19. Bölüm | Son Dakika İmkansız
Bölüm 19: ''Son Dakika İmkansız''
''Kafayı mı yedin?''
''Yürek mi yuttun?''
''Dün seni uzaylılar kaçırıp beynini mi değiştirdi?''
''Amacın neydi kızım senin?''
Sabahın erken vakitleri, henüz ilk ders dahi başlamamışken arkadaşlarım apar topar yanıma gelmiş ve biranda beni soru yağmuruna tutmuştu. ''Ne oldu da okulun itiraf sayfasına düştün kızım sen? Kaşla göz arasında ne kaçırdık?''
Alara'nın sorusu, saate yeniden bakmama ve kaşlarımı çatmama neden oldu. ''Alara, senin servise daha yeni binmiş olman gerekmiyor muydu?''
''Ne servisi? Servise binsem gündemden geri kalırım diye abime bıraktırdım bugün. Sabahın köründe azar yedim kızım ben! Dökül bakalım.''
Gözlerimi devirmemek ve 'O itiraf sayfasının başına müdür yardımcısı düşsün' diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. ''İtiraf sayfasına ne diye düşmüşüm?'' dedim, biraz korkuyla. Dün Ege'ye bağırdığımı duyan pek fazla kimse yoktu, bu yüzden o anki korku seviyem yüzde onu geçmezdi ama eğer videoya çekilmişsem ve bu itiraf sayfalarında paylaşılmışsa, okulun tamamının olaydan haberi olduğu anlamına gelirdi. Korkum, yüzde yetmişleri geçmiş bir halde merakla arkadaşlarıma baktım. Selen, telefonunu çıkardığı gibi yüzüme tuttu. Zaten ekranda açık olan haberi gözüme sokmak istercesine salladı. ''Bak, bak! Bizden habersiz neler olup bitmiş!''
Mavi bir arka plan üzerinde yazan 'Kavga var!' yazısını es geçip, alttaki açıklamayı okudum.
''9-A sınıfından iki öğrenci kavga etti, patlıcan çok kızdı!
9. Sınıflardan olan Mercan ve yeni gelen öğrenci Egemen Eraslan çıkışta kavga çıkardı. Bağıra bağıra kavga eden ikiliyi müdür yardımcısı ayırdı; patlıcan Ege'ye çok sinirli. İlk haftadan Ege'nin aldığı cezaların katlanacağı kaçınılmaz. Kavganın detayları için storyleri takip edin.''
Video yoktu, ayrıntı yoktu, kavganın konusu hakkında bilgileri yoktu... Sayfayı takip edenleri merakta bırakmak için yapılmış basit bir haberdi. Hatta oldukça gereksiz bir bilgi paylaşımı olmuştu.
''Öncelikle kavga etmedik, buna kavga denmez.''
''Ona biz karar veririz canım, sen Ege'yle niye bağrıştın onu anlat bize.''
Selen'in meraklı tavırları beni telaşta bırakıyordu. Onlara gerçekleri anlatacak değildim ama ne söyleyeceğimi de planlayarak gelmemiştim. Pratik bir şekilde yalan söyleyebilecek becerilerim yoktu, yalan söylediğimi kolayca anlayabilecek zeki arkadaşlarımın karşısında oldukça amatör kalıyordum. Sırtımı dolabımın kapağına yasladım ve ellerimi göğsümde bağladım. Amacım sadece vakit kazanmaktı.
''Şey... Cezaya kaldığımızı biliyorsunuz.''
''Hı-hı...''
''Ege şey dedi... Ege, temizliği benimle yapmak istemediğini söyleyip çıktı gitti... Iııı... Bende arkasından o yüzden bağırdım. Dedim ki, 'Ege Bey, Ege Bey nereye? Temizliği birlikte yapmalıyız.' Dedim. Olay bu kadar yani...''
Söylediğim ya da söylemeye çalıştığım yalanla birlikte gözlerim yere düştü ve verecekleri tepkilerden kaçmak istercesine çantamı kurcalıyormuş gibi yaptım.
''Bu kadar mı?''
''Bu kadar.''
''Eee, ne abartmışlar o zaman bunlar ya! Bizde bir şey var sandık.''
Omuzlarımı silktim ve olayın sadece temizlikle alakalı olduğunu söyledim. ''İtiraf sayfasındaki çoğu şeyin uydurmaca olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Artık tamamen öyle olduğuna inanıyorum.''
''Bir dakika!'' diye atladı Cihan. ''O zaman neden patlıcan kavgaya girdi?''
