15. Bölüm | Sen Beni Öldürdün

Bölüm 15: ''Sen Beni Öldürdün.''


''Benim... Senin... Ne?'' dedim şaşkınlıkla. ''Beni hatırlıyor musun?'' Yüzüme yakınlaşan yüzünden dolayı nefesimi dahi tutmak zorunda kaldım, kirpiklerim titreşti ve gözlerim gözyaşlarım ile doldu.


''Unutmama vakit kalmadı desek daha doğru olur,'' dedi. Belirginleşen çene kasları ile elmacık kemikleri de açığa çıkmıştı. ''Çünkü aynaya her baktığımda dahi seni hatırlıyorum.''


Tıpkı, yansımamdaki o acizliği her gördüğümde çocukluğumun düşmanı Ege'yi hatırladığım gibi...

''Biliyor musun, değişmişsin ama bu seni tanımama engel olmadı. Aynı izi taşıyan yüzlerimiz, geçmişi su yüzüne çıkarmak için yeterli.''


Gözlerim, kararlılıkla kısılmış gözleri arasında gezinip durdu. Uzun saçları, gözlerine battığından gözlerini sürekli kırpıştırıyordu ancak kararlılığı bir an olsun teklemiyordu. Söylediklerini anlayabilmek içinse çaba sarf etmem gerekti.

''İz mi?'' diye sorduğumda da hemen atıldı. ''Senin önemsemediğin o izler benim hayatımı kararttı.''

Alnına dökülen saçlarını sinirle geriye doğru taradı ve bembeyaz tenini açığa çıkarttı. ''Bak, bu senin bende bıraktığın ilk yara!'' diye bağırdı biranda. Sesi o kadar gür ve yüksek çıkmıştı ki, sersemleyerek bir adım geriledim. Ne yazık ki, şakağındaki yarayı bana göstermekte kararlı bir şekilde o bir adımlık mesafeyi yeniden kapadı.
''İyice bak, eserinle gurur duy,'' dedi. Öfkeden dudaklarından tükürükler fışkırmak üzereydi. Mavi gözlerim önce gölgeden kurtulan gözlerine değdi; yeşile çalan açık kahve gözlerinin birbirinden farklı olduğunu o an sezdim. Sol gözü, diğer gözüne göre rengini kaybetmiş gibi görünüyordu. Gözlerim, şakağındaki yaraya kaydı sonunda; teni, yeryüzüne şiddetle çarpan yıldırım misali yarılmıştı, kırmızı-derin bir yarık tenini kaplamıştı, çevresinde kızıl damarlar vardı. Kulağının tepesinden sol gözüne dek uzanan yara, gözünün bitiminde kan toplanmasına neden olmuştu. Yara, şayet söyledikleri doğruysa oldukça eski olmalıydı ancak birkaç gün önce gerçekleşmişçesine canlı duruyordu. Teni, o noktada daha karaydı ve fark etmiştim ki, saçlarının bu kadar uzun olmasının nedeni yara izini belirgin bir şekilde kapatmak olmalıydı. Tertemiz yüzüne nazaran neredeyse kanayacak gibi duran yarasını fark etmemek olanaksızdı, sarı saçları onu örtmek için sorumluluğu üstleniyor olmalıydı.

''Benim hayatımın tek odak noktası olan bu yara izinin sende hiçbir etkisi kalmamış, ne büyük acı!'' diye bağırdı yeniden. Yüksek sesi yine irkilmeme ve yerimde teklememe neden oldu. ''Baksana, senin yüzünde en ufak bir kusur kalmamış.''


Şayet çevirip yüzüme bakabilme imkânım olsaydı, o an gözlerimi çıkarıp kendime bakardım ancak zaten biliyordum ki, belli belirsiz hatırladığım bir anı ile yüzümde Ege'nin bahsettiği günden kalan ciddi bir yara yoktu. Onunkinin yanında benim ki pire kadar önemli değildi. Sağ gözümün bitiminde, şakağıma doğru uzanan incecik, parçalı bir çizgi vardı. Ten rengimden birkaç ton koyu olan bu çizgi yine damarlı bir şekilde dağılıyordu ancak yüzüme bakıldığında kendini gösterecek kadar belirgin değildi. Büyük çoğunluğu, uzun, açık kumral saçlarım ile zaten kapanıyordu.

''Bunun...'' diye söze başladım ancak o bana bu şekilde bakarken kelimeleri toparlamak zor geliyordu. ''...Bunun benimle bir ilgisi olmadığını biliyorsun,'' dedim.
Güldü, trajik bir şekilde güldü ve kaşlarını alayla kaldırdı. Elini başından indirdiğinde asi tutamları yeniden alnına döküldü ve yara izi kapandı. ''Seninle ilgisi yok mu?'' diye yeniledi.

''Bu izin sebebi de, sol gözümün kör olmasının sebebi de sensin!''

