16. Bölüm | Sayı Saymayı Biliyor Musun Küçüğüm?
Bölüm 16: ''Sayı saymayı biliyor musun küçüğüm?''
Kahkaha sesleri...
Küçük Mercan'ın o an duyduğu tek şey, kulaklarını kapamasına rağmen bariyerlerini yıkan ve hayal kırıklığını korkularla birlikte en derin düşüncelerine dek sızdıran küstah kahkahalardı.
Küçük, sevimli ancak acı veren kahkahalar...
Mercan, çöktüğü yerden kalkıp minik adımlarla ardına bile bakmadan koşmaya başladı. Elleri yumruk haline dönüşüp, kaşınan gözlerini ovalarken o an önünü bile görmüyordu. Minik ayakları takılıp düşünce ardındaki kahkahalar şiddetlendi ve Mercan, hıçkıra hıçkıra saklanacak yer aradı. Ellerini küçük kulaklarına kapadı, okulun sessiz koridorlarına dek adımladı. Burada ortaokul öğrencilerinin laboratuvarlarına giden koridorlar vardı ancak öğlenci grup henüz gelmediğinden oldukça sessizdi.
Mercan, bir süre öylece adımladıktan sonra durdu ve yaşlı gözlerle etrafa baktı. Başını kaldırıp, hangi sınıfın önünde olduğunu anlamaya çalışan küçük kız, nerede olduğunu anlayamayınca dudaklarını iyice büktü ve hıçkırdı. Şimdi, öğretmeni gelip onu bulana kadar burada öylece beklemek zorunda kalacaktı. O kadar üzgün ve ağlamaktan bitkindi ki böyle sessiz ve dinlenecek bir köşesi dahi olmayan koridorda beklemek istemiyordu.
Sarı, yuvarlak kaşları havalandı ve üzgün üzgün etrafına bakındı. ''Anne,'' diye mırıldandı kendi kendine, tutunacak bir dal arar gibi. ''Öğretmenim?''
''Hey, deli kız!'' diye bir ses duydu sonra ansızın. ''Amma da hızlı koşuyormuşsun,'' dedi hemen ardından da, sevimli bir alayla. Mercan merakla arkasına döndü ve dakikalardır hıçkıra hıçkıra ağlamasının nedeni olan o yaramaz çocuğu gördü.
''Sana diyorum,'' diye söylendi Ege, sarı saçlarını havalı bir şekilde geriye taramaya çalıştı ancak küçük elleri onları yalnızca dağıtabildi. ''Ne iştiyossun ya?'' diye sinirle seslendi Mercan, karşılığında. ''Beni rahat bırak artık! Bak, hala ağlıyorum.''
Ege, küçük ancak kendinden emin adımlarla tir tir titreyen Mercan'a yaklaşırken, oflayıp dilini şaklattı. ''Ağlama deli kız, sonra gözlerin düşer.''
Mercan'ın kaşları çatıldı ve dolgun dudakları gerildi. ''Bana deli deyip durma işte!'' diye bağırdı. Tiz sesi, güçsüz olmasına rağmen koridorda yankılandı.
''Of, çok sinirlenmişsin,'' dedi Ege. ''Özür dilemek için gelmiştim oysakiii.''
Mercan'ın çatık kaşları aniden toparlandı ancak duruşu değişmedi. ''Özür mü dileyeceksin?''
Ege, saçları havalanacak kadar şiddetle başını olumlu anlamda salladı. ''Hıhı,'' diye de mırıldanmayı ihmal etmedi.
''İstemiyor musun?'' İşaret parmağını havaya kaldırdı. ''Oysakii, gerçekten çok güzel bir özür hazırladım senin için.''
Mercan omuzlarını silkti ve Ege arasındaki mesafeyi kapatmadan önce kollarını göğsünde birleştirip kalçasını Ege'ye döndü.
''Çok üzüldüm ama. Oradakiler bana hep güldü, canım çok yandı benim. Bak, hep ağladım ben.''
''Tamam işte,'' diye sallandı Ege. ''Çok çok çok güzel bir özür dileyeceğim, sonra onlarda gelip özür dileyecek. Eğer benimle gelirsen sana güzel hediyeler vereceğim.''
Mercan, gözünün ucu ile Ege'yi süzdü. Üzerindeki okul formasından oldukça farklı duran temiz kıyafetleri imrenecek türdendi. Uçları kıvrılmış bir kot pantolon, okulun beyaz lakosuna uyması için giydirilmiş bembeyaz, ütülü bir gömlek, yeşil-beyaz karışımı desenleri olan popüler bir kapüşonlu ceket üçlüsü ayakkabıları ile birleşince onu sıradanlıktan farklı bir etkinliğe katılacakmış gibi gösteriyordu. Her sabah özenle taranmış saçı şimdi dağılmış olsa da, hala parıldıyordu.
