13. Bölüm | Müziğin Sesini Kısın, Geçmiş Konuşmaya Hazırlanıyor

Bölüm 13: ''Müziğin sesini kısın, geçmiş konuşmaya hazırlanıyor.''

Başımı iki yana salladım ve gergin olduğumu sakladığımı umarak yanından geçmek için hamle yaptım. Şaşırtıcı derecede yana kayıp bana yol verdi. Yanında sıyrılıp içeriye girdiğimde karşılaştığım karanlık bana dakikalar öncesini hatırlattı. İstemsizce attığım bir adımı gerisin geri döndüm ancak Ege, açık kalan kapıyı ardımızdan kapatınca içeriye dolan loş ışıkta kayboldu.

"Ne taraftan?" diye fısıldadım, sanki karanlıkta birisi varmışta, onu uyandırmak istemiyormuşum gibi. "Gel, buradan gideceğiz. Aptallık edip bizi yakalatma."


Karanlıkta onu görmek zor olduğundan, ara sıra parıldayan sarı saçlarına diktim gözlerimi. Sessiz bir şekilde ilerlerken arada arkasına dönüp yanına yaklaşmamı işaret ediyordu. Ortamın bu kadar karanlık olması, belki de koluna sarılıp çığlık çığlığa kaçışmama neden olacak kadar riskliydi ancak hızla çarpan kalbime sessiz olmasını fısıldamaktan öteye gidemedim. Konser şimdiye başlamış olmalıydı, seyircilerin çığlıklarını duyabiliyordum.


"Burada bir görevli var," dedi usulca Ege. Başta nereyi göstermeye çalıştığını anlamadığımdan öylece etrafa bakındım. Sonra biranda başımın üstünde büyük bir el hissettim ve başım soluma doğru çevrildi. İrkilip gerilemeye çalıştım. "Allah'ım, bu kızın yön duygusu da yok. Ses buradan geliyor!" diyerek sitem etti Ege. Başımdaki elin ona ait olduğunu da ancak öyle anladım ve içimden attığım çığlıklarımı dindirdim.
"Görevliyi nasıl geçebiliriz?" diye sordum usulca yanına yaklaşırken. Mavi-mor renkte ışıkların vurduğu bir açıklıktan dışarıya bakıyordu. "Dikkati dağılınca geçeriz şimdi," dedi sadece. Burada, karanlıkta öylece onun dikkatinin dağılmasını bekleyemezdik, karanlıkta durmak istemiyordum. Arkamda birinin bekliyor olduğu hissi hemen kurtulabileceğim bir şey değildi.


"Görevli nerede?" diye sordum. "Şurada, ışıkların yanında..."
Ege'nin yanına doğru ilerlediğimde, kalın bir perdenin arkasında durduğumuzu ancak anladım. Perdeyi hafifçe sıyırıp, görevlinin olduğu yere doğru baktım; bir koridorun sonunda, lavabolara açılan kapıların yalnızca birkaç metre uzağında duruyorduk. Koridor, tepedeki led ışıklarla aydınlandığından oldukça loştu, görevli ise lavaboya girip çıkan kişileri tararken birkaç adım ötemizde dolanıp duruyordu. Uzun boylu, kilolu bir adamdı.

"Bizi fark eder," dedim. "Sen nasıl geldin ki?"

Ege'nin tısladığını duyduğumda, onun kibirli gülümsemesini takındığını ona bakmadan bile anlamıştım. "Selen'i tuvalete yollarken aradan geçiverdim. Arka kapının burada olduğunu bilmiyordum, çok şanslısın," dedi.

O gelmeden yalnızca birkaç salise öncesi yaşadığım sanrıyı hatırlayınca tüylerim yine diken diken oldu, tam zamanında gelmişti.

"Tuvalete gidiyormuş gibi yapacağız," dedi ancak tuvalete doğru gidiyormuş gibi yapmak için görevlinin hemen yanından çıkıp geçmemiz gerekiyordu; bu da salondan gelmediğimizin hemen anlaşılacağı anlamına gelirdi.

"Hayır, bunu hemen anlar!" diye söylendim. Başımı geri çekip Ege'ye baktım, perdenin aralık kalan yerinden incecik bir ışığın sızması ile yüzünün küçük bir kısmını ancak görüyordum. "Başka bir şey bulmalıyız."