''Ah!'' dedim, müdür yardımcısı detayını hatırlayıp. ''Ege'nin her gün müdür yardımcısına rapor vermesi gerekiyormuş. Cezaları sürekli katlandığı için her gün ne kadar temizlik yaptığını rapor etmesini istiyorlar. Haliyle Ege'de rapor götürmeyince ilk andan gelip kızdı. Olayın bizim tartışmamızla ilgisi yoktu.''
''Bu kadının gereksiz otorite kurma telaşı beni öldürüyor, yemin ederim. Ne gerek var kardeşim, bu gün masayı sildim yarın pencereyi sildim demeye? Hayır, öğrenip ne yapacaksın? Yıldızlı peki mi vereceksin? Masayı temizlemiş deyip gidip masaya bal mı dökeceksin, nedir yani?''
Otorite kurmak isteyen kişi aslında müdür yardımcısı değil, Ege'nin babasıydı ancak bunu kimse bilmiyordu. Rapor vermesini isteyerek Ege'yi sinir etmek ve her gün üzerindeki baskısını hatırlatmak için bu fikri babası vermişti. Bunu bilen tek kişi olarak, Ege'nin ne kadar rahatsız olduğunun da farkındaydım.
Selen'in müdür yardımcısına karşı söylenmeleri devam ederken biranda sarışın bir kafa aramıza dâhil oldu. Uzun boyuyla birlikte kendini hemen belli eden Ege, kolunu aniden Selen'in omzuna dolayıp boynunu sıkıştırdı. ''Ağzınla bin yaşa!'' diyerek kendinden bir hayli kısa olan Selen'i bir sağa bir sola çekiştirerek ona takıldı.
''Boynum koptu öküz! Yavaş biraz, burada seni savunuyoruz.''
Ege, Selen'i bırakıp Cihan ve Çetin'e selam verdi. Alara'ya da göz kırptıktan sonra, gözleri beni buldu. Sıranın bana gelip gelmeyeceğini merak eden yanım Ege'yle gözlerimizin kesişmesi ile şaşkınlığa uğradı. Okulda, birkaç kişinin duyabileceği şekilde ona bağırdığım için bana kızgın olacağını ve gördüğü yerde boğacağını falan düşünüyordum ama o sadece gülümsedi.
''N'aber, kavgakardeş?''
Kaşlarım havalandı ve dudaklarım hafif aralık öylece ona baktım. ''Anlaşılan sende görmüşsün, şuan ki gündem tamamen sizsiniz,'' dedi Cihan.
''Görmemem imkânsız, daha ilk andan milyon tane mesaj aldım. Herkes kavganın sebebini merak etmiş.'' Ege'nin canının sıkkın olacağını düşünüyordum ama şuan gayet normal görünüyordu, belki de keyifliydi.
''Sizde saçma sapan konulardan tartışıp da, çıkışta kavga görmeye meraklı insanları galeyana getirmeyin.''
Selen, dağılan saçlarını düzeltip birbirine girmiş kolyesinin düğümlerini açtı. ''Ayrıca Mercan'ın yaptığı her iş on numara olur, sen niye onunla temizlik yapmak istemiyorsun anlamadım. İki günde bitirir çıkar vallahi bu kız.''
Selen'in söylediği sözlerin ardından Ege ile gözlerimiz yeniden kesişti. ''Hee, Mercan olayı anlattı mı size?'' diye imalı imalı sordu, gözleri hafifçe kısılırken. Gözleri hala üzerimdeydi ve iyice yukarı toparlanan yanaklarına bakılırsa açıkça beni tehdit ediyordu.
Yutkundum ve ona bakarken başımı iki yana salladım. Bu, ağzını açmaması için onu tembihleme şeklimdi. Anladı mı? Muhtemelen.
''Anlattı işte; ceza yüzünden tartışmışsınız.''
''Sadece onu mu söyledi?''
Selen cevap vermek üzereyken ondan önce ben atladım. ''Ceza yüzünden tartıştık ya Ege,'' dedim, kelimelerin üstüne basa basa. ''Aa-aa, olur mu? Hepsini anlatsaydın ya,'' diyerek benimle inatlaştığı anda arkadaşlarımın gözleri büyüdü ve merakla ikimize baktı. ''Biliyordum ya işte! Kesin bir şey oldu. Ege, Allah aşkına anlat. Bak ben bunu öğrenemezsem kabız olurum!''
''Ege bu kız bizden saklıyor, söylemiyor. Ne olur sen anlat!''
Ege, ellerini yine ceplerine koyup boynunu hafifçe kütletti. Gözlerini üzerimden ayırmıyor, hatta dudaklarını ıslatarak resmen bana meydan okuyordu. ''Dün bayağı özgüvenli görünüyordun oysaki Mercan. Anlatmamana şaşırdım doğrusu...''