Mercan'ın üstünde ise sınıf arkadaşlarının onu hırpalamasından dolayı yırtılmış, üzeri renkli kalem lekeleri ile dolmuş okul forması vardı. Annesi, her akşam okul kıyafetlerine bu kadar hor davranmasının sebebini sorup, okul müdürü ile özel görüşmeler yapsa da asla eve tertemiz ulaşmayı başaramıyordu. Saçları ise az önce küçük kızların çekiştirmesinden dolayı adeta kuş yuvasına dönmüştü.
''Gel hadi benimle,'' diye davet etti Ege. Mercan, ona güvenmemek konusunda nasibini almış olsa da, Ege o tatlı dili ile onu ikna etmeyi başardı.
Ege, heyecanlı bir şekilde önden gidip Mercan'a yolu tarif ederken, Mercanda oldukça meraklı bir şekilde peşinden ilerledi. ''Nereye gidiyoruz?'' sorusuna sadece hediyeye gidiyoruz cevabını aldığından peşinden sürüklenmekten başka hiçbir şey yapamıyordu.
Koridorlar gittikçe ıssızlaşıp, hiç bilmediği yerlere saptıktan sonra Ege bir merdivenin başına geldi. ''Hadi, buradan ineceğiz.''
Mercan, merdivenlerin karanlığa açıldığını fark edince olduğu yerde durdu aniden. ''Ama orası çok karanlık... Annem karanlık yerlerde düşebileceğimi söyler,'' dedi.
Ege arkasını dönüp kaşlarını çattı. ''Yanında ben varken bir şey olmaz, ben karanlıkta çok iyi görürüm.''
İki küçük çocuk, sonunda el ele tutuşarak merdivenlerden inmeye başladılar. İndikleri yer, okulun sadece beden eğitimindeki fazla eşyaları koymak için kullandıkları, kirden ve tozdan geçilmeyen boş bir bodrumu içeriyordu. İki çocuk, el ele karanlığa iner inmez Ege durdu ve geçen gün amcasının hediye ettiği küçük ışığı çıkardı.
''O ne?'' diye merakla sordu Mercan. Ege, elindeki kırmızı ışığı gösterdi. ''Bunlar çubuk şeklinde ışıklar, böyle vurunca 'çıt' sesi çıkıyor, sonra da ışık saçıyor. Rengi güzel değil mi? Bunları bana amcam aldı, her yerde yokmuş.''
Heyecanlı heyecanlı elindeki ışığı tarif eden Ege, kırmızı ışık sayesinde bir süre karanlık bodrumda rahatlıkla ilerlemelerini sağladı. Duvarlara kızıl ışıklar vurdukça, gölgeleri de ara sıra duvarlarda beliriyordu. Kırmızı ışıklar zaman zaman hareketlendi. Mercan, başını çevirdiği her yerde gördüğü gölgelerle gülümsese de, Ege'nin yüzündeki gülümsemenin sebebi çok daha farklıydı. Sonunda bodrumdaki tek odaya girdiler.
Ege ışığı sayesinde bodrumdaki eşyaları aydınlatarak etrafına bakındı.
''Eee, hani hediyem?'' diyen Mercan'a dönüp sırıttı. ''Hediyen bu işte!''
Mercan'ın omuzları düştü. ''Ben göremiyorum, nerede hani?''
Ege, elindeki ışığı arkasına saklayınca, kızıla boyanan duvarlar yeniden eski karanlığına büründü. Dağınık odada görülebilen tek şey, Ege'nin siluetini ancak kırmızı çizgilerle belli eden gölgeydi.
''Karanlıııık vee korkutucuuu bir bodruuum,'' diye ürpertici bir sesle fısıldadı Ege. ''Artık dersi burada geçirirsin deli kız. Sana iyice delirmeler!'' diyerek aniden arkasını dönüp koşmaya başladı Ege. Mercan, yaşadıklarının şaşkınlığı ile Ege'nin peşinden gitmek yerine olduğu yerde öylece kalakaldı. Ege'ye yeniden güvenmenin ne kadar yanlış olduğunu yeni bir hayal kırıklığı ile tadarken, bükülen küçük dudakları hızlıca aralandı.
''Bana yalan mı söyledin?'' Kızıl ışık sayesinde görülebilen Ege'nin bedeni gittikçe kaybolmaya başladı. ''Sen bize her gün yalan söylüyorsun!'' diye de bağırdı, son anda Ege'de. ''Yalanlarının bedelini ödemelisin.''
Mercan, yakın arkadaşı hakkında yalan söylediğini düşünen Ege'ye karşı ciddi bir öfke ile doldu. Hem, kendisini bir yalancı olarak tanıtıyor, hem kötü lakaplar takıyor, hem kendisini sürekli üzüyor, hem de kandırarak onu öylece burada mı bırakıyordu?
Mercan, nasılsa bu karanlıkta geri dönüş yolunu bulamazdı. Öyleyse, bir ders – belki de birkaç ders- boyunca burada beklemek zorunda kalacaktı. Bu, Henüz 8 yaşında olan herhangi bir çocuk için bu durum oldukça korkutucu olabilirdi ama Ege'nin Mercan hakkında bilmediği şeyler vardı. Bunlardan en önemlisi ise, karanlığı yanı başında taşıyor oluşuydu.
