıyorsundur herhalde,'' diye mırıldandı biranda. Uysal bir şekilde söylediği sözlerin tehdit değil de, açıklama içeriyor olması şaşırtıcıydı. ''Ne kadar göz önünde bulunursan insanların seni hafızasında tutması o kadar kolaylaşır. Bu sebeple de yaptığın her şeyi gözlerine sokabilir ve seni rezil edebilirim. Bayıldın mı? Tüm okul duyacak. Öksürdün mü? Tüm okul duyacak. Ağlıyor musun? Tüm okulun bundan haberi olacak. Kuralımız bu Mercan... Gerisini de hayal edemeyeceğin kadar mükemmel bir şekilde hazırlıyorum. Merak etme...''

Okulda tanınmamı sağladıktan sonra saldıracaktı, planı buydu. Bu yüzden de dünkü kavgamızla birlikte başlayan 'Mercan' isminin ilgisini bugünkü bayılmamı kullanarak arttırmaya çalışıyordu. Revirde, hiçbir şeyden habersizce kan ter içinde uyuduğum anların fotoğrafları da bu yüzden itiraf sayfasındaydı.



'Gerisini de hayal edemeyeceğin kadar mükemmel bir şekilde hazırlıyorum. Merak etme...'
Sözünün tüylerimi diken diken ettiği gerçeğini es geçmeye çalıştım. Hakkımdaki intikam planlarını duymak ya da tahmin etmek istemiyordum.
''Bu yüzden mi yapıyordun yani?'' diye sorduğumda öylesine onayladı ancak sorduğum soru benimle ilgili değil, tamamen onunla ilgiliydi.
'Ne kadar göz önünde bulunursan insanların seni hafızasında tutması o kadar kolaylaşır.'

''Küçükken... İnsanların seni hatırlaması için mi sürekli kendini göz önüne atıyordun? Bu yüzden mi her olayı büyütüp her zaman kendi adının öne çıkmasını istiyordun? Hatırlanmak mı istiyordun Ege?'' dediğimde, Ege'nin yüzü aniden değişti. Telefonundaki bakışları bir an için bana değecekmişçesine hareketlendi. Düşen ve ciddileşen yüz hatları yine elmacık kemiklerini açığa çıkarırken telefonu tutan eli kaskatı kesildi. Eklemlerinin beyazlaştığını gördüm, telefonunun ağırca yere düşüşünü izledim. Bir süre sıktığı çenesi ile yere baktı ama sonra gözleri hızlıca beni buldu. Aniden gözlerime değen keskin gözleri ile istemsizce bir adım geriledim.



''Buna,'' dedi ve soluklandı. Zira öfke yine onu ele geçirmişe benziyordu. Bu kadar enerjik, canlı ve iyimser görünürken çabucak sinirlenmesi ve bu kadar ürkütücü hale gelmesi garipti. Görünüşüne tezat hareketleri vardı, artık.
''Bu sonuca mı vardın yani?'' diye sordu. ''Söylediklerimden bu sonuca mı vardın? Altı yaşındaki Ege'nin yaptığı her şeyin sorumluluğunu buna mı yükledin?''

Sorduğum sorunun ucunu yine yıllar boyu çektiği rahatsızlığa doğru sürükleyince beni yanlış anladığını fark ettim. ''Yoksa diyecek hiçbir lafı olmadığı için 'Bu kesin yine yaramaz Ege'nin suçudur' diyen o *** hocalar gibi suçu benim masumiyetime mi atıyorsun? Sence sol gözümü sırf göz önünde olmak için mi kaybettim ben? Sol gözümün yokluğuyla çektiğim acıları varlığım için mi kurguladım sence ha?''



Onun küçükken yaptığı davranışları, sırf göz önünde bulunmak istediğinden ötürü yaptığına dikkat çekmek istemiştim ancak o beni yanlış anlamış; yaptığı davranışların sorumluluğunu sol gözü ile ödediğini ve yine o kazanın tek suçlusunun o olduğunu söylediğimi sanmıştı.

Bunu kast etmemiştim ancak Ege yıllarca bu sözlere maruz kaldığından, zihnini sakinleştiremiyor olmalıydı.


Tıpkı...
Benim gibi...