"Çok istiyorsan sen burada kalıp bulabilirsin," deyip burnunu kırıştırdı. Gözlerim hayretle açıldı ancak buna şaşırmamam gerektiğini de biliyordum. "Onlara sadece seni içeri alacağımı söyledim, şimdi de içeridesin. Gerisini kendin hallet, ben kaçar."

Ege, oldukça umursamaz bir tavırla ellerini okul pantolonunun ceplerine atıp omuzlarını dikleştirdi ve aniden perdenin arasından geçiverdi. Onun adımını atmasıyla, bende telaşla ardından çıkmaya çalıştım ancak başımı uzatır uzatmaz görevli adamın buraya doğru döndüğünü görünce anlık bir gafletle Ege'nin koluna asıldım.

Elleri cebinde olan Ege, benim koluna asılmam ile anlık olarak dengesini kaybetti. Amacım, onu hızlıca geriye doğru çekmekti ancak Ege'nin öne doğru yalpalamasıyla ona karşı kendi gücümü uygulamakta başarısız oldum ve önümdeki perdeye takılan ayaklarım ile birlikte bende öne doğru düşüşe geçtim. "Allah!" diye tok bir nidanın ardından Ege yüzüstü yere kapaklandı, bende onun hemen ardından dizlerimin ve ellerimin üzerine düştüm. Düşüşümle birlikte diz kapaklarım ve tüm ağırlığımı yüklenen avuç içlerim sızlamaya başladı. İkimizde acı içinde kıvranırken, görevlinin bizi gördüğü gerçeğini bir an için unutmuştuk.

"Ya ben senin yapacağın işe tüküreyim!" diye söylenen Ege'nin laflarına alınamadan, yanı başımda dikilen görevlinin ayakkabıları ile karşılaştım. Başımı usulca kaldırıp, sevimlice gülümsemeye çalıştım ancak görevli oldukça öfkeli görünüyordu.

"Merhaba küçük hanım," dedi adam. Tok sesi hiçte samimi gelmiyordu. Tek elini göbeğinin altında kalan kemerine yaslayarak diğer eli ile ayağa kalkmamızı işaret etti. Burnu zemine gömülmüş, hala daha cebinde kalan elleri sebebiyle de yüzünü yerden kaldıramamış olan Ege yeri öpe öpe küfürler yağdırdı. Yerden ağırca kalkarken onun da kalkmasını işaret ettim.

"Sizin ne işiniz var burada? Buradan geçişin yasak olduğunu bilmiyor musunuz?" derken perdenin üzerine asılmış yazıyı işaret ediyordu görevli. Başımı çevirdim ve üzerine rengârenk ışıkların düştüğü perdeye baktım.
"Personel harici girmek yasaktır."
Dudaklarımı ısırıp, bizi bu durumdan kurtaracak kişinin ayaklanmasını bekledim. Ege, oldukça uyuşuk bir şekilde ayağa kalkıp üzerini silkeledi ve görevliden önce bana dönüp ifadesiz bir suratla uzun uzun yüzüme baktı. Kızarmış burnu ve çenesinin acıdığına emindim. Ellerimi önümde kavuşturup olduğum yerde hafifçe sallandım, benim yüzümden açığa çıktığımızı düşündüğü için oldukça öfkeliydi ancak ben müdahale etmesem de zaten yakalanacaktı.

"İyi ki uyardık," diye söylendi, biraz önce aptallık edip yakalanmamıza sebebiyet vermemem için yaptığı uyarıyı hatırlatarak. Omuzlarımı hafifçe silktim, bu durum onu daha da kızdırdı.

"Size diyorum gençler, ne işiniz var burada? Buraya girmek yasak..."

Ege benim konuşamayacağımı fark edince gözlerini devirip görevliye döndü. Yalandan üzerini yeniden çırpıp saçlarını karıştırdı. Zaman kazanmaya mı çalışıyordu emin değilim ama yakalandığım için yerinde duramayan benim aksime o gayet rahattı.