''Ben karanlıktan korkmam ki!'' diye bağırdı Mercan. Sesini Ege'ye duyurmak ve kendisini kandırdığını sanan bu küçük çocuğa yanıldığını hissettirmek istedi. ''Hem de hiç korkmam!''
Çünkü Kalika ona karanlıkla dost olmayı öğretmişti.
Karanlık koridorda gittikçe küçülen kızıl ışığın durması ile birlikte Ege'nin gülüşleriyle uyumlu adım sesleri de aynı anda durdu. Biraz sonra, Mercan öylece olduğu yerde beklerken koridordaki kızıl ışık yeniden hareketlendi ve gittikçe yaklaşmaya başladı.
Ege'nin şaşırdığı belli olan yüzü, birkaç metre ötede durdu. Ege, ışığı Mercan'ı görebileceği bir hizaya kaldırıp merakla söylendi. ''Karanlıktan korkmuyor musun yani?'' diye sordu Ege. Mercan, başını iki yana salladı ve etrafına bakındı. ''Ben karanlıktan korkmam. Karanlıktan neden korkayım ki? Sadece... Sürekli karanlıkta dolandığım için annem düşeceğimden endişeleniyor.''
''Karanlıktan korkacağını düşünmüştüm,'' diyen Ege'nin hayal kırıklığı Mercan'ın ki kadar kuvvetli olmasa da, karanlık alanda puslu bir havaya sebebiyet vermişti. ''Of ya,'' diye mırıldandı. ''Bütün kızlar karanlıktan korkuyor, sen nasıl korkmazsın?'' dedi sonra. Sinirlenmişti, kendi kendine kötü bir oyunu mahvettiğini düşünüyordu.
''Arkadaşım karanlıkta yaşıyor, bu yüzden artık karanlıktan korkmuyorum,'' diyerek yanıt verdi Mercan.
Ege küçük gözlerini devirip ofladı, defalarca. ''Yine mi şu sahte arkadaşın... Kızım! Öyle biri yok işte! Delisin sen deli! Annem senin uydurduğunu söyledi. Bu yaşta hayali arkadaşı olanlar büyüyünce de deli oluyormuş.''
''Deli değilim işte ya!''
''Deli değilse nerede arkadaşın? Hiç ortaya çıkmıyor. Birinci sınıftan beri göremedik şu arkadaşını!''
Mercan kollarını sinirle göğsünde birleştirip ayaklarını yere vurdu. ''Deli değilim işte ya! Gerçek o! Sadece kendini sana göstermek istemiyor.''
Ege'de tek elini cebine soktu. ''Beni görünce görünmez mi oluyor?''
''Herkesin yanında görünmez oluyor!''
''İnsanlar görünmez olamaz,'' diye bilmişlik tasladı Ege. ''Öyle şeyler yalnızca filmlerde olurmuş. Akşamları izlediğim bir filmde de çocuklar görünmez oluyordu ama bunlar sadece ama sadece filmlerde olur. Annen sana bunları söylemiyor mu? Benim annem hep bana bilgi verir.''
Mercan başını iki yana salladı. ''O çok güçlü olduğu için istediği her şeyi yapabiliyor, tamam mı?'' diye öfkeyle bağırdı Mercan. Küçücük yüzü sinirden kızıllaşmış, karanlık ortama rağmen tüm ifadesi okunacak kadar büzüşmüştü.
Tenindeki ürperti ise, savunmaya çalıştığı arkadaşının karanlığa adımın ilk attığı andan beri yanında olduğunu işaret ediyordu.
''Ne gücü ya? Bence o çok çirkin olduğu için görünmüyordur!'' Ege'nin kibirli sözünün hemen ardından Mercan, omzunda narin bir baskı hissetti. Hafifçe omzunun üzerinden dönüp karanlığa göz attığında, kendi karanlığını dahi parçalayabilen Kalika'nın soluk seni ile karşılaştı. Bir an için irkildi, kaşları havalandı ve göğsü tekledi. Kalika'nın aniden var olan siluetine alışmak düşündüğünden daha zordu ve şimdi o buradayken, onun hakkında atıp tutan Ege ile rahatlıkla yüzleşip yüzleşemeyeceğinden de emin olamadı.
''O-oo, O-oo,'' diye atılmaya çalıştı ancak istemsizce kekeledi. ''O ço-çok güzel birisi, tamam mı? Sen göremediğin için anlayamazsın!''
''Bence o kadar çirkin ki, yüzünü kimseye göstermek istemiyor ve sürekli gizleniyor. Muhtemelen kocaman bir burnu ve şaşır gözleri vardır.''