''Bunu kast etmediğimi biliyorsun,'' dediğimde daha da sinirlendi. ''Beni kışkırtmaktan başka hiçbir şey yapmıyorsun Mercan.''

Kaskatı bedeni ile üzerime doğru yürüdüğünde bu defa bilinçli bir şekilde geriye kaçtım. Sırtım duvara çarptıktan hemen sonra da Ege bir adım ötemde belirdi. Yüzüme öfkeyle baktı, sarı saçlarını öylesine savurdu ve aniden yanımdan sıyrılıp geçti. Revirin kapısını açıp çıkmasıyla birlikte kapının ardında, hakkımda konuşan kalabalıkta telaşla dağıldı.

Ege, yıllar boyu öfkesini harlamakla kalmamıştı; benden gerçekten nefret ediyordu ve şimdi durmayacaktı. Başım beladaydı.
Revirden çıkıp lavaboya doğru adımladım ancak geçtiğim her koridorda mutlaka bakışlar üzerime çevriliyor ve öğrenciler fısıldaşmaya başlıyordu. Hakkımda konuşuyorlardı, ne söylediklerini bilmiyordum.


Bu berbat bir histi...
Başımı önüme eğip yüzümü açık kahve saçlarım ile gizlemeye çalışırken omuzlarımda düştü. Kollarımı önümde birleştirip hızlı adımlarla tuvalete doğru yürüdüm. Kızlar tuvaletine girer girmez kapıyı hızlıca kapatıp lavaboya yaslandım. Ellerim soğuk mermere değer değmez sızlamaya başladı, gözlerimin önü birkaç saniye kararır gibi oldu. Musluğu açıp yüzüme su çarptım, ılık su tenime değer değmez başımdaki sancı kuvvetlendi.

Başım dönüyor gibi hissediyordum, zihnimdeki karmaşık düşünceler beynimi yoruyordu. Sürekli olarak aynı kelimelerin dönüp durduğunu hissedebiliyor ve onları dört bir yana savurmak istiyordum.



''Lütfen beni öldürme!''
''9. Sınıflardan olan Mercan mı?''
''Ben buna ölümün tadı diyorum.''
''İlgi çekmeye mi çalışıyorlar?''
''Ölmeden önce gördüğün son yüz benimki olacak.''
''Sana yapacaklarımı hayal dahi edemezsin Mercan, yıllarımın intikamını alacağım.''
''Zebani senin en ücra korkularını ele geçirip seni ölümle buluşturacak...''

Kulaklarımda yankılanan sesler yüzünden canım yanıyor ve nefeslerim daralıyordu. İnsanların bana olan bakışlarını hatırladıkça, içimdeki o kırgın çocuk çığlık çığlığa kaçmaya çalışıyordu. Üzerimdeki gözler, çaresiz bir şekilde koridorlarda dolanan küçük Mercan'ın gözyaşlarını hissetmeme neden oluyordu. Al yanaklarını sildiği her saniye yeni gözyaşları ile olan o küçük Mercan'ın başını kaldırdığı yerde gördüğü yüzlerdeki alayı bende görüyordum.



Çocukluğumun acizliği gözlerim önüne düşüyordu.
Başımı kaldırıp aynaya baktığımda ise, ıslanmış yüzüm ve kırgın gözlerimin aksine hıçkıra hıçkıra ağlayan o benliğimi gördüm. Küçücük yüzümün kırış kırış olduğunu, yanaklarımdan boncuk boncuk dökülen gözyaşlarım yüzünden yüzümün kızardığını ve kısacık sarı saçlarımın dağınık halini görüyordum, aksimde. Üzerimdeki mavi renkli okul formamın kirli hali, acınası anılarımı da ardına ekleyip sürüklüyordu beni, dalgalı denizlerde.

Şakaklarımdaki sancı yüzünden iyece lavaboya doğru eğildim ve yüzüme birkaç defa daha su çarptım ancak yüzümden akan su damlacıkları beni iyi hissettirmek yerine gözyaşlarıma uyarı göndermeye başladı. Kaşlarım çatıldı, ağlamaya hazır bir hale geldim. Arkadaki kabinlerden çıkan kızların gülüşerek yanıma yaklaştığını görünce hızlıca başımı eğdim ancak duyduklarım dizlerimin de bağının çözülmesine neden oldu.



