2. Bölüm | Arkadaş


Bir sonraki gün...

Saat epeyce ilerlemiş, Mercan'ın merakla izlediği film sona ermişti. Küçük kız gözlerini ovuşturdu, dudakları derin bir nefes eşliğinde aralandı. Annesi, kızının esnediğini görünce dudaklarını ısırdı. Sonunda Mercan'ın uykusu gelmişti ve gecenin geç saatine dek ısrarla film izlemeye çalışan yavrusu dinlenmeye hazırdı. Mercan, hızlı adımlarla yatağına doğru ilerlerken annesi hafifçe poposuna vurdu. Küçük kız kıkırdayarak yatağına çıktı ve annesinin açtığı battaniyesinin altına girdi. Sıcak yatak iyice uykusunu getirirken öylesine mırıldandı.


"Saat çok geç oldu. Hemen uyuyacaksın, tamam mı fıstık?" diye mırıldandı annesi.

Mercan başını usulca salladı. Annesi, kızının alnına küçük bir öpücük kondurarak üzerini örttü ve masanın üzerindeki gece lambasını söndürerek Yeşillik'i kızının yastığının üzerine bıraktı.

"İyi uykular tatlım," dedi, gecenin hâkim olduğu sessizliği bozmamak adına fısıldarken. Mercan aynı şekilde annesine karşılık vererek sevimlice gülümsedi. Karanlık odada annesinin kendisine gülümseyişini belli belirsiz yakaladı, küçük kız.

Genç kadın odadan çıktıktan sonra kapıyı yavaşça kapadı ve ağır adımlarla odasına doğru ilerledi. Mercan ise kapının altından sızan turuncu ışığın bir süre sonra sönüşünü izledi ve küçük kaplumbağasına sarıldı.


Dün yaşadığı olaydan sonra gün boyu annesi ile vakit geçirmiş, korkularını yenmeye çalışmıştı. Şimdi ise biran önce uykuya dalabilmek adına gözlerini sımsıkı yummuştu.

"Biz korkusuz şövalyeleriz," diye mırıldandı, kaplumbağasının kulağına. Kaplumbağasının ona yanıt verdiğini hayal etti; "Biz korkusuz şövalyeleriz."


Ancak söylemek yeterli değildi, buna inanması da gerekiyordu.
Pencerelerinin sıkı sıkıya kapalı olması, o ürpertici soğukluğun içeriye dolmasına engel olamamıştı. Odası gittikçe soğudu, soğukluk usulca battaniyesinin altına doldu. Kocaman yatağın içinde küçücük kalmış bedenini daha da büktü küçük kız. Çıplak parmakları birbirine sürttü, huzursuz birkaç mırıltı çıkardı.

Küçük kız, kısa bir süre içinde derin bir uykuya dalmak üzereyken, duyduğu ses ile gözleri korkuyla açıldı.


Dum, dum, dum...

Pencereden içeriye sızan ay ışığının zoraki aydınlattığı karanlık odasına baktı. Bu ses, karşısındaki masanın üzerinde duran oyuncak palyaçosundan geliyordu. Palyaço, yüzündeki geniş gülümseme ile birlikte elindeki davula vururken Mercan yatağında doğruldu. Palyaçonun her zaman sevimli gelmiş o yapay gülümsemesinin karanlığın altında şimdi çok daha korkunç göründüğünü, davula her vuruşunda çıkan sesin artık eğlenceli gelmediğini haykıran gecenin sessizliğiyle karşılaştı. Masmavi gözlerinin odağı altındaki palyaço bir süre sonra kendiliğinden durdu ancak Mercan'ın göğüs kafesine baskı yapan küçük kalbi sakinleşmedi.

Küçük kız, sırtını yatak başlığına yaslayarak oyuncaklarına bakmaya devam etti. Bunca zaman oyuncakları hiç kendi kendisine hareket etmemişti... Peki, şimdi bu nasıl mümkün olabiliyordu?


Kendisine dönük onlarca yüz, hareket halinde olan onlarca gözbebeği gördü.

Odasının gittikçe soğuduğunu hissetti, küçük kız. Dudakları arasından çıkan nefesi beyaz bir buluta dönüşerek dağıldı. Tıpkı dağların karla kaplı olduğu günlerdeki gibi titredi. Tüyleri diken diken olmuş, bedeni gerilmişti. Kaplumbağasını daha çok sıkıştırdı küçük kolları arasında.


