14. Bölüm | Suçlular ve Cezaya Kalanlar
Bölüm 14: ''Suçlular ve Cezaya Kalanlar.''
"Onlar sizdiniz değil mi? Şu sorumsuz öğrenciler... Arkadan görmesem emin olamazdım... Hemen yanıma geliyorsunuz!"
Gözlerim gittikçe irileşti, "Kendin ettin kendin buldun güzelim," diyen Selen'in arkasını döndüğü gibi kaçışını izledim. "Hemen diyorum!"
Ağırca arkamı döndüm ve ağır adımlar ile müdür yardımcısının yanına adımladım. Binanın girişindeki devasa cam kapının yanında duruyordu, ardından vuran ışık nedeniyle yüzü siluet halinde görünüyordu ancak biraz yaklaştıktan sonra tek kaşını kaldırmış bir halde kızgınca bize baktığını görebildim.
"Sizdiniz değil mi?"
"Neden bahsediyorsunuz hocam?" diye sordu Ege, yanıma gelir gelmez. Müdür yardımcısının delici bakışlarından kurtulmak için soluma dönüp Ege'nin varlığını yokladım. "Öğle vakti aşçı kapısından kaçan iki öğrenciden bahsediyorum. Biri, okulumuza henüz bugün gelmiş olan sarışın, renkli ayakkabılara sahip bir öğrenciyken diğeri..." dedi ve gözleri tekrar üzerimde gezindi. "Upuzun saçlarını toplamamakta ısrarcı olan şu sorumsuz gruptan olan sarışın kızdı..."
Ege ve ben istemsizce kendi üstümüzü taradık. "Hocam, kesinlikle yanılıyorsunuz. Bu ayakkabılar aslında tüm öğrencilerde olan bir ayakkabı. Sadece ışık vurunca biraz parlıyorlar ve göz yanıltı-" diye açıklayama girişen Ege sert bir şekilde susturuldu.
"Kes sesini!" diye bağırdı hoca. "Gizlice okula girip hiçbir şey yokmuş gibi davranman yetmedi birde saçma sapan açıklamalar mı yapacaksın ha? Geldiği ilk günden sorun çıkaran öğrencimi tanıyamayacağımı mı sanıyorsun? İlk günden sorumsuzlar listesinin başını çektin Egemen. Özellikle baban, senin hakkında beni uyarmışken gözlerimin üzerinden bir an olsun ayrılmayacağını bilmiyor muydun? O iki öğrencinin siz olduğuna gayet eminim ve sizde, okuldan kaçtığınız için en ağır şekilde cezalandırılacağınızdan emin olabilirsiniz."
Müdür yardımcısı, sinirden kasılan çenesi ile ikimizi uzun uzun süzdü, sözlerinin hemen ardından Ege yine ısrarla açıklama yapmaya çalıştı.
"Hocam, gerçekten biz değildik. Hele ben hiç değildim! Ne olur babamı bu işe karıştırmayın, gerekirse ceza çekeyim ben ama ne olur!"
Ne yazık ki hocamızın Ege'yi dinlemek gibi bir fikri yoktu. "Seni bahçenin diğer tarafında, yanında Mercan ile gördüğüm ilk anda babanı zaten aradım Egemen," dedi hoca. Ege'nin dudakları aralandı ve elleri yumruk halini aldı.
"Ne? Bunu nasıl yaparsınız?"
"Baban senin ilgi meraklısı bir çocuk olduğundan çok önceden bahsettiğinden, herhangi bir suç girişiminde kendisini aramamı istedi. Böylece, aldığın her cezaya iki mislini uygulayabilmek için uzun bir liste tutabileceğini söyledi."
Ege'nin dişlerinin birbirine çarptığını duydum. "Hocam bunu gerçekten nasıl yapabilirsiniz? En azından bunu okul sınırları içerisinde tutamaz mıydınız, çocuk gibi ispiyonlamışsınız!"
Müdür yardımcısı ellerini beline yasladı. "Henüz ilk günden nasıl olurda okuldan kaçabilirsin Egemen? Seni bu kadar sıkan şey neydi? Okul sınırları içerisinde kalmak bu kadar zor muydu? Yoksa öğrencilerin ilgisini yeterince çekememiş miydin? İlgiyi üzerine çekmek için bu kadar uğraşman biraz acınası değil mi?"
"Madem suçlu olduğumu düşünüyorsunuz," dedi Ege. Az önce yalvaran tavrı aniden silindi ve kendinden emin duruşu ile yüz hatları tamamen sertleşti. "Gerisini kurcalamayın çünkü sizi ilgilendirmeyen kısımlara giriş yapıyorsunuz. Madem babamı aradınız ve ceza alacağım, söyleyin de bitsin bu gereksiz sohbet."