Selen'in gözleri kocaman oldu. ''Bayağı büyük bir şey olmuş demek kiiii,'' diyerek Ege'nin üzerine üzerine gitti. ''Anlat, anlat!''
''Anlatayım tabii,'' diye ağzını yaya yaya söylendi Ege'de.
''Şeyi kast ediyor!'' diye atladım, defalarca. ''Bende aslında onunla çalışmak istemiyorum da, onu söylemeye çalışıyor. O bana dedi ya, 'Ben seninle çalışmam,' diye; bende ona dedim 'asıl ben senle çalışmak istemiyorum,' diye. Onu kast ediyor yani.''
''Onu mu kast ettin?'' diye ısrarda bulundu kızlar. ''Yani özgüvenli özgüvenli söylediği şey bu muydu?''
Ege, önce dudaklarını büktü ve konu hakkında hiçbir bilgisi yokmuş gibi suratıma baktı. Alnımdan boncuk boncuk ter dökülecek kadar stresli bir halde dudaklarından dökülecek sözleri beklerken, o benim yerimde rahatsızca kıpırdanıp durmamdan bir hayli zevk alır bir şekilde sırıtıyordu.
''Yani, kısmen...'' dedi. ''Kısmen öyle oldu.''
''Kısmi olmayan kısmı ne?''
Arkadaşlarımın Ege'nin dengesiz cevaplarının üstüne ısrarla soru sormaları, stresten düşüp bayılmama neden olacaktı. Selen cevap vermesi için Ege'nin ceketinden çekiştirip dururken, Ege tek kaşını kaldırmış 'Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi?' der gibi bana bakıyordu. Kaşlarımı hızlı hızlı yukarı kaldırdım, dudaklarımı kemirdim. Geçmişimizden bahsetmesi, içimdeki dışlanmaya dair korkularımı açığa çıkarır ve beni gruptan atmaya hazır arkadaşlarımın harekete geçmesine neden olurdu ve bu en son istediğim şeylerden birisiydi.
''Dinliyoruz Egee...''
Ortamda benim açımdan oldukça gergin ve sıcak bir hava vardı. Arkadaşlarımın heyecanını gözümün ucuyla takip ediyor, Ege'yi ise dikkatle süzüyordum. Ege'nin dudakları hareketlendi ve ayaklarım o anda gücünü kaybetti. Düşmemek için dolabımın açık kapağına asıldım.
Kesinlikle anlatacaktı...
Dünden sonra kesinlikle anlatacaktı...
Egemen'lik yapacaktı...
''Sizi ilgilendirdiğini düşündüğüm anda anlatırım,'' dediğinde bende dâhil arkadaşlarımın ağzı açık kaldı.
''Ne?'' dedi Selen, şaşkınlıkla. ''Burada meraktan ölüyoruz ve sen sizi ilgilendirmez mi diyorsun?''
Ege, yüzündeki gülümsemeyi sildi ve oldukça ciddi bir ifade ile Selen'e baktı.
''Evet, açıkça sana ne diyorum. Sana ne, size ne?''
Yutkundum ve arkadaşlarımın yüzündeki o hoşnutsuz ifadeyi izledim. Şaşırmış, hemen ardından da sinirlenmişlerdi.
''Aman be, bir şey sormaya gelmiyor,'' diyerek Ege'ye kötü kötü bakmaya başladılar.
Açıkça, Ege'nin olanları anlatmaması beni oldukça şaşırtmıştı; Egemenlik yapmaması tuhaftı.
''Yürü Mercan, aşağı inmemiz gerek,'' diyerek yüzündeki o ciddi ifade ile hareketlenmemi işaret etti. Başı ile yaptığı o küçük işaretin ardından kızlar bana döndü. Kızların asık suratı ile bana baktıklarını görünce zoraki yutkundum, sinirli oldukları bir diğer kişi de bendim ama sinirlerini kazanmayı hak ettiğimi düşünmüyordum.
''Hadi!'' deyip tekrar başını salladı Ege. ''Tamam,'' diye mırıldanıp usulca yanından geçtim. O da hemen arkamdan yürümeye başladı. Sessiz bir şekilde merdivenlere yöneldim ve bodrum kata indim.
Laboratuvara girene dek arkamda olduğunu dahi hissedemeyeceğim kadar sessiz bir şekilde beni takip ettikten sonra, laboratuvara girer girmez omzuma çarptığı gibi beni duvara yapıştırdı. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı ve gözlerimi kırpıştırıp ona baktım.