Şaşırdım, tek gözünün görmüyor oluşuna o an inanmak istemedim. ''K-kör mü?'' diye sorduğumda da hiddetlendi. ''Evet ya! Kör... Sol gözümün %90 oranla görmediğini bilmiyor muydun gerçekten? Ben seninle ilgili her ayrıntıyı zihnime kazıdım ama sen,'' işaret parmağı yüzüme çevrildi. '' En büyük eserin olan sol gözümü unuttun mu?'' Parmağı bu defa gözünü işaret ederken ne diyeceğimi bilemedim.

''Beni bodruma indiren sendin Ege,'' diye mırıldandım. ''O gün ki kazada orada bulunmamızın ve ikimizin de yaralanmasının bir sorumlusu varsa bu sensin.''

''Tabii canım, bizim aptal kızımızın hiçbir suçu yoktur. Hepsi yaramaz Ege'nin başının altından çıkmıştır!'' Sözleri, daha önceden de hatırladığım bir tınıda söylediğinde, bu sözün onda bıraktığı derin izler olduğunu anladım.


Beni sevmiyordu, bana karşı nefret duyuyordu ve bunca zamandır hayatını kararttığım gerçeği ile beni unutmamış, şimdi yeniden karşıma çıkmıştı. Oldukça tanıdık gelen bu hislerin, tam aksine onda sahip olduğuna inanmak zordu.

Yıllarca onu suçlamıştım... O da yıllarca beni suçlamıştı.

Daha önce onun gözünden bakmayı hiç denememiştim ancak şimdi bakıyordum da, bunun sorumlusunun ben olduğuma nasıl inanırdı?

''Bizi bodruma indiren kişi ben olabilirim Mercan ama o kazanın gerçekleşmesine sebep olan kişi sendin. Tek gözümü kör eden, yüzümdeki yara yüzünden aşağılanmama sebep olan, gittiğim her yerde çirkin lakaplar almama sebep olan ve görmeyen sol gözüm yüzünden istediğim hiçbir şeye katılamamamın sebebi sensin. Hatta biliyor musun, babamın beni bir p*ç olarak görmesinin sebebi de sensin. Senin suçu üstlenmediğin, hatta unutup gittiğin bu olay yıllar geçtikçe katlanarak büyüdü ve berbat bir hayata sahip olmama neden oldu.''

Başımı inkâr edercesine iki yana salladım, tuhaf bir cesaretle. Ona karşı yaptığım her bir hareketin, söylediğim her bir sözün cesaretimden kopup gelmesi gerekirdi çünkü. Ben, bu sorumluluğu alamazdım, bu benim suçum değildi.


''Sol gözünün olmaması ne b*ktan bir durum biliyor musun?''

''Yapma,'' diye mırıldandım. ''Her ne yaşadıysan bunun suçunu bana yükleme çünkü yaşadığını söylediğin her şeyi ben, senin yüzünden yaşadım.''

Tısladı, sonrada birkaç adım gerileyip kendi ekseninde turladı. Sinirden yumruklarını sıkmıştı, bedeni kaskatı kesildiğinden ötürü zaten belirgin olan damarları daha da şişmiş ve teninde sarmaşıklar yeşermişti. Gözlerinin dolduğunu, saçlarına rağmen görebiliyordum. Belki de sadece hissediyordum.


Öfke, hayal kırıklığı, keder... Dağınık laboratuvarda küf kokusu dışında hâkimiyet kuran üç duyguydu.

Ege, sinirle yerdeki kutulardan birine tekme attığında, kutu savruldu ve içindeki cam şişeler gürültüyle parçalandı. Sesten irkildim, dağılan cam parçalarından kurtulmak için birkaç adım daha geriledim.

''Vay be!'' diye söylendi, dişlerinin arasından. Onun, kendine ya da etrafına zarar vermemek için kendini sıktığını görebiliyordum ama ben onun kadar güçlü olmadığımı yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımla anladım. Ağlıyordum ve tam olarak hangi duygunun baskısı ile ağladığımdan da emin değildim.

''Ortada b*k gibi bir olay var ve kimse suçu üstlenmiyor. Herkes masum anasını satayım!''
O sinirli bir şekilde etrafta dolanırken, bende olduğum yerde donup kalmış gibi bekledim. Ellerim çoktan buz kesmiş, tir tir titrer hale gelmişti. Omuzlarımda sarsılmaya başlayınca hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi zor tuttum.

''Madem ikimizde suçsuzuz, kim yaptı o zaman ha?'' diye döndü biranda bana. Zayıf bedeni bana yaklaştıkça geri geri adımlamak istedim.

''Hayatımın b*ka batmasının sorumlusu kim? Sen değilsin, ben değilim. Kim yaptı o zaman Mercan? Oradaki diğer kişi mi yaptı? Gerçek olduğu meçhul o kız mı yaptı her şeyi?''

Sorduğu soru zihnimde çözülmez düğümler oluşturup geçmemi engelleyen bir bariyere dönüştüğünde, kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. ''Ne?'' diye mırıldandığımda beni umursamadı. ''Hiç sanmıyorum, bunun sebebi sendin,'' dedi.