"Kusura bakma abi, yanlış dönmüşüz de içerisi karanlık olunca ancak bulabildik çıkışı."
Adamın tek kaşı havaya kalktı ve gözlerini perdenin üzerinde yazan yazıyı ikinci defa gösterme gereğinde bulundu. "Evet, tabii... Koskoca yazıyı görmeden içeriye dalıverdiniz." Alayla ettiği cümlenin ardından iki elini de kemerine yaslayıp bedenini geriye doğru attı. Ege'nin boyundan biraz daha uzun olmasıyla birlikte kilolu olduğu için iri yarı duruyordu. Ona neredeyse göbek hizasından bakıyordum. "Neyse ki bir öncekiler gibi 'Altıma yapacaktım abi!' diye dolanmıyorsunuz, sizi yalancılar..." dediğinde adamın Ege'ye katiyen inanmadığından emin olmuş olduk. Ege ofladı, ellerini ensesine attı.

"Gizlice girmeye çalışıyordunuz değil mi?" dedi bıkkınlıkla görevli.

"Yooo," diye atıldı Ege. "Biletimiz var bizim."
Kaşlarım aniden havalandı ve gözlerim hızla Ege'yi buldu. Ona bakmak için başımı yine geriye attığımda, dudaklarının iki yana kıvrılmış bir halde görevliye baktığını gördüm. Gözleri bana değmiyordu ancak ona baktığımı bildiğine emindim. Yaptığı sinsilikten dolayı karnına dirseğimi geçirmek ya da ince bacaklarını tekmelemek gibi bir istekle doldum.
Benimle oynuyordu... Bahsettiği şeyde tam olarak buydu; beni almaya gelmesinin sebebi onun gözü önünde acı çekmemdi.

"Öyle mi? Çıkarında görelim bakalım biletlerinizi."
Ege, dünden hazır bir şekilde elini cebine atıp telefonunun arkasına koyduğu bileti çıkardı ve gayet sakin bir şekilde görevliye verdi. Görevli, koyu renkli bileti çıkarıp ışığın altına tuttu ve hızlıca inceledi. "Hım," diye mırıldandı. "Damgalamışlar... Tamam, sen masumsun."
Ege'nin o sinsi gülümsemesi, bileti geri alıp yüzünü bana çevirmesiyle daha da büyüdü. Ben, onun gibi biletimi çıkarmak yerine alık alık bakınabilmiştim ancak.

"Peki ya sen küçük hanım?" dedi görevli. "Senin biletini de göreyim."
Başımı iki yana salladım, biraz önce Ege'ye biletimin olmadığı konusunda ısrar ederken şimdi önünde biletimi çıkarmak gibi bir hata yapmak istemiyordum. Bunu capcanlı görmüşken, arkadaşlarıma yetiştirmek için elini çabuk tutacağını biliyordum. Öyle yapmayacağını söylemesi öyle yapmayacağı anlamına gelmezdi.

"Biletim..." diye geveledim ağzımın içinde. "Şey oldu biletime..."
Görevli lafımın devamını getirmem için başını sallarken, Ege'de keyifli bir şekilde kollarını göğsünde bağlayıp bekledi.

"Eğer biletin yoksa konsere gizlice girmeye çalışmaktan dolayı sizi şikâyet ederim. Bunun bir cezası olacağını biliyorsunuz değil mi?"
Ben korkuyla gerilerken Ege'de "Sizi mi?" diye atladı. "Sadece onu şikâyet etmelisiniz."
Gözlerimi devirmeden önce görevlinin vereceği cevabı bekledim. Şaşkın ve kibirli görünen Ege'den daha da emin bir şekilde açıkladı. "Bu kız içeriye tek başına girmiş gibi mi görünüyor sence? Biletinin olması, onu içeriye aldığın gerçeğini örtbas etmiyor. Belli ki kız arkadaşını içeriye katmak için güzel bir plan kurmuşsunuz ancak şimdi ya biletini çıkarırsın ya da buradan karakola doğru yol alırsınız."
Ege ve ben, şaşkın şaşkın görevliye baktık. En başından beri korktuğum durumda yüzleşmek, düşündüğümden daha korkunç sonuçları doğurmuştu.
"Bileti var," dedi Ege hızlıca. "Onunda bileti var."
"Görmek için sabırsızlanıyorum," diyen görevlinin ağır ağır önümüze doğru dolandığını fark ettim. Bunu, az önceden beri gayet rahat takılan Ege'nin şimdi yerinde hareketlenmesinden dolayı yaptığına emindim. Zira onun kaçabileceğini düşünmüş ve bunu engellemek için yapmıştı.