Pencereler kapalıydı ancak oda da kaynağı belli olmayan soğuk bir rüzgâr koyu renkli perdeleri havalandırıyordu. Bir oyuncağının olduğu yerde devrildiğini görünce irkilip başını yatak başlığına çarptı.

Onun burada olduğunu hissedebiliyordu... Görünmez elin sahibi buradaydı.

Oda tamamen sessizdi. Duyulan tek ses, Mercan'ın hızlanmış nefes alış-verişleriydi. Ta ki ikinci bir nefes sesi duyulana kadar...

Ve onu gördü...


Karanlık kuyuları andıran gözlere sahip olan o varlık yeniden karşısındaydı. Odanın merkezinde küçük bir karadelik gibi aniden belirmiş ve kara dumanları hızla odayı kaplamıştı. Delici bakışlarının odağı, Mercan'ın gökyüzü mavisi gözleriydi. Varlığın o koyu gözlerinden simsiyah bir elin kendisini yakalamak üzere harekete geçtiğini hissetti küçük kız. Tıpkı kuyuların derinliklerinden tırmanmaya çalışan sıska bir bedenin titrek hareketleri gibi bir siluetin gözlerinden geçtiğini gördü. Çarpık bir kemiğin hissizce hareket edişini ve her bir harekette eklemlerinin çatırtısını duydu.
Kalbi bir an için tekledi.

Varlığı sisli bir perde gibi örten dumanların yatağına yaklaştığını görünce korkuyla köşeye sindi, Mercan. Gözleri hızla dolmuştu, gözyaşları akmaya hazırdı.


Ve varlık harekete geçtiğinde tüm gücüyle bağırdı Mercan. "Anne!"

Kalbi, göğsünü delip geçmek istiyormuşçasına baskı yapıyordu, kahramanının yanına geleceği anı heyecanla bekliyor ve durmaksızın kızın gözyaşlarını harekete geçiriyordu.

Varlık aniden durdu ve karşısında ağlayan küçük kıza baktı. Küçük kızın yanakları gözyaşları ile ıslanmaya başlamıştı, bedeni titriyordu, boğazı yırtılırcasına çığlık atıyordu.


Varlık ise küçük kurbanının korku dolu gözlerinden ayırmadı gözlerini, kendi varlığından rahatsız olduğunu biliyordu. Kendisini görebildiğini biliyordu. Çünkü varlık orada, o anda kızın kendisini görebilmesini istiyordu. Duaları gerçek olmuş bir gelincik misali dağılan kara dumanları dinginleşti. Savrulan saçları bir an için havada asılı kaldı, göz bebeklerini yitirmiş gözleri boşlukta süzüldü.
Varlık sadece bir siluetmiş gibi öylece kalakalırken evin içinde bir hareketlilik oldu. Mercan, odasındaki kapının altından sızan ışık ile bir nebze olsun rahatlamaya çalıştı.


Annesi yanına gelecek ve onu kurtaracaktı. Gözlerini biran olsun varlıktan ayırmıyordu, sanki ayırırsa yeniden hareket edecekmiş gibi geliyor ve onu titrek gözleri ile durdurmaya çalışıyordu.

Sana baktığım sürece kıpırdamayacak mısın?


Kapı açıldı ve oda aydınlandı. Aynı anda varlık, hızla yok oldu. Ne kara dumanlar kalmıştı odada, ne de varlığın bedeninden yayılan soğukluk. Ancak kokusu hala oradaydı, onun daha önce orada olduğuna dair bir kanıtmış gibi.

Genç kadın, endişeli gözlerle kızına yaklaştı ve üzerindeki geceliğin yakalarını birleştirerek hızla yatağına oturdu. "Annem?" dedi, soru sorarcasına. Mercan, hızla annesine sarıldı ve "Anne!" diye haykırarak ağlamaya başladı.


Annesi, kızının buz gibi olmuş bedenini şaşkınlıkla sarmaladı ve kızını kucağına aldı. Eline gelen ıslaklık ile kızının yatağını ıslattığını fark etmişti ancak hiçbir şey söylemeden kızının saçını okşadı.

"Anneciğim ne oldu?" dedi.


"O buradaydı anne..." dedi, hıçkıra hıçkıra küçük kız.

"Kim anneciğim?"

"Canavar!"

Kadın, kızının yüzünü avuçlayarak saçlarını yüzünden çekti. "Kâbus görmüşsün bebeğim." dedi.