Ege, sözlerinin hemen ardından telaşla başını iki yana salladı. ''Hayır, hayır!'' dedi biranda kendi kendine. ''O kadar çirkin ve işe yaramaz ki, hayatta bile değil. Hayata gelemeyecek kadar korkunç olmalı, tamamen hayalinde yaşıyor!'' diyerek kahkaha attı. Sesi, boş alanda yankılanıp defalarca kendine döndü. Küçük, sevimli kahkahası her bir yankıda daha da büyüyerek kendine dönerken tuhaf bir şey oldu. Kahkahaları gittikçe değişti, her bir yankıda soluklaşması gereken ses, yok olmak yerine gittikçe güçlendi. Kalınlaşıp güçlenen sesi biraz sonra duvarlarda yankı yaparken, her bir vurguda bir esintiyi küçük bedenlerin yüzüne savurdu. Duvarlara çarparak dağılan her tok seste soğuk bir rüzgâr dalga dalga üzerine geldi. Tıpkı, karanlıkta devasa bir varlık davula vuruyormuş da, sesiyle birlikte darbelerin etkisi de yayılıyormuş gibiydi.
Ege, kahkahalarının arasında duyduğu bu garip yankıları fark eder etmez yüzündeki gülüşü sildi ve aniden sessizleşti. Küçük bedeni dikelip şaşkın şaşkın etrafına bakınırken de, ''Ne oluyor ya?'' diye mırıldandı. Ege neler olduğunu anlayamayıp korkuyla olduğu yerde geriledi ancak onun aksine Mercan neler olduğunu anlamıştı. Telaş, her halükarda bedenini sardı. Bodrumdaki dinmeyen ve güçlenen kahkahanın kime ait olduğunu biliyordu çünkü.
Bu korkutucu kahkahaların sahibi, gölgesinden bir an olsun ayrılmayan Kalika'ya aitti.
''Sesleri...'' diye mırıldandı Mercan. ''Duyabiliyor musun?''
Ege, elindeki ışıkla aydınlatmaya çalıştığı karanlıktan gözlerini çekip Mercan'a döndü. ''Duymamam imkânsız,'' dedi. ''Hala daha nasıl yankılanabilir?''
Mercan, tıpkı Ege gibi şaşkınlıkla birkaç adım geriledi. ''Yani gerçekten sesleri duyuyor musun?''
Ege, Mercan'ın sorusunu umursamadan etrafına bakınmaya devam etti. ''Tamam, burada garip bir şeyler oluyor. Ben şimdi gidiyorum,''
Ege, Mercan'a dahi bakmadan arkasını döndüğü gibi hareketlendi ancak Mercan hızlıca atıldı. ''Dur!'' diye bağırdı. Güçlü sesinin tıpkı Ege'nin kahkahaları gibi yankılanması gerekirdi ancak aksine, kahkahalar onun yankısını bastırdı.
''Ne var?'' diyerek arkasına döndü Ege. ''Beni oyalama!''
''Hayır, dur,'' diye ısrar etti Mercan. ''Bu ses, benim arkadaşımın sesi,'' dedi.
Ege, Mercan'ın sözlerinin hemen ardından alayla sırıttı. ''Bırak artık şu çirkin arkadaşını... O kadar gereksiz birisi ki, her olayda onu hatırlatarak önemli hale getirmeye çalışıyorsun ama o gerçek değil. Senin saçmalıklarına inanmıyorum çünkü ben deli değilim.''
Mercan, başını iki yana sallarken çoktan görüş alanından çıkmış olan Kalika'ya dair izler aradı. ''Hayır Ege, beni dinlemelisin,'' dedi titrek bir sesle. ''Normalde onu duyamazsın,'' derken ağır adımlarla Ege'ye yaklaştı. ''Onu duymana izin vermezdi, sadece benimle konuşurdu ama şimdi onu duyabiliyorsun.''
''Eeee?''
''Yani senin onu duymanı istiyor ama bu çok garip... Şimdi-'' Mercan'ın sözü yarıda kesildi.
''Ne oldu? Arkadaşın ona çirkin dediğim için kızdı mı? Gerçek olmayan kişiler ses çıkaramaz. Saçmalama! Ben gidiyorum.''
Ege, her ne kadar Mercan'a alaylı söyler söyleyerek ona inanmadığını savunsa da, bu karanlıkta garip bir şeylerin olduğunu hissettiğinden buradan biran önce ayrılmak istiyordu.
Arkasını dönüp bir adım atmıştı ki, bodrum biranda hiç olmadığı kadar soğudu. Kutuplardan geliyormuşçasına buz gibi bir esinti Ege'nin ayaklarına dolandı. Rüzgâr, kapalı alan olmasına rağmen o kadar şiddetli esti ki, iki küçük neredeyse buz kesti.
''Burası çok soğuk,'' diye mırıldanan Ege'nin hiçbir şeyden haberi yoktu.
''Belki de sessizce beklemeliyiz Ege,'' diyen Mercan'ı da umursamadan çıkışa doğru ilerlemeye çalıştı. Ancak biraz sonra, Mercan'ın arkasından ona yetişmeye çalışan eli nedeniyle elindeki ışık avuçları arasından kayıverdi. Işığı düşürmesiyle eğimli yolda ulaşamayacağı kadar uzaklaşmasına neden olması da bir oldu. Kızıl ışık, hızlı bir şekilde yuvarlanıp karanlıkta tamamen etkisiz bir nesneye dönüştü. ''Işığım!'' diyerek seslenirken, Mercan'ın omzundaki elini de hızlıca iteledi.
