17. Bölüm | Çağrı (+18)




''Şıp, şıp, şıp...''
Ritmik bir şekilde düşüp, geniş alanda yankı yapan su sesi...
Kirpikleri titreşerek kıvrılmaya çalışırken burnunun direğini sızlatan rutubet kokusu...
Kokusunu alamadığı ancak ne olduğunu boğazında bırakan acı tattan anladığı kovucu spreyin tahriş edici etkileri...
Sırtından bileklerine dek yayılmış ve dudaklarından acı dolu inlemelerin dökülmesini sağlayan o küçük sızılar...
Tüylerini diken diken eden bir esinti...
''Tak, tak, tak...''
Davetsiz bir misafirin derin rüyalardan sıyrılmasını sağlayan sert vuruşları...
Metalin metale çarptığı her an etrafa yayılan tok ses, genç adamın gözlerini kırpıştırarak aralamasına neden oldu. Göz kapakları sanki üzerine ağır gülleler oturtulmuş gibi sancıyordu. Başındaki ağrı, birkaç ay önce bıraktığı alkolün üzerindeki etkilerini hatırlatırcasına şiddetliydi.


''Bu da ne böyle?'' diye kendi kendine mırıldandı. Pürüzlü sesi dudaklarından firar eder etmez diğer sesler aniden durdu. Birkaç saniyeliğine derin bir sessizlik oluştu ve hemen ardından ürpertici bir tını baş gösterdi.

''Bu, tam olarak bir zebaninin zehrini haykırışı...''
Genç adam, duyduğu yabancı ses ile aniden başını kaldırdı ve soluna dönüp, loş ışıkta belli belirsiz gördüğü silueti izledi.
''Neler olu- Sende kimsin?'' diye atıldı biranda. Kıvrılmış bir halde kalmış bacaklarının açılması ve bodrumuna izinsiz girmiş kişinin kim olduğunu öğrenmek için ayaklanmaya çalıştı ancak bedeninin her bir noktasında hissettiği baskı ile yerinden bir milim kıpırdayamadı.

''S*keyim, bu ne be?'' diye haykırdı ve mahmur gözleri ile hızlıca üzerini süzdü. Eski bir sandalyeye oturtulmuş bedeninin omzundan, belinden, ayaklarından ve el bileklerin kuvvetli bir şekilde bağlanılmış olduğunu gördü. Hareket etmeye çalıştıkça, plastik ördek misali tuhaf bir ses çıkaran bandajların canını yakmayacak ancak hareket etmeyecek kadar sıkı bağlanılmasından dolayı, çabaları boşa çıktı ve gölgeler arasındaki siluet keyifle kendisine doğru adımladı.

''Yüzlerde oluşan bu şaşkın ifadeye bayılıyorum. İnsanların ne kadar aptal olduğunu bir kez daha hatırlamama neden oluyor.''

Genç adam, ağrıyan başına rağmen neler olduğunu hatırlamaya çalıştı.
İşten eve dönmüştü, eşinin geç geleceğine dair bir not bıraktığını hatırlıyordu. Yemek yiyip, televizyonda birkaç saatini harcadıktan sonra yatak odasına geçmişti ama sonrasında, uykunun derin kollarına sarınmadan önce odada yabancı birisini görmüştü.
Adam, bağlı olduğu yerden hızla başını kaldırıp kendine yaklaşan kişiye baktı. Sesinin kalınlığına ve bedeninin heybetine bakılırsa iri yarı bir adamın göz hapsindeydi ve şuanda neden böyle bir durumda olduğuna açıklama bulamıyordu. Uykuya dalmadan önce gördüğü kişi, şimdi karşısında olmalıydı.

''Kimsin sen?'' dedi telaşla.
''Söyledim ya,'' diyerek daha da yaklaştı meçhul kimse. Gölgelerden tamamen sıyrılıp yüzünü açığa çıkardıktan hemen sonra atik bir şekilde yaklaşıp bağlı adamın üzerine eğildi. Yüzündeki ürpertici gülümseme genç adamın korkudan titremesine neden oldu. ''Bir zebaniyim...''

Dikeldi ve uzun boyu ile bağlı adamın çevresinde dolanmaya başladı. ''Ne yapıyorsun sen? Neden bağladın lan beni!'' diye hiddetlendi adam.
''Şşştt, sessiz ol. Ne kadar erken uyanırlarsa, işin o kadar çabuk biter,'' diyen zebaninin sesindeki alay, bağlı adamın soğuk terler dökmesine neden oluyordu. Çaresizce hareket etmeye çalıştı ancak başarılı olamadı.
''Ne uyandırması? Neyden bahsediyorsun sen? Neden bağladın beni, evimde ne işin var!''