"Hayır anne! Gerçekten buradaydı..." Derin bir nefes aldı. Gözleri, varlığın kaybolmadan önceki durduğu yere kayarken annesi de başını geriye çevirerek boş odaya baktı.

"Ama şimdi burada değil, değil mi anneciğim?" dedi, kızını rahatlatabilmek adına oldukça sakin bir sesle.

Mercan, başını yavaşça salladı. Annesine yeniden sarıldı ve kulağına fısıldadı. "Bu gece seninle yatabilir miyim?"



*** Beş gün sonra***

Ayten Hanım ve Mercan'ın annesi Fahriye Hanım, mutfağın geniş balkonunda karşılıklı oturmuş, çaylarını yudumluyorlardı.
Günün öğle vakitleriydi, güneş can alıcı parlaklığı ile gökyüzünü aydınlatıyordu. Bahçeli evlerin çevrelediği küçük parktan dağılan çocuk sesleri günü şenlendiriyordu. Ancak bu güzel güne rağmen Fahriye Hanım tedirgindi. Çayından bir yudum aldıktan sonra başını gökyüzüne doğru kaldırarak gözlerini kapattı.


"İyi misin?" diye mırıldandı Ayten Hanım.
Fahriye, ağırca başını iki yana salladı. "Değilim çünkü Mercan iyi değil." Derin bir nefes aldı. "Birkaç gündür kâbus görüyor. Çığlıklar içinde uyandığını görmek canımı yakıyor. Yanımda yatmasına izin veriyorum ancak sürekli bu şekilde devam edemez. Dün kendi odasında yattı ama yine çığlık çığlığa uyandı."
Bakışları bahçede kendi başına çiçekleri sulayan küçük kızına kaydı. O kadar minik, o kadar sevimli ve o kadar savunmasızdı ki... Fahriye ona baktıkça kalbinin sızıyla kaplandığını hissetti.


"Çocuk işte, kötü bir şey duyup görse yeterlidir. Onu dünyalarında kocaman oluverir o şey. Muhtemelen-" Fahriye başını iki yana sallayarak kadının sözünü yarıda kesti.

"İlk başta izlediği bir şeyin etkisinde kaldığını düşünmüştüm ama dün..."
Duraksadı. "Babasının ismini söyledi."

Ayten, şaşkınlıkla yerinden zıpladı. Kabaca "Ne!" dedikten sonra bardağını masaya bıraktı. "Nereden öğrenmiş?" Hafifçe Fahriye'ye doğru eğilip sesini alçalttı. "Nerden çıkartıverdi o ismi?"


Fahriye, derin bir nefes daha aldı. "Gördüğü canavarın kendisine bu ismi söylediğini duymuş. Ama bence biz konuşurken duydu ve kâbuslarına yerleşti." Kısa bir sessizlik oluştu.

"İsmin babasına ait olduğunu biliyor mu?"
Fahriye başını iki yana salladı. "Hayır ama kâbusları görmeye devam ederse bir uzmana götürmeyi düşünüyorum."

"Tabii, eğer durumu gerçekten kötüyse götürelim bir doktora."
Ayten, bardağını yeniden dudaklarına götürerek bir yudum aldı. "Küçücük kız... Babasız büyüyünce, bir yerden sonra yokluğunu hissediyor olmalı. Ah! O pis adam sizi asla hak etmiyor. Küçücük çocuğun dününü yok ettiği yetmedi yarınını da alabora etmeye çalışıyor. Varlığı ayrı, yokluğu ayrı dert!"


Fahriye, sessizce kızını izledi. Anne sevgisinin getirileri ile bu güne gelebilmiş kalbi kızının minicik bedenini görünce huzurla doluyordu. Ama kızında bir farklılık vardı; önceleri küçük kızının tıpkı oyuncakları gibi çiçeklerle konuştuğunu duyar, küçük kıkırtılarını dinlerdi ama son günlerde güzel gülümsemesi yüzüne hiç uğramıyordu. Fahriye Hanım zorlamasa, odasına hiç girmiyor, daha az konuşuyordu. Önceden arkadaş bellediği oyuncaklarına artık bakmıyordu. Minik dudakları hep sarkık, göz çukurları hep yaşlıydı. Çoğu zaman başını yerden kaldırmıyordu bile...

"Bu yıl okula başlayacaktı, değil mi?" dedi Ayten Hanım. "Çok hızlı büyüyor bu çocuklar."