''Olamaz,'' diye söylendi Ege. ''Işığımı düşürdüm işte, şimdi nasıl döneceğim?''
Ege, gözleri önünde gittikçe büyüyormuş gibi görünen karanlıkta bakmaktan korkarak yavaşça arkasına döndü. ''Mercan?'' diye seslendi. ''Senin yüzünden ışığım düştü işte! Mutlu musun?''
''Ben bir şey yapmadım ki...''
''Bana dokunmasaydın ışığım düşmeyecekti!''
''Ama ben sana dokunmadım ki...''
''Senin yüzünden düşürdüğüm için bize yeni bir ışık bulmalısın.''
''Işık mı bulacağım? Ama burası çok karanlık,'' diyerek etrafını gösterdi Mercan.
''Hani karanlıktan korkmuyordun? Git de bodrumun ışıkları nerede bir bak.''
Mercan, titrek birkaç adım ile Ege'ye doğru yaklaştı ve karanlıkta zoraki gördüğü ceketine asıldı. ''Ama hiçbir şey göremiyorum ki, nasıl bulacağım?''
''Arayarak bul işte! Bu korkutucu yerde kalmak istemiyorum!''
''Düşebilirim.''
''Kimsenin bizi burada bulamaz akıllım! O zaman upuzun bir süre burada kalırız. Şimdi ışığı bulmalısın.''
Mercan oflayıp elinin altındaki ceketi sıkı sıkı çekiştirdi. ''Benimle gel o zaman, gözlerinin iyi gördüğünü söylemiştin.''
Ege, önce Mercan'ın ceketindeki elini sinirle silkeledi. ''Hiçbir işe yaramıyorsun, tek bildiğin saçmalamak!'' diye söylendi ancak sonra, üzgün bir şekilde iç çeken Mercan'ın sesini duyunca uzanıp elini tuttu. ''Hadi şu ışığı bulup buradan çıkalım.''
Mercan, parmaklarına dolanan soğuk eller ile Ege'nin kendinden büyük varlığını hemen yanında hissetti. Ağır adımlarla, ellerini önlerinde sallayarak ışığı açacak düğmeyi aramaya başladılar. Bodrum, az önceki kahkahaların dinmesinden dolayı oldukça sessizdi. Boğucu bir siyahlığa eşlik eden dehşet verici bir sessizlik vardı. İki küçük çocuğun telaşlı kalp atışları dahi duyulabiliyordu.
''Senin yüzünden neler olduğunu görüyor musun?''
''Arkadaşımı kızdırmamalıydın.''
''Arkadaşın bana hiçbir şey yapamaz bir kere,'' diyerek omuzlarını silkti Ege. ''Bunlar senin suçun.''
Mercan, elleri soğuk duvarlara değince irkildi ve boyunun yetebildiği yerlere kadar uzanarak düğmeyi aradı. ''Bunları ben yapmıyorum ki, arkadaşım yapıyor. Onu kızdırdığın için bizi karanlıkta bıraktı.''
Ege, oflayıp elini Mercan'ın elinden çekti ve duvarların pürüzlü yüzeyinde gezdirdi. ''Çok sıkıcısın,'' diye mırıldandığında Mercan'ın bu sözü üzerine ne kadar üzüldüğünü göremiyordu. Mercan yine dudaklarını büküp, dolu dolu gözleri ile ışığı aramak için büyük bir çabaya girdi.
''Tamam, tüm gücümle sana bir ışık bulacağım,'' dedi. Ağlamak üzere olduğu, sesinden gayet net anlaşılabiliyordu. Mercan, zıplayarak ve ellerini soğuk duvarlar üzerinde gezdirerek genişçe bir alanı taradı. Işığın düğmesini buralarda bir yerde gördüğüne emindi ancak nerede olduğunu kestiremiyordu. Siyah bir perde çekilmiş gibi duran gözlerinden bir bir yaşlar düşmeye başladığında da ağladığını Ege'nin duymaması için sessiz olmaya çalışıyordu.
''Hala bulamadın mı kızım?'' diye seslendi Ege. ''Ellerim üşüdü benim.''
Mercan, ışığı hemen bulacağına dair bir şeyler söylendi. Biraz sonra ise elini çarptığı metal kapaktan etrafa tok bir ses yayıldı. Mercan, korkuyla gerilerken Ege'de sesten irkildi.
''Ne oldu? Düştün mü?''
''Hayır, bir şeye çarptım.''
Mercan, gözünün hemen önünde olmasına rağmen göremediği metal kapağa birkaç kez vurdu, aynı tok ses alanda birkaç defa yankılandı. ''Burada bir şey var.''
''Işık değilse boş ver.''
Mercan, Ege'nin aceleci tavırlarına ayak uydurmak istedi ancak henüz yönünü değiştirmişti ki, ardından bir gıcırtı yükseldi. Gıcırtı, tıpkı metalik bir kapağın ağırca aralanmasını andırıyordu. Ardında hissettiği hareketlilik ile yeniden arkasına döndü. Kalp atışları her salise kulaklarında nüksediyordu.