''Bence bu kavga olayları tamamen uydurmaca... Mercan'ın Ege denen çocuktan hoşlandığı için ilgisini çekmeye çalıştığını düşünüyorum. Yakışıklı çocuk olunca dibi düştü tabi kızın. Soluk bir tip olduğu içinde saçmalamaya başladı.''
''Soluk bir tip olduğu doğru...''
''Onun Selenlerle takıldığını bilmiyor musunuz? Kız onların tayfasında...''
''Onların yanında geziniyor diye onlardan mı sandın? Mercan'ın hiçbir özelliği yok, iki güne şutlanır.''


Kollarım titremeye, bacaklarımsa gittikçe gücünü kaybetmeye başladı. Tek elimi mermere sıkıca dolayıp, diğer elimde musluğun kıvrımından destek almaya çalıştım. Kızlar, aynalı lavaboların yanına gelince susup oldukça sakin bir şekilde ellerini yıkadılar, az önce benim hakkımda konuşuyorlarmış izlenimini silmeye çalıştılar ancak zaten her şeyi duymuştum.

''Soluk bir tip olduğu doğru...''
''Onların yanında geziniyor diye onlardan mı sandın? Mercan'ın hiçbir özelliği yok, iki güne şutlanır.''


Hakkımda söylenenlerin tamamının uydurmaca olmadığını, bunca zamandır uğraştığım benliğimin hiçbir zaman kabullenilmediğini anlamak gerçekten acıydı.
Kızlar kendi aralarında fısıldaşıp tuvaletten çıktıktan hemen sonra dudaklarımdan bir hıçkırık peyda oldu. Geniş mermer duvarlar arasında yankılanan sesimi bastırmak için ellerimi dudaklarıma yasladım. Boğazımda yakıcı bir his yükselmişti şimdi, şiddetle gelen ağlama isteğimi durdurmak için kendi kendime acı çekmem gerekti. Soluk alış verişlerim iyice düzensizleşmiş, derin nefesler almaya çalıştıkça göğsümün her bir hareketinde kalbimin sıkışmasına neden olmuştum. Kıpkırmızı yüzüm damla damla sular ile kaplıyken biranda tenimde hissettiğim tuhaf karıncalanma ile bakışlarım elime kaydı. Elimin üstünde gördüğüm siyah, hareketli karartı ile çığlık atıp elimi hızlıca silkeledim.



Elimin üstünde gezinen koca böcek düşüp lavaboya doğru hızlıca ilerlemeye başladı. Korku dolu bakışlarım kara böceği takip ederken zorlukla yutkundum. Hiçte yabancı gelmeyen böceğin Cihan'ın bana daha önce yaptığı kötü şakadan dolayı tanıdık geldiğini umarak musluğu açıp böceği kovalama isteği ile doldum ancak yeniden lavaboya yaklaşmamla ikinci bir çığlığında boş alanda yankılanması bir oldu.
Lavabodaki delikten iki büyük böcek daha çıkageldi. Küçücük bacaklarına inat hızlıca hareket edip mermer eğimi yukarıya tırmandılar. Geniş tezgâha çıktıklarında üçü de farklı alanlara doğru dağıldı. Gözlerim hepsini takip etme gibi bir uğraşa girdi. Oldukça korkutucu görünen böceklerin tezgâhtan inmek için bir yol aradığını da, duvarlara tırmanıp sonra hızla aşağı doğru inmelerinden anladım.



Telaşla birkaç adım geriledim, elimi göğsüme yaslayıp kaburgalarımdaki acı baskıyı dindirmeye çalıştım. Biraz sonra ise korkunç bir şey gerçekleşti. Lavabodaki o delikten bir başka böcek daha yükseldi. Aniden topraktan biten yamyamlar gibi hızlıca tırmanıp diğerlerine karışırken bir başka böcek daha çıktı.
Üç, dört, beş... Belki de onuncu ve on birinci...
Biranda koca bir karartı deliği yarıp geçti ve lavabonun içi vahşi böcekler ile dolmaya başladı. Siyah, hızlı karartılar çoğaldıkça çoğaldı. Kımıl kımıl hareketlerini her yerde hissettim, ayaklarının zemine yaptığı baskıyı duyar gibi oldum. Ardı arkası kesilmeyen onlarca telaşlı adımı hissedebiliyordum.