''Ne- Ne yapıyorsun?''
Ege, tek elini başımın hemen yanına, duvara yaslayıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Duvara itilmek bir yana, ani yakınlığından dolayıp donup kaldım. Şakağıma değen teninin sıcaklığının hemen ardından nefesinden yayılan sıcaklıkla başımı duvara vuracak kadar ani bir hızla geri çektim. Sırtını kamburlaştırdı, biraz sonra gözleri gözlerimin hemen önündeyken mırıldandı.
''Bir daha herkesin içinde bana saçma sapan laflar edip, adımı çıkartırsan; hiçbir zaman anlamadığımı söylediğin o devasa boyuttaki tehditlerimin hepsini bir bir uygulayıp seni gerçek anlamda dibe çekerim. Şaşar kalırsın. Anladın mı?''
Nefesinin sıcaklığı yanaklarıma dağılabilecek kadar yakınımdayken cevap verebilmek gerçek anlamda zordu ama dilim tutulup kalmasının asıl sebebi, dün yaptıklarımın hoşuna gitmediğini en acı şekilde göstermiş olmasıydı. Dünkü söylediğim sözler onu yalnızca olumsuz etkilenmişti, bana çokça sinirlenmişti. Söylediğim hiçbir sözün onda hala daha bir etkisinin olmadığını anlamıştım, üstüne üstlük tehditlerinin listesine bir yenisinin eklenmesine neden olmuştum.
''Anladığını umuyorum, aksi takdirde olaylar senin aleyhine sonuçlanacak,'' dedi biraz sonra, cevap veremediğimi fark edince.
Yutkunup başımı hızlı hızlı salladım. Tepki vermemden memnun bir halde gözlerimin içine bakıp, sonra yapmacık bir gülümseme ile üzerimdeki baskısını terk etti. ''Güzel,'' diye de mırıldandı ve arkasını dönüp benden tamamen uzaklaştı.
''B*k gibi kokuyor burası...''
Ege, sınıfın duvarlarını tarayıp soldaki duvarın en tepesinde kalan küçük pencereye doğru adımladı. ''Bu nasıl pencere?'' diye söylenerek masaların üstüne çıktı ve bir karışı bile geçmeyen ince-uzun pencereleri açıp içeriye temiz hava girmesini sağladı. ''Biz gelene kadar neredeydiler a**na koyduklarım.''
Donuk halimden kurtulmak için silkelendim ve ettiği küfürlere kulak tıkadım. Ağzının küfre alışmış olması oldukça kötüydü ama zaten bu onun tek kötü alışkanlığı değildi. O, kendi kendine söylenerek masadan indi ve tahtaya doğru ilerledi.
Dünkünün aksine, gerçekten temizliğe girişmek gibi bir planı olduğunu düşünerek hademelerin bıraktığı temizlik malzemelerinin olduğu köşeye gittim. Önce elime kırmızı renkli eldivenleri giydim, sonra da ilk olarak çöpleri toplamanın daha iyi olacağını düşünerek büyük bir çöp poşeti aldım.
''Ben şunlardan başlayacağım, istersen birlikte-'' diye başladığım cümlem, Ege'nin duvardaki koca tahtayı sökmeye çalıştığını görmemle yarım kaldı. Elinde bir tornavida vardı ve tahtanın iki koca çivisini şimdiden sökmüştü bile.
''Ne yapıyorsun sen?''
Önce güç uyguladığından dolayı dudaklarından soluk soluğa bir inleme döküldü, sonra da öylesine mırıldandı. ''Karantinama eğlence katmaya çalışıyorum.''
Üçüncü çiviyi de güçlükle söktükten sonra tahta kendiliğinden ani bir şekilde eğim kazandı ve tek köşesi havada kalacak şekilde gürültüyle yere çarptı.
''Ohh,'' diye soluklandı Ege. ''Sonunda!''
Tahtayı sökmesinin ona ne gibi bir eğlence katacağını da hemen ardından anladım. Tahta, aslında kenarı doğru katlanabilen ve arkasında gizli bölme olan bir mekanizmaya sahipti ancak bozulmuş olmalıydı ki, Ege onu sökerek ardında saklı olan şeyi açığa çıkarmıştı.
Tahtanın arkasında şimdi tamamı görülebilen büyük bir televizyon vardı. Ege, cebinden çıkarttığı uzatma kabloları ve masaların altına sıkışmış diğer kablolar ile uğraşmaya başladığında, televizyonu çalıştırmak için dünden plan yaptığını da anlamış oldum.