Mercan soluklandı, merakla elini karanlığa doğru uzattı ve az önce çarptığı kapağın olduğu yerde şimdi boşluk olduğunu gördü. Ege'nin kendi kendine konuştuğunu ve konuşmalarının çoğunun küçük kıza hakaret olduğunu fark eden Mercan, omuzlarını silkip önündeki boşluğa doğru adımladı.
Ellerini etrafında sallayarak, nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Biraz sonra ise eli bir kola çarptı ve bulunduğu alan korkunç bir gürültü ile sallanmaya başladı. Mercan çığlık atıp korkuyla geriledi. Geriye attığı her bir adımda gürültü şiddetlendi; bodrumda yankı yapan tok bir ses peyda oldu yeniden. Davullar bu defa daha şiddetli çalınıyordu. Bir çatırtı sesi duydu, ardından da küçücük bir ışık filizlendi görüşünde. Mercan, bulunduğu kazanın arka kısmında, görüşünün en uzak noktasında küçücük bir alevin canlandığını gördü. Alev, ağır ağır yükselip büyürken kazanın sallantısı arttı. Mercan geri geri adımlamaya devam etti ancak ayağı, kazanın kapısında bulunan küçük çıkıntıya takıldı. Sert bir şekilde geriye düşerken ikinci bir çığlığı salıverdi. Şimdi, alevler gittikçe yükselip bodrumdaki soğuk havayı kırmaya çalışırken Mercan tepesinde yükselen koca kazana bakıyordu.
''Işık!'' diyerek heveslenen Ege'nin ise Mercan'ın kızgın alevlerden çığlık atarak uzaklaştığını görünce hevesi anında söndü ve korkuyla geriledi. ''Ne oldu!'' diye bağırdı Ege. ''Bi-bilmiyorum,'' diyebilmeyi başaran Mercan o kadar korkmuştu ki, neler olduğunu söyleyecek mecali kalmamıştı.
''Biranda ateş çıktı!'' diyerek Ege'ye baktı.
Küçük çocuk, Mercan ile göz göze geldiği o birkaç saniyede onun ne kadar korku dolu olduğunu gördü ve biranda yanına çöküverdi. ''Ayağa kalk hadi,'' diyerek kollarının altından destek oldu ve Mercan'ı ayağa kaldırdı.
''Ne yapacağız?''
''Bilmiyorum.''
''Kapıyı kapatalım!'' diyerek atıldı Mercan. Çocuklar ani bir karar ile kazanın ön tarafında bulunan küçük kapağı zorlukla iteledi. Oldukça kolay bir şekilde açılan kapı, şimdi çocukların kuvvetiyle ancak kapanıyordu. Gıcırtısı alanı doldurdu, kapı zorlukla kapanmaya başladı. Ege, olabildiğince güçlü bir şekilde ittirip kapağı kapatırken, metalin metale çarpma sesi alanda yankılandı.
Kapağın kapanması ile birlikte içeride canlanmaya çalışan alevler anında yükseldi ve kazanın içi cayır cayır yanmaya başladı. Alevlerin gücü kazan kapısındaki geniş camdan görülebiliyordu. Güçlü bir kızıllık, dans edercesine karanlığa hâkim oldu. Çocukların yüzleri kızıl ışıklarla aydınlandı, korkuyla açılmış gözleri de açığa çıktı.
Çocukların gözbebeklerinde öfke dolu alevlerin dansı görülebiliyorken etraflarında da yeni bir hareketlilik meydana geldi.
Kızıl alevlerin çevresinde gölgeler dolandı, karanlıkta kalan bölgelerden aydınlığa doğru kara dumanlar saçıldı. Etraf, ürpertici bir kasvetle donandı ve alevlerin sıcaklığı soğukla çarpıştı. Varlık, tüm ihtişamı ile alevlerin önünde şekillenirken Mercan arkadaşının hala burada olduğunu ve gerçekten öfkeli olduğunu gördü.
''Kalika!'' diye bağırdı, varlığın henüz oluşmamış bedeni kara dumanların yoğunlaşıp kıvrılması ile belirginleşmeye başladı. Önce zifte çalınmış uzun tırnakları belirdi, sonra göğe dek uzanabilecek gibi duran koyu renk saçları... Küçücük bedeni, kara dumanlar arasında tüm ihtişamı ile yükselirken biraz sonra soluk teni de açığa çıktı. Göz kapakları usulca açıldı, kuyuları andıran gözleri yuvalarından fışkırdı.
''Kalika!'' diye bağıran Mercan'ın hemen arkasında duran Ege, ''Ne diyorsun sen?'' diye seslendi.
Ege, Kalika'nın varlığını ancak hissedebiliyordu, Kalika onun için hala görünmezdi.
İki çocuk, karanlığın ortasında alevlerin yükselişini izlerken Ege elini Mercan'ın bileğine doladığı gibi arkasına döndü. ''Kaçalım hadi!''