''Şimdiden uyanmaya başladılar işte, işin eğlencesini kaçırıyorsun.''
Adam, kaşlarını çatmış bir halde zebaninin elinde salladığı küçük kavanoza baktı. ''Evimde ne işin var be adam? Ne diye beni bağladın?'' diye sordu ısrarla, kavanozdaki karartıların ne olduğunu görmeye çalışırken.

''Ne b*ktan bahsediyorsun lan sen? Hırsız mısın, para mı istiyorsun? Nesin lan sen psikopat mısın? Çöz çabuk beni!''

Zebani, yüzündeki keyifli gülümsemesinin ağır ağır solmasıyla birlikte elindeki kavanozu ağırca yere bıraktı. İçindeki karartılara zarar vermek istemezmişçesine takındığı narin tavırları, kavanoz sorunsuz bir şekilde yere konar konmaz aniden yön değiştirdi ve öfkeli bir şekilde adamın üzerine atladı. Genç adamın bağlı bedeni, sandalyeyle birlikte birkaç santim geriye eğildi. Yüzü öfkeden kırış kırış olan adam, genizden gelen sesi ile konuştu.
''Biliyor musun? Tıpkı diğerleri gibi koştun. Tıpkı bir önceki kurbanım gibi; tıpkı birkaç gün önceki o kibirli adam gibi; tıpkı aylar önceki o asabi genç kız gibi... Hatta tıpkı birkaç yıl önceki o kendini bir b*k sanan annem gibi konuştun. Ne oldu biliyor musun? Başta ne kadar aciz bir durumda olduklarını göremediler ve kibirle söylendiler ama sonra... Ölmeden önce hepsinin gözlerinden aynı ifade geçti. Psikopatça bir korku, hayata duyulan o gereksiz tutunma çabası, can çırpınırken söylenen o yalancı sözler...''
Zebaninin kalın ve hırıltılı sesi değişti. '
'Özür dilerim, özür dilerim... Ne istersen yaparım, lütfen bana zarar verme!'' ince sesi ile yaptığı taklidin hemen ardından uzanıp genç adamın çenesini kavradı. Eldivenli ellerinin baskısı, adamın çenesinde hasar oluşturacak kadar sıkılmadan önce gülümsedi. Yüzündeki yamuk gülüş, çehresindeki yaraları kıvrandırttı.

''Dilini mi yuttun genç adam?'' dedi başta. ''Birazdan sende özür dilemeye başladığında, ne b*ktan bahsettiğimi çoktan anlamış olacaksın.''
Tok sesi genç adamın kulaklarına baskı yapıyordu. Adrenalinle çarpan damarları her bir noktasında kendini belli edecek kadar kuvvetlenmişti. Bileklerinde, şakaklarında ve boyun çizgisinde kanının damarlarına yaptığı basıncı duyabiliyordu. Döktüğü soğuk terler, uzun saçlarının arasından sızıp anlına, oradan da çenesine, adamın eldivenli ellerine doğru bir yol çizdi.

Zebaninin bakışları da hemen o küçük ter damlalarına kaydı. ''İşimi bu kadar kusursuz yapmamın sebebi de bu,'' dedi. Elini adamın çenesinden çeker çekmez arkasını döndü ve korku dolu adamın göremeyeceği hamleler yaparak konuşmaya devam etti.
''Ne yapıp ne söyleyeceğinizi önceden bilebiliyorum. Aptal insanların yaşadığı duyguları en ücra noktalarına dek görebiliyorum. Düşündüğünüz her şey zihnimde yankılanıyor, gözlerinizden geçen her bir düşünceyi tekrar tekrar okuyorum. Kurbanlarımın zihnini ele geçiyorum, bu yüzden onları en derin korkuları ile ölüme sürüklüyorum.''

Eğildi, yere bıraktığı kavanozu havaya kaldırdı. Arkasını dönmeden, kavanozu ışığın çarptığı bir noktada salladı. ''Görüyor musun, hepsi uyanmış. Birazdan acıktıklarını belli etmek için ötmeye başlayacaklar. Tıpkı cırcır böcekleri gibi, ne kadar sevimli olduklarına inanamazsın,'' dedi.