''Şey, ben çöpleri toparlayacağım da... Umarım onunla işin bitince sende yardım edersin,'' dedim, vereceği cevaptan korkar bir halde. Ne yazık ki, Ege'nin temizlikle gram ilgisi yoktu. ''Hı-hı, ederim,'' gibisinden mırıldanıp yere çömeldi ve elektronik aletlerden anlayan bir mühendis edasıyla işini ince elemeye başladı.
Başımı iki yana salladım ve her nasılsa bana yardım etmek zorunda kalacağına inanarak büyük çöpleri toplamaya başladım. Kırılan camları süpürmek için eledim ve etraftaki her türlü kâğıt, plastik, tahta, tekerlek ve kırık diğer parçaları toparlamaya başladım. Her ne kadar işime odaklanmaya çalışsam da, elim işte gözüm Ege'deydi. Televizyona ait olan kabloların yırtılmış yerlerini yeniden sarıp, siyah bantlar ile bantlarken; yanında getirdiği diğer uzatma kablolarını da bilgisayara uzanan eklentiler için kullandı. Ben, sehpaların üstü de dâhil her yerdeki fazla çöpleri toplayana dek, o da televizyonu ve bilgisayarı çalışır hale getirmişti.
''Ev-vet!'' diyerek ellerini çarptı ve ayaklandı. ''Sanırım oldu!''
Elimdeki iki koca çöp poşetini sınıfın dışına çıkardım ve bu defa elime süpürgeyi aldım. Cam kırıklarını dikkatli bir şekilde toparlayıp onları da farklı bir poşete doldurmaya başladım.
''Bu ne ya? Bu nasıl bir görüntüdür!'' diyerek isyan etmeye başlayan Ege'nin işleri pek yolunda gitmiyor gibi görünüyordu. Başını kaldırıp sinirle bana bakınca, onu izlerken yakalanmış olmanın telaşıyla hızlıca işime döndüm.
''Senin uğursuzluğundan oluyordur eminim,'' diye söylendiğinde, lafın bana geliyor oluşunun şaşkınlığı ile kaşlarım çatıldı ama dönüp ona bakmadım.
''Neyse, belki düzelir. Bir görüntü açayım da deneyeyim,'' diye kendi kendine konuştu. Devamında başka şeyler de söyledi ancak duyamadım. Birkaç dakika sonra sınıfta bağıra bağıra bir kadın konuşmaya başladı.
Hem aniden gelen sesin yüksekliği ile hem de müdür yardımcısının gelmiş olma ihtimali ile elimdekileri bıraktığım gibi çığlık attım. Ege'de küfür edip masadaki şeyleri yere düşürünce gerçekten basıldığımızı ve cezamızın katlanacağını düşündüm ancak sonra sınıfta üçüncü bir kişi olmadığını fark ettim.
''Ne bağırıyorsun kızım? Telaş yaptırdın!'' diyerek böğüren Ege'nin düşürdüğü hoparlörü yerden kaldırıp açtığı görüntünün sesini kısmasıyla kulaklarımdaki basınç kayboldu ve rahatladım.
''Ne diye bağırttırıyorsun o zaman!'' diye kızdım bende karşılığında.
''Adamlar sınıfın ağzına s*çmakla kalmamış, bilgisayarı da çökertmiş. Ben ne yapayım!'' diye söylendi. Karşılıklı itişmeye başlamamız yine anlık olarak çocukluğumuza dönmeme neden oldu.
Ege, açtığı görüntünün kalitesini incelerken, bende bir süre yine onu incelemeye daldım. Bugün, dünkünün aksine uzun, ince bir hırka giymişti. Ellerini sık sık ceplerine sokup durmuş olmalı ki, hırkanın ön kısmı sünmüştü. Sade, koyu renk bir hırkaydı ve ayakkabılarını da değiştirip koyu renk botlar giymişti.
Havalar soğumaya başlamıştı ve dolayısıyla da herkes giyimine çeki düzen vermeye başlamıştı.
Sabah özenle tarandığı saçları şimdi savurup durduğundan dağılmıştı. Şuan ki işi ile o kadar meşguldü ki, eğilince saçlarının bir kısmı aşağı doğru toparlanmış ve sol şakağındaki yarası görünür hale gelmişti. Büyük ihtimal farkında değildi ya da benim görmemden rahatsız değildi. İkinci şık, düşününce daha mantıklı gelmeye başladı; zaten yarasının olduğunu bildiğimden görmemden rahatsızlık duymuyor olmalıydı ya da... Özellikle gözüme sokmak istiyor da olabilirdi.
''Oldu herhalde,'' diye söylendiğinde gözlerimi kırpıştırıp kendime geldim.