Mercan, başta Ege'nin bu isteğini reddedip Kalika'nın yanına gitmek istedi ancak Kalika'nın yukarıdan bakan gözlerinde hiç görmediği kadar derin bir soğukluk hissetmesiyle bu kararından vazgeçti.
''Hadi!''
İki çocuk, hızla arkalarını dönüp koşmaya başladı ancak çok uzaklaşamadan büyük bir gürültü koptu. Kazan, korkunç bir şekilde sallandı, bodrumda takır tukur sesler yükseldi. Yukarıdaki sınıflardan dahi duyulabilecek bir sarsıntı gerçekleşti.
Sonunda ise, çocuklar sesten dolayı korkup durduğu anda varlık kollarını iki yana açarak gücü kendine çağırdı. Kara dumanlar önce toplandı, Kalika'nın bedenini sarmaladı; alevlerin önünde birbirine dolanan devasa bir boşluk oluştu. Kalika'nın yalnızca soluk teni görülebilecek kadar yoğun bir kıvrılma gerçekleşti, sonra ise varlığın parmaklarının ufacık bir hareketi ile dumanlar şiddetle etrafa dağıldı. Bununla birlikte korkunç bir patlama gerçekleşti.
Mercan, Kalika'nın kara dumanları tarafından esir alınırken Ege'nin gördüklerinde ise karanlığa dair hiçbir ayrıntı yoktu. Ege, patlama anında yalnızca alevlerin korkunç bir süratle dağılışını görmüştü.
Patlama devasa bir bulut topu ile gerçekleşti; kazan patlayıp un ufak olmuş cam parçaları ile birlikte her türlü cismi etrafa dağıtırken iki küçük çocuk bu karmaşanın tam ortasında kaldı. Göz gözü görmez, sesler işitilmez hale geldi.
Öğretmenler, patlamadan belki de saatler sonra aşağıya inebildiğinde; karanlıkta, tozun dumanın içinde ve yer yer etrafa dağılmış alevlerin arasında yatan iki küçük bedeni gördüler. Minik elleri ayrılmaktan korkarcasına birbirine tutunmuş iki küçük çocuk, her türlü kesici parçaların üzerinde hareketsiz bir şekilde yatarken bulundu. Yüzlerinde kan, soluklarında acı vardı. İki büklüm olmuş bedenleri acıdan sızlanıyor, nefesleri sık sık tekliyordu.
Sağlık ekipleri gelip çocukları sedyelere yatırarak götürürken öğretmenlerin korkulu ve telaşlı fısıltıları etrafa dağılıyordu.
''Bir şey olmuş mu?''
''Aşağıda kim varmış?''
''Mercan ve Ege orada mıymış?''
''Vah, bu çocukların orada ne işi var?''
''Yaralılar mı, bir şey olmuş mu?''
''Ailelerini arayın hemen!''
''Ekipler bir şey söyledi mi, çocuklarda bir şey var mı?''
''Kazan mı patlamış? Kontrol edilmemiş miydi?''
''Kazan nasıl patlamış ki?''
''Çocukların orada ne işi varmış?''
''Vah başımıza gelenler!''
Çocukların hastaneye götürülmesi ve ailelerinin hastaneye çağrılmasıyla birlikte olaylar ardı arkası kesilmez bir serüvene çekildi. Hastanede gerginlik dolu bir telaş başladı, devamında çocuklardan birinin durumunun ağır olduğu tespit edildi.
''Üzgünüm ancak patlamaya çok yakından şahit olmuş olmalı, yüzünde derin bir yara oluşmuş. Yirmiden fazla dikiş atılmak zorunda ancak dikişten önce göz muayenesi yapmamız gerek. Parçalardan birisi sol gözüne saplanmış, muayeneden hemen sonra doktorunuz sizi bilgilendirecek. Lütfen sakinleşin ve haber bekleyin, hayati riskleri söz konusu değil.''
''Peki ya gözü ne olacak? Gözü hasarlı kalırsa biz ne yaparız?''
''Lütfen doktoru bekleyin.''
Aynı günün ilerleyen vakitlerinde çocukların ikisi de aynı odaya alınırken, polisler gelip ifade almak istediğini söylediler. Çocukların ifade verebilecek durumda olmadığı söylense de polisleri gören çocuklardan birisi atıldı.
''Hepsini o yaptı, hepsini o yaptı! İçeriye girdi ve bir şeylere bastı. Onun yüzünden oldu!'' Tek gözü sarılı, yüzü bembeyaz kesilmiş, korku dolu çocuk ısrarla yanında yatan arkadaşını gösterirken, diğer çocukta hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
''Ben yapmadım! Gerçekten ben yapmadım.'' diye ağlayarak bağırırken, gözleri ara sıra arkadaşının sarılı gözlerine kayıyor ve korkusu katlanarak büyüyordu. Arkadaşının acı çekmesi ona da acı veriyordu. ''Ben yapmadım anne, ben yapmadım! O yaptı!'' Annesi yanına çöküp kızını sakinleştirmeye çalıştı. Şefkat dolu öpücüklerini yaralarının üzerinde gezdirdi.