Fahriye burukça gülümsedi. " Gözlerimin önünde büyümesi, tüm ilklerine şahit olmam öyle güzel bir his ki..."



"Okul için heyecanlı mısınız?"
Fahriye gülümsedi. "Bu aralar pek belli etmese de heyecanlıyız. Birkaç gün önce kalem-defter diye tutturuyordu." Kızının ısrarcı halleri gözleri önüne gelince gülümsemesi genişledi.

"Ay yavrum! İnşallah okula başlayınca bu derdini sıkıntısını unutur da arkadaşları ile güzel güzel eğlenir."


"Okulun ona iyi geleceğini umuyorum ama... Biliyorsun, biz daha önce hiç kapı dışarı çıkmadık. Yani demek istediğim-"
Ayten Hanım anlayışla başını salladı. "Anlıyorum canım, şimdiye de hiç kimse ile konuşma fırsatınız olmadığı için tedirginsin. Hem senin, hem de Mercan için bu çok zor bir durum ama şimdiden sonra alışmanız gerekiyor. Belki ilk başta çekinecek ama sonra alışacaktır, yeni arkadaşlar edinmeyi öğrenmeli, insanlarla kaynaşmayı bilmeli. Değil mi?"

"Biliyorum, bunda büyük bir hatam var ama şimdiden sonra nasıl düzelteceğimden de emin değilim. Biliyorum ki okul hayatı ve arkadaş ortamı onu çok etkileyecek ve içe kapanık bir çocuk olmasını istemiyorum."


Ayten Hanım uzanıp Fahriye'nin elini tuttu. "Merak etme, sen üstesinden gelirsin. Hem, ben yardımcı olurum size."

Güldü, tek dostunun ona yardım eli uzatmasını minnetle karşıladı. Ancak Ayten Hanım'ın yüzü bir an için soldu.

"Fahriye... Yanlış anlamanı istemem ama eğer okul ihtiyaçları ile ilgili yardıma ihtiyacın olursa da çekinme, olur mu? Bilirsin, yalnız başınıza yaşıyorsunuz ve ilk zamanlar tek bir renk boyanın bin bir farklı tonunu bile istiyor bu çocuklar."
Fahriye, bakışlarını Ayten'e çevirdi.


Ayten Hanım, Fahriye'den yalnızca birkaç yaş büyüktü. Fahriye'nin eşinin kendisini terk ettiği dönemlerde bir abla şefkatiyle ona sahip çıkmış, Mercan'ın bebeklik dönemlerinden bu yana elinden geldiğince yardımcı olmuştu. Eski püskü, bodrum katı harap olmuş bu tek katlı bahçeli evi onlara kiralamış ve bir an olsun geç ödediği kiranın hesabını sormamıştı.
Ayten, mutlu bir aileye ve yeterli bir geçim kaynağına sahip bir kadındı. Fahriye'nin edinemediği o aile saadetini paylaşmaktan hiç çekinmeyen gönlü hoş bir kadındı.



Fahriye ise yaralıydı. Tüm sevgisini adadığı, onun için ailesini bile hiçe saydığı adam, Fahriye'yi karnında bebeği ile bir başına bırakıp gittiğinden ve bir daha kendisinden haber alınamadığından beri Fahriye mutsuzdu. Ve Ayten Hanım, bu adamın veremediği sevgiyi Fahriye ve kızına veriyordu. Onların tek ailesi olmuştu.


"Teşekkürler Ayten. Sen olmasan ne yapardım."



***


Akşam vaktiydi. Mercan'ın çoktan uyku vakti gelmişti ancak küçük kız kendi yatağına gitmemekte bir hayli ısrarcıydı.
"Hayır! Hayır!" diye bağırdı.
"Anneciğim, korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Bahsettiğin canavar gerçek değil, yalnızca kâbus görüyorsun. Eğer gerçek olsaydı bende görmez miydim?"


"Ama..." dedi, ağlamaklı sesiyle ve duraksadı. "Canavar yine gelirse ne yapacağım?" dudaklarını büzmüştü ve yuttuğu harfler ile çok sevimli görünüyordu. Fahriye Hanım, kızının yanaklarına öpücükler kondurup ayağa kalktı. Aşağı doğru bakarak gülümsedi.


"Hemen benim yanıma gel, uyanık olacağım ve seni koruyacağım. Tamam mı?"
Mercan, kısa bir süre düşündükten sonra annesini onayladı ve küçük kaplumbağasını koltuğun üzerinden alarak annesi ile birlikte kendi odasına doğru ilerledi. Küçücük adımları, her ne kadar geri geri gitmek istese de annesinin yönlendirmesi ile odasına girdi.