Sadece birkaç saniyede lavabonun içi tamamen karardı. Yüzlerce böcek birbirinin üstüne biner bir halde alanı kapladı. Sanki lavabonun altında devasa bir yuva varmışta, bir şey tüm böcekleri dışarı çıkması için uyarmış gibi aniden bitiyorlardı. Lavabodan taşıp birer birer yere düştüklerinde ise korku tüm vücudumu kapladı. Yere düşüp takla atan küçük böcekler hızla ters dönüyor ve o küçük bacakları ile hızlıca üzerime doğru geliyorlardı.

Yakaladıkları ilk canlıya saldırmaya programlanmış ya da direkt olarak beni hedef almış gibiydiler.
Geriledim, yüzlerce böcek üzerime doğru hareketlenirken adımlarım birbirine dolanarak bedenimi geriye doğru sürükledi ve biraz sonra sırtım soğuk duvara çarptı.

Kaçacak bir yerim kalmamış ve tamamen kapana kıstırılmışım hissi bedenimin zangır zangır titremesine neden oldu. Böceklerin biraz sonra üzerime tırmanacağı ve o küçük ayakları ile tenimde, tüylerimin arasında gezineceği hissi huylanmama neden oldu.

Bakışlarım bana doğru yaklaşan karartılardan çok delikten fışkırıyormuş gibi görünen karartıdaydı. Yüzlercesinden belki de daha çoklardı. Böceklerin geniş lavabodan birbirini ite ite taşması midemi bulandırdı, onların o küçük hareketleri boğazımı gıcıklandırıyor ve öğürme isteğimi harekete geçiriyordu.



Gözlerim önüne fırlatılan anı da zihnimin sancıyla kıvranmasına neden oldu.

Bir parça et için dahi savaşabilecek küçücük böceklerin korkunç bir hızla adamın boğazından içeriye akarak dilini, damağını, diş etlerini ve geçtiği her bir organı parçalayarak kan fışkırmasına neden olduğu görüntüler kâbuslarımdan yukarıya tırmandı. Adamın acı içinde inleyerek kan kustuğu anlar her göz kırpışımda flaş patlar gibi kendini gösterdi. İnlemelerini kulaklarımın hemen dibinde duydum, biri başımın hemen arkasından yaklaşıp seslerini haykırıyormuş gibi canlı canlı, hemen yakınımda hissettim. Böceklerin adamın boğazından içeriye aktığı anlarda bedeninin nasıl kıvrandığını, beyin kıvrımlarına tırmanırken burun kemerinde ve şakaklarında o küçük hareketleri nasıl hissettiğini hatırladım. Vücut boşluklarından fışkıran kanların sıcaklığını kendi tenimde hissettim.



Acı haykırışlarını duymamak için ellerimi kulaklarıma yaslayıp kaçmak istercesine sırtımı iyice duvara bastırdığım anlarda da dudaklarımdan kendime ait olduğunu fark edemediğim mırıltılar dökülüyordu. Korkuyla söyleniyordum ama kendimi değil, kâbuslarımdaki adamı duyuyordum.

Tuvaletteki ışıkların anlık olarak titreşmesi ile alan birkaç saliseliğine karardı ve ışıklar geri geldiğinde bakışlarım hemen karşımdaki aynayı buldu. Biraz önce çocukluğumun acizliğini gösteren yansımam şimdi rüyalarımdaki kurbanların ölmeden önceki o acıyla kasılmış yüzlerini gösteriyordu.


Aklımı kaçırmama neden olan şeyde buydu...
Ne böceklerle öldürülen adamın, ne de ölümün tadı ile boğulan kadının acı yüzünü görüyordum; yüzü kendi kanı ile kaplanmış ve zebaninin ölüme uğurlayan gözlerini görmüş gibi kıvranan kurban bendim... Aynada kendi yansımam vardı ancak burnumdan ve ağzımdan sızan kanlar soluk bir kızı değil, ölüme yaklaşmış bir kızı gösteriyordu.