''Bir işe yara da oradan görülüyor mu söyle,'' dedi. ''Ne?'' dedim, alık alık.
''Oradan izleyeceğim, oradan nasıl göründüğünü söylemelisin. Görüntü oradan net mi daha da büyüteyim mi? Ya da ışık vuruyor mu, canlılık ekleyeyim mi?''
Bakışlarım televizyona kayarken istemsizce burun kıvırdım. Ben burada tek başıma temizlik yaparken o oturup televizyonda bir şeyler izleyecekti. İkimizin aldığı cezayı tek başıma halletmeye çalışmak sinir bozucuydu, ben kan ter içindeyken o keyif yapacaktı. Üstüne üstlük müdür yardımcısına da rapor verirken benim yaptığım işleri kendisi yapmış gibi anlatırsa hiç şaşırmazdım.
Anlık olarak gün boyu yaşanacaklar gözümün önünden geçince iyice suratım düştü.
''Kötü mü görünüyor?'' diye sordu haliyle de Ege.
''Bakıyorum, bir dakika!'' deyip ciddi anlamda televizyona baktım. Televizyonda son dakika haberleri dönüyordu ve bu, muhtemelen Ege'nin karşısına çıkan ilk şey olduğu için açılmıştı. Az önce kulaklarımı sağır eden kadın akıcı bir şekilde haberleri sunuyordu. Esmer kadının yüzünde dehşete düşmüş bir ifade vardı ve ekranda koca koca harflerle ''SON DAKİKA: Cinayet mi, ihmal mi?'' yazıyordu.
''Sesi duyulmuyor bu sefer...'' dediğimde sesini biraz daha açtı ve bende haberleri izlemeye başladım.
''Erken vakitlerde işe gitmeden önce eve uğrayan Leyla K. eşini evinin bodrum katında ölü buldu. Eşi Ahmet K.'nın ölü bedenini bulan ve gördüğü dehşet verici manzara ile fenalaşan Leyla K'nın yardımına komşuları yetişti. Yine komşularının ihbarı ile eve gelen polis memurları da adeta şaşkınlığa uğradı çünkü Ahmet K.'nın gizemli ölümünden geriye fazla bir şey kalmamıştı. Aldığımız ilk haberlere göre Ahmet K'nin bedeni, bodrumda konaklayan ve ender bulunan bir çeşit böcek tarafından parçalanmış durumda.''
Ağlayan, kısa saçlı bir kadının görüntülerinin ardından ekran değişti ve haber spikeri konuşmaya devam ederken ekranda, kırmızı ve sarı şeritler ile çevrelenmiş loş bir bodrum belirdi. Etrafta pek çok polis ve sağlık ekibi vardı. Herkeste solunum maskesi vardı, çoğunun gözü tek bir noktaya, yerde yatan cesede çevrilmişti. Kamera cesede doğru kaydığında ekran bulanıklaştı. Sağ tarafta ise cesedin kime ait olduğunu belirtmek için Ahmet K.'nın sağlıklı bir resmini koymuşlardı. Esmer teni ve yüzündeki yamuk gülüşle gözlerimin içine bakan adama ve yerdeki kanlı, bulanık cesede bakakaldım.
''Eşi Leyla K.'nın da verdiği ifadelere göre; birkaç gün önce bodrumdaki böceklerden rahatsız olarak kovucu spreyler kullanmışlar ve böcekleri kendi yöntemleri ile def etmeye çalışmışlardı ancak spreylerin insan sağlığını riske sokacak kadar kuvvetli solunum kesici etkisi olduğunu bilmiyorlardı.
Ekipler de, üzerinden birkaç gün geçmesinin etkisiyle bodruma inebileceğini düşünen Ahmet K.'nın da bu spreyden etkilenip soluksuz kaldığını ve hayatını kaybettiğini düşünüyor. Yani ilk tahminler Ahmet K.'nın solunum yetmezliği ile ölmüş olabileceği, daha sonra da cesedinin parçalandığı...
Görüntülerin tamamını ekrana getiremiyoruz ancak Ahmet K.'nın ölümüne neden olan spreyler böcekleri hızlı bir şekilde öldürmekte yeterli olmamış ki, sadece bir günde cesedi paramparça hale gelene dek istila etmişler.
İlk tahminlerin yanı sıra Ahmet K.'nın ölümünün spreylerden mi yoksa vahşi böceklerin saldırısından mı hayatını kaybettiği merak konusu.