''Çocukların ikisi de birbirini suçluyor, bu durumda detaylı bir araştırma yapmalıyız.''
''Çocuklar yapmış olamaz değil mi? Bunu kendi başlarına nasıl yapabilirler?''
''Müdür kontrolün yalnızca bir hafta önce yapıldığını söyledi, daha önce incelendiğinde bir sorun yokmuş. Gayet sağlammış...''
''Yapmayın, onlar küçücük çocuk. Bunu yapmış olamazlar değil mi?''
Genç bir öğretmen konuşmaya atıldığında, annelerden biri süratle konuşmaya atladı. ''Kesin bir şey söylemek istemiyorum ancak eğer bunu çocuklar yapmışsa, Mercan'ın bu durumla bir ilgisi olduğundan şüpheliyim. Muhtemelen, okulun en yaramaz öğrencisi olan Ege'nin başının altından çıkmıştır. Onun bu gibi olaylarda sürekli başrolü çektiğini hepimiz bil-''
''Oğlumu bu durumdan nasıl sorumlu tutabilirsiniz? Bu resmen saçmalık!'' diyerek atıldı kadın. ''Onun arkadaşlarıyla yaptığı küçük şakalardan dolayı okulu patlatmış olabileceği fikrinin akla uygun olmadığını göremiyor musunuz?''
Küçük çocukta adeta delirdi, yattığı sedyede çığlık çığlığa bağırırken dudakları aynı sözleri haykırıyor ve kendini kurtarmaya çalışıyordu.
''Ben yapmadım, ben yapmadım! Hepsi Mercan'ın suçu! İçeriye giren oydu, benim bir suçum yok. Ben yapmadım anne, ben yapmadım. Ben yalnızca oradan çıkmak istedim! Ona çıkalım dedim ama içeriye girdi. Hepsini o yaptı!''
''Kendini zorlama Ege, baban bu durumu halledecek. Eminim ki senin bir suçunun olmadığını anlayacaklardır.''
''Üzgünüm hanımefendi ancak kamera kayıtlarının bir kısmında Ege'nin Mercan'ı aşağıya indirdiği görülüyor.''
''Saçmalık!'' diyerek bağırdı kadın. ''Oğlumu bu durumdan nasıl suçlu tutarsınız! Burada okulu patlatacak bir deli varsa o da şu küçük kızdır. Oğlumun bu durumda ilgisi yok, olamazda. Okulun sorumsuzluklarını oğluma yıkmaya çalışmanız karşılıksız kalmayacak.''
Döndü ve hem acıdan, hem de inkâr etmeye çalıştığı fikirlerden dolayı gözyaşları ve sancılarla çırpınan oğluna baktı. ''Oğlumun gözünden olmasının sorumlusu sizsiniz. Okulunu değiştirmekle kalmayacağım, bu okulu sizin ve küçük kızın başına yıkacağım.''
''O yaptı anne, yemin ederim o yaptı! Ben çıkacaktım ama o içeriye gitti!''
Mercan, arkadaşının sızlanışı gördükçe içten içe parçalandı. Bedeni titriyor, ağlamaktan gözleri acıyor ve yarası düşündüğünden daha kötü bir durumdaysa diye korkuyla ürperiyordu ancak onun bedeninin buz kesilmesinin sorumlusu acılar, korku ya da telaş değildi. Varlık hala buradaydı; tıpkı olay yerine geri dönen katil gibi durmuş ve olanları izliyordu. Mercan, odadaki onca kişiye rağmen Ege'nin hemen yanı başında dikilen karanlığı gören tek kişi olarak sızlandı. Yattığı yerde kıvransa da, gözlerini varlıktan ayırmadı.
''Ben değildim anne, bunu o yaptı!'' derken işaret ettiği kişi ağlayan arkadaşı değil, ifadesiz yüzü ve sonsuzluğu çağrıştıran gözleri ile havada süzülen varlıktı.
''Bunu arkadaşım yaptı!''
Ancak zamanla düşünceler değişecek, Ege gördüklerinin bir kısmı ile hayatını ve sol gözünü solduranın Mercan olduğunu söyleyecek; Mercan ise Kalika'nın varlığını dahi unutacaktı. Olayın tüm sorumluluğu, akıl sağlığı yerinde olmayan Mercan'ı es geçerek, bodruma inmelerine neden olan küçük çocukta, Ege'de kalacaktı. Ege'nin yıllarca Mercan'ı suçlamasının nedeni de bu olacaktı.
Ortada kayıp bir suçlu vardı ve o bulunana dek yitirilen çocuklukların hesabı yaralı canlardan çıkarılacaktı.
Bölümde Egemen ve Mercan'ın yalnız olmadığını anladık ama gerçekten kazanı kim patlattı? Kazanın patlamasına sebep olan oradaki dört kişiden hangisiydi?
Gelecek bölüm olayların patladığı nokta olacak, Mercan'ın kan kokulu dünyasına yeni bir cehennem varlığı geliyor!
Kalika, Mercan, Selen ve Egemen dörtlüsü... Bu dörtlü bize neler yapacak acaba?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top