Odasında her şey bıraktığı gibiydi; Karşısındaki duvarda geniş yatağı, sağ taraftaki duvarda çift kapaklı dolabı ve hemen yanında da oyuncaklarının üzerinde bulunduğu çekmeceli masası vardı.
Masmavi gözleri, kısaca odayı taradı. Odanın güvenli olduğuna karar verdikten sonra elini annesinin elinden kurtararak hızlıca oyuncak palyaçosuna ilerledi ve eline alıp annesine gösterdi.
"Bunu istemiyorum, çöpe atalım."
Annesi, kızının bu isteğine anlam veremese de başıyla onu onayladı ve oyuncağı elinden aldı.


"Hadi şimdi yatağına!"
Mercan, yatağının içine girdikten sonra cenin pozisyonunu alarak büküldü ve gece lambasını açık bıraktı. Kapıda kendisini bekleyen annesine el salladı ve kapıyı kapatmak üzereyken onu durdurdu.

"Kapıyı açık bırakır mısın anne?"

Fahriye Hanım, kızını yeniden başıyla onayladıktan sonra kapıyı açık bırakarak ışığı kapattı ve ağır adımlarla odasına doğru ilerledi.



Mercan, bu gecede varlığın kendisinin yanına geleceğinden emindi. Annesi ile yattığı zaman kendisini güvende hissediyordu çünkü varlık, annesinin yanındayken onu ziyaret etmiyordu. Yalnız olduğu anları kolluyordu; toy zihni bunu anlayabilmişti ancak korkusuz bir şövalye olabilmek için canavar ile yüzleşmesi gerektiğini de biliyordu. Bunu annesinden duymuştu; artık büyümüştü ve kâbuslarından korkmamalıydı. Yalnız olması mı gerekiyordu, öyleyse onunla yalnız kalacak ve ona kim olduğunu soracaktı.

Uzun bir süre gece lambasının ışığı ile aydınlanan odasına bakındı, kılıcını kuşanmış yavru bir şövalye gibi bir süre öylece nöbet tuttu ancak biraz sonra gözleri uykunun esiri ile ağır ağır kapanmaya başladı. Öyle çok uykusu gelmişti ki, bilinci odanın soğumaya başladığının farkında bile değildi. Düzenli nefesleri, beyaz birer buluta dönüşerek dağılıyordu odada.

Gece lambasının ışığı tekledi. Oda biran için karanlığa büründükten sonra loş bir şekilde yeniden aydınlanmaya başladı. Artık odada Mercan dışında birisi daha vardı. Dev bir gölge, Mercan'ın yanı başındaki duvara yansımıştı.



Mercan, huzursuzca yerinde kıpırdandıktan sonra gözlerini usulca araladı. Masmavi gözleri, yanındaki lambadan yayılan turuncu ışık ile parıldıyordu. Bilinci henüz yerine gelmemişti, uyku ile uyanıklık arasında bir yerde öylece ileriye doğru baktı. Üzerindeki battaniye, ağırca bedeninden aşağıya doğru kayınca huzursuzca battaniyesini çekiştirdi. Yumuşak kumaş küçük bedeninden ağır ağır kaydı, Mercan bu güce karşı koyamadı.

Üzerindeki battaniyesi, görünmez bir el tarafından hızla çekilince Mercan aniden uyandı ve küçük bir çığlık attı. Bakışları, yatağının hemen ucunda duran kara dumanlar içindeki varlığa kaydı. Oldukça yakınındaydı ve karanlık kuyuları andıran gözleri, mavilikleri odağı altına almıştı.


Boğuk, cılız ve tiz bir sesin ismini fısıldadığını duydu. "Mercan..."
Küçük kız o kadar korktu ki, odasını dev bir ağız gibi yutup diş izlerini duvarlara sürten bu varlığın sesini duymak kalbini durdurdu. Hıçkırdı, dizlerini kendine çekip sıkı sıkı sarılırken gözleri karanlık varlığı çevreleyen dumanlarında gezindi. "Mer-can..."

Mercan, ağlamaklı bir sesle karşılık verdi. "Sen kimsin?"

Varlık, cevap verdi. "İsmim Kalika..."