Sinirle Ege'ye dönüp "Biletimin olmadığını..." diye başladığım cümleyi yarıda bıraktım. Karakol, kelimesi zihnimde defalarca yankılandı. "İstersen biletini ben çıkarabilirim," diyen Ege'ye kaşlarımı çatarak baktım.
"Bunu yapma," dedim. Kast ettiğim şeyin biletimi arka cebimden çıkarmasının değil de, biletimin olduğunu arkadaşlarıma ispiyonlamasından bahsettiğimi gayet de net bir şekilde anlamıştı ancak anlamamış gibi yaptı.
"Neyi? Arka cebinden bileti rahatlıkla çıkarabileceğimi biliyorsun."
Bir deyişle şöyle demişti; arkadaşlarına bir yalancı olduğunu söyleyebileceğimi biliyorsun.
"Tamam," dedim. "Biletim var."

Ege hoşnut bir şekilde dudaklarını büktü. "Söylemiştim, onun bileti var."
Eteğimin arka cebindeki katlanmış bileti çıkarıp görevliye uzattım. Görevli şüpheli bir tavırla hızlıca alıp inceledi, hemen ardından da "Karakolda görüşürüz gençler," dedi.

Tebessüm kondurmaya çalıştığım yüzüm gerildi. "Bu damgalı değil."
"Ah, pekâlâ. Pekâlâ!" diye söylendi Ege. "İtiraf ediyorum. Arkadaşım bileti olmasına rağmen geç kaldığı için içeriye alınmadı. Bizde, çoktan parayı yatırdığımız bir eğlenceyi kaçırmak istemediğimiz için gizlice içeriye girmeye çalıştık. Hatalı olduğumuzu kabul ediyoruz ama kapıdaki o iki adam paramızın nereye gittiğini önemsemediğini söyleyerek bizi biraz hırpaladı. Konserdeki tüm görevlilerin bu kadar umursamaz ve görevi kötüye kullanan kişiler olduğunu önceden bilseydik, gelmeden önce bizde çoktan gerekli mercilere şikâyette bulunurduk ancak sizin gibi dikkatli kişileri de tehlikeye atmak istemediğimiz için işimizi sessizce halletmek istedik.

Eğer, biletimiz olmasına rağmen içeriye girmemizi suçlu buluyorsanız bizi karakola kadar bırakabilirsiniz. Oraya kadar gitmişken, bizde birkaç görevliyi şikâyet ederiz, Öyle değil mi Mercan? Seni hırpaladıklarını anlatmamız gerek," diyen Ege'ye şaşkınlıkla bakakaldım.

Son gördüğümden bu yana değişmediğini savunan yanıma bir tokat atıp yerine oturttum; Ege kesinlikle değişmiş, çok daha zeki ve başarılı bir yalancı oluvermişti. Bu kadar çabuk nasıl olmuştu da onca cümleyi bir araya getirerek biranda üstün bir konuma geçmişti anlayamamıştım bile. Şu anda, onun sözleri yüzünden bulunduğumuz konumda kendimi haklı buluvermiştim; hâlbuki gerçekleri bilen taraf yine bendim ama istemsizce onun sözlerine inanmıştım.

Doğru ya, biletim olmasına rağmen içeriye almayacağını söyleyen bu adam ne kadar haklıydı?

Görevli bir süre Ege'nin kendinden emin yüz hatlarını inceledi, sonra da gülümseyip elindeki bileti yeniden katladı. "Sakin olun gençler," dedi. Biletimi bana geri uzatırken, yüzündeki gülümseme de genişlemişti. "Kimse biletiniz varken sizi dışarıya atacak değil ya..."

Adamın aniden karar değiştirmesini anlayışla karşıladım, Ege akıllı bir hamle ile onu kandırmayı başarmıştı. "Konser çoktan başladı, hadi gidinde biraz eğlenin. Eğlenceyi kaçırmanın sırası değil," diyen adamın bize yol açması ile birlikte Ege teşekkür edip önden ilerlemeye başladı. Başta peşine takılacak kadar kendimde değildim, daha sonra köşeyi dönmeden ona yetişip dar koridorlar arasında yanında ilerledim.
"O da neydi?" derken buldum kendimi. "Hayatta kalma çabaları... Ya da... Yaşayacaklarının fragmanı... Sevdin mi?" dediğinde ise ikinci bir şok kapladı bedenimi.