''Neyden bahsediyorsun?'' dedim. ''Orada yalnızdık, başka kimse yoktu.''

Önce onunda kaşları çatıldı, sonra biranda yüzünde yamuk bir gülüş oluştu. Sağa doğru kıvrılan dudaklarındaki küstah gülümseme tüylerimi diken diken etti.
''Onu da mı unuttun yoksa Mercan?'' dedi, tuhaf bir tınıyla. ''Hem 'senin yaşadıklarını bende yaşadım' diyorsun, hem de hiçbir halt hatırlamıyorsun. Ne o, gittikçe geriledi mi kafan?'' diye bağırdı yeniden.

''Bahsettiğim şey, senin sürekli beni aşağılaman ve gün geçtikçe dışlanmış, itilip kalkılmış biri haline dönüşmemdi. Kalbim, güçlü bir el tarafından sıkıştırılmış gibiydim hep, başımı yerden kaldırmaktan aciz hale geldim. Yalnızlığı en ücra köşelerde tattım. Senin yüzünden çocukluğumu yaşayamadığım gibi hala daha insanların bana selam vermesi için uğraşır halde geziyorum. Hayatım, insanlarından dudaklarından çıkacak iki sözün korkusu ile geçiyor. Şimdi geldin ve yine beni alaşağı ediyorsun. Yaşadığım her korkuyu tekrar tekrar izlettiriyorsun bana.''


''Yani gerçekten hatırlamıyorsun?'' dedi, soru sorarcasına. ''Sana neden öyle davrandığımı hatırlamıyorsun.''

Söylediği söz kara bir bulut misali tepeme çöktü ve bir bir yağmur damlaları sarkıtmaya başladı. Gözyaşlarım hızlanmıştı, konuşurken sesim titriyordu. Ona karşı hissettiklerimi anlatmanın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim ama şimdi, biri boğazıma sarılmışta konuşmamı engelliyormuş gibi hissediyordum. Sesim o kadar titredi ki bir yerden sonra duyulmaz hale geldi.

''Muhtemelen senin gibi her gün farklı bir çanta ile gelmediğim, öğle yemeklerini kuru ekmekle geçirdiğim, cebimde sizin gibi kantin sıralarına girecek beş kuruşum olmadığı içindi. Asla sizin seviyenize çıkamayacağımı bana her gün hatırlattın Ege ve bunun yüzünden defalarca darp edildim. Sırf...'' Devam etmek için boğazımdaki yumruyu gidermem gerekti. Hıçkırıklarımı bir bir yuttum. ''Sırf sizin gibi değil diye küçücük bir çocuğa nasıl bu kadar eziyet edebilirdiniz?''


Ege, yüzündeki alaylı ifadeyi sildi biranda. Takındığı ciddi ifade, yine çene hattını ortaya çıkardı ve ağır ağır bana yaklaşmaya başladı. Geri adım atmamak benim için zordu.

''Evet, Mercan,'' dedi başta. Kendimi tutamadım ve bir hıçkırığı salıverdim. ''Sırf bizim gibi olmadığın için seni dışladık ama sorun cebinde değildi...''

Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken havaya kalkan işaret parmağını takip ettim dikkatlice. Uzun parmakları uzandı ve yüzüme doğru yaklaştı. Biraz sonra parmak ucu hafifçe şakağıma, yaramın üstüne değince gözlerimi telaşla kırpıştırdım. Parmağının altındaki yaramı hissettiğini ve bunun onu öfkelendirdiğini gördüm.

''Sorun zihnindeydi,'' dedi. ''Sorun zihnindeydi. Sen deliydin Mercan ve görüyorum ki hala hiçbir şey değişmemiş. Sözünde durmayan, olmayan şeylere tutunan ve kendi kendini yakan bir kız var hala karşımda. Zihninin sana ne yaptığından bir habersin.''


Dudaklarım aralandı, titreşti ancak söyleyecek bir şey bulamadım.
Ne demek deliydim? Böyle bir şeyi bana nasıl söylerdi, hala daha beni aşağılamaya nasıl cüret edebiliyordu?

''De-deli...'' diye fısıldadım ama devamı gelmeden Ege atladı. ''O gün, bodrum katında, yalnız olmadığımızı söyleyen ve kazanın patlamasına sebep olan sendin. Bana orada yalnız olmadığımızı söyleyemezsin Mercan. Senin hayal ürünün olan şeyler yüzünden ben bu haldeyken, karşıma geçip de bunları bir bir inkâr edemezsin.


Sen beni zihninle öldürdün... Sen beni diri diri kana buladın...
Şimdi gözlerimin içine bakarken kanlı ellerinin hesabını vermeni istiyorum. Gerçekten hala deli misin yoksa beni ikinci defa mı öldürmek istiyorsun?''




Mercan bazı detayları unutmuş gibi görünüyor ama Egemen geçmişle bu zamana dek gelmiş. Peki ya sizce bahsettikleri gün neler oldu da ikili, farklı acılarla bu zamanda karşılaştı?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top