Mercan, gözyaşını küçücük elleri ile sildi. "Kalika mı?" Varlığın usulca başını salladığını gördü. Bu hareketi ile başının etrafındaki uzun, siyah saçları dalgalanmıştı. Kara dumanları arasına karışan siyah saçları o kadar uzundu ki, neredeyse tavana dek uzanıyordu. Sanki su altındaymışçasına uçuşan saçlarına nazaran bembeyaz teni, saçlarından zoraki görünür hale geldiğinde derisinin kurumuş toprak gibi çatladığını gördü. Göz çevreleri mor halkalar ile çevrili, yeşil damarları apaçık belirgindi. Gerçekten altı yaşında bir kız çocuğu gibi görünüyordu. Ölü bir kız çocuğu...
Mercan, bükmüş olduğu bacaklarını usulca uzattı.

Canavar diye bahsettiği bu varlığın bir adı vardı ve Mercan, korkusunun bir nebze olsun azaldığını hissetti.


"Sen canavar mısın?" diye sordu masumca. Alacağı cevaptan öyle çok korkuyordu ki, iç çekti. Kalika, başını iki yana sallayarak cevap verdi. Uzun, siyah saçlarından bir tutamı yüzünün önüne gelmiş, beyaz yüzünü yeniden perdelemişti. Mercan, varlığın sonu yokmuş gibi görünen upuzun saçlarına bir an için hayranlıkla baktı.

"Neden geldin?" Mercan'ın sesi pürüzlü çıkmıştı.

Kalika, havada süzülerek Mercan'ın yanına yaklaştı.
Cılız sesi ile cevap verdi; "Hiç arkadaşım yok." Bir süre sessizce Mercan'ın masmavi gözlerine baktı. "Senin arkadaşların var mı?"



Mercan, küçük elleri ile gözyaşlarını sildi ve kucağındaki Yeşillik'i ileriye doğru uzattı. "Bir sürü arkadaşım var. Bak, buda Yeşillik," diyerek küçük kaplumbağası ile tanıştırdı onu.
Kalika'nın bakışları kısa bir süre oyuncak kaplumbağaya kaydı, ardından yeniden Mercan'a baktı.
"Benimde arkadaşım olur musun?"
Mercan tereddüt ederekten baktı. Hiç tanımadığı ve görüntüsü korkunç olan birisi ile arkadaş olmak istemiyordu. Kalika'dan korkuyordu ve şimdi onun gitmesini istiyordu.


"Ama seni tanımıyorum ki..." diye mırıldandı. İleriye doğru uzattığı Yeşillik'i yeniden sarmaladı.
Kalika, yüzünü Mercan'ın yüzüne yaklaştırdı ve gözlerine daha yakından baktı. Bu ani yakınlık, Mercan'ın küçücük kalbini harekete geçirmişti. Titremeye başladı ama onu asıl korkutan şey, Kalika'nın gözlerinde gördükleri idi. Hiçlik.

Kalika'nın göz bebekleri yoktu, göz boşluklarında yalnızca -uçsuz bucaksız gibi görünen - karanlık vardı. Mercan'ın gözleri dolmuş, gözyaşları akmaya hazırdı.
"Beni korkutuyorsun."
"Arkadaşım ol!"


Kalika'nın dudakları kıpırdamadı, çatlamış mor dudakları tek bir an bile hareket etmedi ancak cılız sesi odada yankılandı. Mercan'ın sol gözünden damlayan tek damla gözyaşı ile Kalika yavaşça uzaklaştı. "Arkadaşım ol, arkadaşım ol, arkadaşım ol!"
Aynı ses defalarca bu sözcüğü tekrarladı. Dumanlar dağıldı, gece lambası karınca sürüleri tarafından işgal edilirmiş gibi dumanlarla çevrelendi ve soldu. Mercan, korku dolu mavileri ile odasının açık kapısından dışarıya baktı. Annesi... Annesinin yanına gitmeliydi, hem de hemen.


"İstemiyorum," diye belli belirsiz mırıldandı küçük kız. Ve Kalika aniden yok oldu. Oda eski aydınlığına ulaşırken Mercan gözlerini kırpıştırdı.

Mercan şaşkınlıkla etrafına bakındı. Hemencecik gitmiş miydi? Nasıl oluyordu da aniden var olup, sonra yok olabiliyordu? Canavarlar bu kadar hızlı hareket edebilir miydi bilmiyordu ama canavar olmadığını söyleyen bu varlık çok hızlıydı. Ve Mercan geri gelebileceğini düşündü.
Önce yatağından, sonrada odasından hızla çıktı ve annesinin bulunduğu odaya doğru ilerledi. Annesinin odasının kapısı yalnızca birkaç metre uzağındaydı, sonra annesinin huzurlu kollarında rahat bir uyku çekecekti. Kahramanına ihtiyacı vardı.