Ölüyormuş gibiydim.
Böcekler çoktan üzerime tırmanmış ve tenimi kemirmeye başlamış olmalıydı. Burnumdan ve ağzımdan sızan kanlardan dolayı çenemden aşağıya kızıl lekeler sızıyordu. Tenim bembeyaz, gözlerim ise ferini kaybetmiş gibi solgundu. Saçlarım dahi gücünü kaybetmiş ve dökülmüş gibi görünüyordu.



Ölüyor gibiydim... Ruhumu teslim etmeme engel olan hiçbir şey yok gibiydi...

Işıklar tekledi, tuvalet kısacık bir an karardı. Gözlerimi kırpıştırmışım gibi hissettiğim o saniyede yansımam tekrar aydınlanınca böceklerin yüzüme tırmandığını gördüm.

Hissedebiliyor muydum, emin değildim. Böceklerin tenimdeki hareketlerini ya da kanımın izlediği yolları hissedip hissedemediğimi kestiremiyordum ancak kalbim bunu kaldıramayacak kadar yorgun düşmüşçesine göğsümde sancılara neden oldu.

Çığlık attığımı aralanan dudaklarımdan ve acıyan boğazımdan anladım. Ağlayarak ve korkuyla çığlık atıp üzerimdeki böcekleri silkelemeye çalıştım. Kendime vuruyormuş gibi ellerimi delicesine çırptım, kıyafetlerimi yırtıp atmak istiyor gibi çekiştirdim. Ayaklarım sanki duvardan geçebilirmiş gibi inatla geriye doğru sürttü, topuklarım duvara vurmamdan olayı acıdı.


Ne yapacağımı bilmiyordum, beynim istila altınad kalmış gibi düşünme yetisini kaybetmişti.

Neden sonra kendimi dışarıya atma isteği ile doldum ve üzerimdeki, etrafımdaki böcekleri umursamadan dışarıya doğru koştum. Zemin neredeyse ikinci bir tabaka yerine geçebilecek kadar sayıca üstün olan böceklerle doluydu, her yerde onlar vardı. Üstüne bastığım böceklerin ezilişini hissettim, ayaklarımın altında ezilen böceklerden kaygan bir sıvı fışkırdı. Kanlarının sıçrayışını duyabiliyordum, ıslak bir zemine bastığında oluşan o suyun hareketi gibi damla sesleri yükseliyordu.

Umursamadım, koştum ve tuvalet kapısının kulpunu kavradığım gibi kendimi dışarıya attım. Kasvetli ve ürpertici alandan çıkar çıkmaz aydınlık bir koridor karşıladı beni. Gözlerim, gözyaşlarımın da eşliği ile görüşünü yarıya düşürdü ve biranda ayaklarım birbirine dolanarak yüz üstü kapaklanmama neden oldu.



Ellerimi oldukça geç bir şekilde yüzüme siper etmeye çalıştığımdan, çenemin yere çarpmasını engelleyemedim. Sert zemine çarpmamın eşliğiyle çene kemiğim dilime baskı yaptı. Canım yine öylesine çok yanarken, düşünebildiğim tek şey ardımdaki böcek yığını olmaya devam etti.

Yerden kalkamadım, güçsüz uzuvlarım buna engel oldu ancak kendimi oturur pozisyona getirerek hızlıca ardıma bakmaya gücüm yetti. Sonuna dek aralanmış tuvalet kapısından içeriye baktığımda, koyu renkli mermer duvarları ve açık renk fayansları ile oldukça loş bir ortam oluşturan o boş alanla karşılaştım. Sol taraftaki muslukların olduğu alan oldukça sessiz, zemin oldukça sakindi. Kapının çevresinde, yerlerde ezdiğim böceklerden eser yoktu. Kan yoktu, hareketlilik yoktu.



Hareketli karartılar ortalıkta yoktu, biranda var oldukları gibi yine biranda yok olmuş gibiydiler.
Gözlerim inanamıyormuş gibi inatla her bir köşede dolandı, ellerimle itinayla üzerimi silkeledi ancak beni tehdit eden canlılar gerçek anlamda kaybolmuşlardı.
Zihnim tamamen boşluğa düşmüş gibiydi.
Duyma yetimi kazandığım sıralarda ardımda kahkaha tufanının koptuğunu işitmeye başladım. Kahkaha sesleri gittikçe yükseldi, ben ağırca arkama doğru dönerken utanç tüm bedenimi kapladı. Başımda toplanmış öğrencilerin önce ayaklarını gördüm. Dokuzuncu sınıfların neredeyse yarısının burada olduğunu söyleyebileceğim kadar kalabalıklardı ve hepsi... Bana gülüyorlardı.