Ekipler, Leyla K.'nın ifadeleri ve sağlık ekiplerinin görüşleri doğrultusunda evin bodrum katını incelemeye aldı. Tehlikeli olabileceği söylenen böceklerin araştırılması ve kullanılan spreylerin satışı ile ilgili araştırmaların soruşturmaya ekleneceği bildirildi. Olay yeri inceleme ekiplerinin çalışmasının ardından Ahmet K.'nın cenazesi kesin ölüm nedeninin belirlenmesi için Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Soruşturma sürüyor.''
Ekrandaki görüntüler silinip yerine yeniden spiker geldi ve hastane hakkında bilgi verdikten sonra haber bitti.
Haberle birlikte düşüncelerimi sabit tutmaya çalışan iplerde aynı anda koptu. Zihnim, bir karmaşa denizine süratle düşerken ne yapacağımı bilemez bir halde öylece ekrandaki adamın resmine baktım.
Esmer ten, yamuk bir gülüş, küçücük gözler ve hatta çenesindeki küçük ben...
Tanıdık...
Daha önce gördüğüme emin olduğum bir çehre...
Daha önce gördüğüme emin olduğum bir mekân...
Tanıdık bir yüz, tanıdık bir nesne, tanıdık bir başlık...
Cinayet...
Aldığımız ilk haberlere göre Ahmet K'nin bedenini, bodrumda konaklayan ve ender bulunan bir çeşit böcek tarafından parçalanmış durumda.
Görüntülerin tamamını ekrana getiremiyoruz ancak böcekler sadece bir günde cesedi paramparça hale gelene dek istila etmişler.
İlk tahminlerin yanı sıra Ahmet K.'nın ölümünün vahşi böceklerin saldırısından mı hayatını kaybettiği merak konusu.
Ayrıntılarını hatırlayamadığım kâbusumdan görüntülerin gözlerim önüne bir bir serilmesi de, haberde söylenen sözlerin defalarca zihnimde yankılanmasıyla gerçekleşti.
Aynı yüz, aynı bodrum, aynı hikâye...
Böcekler yüzünden bodrumunda ölen bir adam...
Böceklerle öldürülmüş bir adam...
Ölümünün cinayet mi yoksa ihmal mi olduğu bilinmeyen ama benim bir şekilde cinayet olduğunu haykırabileceğim bir tesadüf...
Ekranda, tam karşımda gözlerimin içine bakan adamın gizemli ölümünü henüz iki gün önce rüyamda görmüş olmam sadece tesadüf olmalıydı. Etkilendiğim bir görüntünün zihnimde evrilip çevrilmiş halini kabus olarak yaşamış, sıradan bir cinayeti rüyalarımda görmüştüm ve hayır, Ahmet K.'nın ölümünün benim rüyalarımla bir ilgisi olamazdı.
Bu sadece tesadüftü; adamın ölümünü bir gün önceden rüyalarımda görmüş olamazdım. Onun ölümünü, ölmeden önce zihnimde canlandırmış olamazdım. Onun öleceğini bilemezdim ve bu sıra dışı ölümün ayrıntılarının benim zihnime bağlı olması imkânsız sayılırdı.
Hayır...
Hayır...
Korkunç bir cinayete şahit olmuş olamazdım.
Bu kesinlikle mümkün değildi.
Nasıl olurdu da tamamen korkunç ve sıra dışı bir ölümü öylece rüyamda görebilirdim? Üstelik bunu yaşanmadan önce nasıl hissedebilirdim?
Hayır...
Hayır...
Yanılıyordum...
Bu sadece bir tesadüftü.
''Aloooo?'' diye bağıran Ege'nin sesi ile irkildim. Gözlerim hızla üzerine kaydı ve kırpıştırdığım gözlerimden birkaç damla gözyaşı usulca yanağımdan kaydı.
''Sana diyorum kızım, duymuyor musun?'' diyerek başını salladı Ege.
Başımı salladım ve gerçekliğe, tesadüflerin ötesinde bir dünyaya gelmeye çalıştım ancak ekrandan bana bakan adamı gördükçe gözlerim yanmaya başlıyordu.
Gözyaşlarım benden bağımsız bir şekilde yanağımdan dökülmeye başlayınca sinirle yanaklarımı sildim ve inanamaz bir şekilde ıslanmış ellerime baktım.
''Ne oldu? Niye ağlıyorsun?''
Ege, meraklı bir şekilde yanıma doğru adımlarken ben ağlaya ağlaya söyleniyordum çünkü niye ağladığımı bilmiyordum.
Korkmuş muydum? Şaşırmış mıydım? Gördüğüm haberin beni bu kadar korkutması olası mıydı?
Ağlamam şiddetlendikçe kendime olan öfkemde katlandı ve yanaklarıma vura vura kurulamaya başladım.