Minik adımları eski halı üzerinde hızlandı, kolundan tuttuğu Yeşillik'i fazlaca sarstığını umursamadan kurtuluşun anahtarı gibi görünen kapıya doğru ilerledi. Kalp atışları şakaklarında nüksediyordu.


Mercan o an fark etmedi ancak karanlık burada olmasa da, dondurucu soğuğu hala etraftaydı. Biraz sonra Mercan, o soğuk nefesi ensesinde hissetti. Kısacık sarı saçları arasından ensesine değen soğuk bir nefes... Arkasındaydı, Kalika buradaydı. Gitmemişti...

Mercan, arkasına bakmadan koşar adımlarla dar koridorda ilerledi ancak Kalika onun gitmesini istemiyordu. Kalika'nın bir arkadaşa ihtiyacı vardı. Çatlamış ince bir el hiçlikten uzandı, kızın adımlarını takip etti. Uzun parmaklar incecik tene dolandı.


Mercan bileğinde hissettiği el ile birlikte küçük bir çığlık attı ve ileriye doğru atıldı ancak bileğindeki el kuvvetliydi. Küçük kız yüzüstü yere düştü. Yeşillik elinden kayıp yuvarlandı ve duvarın köşesine sindi.

Mercan, bileğinden başlayarak bacağına yayılan bu ürpertinin kaynağına doğru bakışlarını çevirdi. Upuzun tırnaklara sahip olan siyah bir el, bileğini sımsıkı kavramıştı. Mercan'ın bakışları elin sahibine, Kalika'nın gözlerine çıktı. "Arkadaşım ol!"


Bir çığlık daha attı ve önüne dönerek bileğindeki elden kurtulmak için bir hamle daha yaptı. Ayağa kalkmayı başardı ancak varlığın kuvvetli elinden kurtulamamıştı. Kalika'nın güçlü elinin kendisini geriye çekmesi ile yeniden yüz üstü düşüşe geçti ancak çenesini paramparça edecek o düşüş gerçekleşmedi. Mercan'ın bedeni havalandı, bileğindeki el yerçekimine karşı koyarak onu havaya kaldırdı. Mercan, yüzüne hücum eden kanın etkisi ile kıpkırmızı kesildi. O kadar çok korkuyordu ki, küçük kalbi o kadar hızla çarpıyordu ki bedeni daha fazla dayanamayacaktı.


Baş aşağı bir şekilde havada asılı kalırken Kalika'nin yüzünü yüzünün hemen yanında hissetti. "Arkadaşım olmalısın Mercan..."

Mercan çığlık attı. Tiz sesinin koridorlarda yankılanıp annesine ulaşmasını diledi ancak çığlığını kendisi bile duyamadı. Su, diye düşündü Mercan. Kalika'nın saçları suyun altında dalgalanırmış gibi havalanırken seslerin ne kadar boğuk geldiğini o an fark etti. Çığlık atıyor ancak suyun altındaymış gibi yoğun ortama geçen sesi dağılamadan yok oluyordu. Kısa saçlarının Kalika gibi havalandığını, baş aşağı durduğu için açılması gereken tişörtünün aksi yönde süzüldüğünü gördü.


Gözleri belli belirsiz etrafta dolandı, kolları öylesine çırpındı. Kalika'nın süzülüyormuş gibi hareket eden bedeninin nedenini de o an gördü. Kalika'nın ayakları yoktu, bedeni bir yerden sonra kara dumanlar arasında kayboluyor ve bir bulutun üstünde otururmuşçasına hareket ediyordu.
Tekrar çığlık attı çaresizce, çünkü henüz altı yaşına basmış bir kız çocuğu için insan gibi görünen ama insana benzemeyen bu varlığın gücü kabul edilebilir değildi. Ona böyle şeyler hiç anlatılmamıştı.


Çığlığı bu defa koridorda yankılandı ve aynı anda arkasındaki beyaz kapının açılma sesini duydu. Fahriye Hanım korkuyla bağırdı. "Mercan!"
Küçük bir patırtı, duvara çarpan kapının tok sesi ve çığlık çığlığa haykıran küçük kızın hıçkırıkları...