Kahkaha atan insanların yüzlerini görmeden önce ellerindeki telefonları gördüm. Okulda olduğumuz gerçeğini unutmuş, hepsi özgüvenle telefonlarını sallıyorlardı. Kameralar aşağı eğilmiş, kadrajı bana doğru çevriliydi. Şüphesiz ki hepsi kahkahalar eşliğinde beni çekiyordu. Şaşkın ve korku dolu bir halde yerde boylu boyunca uzanırken her bir anımı kameraya alıyorlardı.



Neden sonra gözlerim düştüğüm yere kaydığında, bunun benim için kurulmuş bir tuzak olduğunu anladım. Yerde, mermer zemin üzerinde kırmızı ve mavi tonlarında boyalar dökülmüştü. Tuvalet kapısının hemen önüne koyulan küçük çöp kovaları, ben içeriden telaşla çıkar çıkmaz ayağıma dolanmış ve boyaların üstüne düşmeme neden olmuştu. Krem rengi eteğim ve koyu renkli lakosum tamamen iki renge boyanmış, üstüne üstlük dolu çöp kovaları yüzünden kötü kokulu çöpler üzerime yapışmıştı. Yüz üstü düştüğümden ötürü yüzümün de kötü bir halde olduğuna emindim. Yüzüm ıslaktı, dudaklarımı kıpırdattığımda kötü bir tat dilime yapışıyordu. Omuzumdan aşağıya dökülen saçlarımın canlılığını kaybederek birbirine yapıştığını görebiliyordum. Zaten içeride yaşadığım olaylar tamamen dengemi bozmuşken, şimdi başımdaki insanların beni utançtan kıvrandıracak derecede kahkahalarla beni çekmeleri tamamen yıkılmama neden oldu.

Gözyaşlarım durmaksızın akmaya devam ederken, gözlerim bulanık görüşüme rağmen kalabalıkta gezindi. Sağ tarafta, kapıların hemen yanında duran Selen ve Alara'yı görünce ağlamam şiddetlendi. İkisi de kollarını göğsünde bağlamış, diğerlerinin arasından kolaylıkla sıyrılıyorlardı. Zira yüzlerindeki ifade beni gülen insanlardan daha çok yaraladı. Diğerlerinin aksine gülüp, halimle eğlenmiyorlardı ancak hayal kırıklıklarını gözlerinde görebiliyordum. Bükülmüş dudakları, çatılmış kaşları ve gözlerindeki o kıvılcımlar, aralarında kalmaya çalıştığım her ana bir bıçak saplıyordu adeta. Yıkılmıştım ve bu, onların hoşuna gitmemişti.



Arkalarından gelen Cihan ve Çetin'de beni gördükleri anda yüzlerindeki güleç ifadeyi sildi ve şaşkınlıkla bakakaldı. Eğlenceli bir haber alarak geldikleri belliydi ancak ezilen kişinin ben olması onları öfkelendirmişti. Yüzlerindeki donuk ifade saniyeler aktıkça sinirlerimi zedeledi. Kendi aralarında bir şeyler konuştuktan hemen sonra ise arkalarını dönüp kalabalığın arasından sıyrıldılar. Arkadaşım olarak yanıma gelip destek olmayacaklarını zaten biliyordum ancak dönüp gitmeleri, Selen'in arkasını dönmeden önce omuzlarını silkip bana hayal kırıklığı ile bakışı beni sildiklerinin bir işaretiydi.

Gerçeğin bir kısmını hissedebildiğim halde, terk edilmişim hissini veren üzerimdeki bu ağırlığa anlam veremedim. Canım mümkünmüş gibi daha da sıkıldı. Onlar kalabalığına ardında kaybolduğunda ise gözlerim dibime kadar girip yüzümdeki o hüzünlü ifadeyi çekmeye çalışan çocuğa kaydı. Gözlerimin önünde tuttuğu telefon yüzünden ellerimi yüzüme siper etmek zorunda kaldım. Kamera ile yüzüm arasındaki o kısacık mesafeye engel olmaya çalıştım. Ellerime bulanan kızıl boyalar küçük damlacıklar halinde aşağıya doğru ince bir yol çizerek lakosumdan içeriye girdi. Parmaklarımın ve avuç içlerimin derin yarıklar gibi kızıla boyandığını görmek kendi kanımda boğulmak üzere olduğum sanrımı tekrar zihnime fırlattı.