''Tövbe tövbe,'' diye sayıklanarak yanıma gelen Ege önümde durup neler olduğunu sordu.
''Mercan iyi misin? Ne oldu kızım söylesene!''
Konuşmak için önce cevabımı düşünüp kendime neler olduğunu anlamam gerekiyordu ancak dalgalı denizlerle kaybolmuş zihnim mantığımın uzattığı kayışları tutmak yerine sürüklenmeyi tercih etti. Gözlerim her devasında Ege'yi es geçip ardındaki yüze takıldı.
Ağlıyordum, yanaklarıma vura vura gözyaşlarımı siliyordum ve canımın yangısı hıçkırıklarımı tetikliyordu. Omuzlarım sarsılmaya başladı, bedenim her saniye üzerine yük atılmış gibi ağırlaşmaya başladı. Gözlerimin ardında biriken görüntüler gözyaşlarımla akıp uzaklaşmaya çalıştı.
''Mercan!'' diyerek kızdı bana Ege. Onun neden kızdığını bile bilmiyordum. Öfkeli sesi yükseldi, birkaç defa daha bana seslendi ama aklım böceklerdeydi.
Küçük siyah böcekler...
Onlarca siyah eklem...
Boğazından akan o karartı...
Kanlı bir yumak...
Birer katil...
''Mercan!'' diye bağırıp biranda bileklerimden tutup çekti Ege. Gücüne karşı koyamadım ve afallayarak ona doğru sendeledim. Ellerimin yanaklarıma yaptığım şiddet yüzünden yanaklarım sızlayınca kendime vurduğumu ve Ege'nin bunu durdurduğunu ancak fark edebiliyordum.
''Manyak mısın kızım? Dursana!'' diye öfkeyle soluklandı. ''Sana diyorum, ne oldu? Deli deli davranma!''
Titreyen bedenim ve kesilmek üzereymiş gibi hissettiğim nefesimle birlikte, karşısında oldukça aciz göründüğümü düşünerek, başımı kaldırıp gözlerine baktım. Mavi gözlerim saçlarıyla gölgelenmiş gözlerine değince kaşlarım iyice çatıldı ve istemsizce ağlamam şiddetlendi.
''Ulan!'' diye söylendiğini duydum. Bileklerim güçlü elleri arasında hapsolmuşken başımı eğdim ve alnımı kendi ellerime, dolayısıyla da onun parmaklarının üstüne yasladım. Birkaç saniye soluklandım ancak hemen ardından başım geriye doğru itildi.
''Allah aşkına sümüğün falan akar, hiç yaklaşma,'' deyip ellerini üzerimden çekti Ege.
''B-b-bu...'' diyerek titrek bir nefes aldım. ''Bu haber ne zaman çıkmış?''
Bir cinayeti gerçekleşmeden önce görmem imkânsızdı. Bir ihtimal, haberi daha önce görerek etkilendiğime ve rüyama bu şekilde girdiğine inanmak istiyordum. Hayali bir diyarda yaşamadığıma inanmak ve beynimde oradan oraya kaçan düşünceler arasında kaybolmamak istiyordum. Haberi geçtiğimiz günlerde tesadüfen görmüş olmalı ve rüyama girmesine neden olmuş olmalıydım.
Ege, önce ağırca arkasına döndü ve ekranda donmuş olan habere baktı. ''Haaa?'' diye sayıkladıktan sonra yeniden bana döndü. ''Haberden mi etkilendin? Allah'ım, saf mısın? Adam böcek kovucudan zehirlenmiş ölmüş. Neyinden etkilendin de ağlıyorsun? Yeminle bir şey oldu sandım,'' deyip ellerini ceplerine sıkıştırdı.
Başımı iki yana salladım ve yeniledim. ''Bu ha-haber ne za-zaman çıkmış?''
Ege omuzlarını silkti. ''1 saat önce düşmüş, yeni yani.''
Beynimdeki düşüncelerin şiddetle çarpışması ve zihnimin kendi kurmacalarına yenilip kapanması birkaç saniye içinde gerçekleşti. Başım, taşıyamayacağım kadar şiddetle ağırlaşıp bedenimdeki gücü yitirirken gözlerimin önü karardı ve ben neler olduğunu anlayamadan bilincim kapandı.
Egemen ve Mercan arasındaki olay sizce dışarıya taşacak mı? Egemen'in tehditleri nerede patlak verecek?
Siz Egemen'in/Mercan'ın yerinde olsaydınız karşı tarafa ne yapardınız?
Mercan kabusunda gördüğü ölüm haberinin gerçek olduğunu anladı. Sizce bundan sonra ne olacak?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top