Müdür yardımcısı, Ege'nin sözleri ile aniden donakaldı. Bir şey söylemek için dudakları birkaç defa hareket etti ancak hiçbir şey söyleyemedi. "Sonunuz böyle oluyor işte..." diye ağzında bir şeyler geveledikten sonra yeniden bana döndü.
"Senin de bu kadar ileriye gideceğini hiç düşünmemiştim Mercan. Aferin, cidden okul sonunda nasıl birisi olacağını şimdiden bana gösterdin. Hiçbirinizin adam olamayacağı belli... Anlaşılan, gözlerim senin de üzerinden ayrılmasa iyi olacak," dedi. "Anneni aramadım ama olurda cezadan da kaçmaya çalışırsanız..." İşaret ve orta parmağını kaldırıp ikizimi işaret etti. "Sınavlardan hemen önce alacağınız on puanlık bir sözlü notu sizi gayet iyi motive eder."
Notlarla yapılan ciddi bir tehdit... Tehditlerin baş tacı...
"C-cezamızdan," diyerek soluklandım. "...Kaçmayacağımızdan emin olabilirsiniz. Suçumuzun farkındayız ve cezayı kabul ediyoruz," dedim. Müdür yardımcısı egosunu tatmin etmiş bir halde bizi rehber hocanın odasına uğurlarken Ege, cezayı yalnızca benim kabul ettiğimi ve kendisinin katiyen kabul etmediğini söyleyip durdu yol boyunca.
"Neden kabul edecekmişim ki? Babam durmamış şu çatlak kadını peşime takmış. Ben uslu uslu dursam bile bunlar bana sataşacak abi, biliyorum işte!" Kendi kendine söylenip durdu, rehber hocasının odasına girdik ve koltuklara oturduk.
Rehber hocası, bundan sonraki derslere girmeyerek yok yazılacağımızı ve ceza olarak bodrum katında bulunan üç laboratuvar sınıfını da temizlememiz gerektiğini söyledi. Eğer iki gün içinde üç laboratuvarı da temizleyemez veya kötü temizlersek cezamızın katlanacağını belirtirken, Ege gibi bende tek bir noktada karar kılmıştım.
Müdür yardımcısı kesinlikle durumu olduğundan daha da ağır sonuçlandırmakta ciddiydi.
Ege, küçük çocuklar gibi mızmızlana mızmızlana arkamdan geldi ve birlikte bodrum katına inen merdivenlere yöneldik. Bu merdivenler, diğerlerine göre spiral şeklinde aşağıya iniyordu ve pencerelerin olmadığı bir alana açıldığından dolayı her bir basamakta derin bir karanlığa dalıyorduk.
"Adımlarına dikkat et küçük kız, zihnimde yankılanan bazı sahneler var," diye mırıldandı Ege, hemen arkamdan. Düşüp durmamı mı kast ediyordu, emin değildim. Sözlerinin ardından, sanki bunu bekliyormuşum gibi kendi bağcıklarıma takıldım ve iki basamak aşağı doğru sürüklendim. Merdiven korkuluklarına tutunduğum gibi, arkamdan dirseğime yapışan Ege sayesine merdivenlerden yuvarlanmaktan son anda kurtuldum. Ege'nin kolumdaki sert parmakları çekildiğinde, tenimde yakıcı bir hissin peyda olduğunu ona olan nefretime yordum.
"İnsanlar seni uyarınca tersine hareketler yapma gibi bir alışkanlığın mı var?" diye sordu. "Tabii ki yok," diye karşılık verdim.
"Ya öyle bir huyun var ya da yerçekimini gerçekten seviyorsun. Yoksa o yüzden mi kısa kaldın?" diyerek avucunun içi ile başıma iki kere vurdu, sarışın çocuk. Temasları yüzünden tenim ısındı ve sinir katsayım arttı.
"Yapma şunu," diye mırıldandım, merdivenler gittikçe karanlığa inen basamaklara dönüşürken bodrum katına da ulaşmıştık. Ayağım düz zemine basar basmaz kollarımı ileriye doğru uzatıp duvardaki güç düğmesini bulmaya çalıştım.
"Genelde bende insanların tersine işler yaparım," dedi. Benim görme yetimi kaybetmiş bir halde lambaları açmaya çalışmamı umursamadan olduğu yerde dikeldi. "İnsanlar bana 'yapma şunu,' dediğinde inadına yapasım geliyor mesela."
Dişlerimi sıkıp, parmaklarıma gelen pürüzlü yüzeye asıldım. Koridor aydınlandığında, arkamı dönüp elleri cebinde benim çabalarımı bekleyen Ege'ye baktım.
"Öyleyse yapmaya devam etmeni mi söylemeliyim?" dedim, başımı hafifçe sağa eğip.