Genç adam, kararan görüşü ve mantığını kaybetmiş zihni ile öylece kavanoza baktı. Işığın vurduğu noktada, hareketlenmiş karartıların onun en büyük korkularının birer yansıması olduğunu görmesiyle korku dolu bir çığlık attı.
''Amacın ne senin! Bırak gideyim Allah aşkına!'' diye sayıkladı, umutsuzca. ''Vallahi bir kusurum olduysa affet, bilerek isteyerek yapmamışımdır. Kimseye bir şey söylemem, şikâyetçi olmam-'' genç adamın sözü yarıda kesildi çünkü zebani kendisi ile aynı anda konuşmaya, hatta cümlesinin devamını kendi getirmeye başladı.
''Kimseye bir şey söylemem, şikâyetçi olmam. Ne olur beni bırak, ne olur bana zarar verme... Evet, yine her defasında söylenen o gereksiz cümleler... Sözlerinizde gerçekçi olmadığınızı görebiliyorum, ağzından çıkan her bir cümlenin amacını biliyorum. Düşüncelerinizi kendi düşüncemmiş gibi okuyabildiğimi söylerken, uydurduğumu falan mı düşündün?"


Zebaninin sözlerinin hemen ardından genç adam aniden donakaldı. Soluk soluğa kaldığı bedeniyle kramplar girmiş ayağını hiçbir şey olmamış gibi eski yerine koydu ve acısını içine gömdü.


Zebani, ağırca arkasına dönüp gülümsedi. Elindeki kavanoza hafifçe vurdu ve içindeki karartıların ötmesine neden oldu. ''Ben sizin gibi sahte sözlerle yaşamam genç adam, ben oldukça gerçekçiyim.''

 ''...Ve gereksiz uğraşlara girmen yerine tüm ilginin bu kavanozda olmasını yeğlerdim. Ölüm nedenini öğrenmek istemiyor musun yoksa?''
Genç adam yine istemsizce kavanoza baktı. Duyduğu tuhaf seslerin yanı sıra, gördüğü hareketlilik ilk andan midesini bulandırdı. Kavanozun içinde, neredeyse yüzlercesi olan küçük, simsiyah böcekler vardı. Hamam böceğine benzeyen siyah böceklerin kısacık ancak sekizden fazla bacağı vardı. Küçük yaratıklar, telaşlı hareketlerle cam kavanozun kapağına doğru tırmanmaya çalışıyor ve birbiri üstüne binerek karanlık bir döngüye giriyorlardı. Minik ayaklarının kendi içlerindeki hareketi, tehlikeli bir yumak halinde dolanıp durmaları böcek korkusu olan genç adam için sancılı birkaç saniyeyi içeriyordu.

''Lütfen bunu yapma,'' dedi adam.
''Hadi bunu neden yapmamam gerektiğine dair bana inandırıcı birkaç cümle söyle.''
Yaralı yüzü ve yüzündeki hastalıklı gülümsemesi ile azılı katilleri andıran zebani, ilgiyle yaklaşarak adamın söyleyeceklerini bekledi.


''Sen kimsin ki!'' diye atıldı adam, ani bir fikir değişikliği ile. Kendini acındırmak, korkusuna yenik düşük katiline yalvarmak istemişti ancak zebaninin son sözleri ile onu fikrinden caydıracak birkaç mantıklı söz söyleme fikrini yeşerttiği gibi yakaladı. Madem defalarca duyduğu sözleri tekrar etmekten öteye geçemiyordu, onu şaşırtmak istedi. ''Bu hakkı sana kim verdi? Kimsin ki sen?''
''Bu küçük yavrucakların aç kalmasını istemeyecek şefkatli bir babayım.''
Ve zebani o fikri koparıp attı.

''Son bir sözün var mı?'' dedi, alayla.
Genç adam korkuyla dudaklarını araladığı anda da, elindeki kavanozu açtığı gibi adamın ağzına dayadı. Birbiri ile yarış halinde olan, tıpkı avını parçalamaya hazır bir yığın vahşi gibi kımıl kımıl bir karartı halinde harekete geçti böcekler. İnce, hareketli bacaklar önce adamın diline dokundu. Hassas organında hissettiği sıcaklık ile genç adam aniden öğürme refleksinde bulundu; ne yazık ki zebaninin kavanozu tutan elleri aradaki alışverişte sekteye uğrayacak hiçbir davranışa izin vermeyecek kadar kuvvetliydi. Böceklerin küçük bacakları dilinin altına, diş etlerine, damağına çarptı ve dokunduğu her bir noktayı kemirmeye başladılar.




Oldukça vahşi, yeni bir karakter geldi. Sizce kitaptaki rolü nasıl ilerleyecek?

Yeni karakterimiz, kişiliği ve amacı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mercan bu kabusu neden gördü, sonucu ne olabilir? Siz olsaydınız ne yapardınız?

Fahriye, Mercan'a Kalika'yı hatırlatacak bir ipucu verecek mi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top