Canım yanıyordu ve bu fiziksel acıdan çok daha fazlasıydı. ''Ya-yapmayın...'' diye mırıldandım istemsizce, fazla gelen yüklerimden dolayı. Hemen önümde diz çökmüş ve yüzümdeki ifadeyi kameraya alan çocuk telefonu indirdi ve dirseklerini dizlerine yasladı. Ellerimi indirdiğimde ise karşımda gördüğüm yüz beni tamamen alabora eden dalgalardan daha kuvvetli bir şekilde dibe çekti. Nefessiz kaldım.

''Beğendin mi?'' diye sorduğunda, inci gibi dizilmiş beyaz dişlerini gözüme sokmak istercesine büyük bir sırıtış takılıydı yüzünde. Başının ufak bir hareketi ile alnına dökülen saçlarını kenarı toparladı ve beyaz tenindeki inatçı parıltıları açığa çıkardı. ''Özellikle bunu seçtim, belki anıların depreşir falan diye...''

Ege, elindeki telefonun ekranı bana doğru çevirip yüzümün yakından çekilmiş bir halini bana gösterdi. Ağlamaktan ve yaşadığım karmaşık duygulardan dakikalar içinde çökmüş yüzüm, dağılmış açık kahve saçlarım ve yüzümün yarısını kaplamış boyalar yüzünden berbat görünüyordum. Saçlarımın uçlarına ve sol yanağıma çöpler yapışmıştı. Dışarıdan bakıldığında gerçekten gülünecek kadar komik bir durumun merkezinde duruyordum.

''Bu fotoğrafı itiraf sayfasına yükleyeceğim,'' dediğinde telaşla elimi ona doğru uzattım. Ancak o, iğrenç bir varlık kendisine uzanmış gibi telaşla geriye doğru çekildi ve ''Dokunma bana!'' diyerek elimi silkeledi. Dudaklarım hayretle aralandı, içimde bir şeyler kırılmakla kalmadı, paramparça oldu. ''Berbat görünüyorsun, üzerindeki kötü kokuyu bana sindirme,'' dedi.



Gözyaşlarım artık önüne takılan tüm engelleri savuracak kadar şiddetlenmişti. ''Sana söylemiştim Mercan,'' dedi sadece. Cümlenin devamını benim tamamlamama izin verdi. Bu, belki de en acı olanıydı.
Sana söylemiştim Mercan,
Yaşattıklarının bedelini ödeyeceğini...
Her bir anının burnundan fitil fitil geleceğini...
Yaşarken ölmeyi dileyeceğini...
Acıyı ve çaresizliği iliklerine dek hissedeceğini...
İntikamımı en acı şekilde alacağımı...
Sana söylemiştim Mercan...

Yüzündeki o zafer kazanmış, alaycı gülüşle son defa gözlerime bakıp ayağa kalktı ve arkasını dönüp, ortaya çıkardığı eserden oldukça gururlu bir şekilde kalabalığa karıştı.

Ardından bakmakla yetindim, geride bıraktığı adım izlerini öylece izledim. Başımdaki kalabalığın gülüşleri bir yerden sonra solup dağılsa da, o korkunç kahkahalar kulaklarımda yankılanmaya devam etti. Anılarım bugünüme karıştı ve ben yine kirli bir halde yalnız başıma kalakaldım.

Mercan yıllardır yapmadığı bir şeyi yaparak Egemen'i çözmeye başladı ama Egemen sizce çözülmek istiyor mu?

Egemen'in saldırıları hakkındaki düşünceleriniz neler?

Mercan'ın sanrıları başladı, sizce onun psikolojisinin nedenleri ne ve bunlar ne yönde devam edecek?


Yukarıdaki Çizgi'den bir anıdır. Aynı zamanda bu eserimiz de Wattpad'de yayımdadır.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top