"...Ve insanlar zaten yapmak istediğim bir şeyi yapmam konusunda beni teşvik ettiğinde de kendimi durduramıyorum. Ellerim ve ayaklarım benden bağımsız bir halde atağa geçiyor. Bu, sence de mükemmel bir uyum değil mi?" diyerek o sevimli gülümsemesini yüzüne takındı. Yanakları abartılı bir şekilde toparlanıp dudak kenarları yukarı kıvrılırken, saçlarının gölgesinde ki gözleri de kısıldı ve Ege, birkaç saniyeliğine yeniden 6 yaşındaki haline döndü.
"Gerçekten," diye söylendim ve laboratuvarların olduğu koridora döndüm. Karşı karşıya duran üç laboratuvarın cam kapılarına hüzünle baktım zira loş bir şekilde aydınlanan sınıfların içinin bir hayli dağınık olduğu henüz kapıdan bakınca anlaşılıyordu.
"Anahtarlar?" diyerek Ege'nin avucuna zorla tutuşturulmuş olan anahtarları aldım. Kimya laboratuvarı diye isimlendirilmiş sınıfa girdiğimizde, bazı masalar üzerine dökülmüş sıvı kimyasalların kokusundan dolayı burnum sızladı. Havada dolanan tuhaf baloncukların, etrafa saçılmış boş cam şişeler yüzünden olduğunu tahmin ediyordum ve etrafın bu kadar dağınık olması, bastığım her bir noktada küçük çıtırtıların oluşması burada bir şeylerin patladığını düşündürtüyordu.
"Dejavu üstüne dejavu..." dedi Ege, oldukça bıkkın bir ifadeyle. "Gelip burnumun dibine konacak güzel bir gün seçti öyle!"
Kaşlarım çatıldı ve ayaklarımın altında ezdiğim cam parçalarını umursamadan arkama döndüm. "Kimden bahsediyorsun?" diye sordum, merakla.
Bıkkınlıktan yarıya inmiş göz kapakları ile şöylece beni bir süzdü. Üzerimin, onun tarafından dökülen meyve suyu lekeleriyle kaplı olması o an istemsizce utanmama neden oldu ama yerimden kıpırdamadan bende onu izledim. Elleri hala cebinde, lakosu dağılmış, saçları bağımsızlığını ilan etmiş gibi duruyordu. Uzun bacakları sanki bedenini taşıyamayacakmış gibi rastgele dururken, yüz ifadesi oldukça sıkılmış gibi duruyordu. Hafif yan döndü, gözünün ucuyla bir kez daha bakıp sonra etrafını incelemeye başladı.
"Geçmiş denen kara kuyu," dedi.
Geçmiş denen kara kuyu...
Geçmiş denen kara kuyu...
Geçmiş denen...
Dejavu üstüne dejavu...
Gelip burnumun dibine konacak ne güzel bir gün seçtin öyle...
Geçmişinden, daha doğrusu geçmişimizden mi bahsediyordu? Onunla daha önce karanlık ortamlarda cezaya bırakıldığımızı, onun yüzünden defalarca yere düştüğümü, birlikte azar yediğimizi, cezaların ardı arkası kesilmediğini ve gün boyu yaşadığımız o dejavu hissi veren anları hatırladım.
Dejavu üstüne dejavu...
Gelip burnumun dibine konacak ne güzel bir gün seçti öyle...
"Sen," diye seslendim, yüksek bir sesle. Arkasını dönüp öylece bekledi. Geniş sırtına ve lokasunun kollarını sıvadığından dolayı görünen damarlı kollarına baktım. "Geçmişten bahsediyorum derken... Neyden bahsediyorsun?"
"Kaç tane geçmiş var ki?" diye sordu, soruma karşılık. Yüreğim adeta pır pır ederken söyleyeceği her bir sözü tartmaya hazır bekleyen yanım heyecanla soluklandı.
"Benim bildiğim bir tane geçmiş var," dedi.
Söylediğin sözlerin arkasında durabilecek biri değilsin...
Buraya Mercan hakkında söylediği ipuçlarını koy.
Merak etme, çok yakında öğrenirsin. Şu sıralar biraz sabırsızımda...
Sen bunu ödeyene dek, hayatımı sana adamaktan çekinmeyeceğim. Yaptığın her şeyi, burnundan fitil fitil getireceğim...
"O da senin hayatımı b*ka çevirdiğin geçmişim."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken, Ege hızlıca arkasına döndü ve bana doğru adımladı. Ayakuçları ayakuçlarıma değecek kadar yakınıma girip bana tepeden bakarken, başımı geriye attım ve delici gözlerinin mavi gözlerime çarpmasına izin verdim. Yutkunamıyor, hatta gözlerimi kırpamıyordum bile.
O da senin hayatımı b*ka çevirdiğin geçmişim...
"Ne o? Seni hatırlamadığımı mı sandın? Seni nasıl unutabilirdim."
Egemen Mercan'ı hatırlıyor ama bu, Mercan'ın düşündüğü şekilde değil. Egemen sözlerinde neyi kast etmek istedi, Mercan ona geçmişte ne yaptı ki Egemen Mercan'a öfke dolu?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top