"Anne!" diye bağırdı Mercan. Genç kadın çatık kaşları ile birlikte yerde yüzüstü yatan kızının yanına yaklaştı ve onu kucağına aldı. Yüzü kıpkırmızı olmuş, gözyaşları oluk oluk yanaklarından süzülen küçük kızın titreyen kolları, annesinin boynuna sarıldı.

"Anne geri geldi işte, geri geldi!" diye haykırdı küçük kız.

"Kim geldi bir tanem?"

'Ona adımı söyleme...'



Mercan, zihninde yankılanan ses ile nefesini tuttu. Kolları hızlıca sıklaştı ve titreyen bacakları daha fazla dayanamayıp yıkıldı. Annesinin kucağına yığılan kız hızlıca kucaklandı.

"Canavar mı geldi?" dedi Fahriye Hanım. Mercan yalnızca başını salladı ve ağlamaya devam etti.

"Gel bakalım, bu gece de annenin yanında kal." Fahriye, küçük kızı kucaklayıp odasına götürdü ve yatağına yatırdı. Mercan'ın yorgun bedeni sıcak yatağı görür görmez dinginleşti. Fahriye mor pikeyi kızının üzerine örterken, sağ bileğindeki morluk dikkatini çekti. Elini bileğine doladı, buz gibi olmuş teninin üzerindeki halka halka morluk içler acısıydı.


"Anneciğim, bu nasıl oldu?" dedi endişeli sesi ile. Mercan önce bileğine sonra annesine baktı.

'Ona hiçbir şey söyleme...'

Zihninde yankı yapan ses ile Mercan yeniden ürperdi... O hala buradaydı...


Ağlaması bir an olsun dinmeyen Mercan iç çekti. Önce korkuyla etrafına bakındı, sonra usulca dudaklarını büktü. Başını iki yana sallayıp ellerini annesine uzattı. Fahriye kızının ellerini tutup ona yaklaştı ve yumuşacık tenini ıslatan gözyaşlarını silip alnına küçük bir öpücük kondurdu. "Düştün mü anneciğim? Yataktan inerken mi oldu?"
Mercan öylesine başını sallayınca annesi çatık kaşlarını düzeltti. "Kâbuslarımız ile baş etmeyi öğrenmeliyiz, değil mi? Kâbuslarımız bize zarar veremez ama korkup kaçarsak kendi kendimize zarar verebiliriz."

Fahriye, kızının kendisini anlayıp anlamadığını ölçmek için kaşlarını kaldırdı ancak küçük kız oralı bile olmadı. Çünkü eğer annesinin ne dediğini duysaydı, biraz önce kendisine zarar veren Kalika yüzünden annesine olan güveni sarsılacaktı.


Fahriye Hanım, çatık kaşlarını düzeltti ve kısa bir süreliğine odadan çıkıp yeniden geldi. Elindeki krem ile kızının bileğini ovaladı ve üzerini sarıp, kızının yanına yattı. Üşümüş bedenini ısıtabilmek için onu göğsüne çekip sıkıca sarmaladı ve sırtını ovaladı.

"Sana bunları yaşattığım için üzgünüm bir tanem. Hiçbirini hak etmiyorsun," dedi genç kadın, narin sesi ile küçük kıza fısıldayarak. "Bazen, keşke en başa dönebilsem ve sana güzel bir gelecek hazırlamak için daha çok çabalasam diye düşünüyorum ve..." Derin bir nefes çekti ve küçük kızının yanında ağlamaması gerektiğini kendine hatırlattı. "Üzgünüm miniğim, çok üzgünüm." Mercan, hiçbir şey demeden başını annesinin boynuna gömdü ve bir an önce uyuyabilmeyi diledi.


Kalika'nın geri gelmesini istemiyordu ama zihninde onun hala burada olduğunu biliyordu.

Sonra Yeşillik'i düşündü. Onu koridorda düşürmüştü. Yeşillik'in cesur olması ve sabaha dek beklemesi gerekiyordu. Tıpkı Mercan'ın bundan sonraki tüm gece yapması gerekeceği gibi...


Sizce Kalika neden Mercan'ın arkadaşı olmak istiyor; yalnızlığını deşebilecek tek kişi Mercan olduğu için mi yoksa kötücül bir amacı mı var?

Sizce Fahriye (Mercan'ın annesi) durumu farkedecek mi? Bu durumda yapması gereken ne?


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top