Aniden olduğum yerde durdum ve "Bir dakika!" diye seslendim. Ege, başta durmadan devam edecek gibi adımladı sonra aniden arkasını döndü. "Bunları söylemene gerek yok," dedim bir cesaretle. Küçükken yaptığı onlarca tehdit yüzünden sürekli olarak psikolojik baskı altında kalırdım ve o bir şey yapmasa bile hep yapacağına dair korkularla yaşardım.

Şimdi, sorumlusu olmadığım bir şeyin suçunu bana atmasını istemiyordum.
"Biraz kıt kafalı gibi duruyorsun da hatırlatma ihtiyacı duyuyorum. Ayrıca, bu beni havalı gösteriyor," dediğinde, suratımda oluşan tuhaf ifadeden yine zevk almış bir halde arkasını döndü ve zıplaya zıplaya konser alanına doğru adımladı.

Yapacak akıllıca bir şey bulamadığımdan, müzik sesinin yükseldiği alana ilerledim bende. Her bir adımımda müziğin sesi artıyor ve kulaklarımda korkunç bir basınç meydana geliyordu. Sonunda, insanların umursamazca eğlendiği kalabalığa ulaştığımda içimi bir tereddüt kapladı. Kulaklarımı zorlayan müzik sesinin yanında, görüşümü kısıtlayan devasa bir karanlık vardı. İnsanların bulunduğu kalabalığı ancak tepede hareket halinde olan renkli ışıklar çarpınca anlayabiliyordum. Renkler, tıpkı gökkuşağını andırır gibi ara sıra değişiyor ve insanlara çarpıyordu. Kalabalığa karışmak istemiyordum.

Bu, kuma kafamı gömmeye çalışmak kadar saçma ve korkutucu geliyordu gözüme. Kimi uzun boylu olan insanlar arasında ezilecekmişim ve itilip kalkılacakmışım hissi yüzünden arkadaşlarımı arama girişiminde bile bulunmadım. Kalabalığa hiç uğramadan, hoparlörlerin yanından geçme riskini alarak insanların etrafını dolaşmaya başladım. Şansım yaver giderse, kenar köşede bulduğum arkadaşlarımın yanına gidebilirdim ancak onlar görünürde yoksa öylesine bir yerde oturup uyuklayacaktım.

Ağır adımlarım ayaklarımın altındaki kırmızı hali üzerinde ilerledi. Gözlerim de genel olarak siluet halinde görünen insanları tarıyordu. Işıklar ara sıra yüzüme çarptıkça gözlerimi kıstım ve daha önce hiç dinlemediğim şarkının hangi şarkıcıya ait olduğunu anlamaya çalıştım. Ses genç bir kıza ait olabilecek kadar ince ve alımlı, tam aksine ise şarkı oldukça enerjikti. Sahne, insanlardan daha yüksekte olmasına rağmen sanatçıyı görebilmek içinde ayrı bir çaba harcamam gerekti zira havaya kalkmış telefonlar yüzünden bulunduğum açıdan geri planda kalıyordu. Bir süre sahne ve kalabalık arasında gezinen gözlerim ile etrafta dolandım, daha sonra ise Selen'e ait olduğuna emin olduğum bir siluet yakaladım. Kısa saçlarını ve minyon vücut hatlarını nerede görsem tanırdım. O, kalabalık bir ortamda bile seçilebilecek bir güzelliğe sahipti.

Arkasından yaklaşıp, beni duyabilmesi için omzuna dokunduğumda, beklemediğim bir hızla arkasına döndü ve 'Yehu!' diye bağırdı. Niye bağırdığını anlamadım ancak elinde tuttuğu telefon, arkasını dönmesiyle birlikte beni de kadrajına aldı ve ben komik bir ifadeyle ekrana bakakaldım.

"Bakın burada kim var!" diye müziği bastırmaya çalışan Selen, kamera açısına ikimizi birden alıp bağıra bağıra şarkıya eşlik etti. Gülümsedim ve şarkının nakaratının bir kısmını söylüyormuş gibi yapmayı başardım.

Selen, biraz sonra Alara'nın yanına dönerken bende hemen arkalarındaki masayı bulup oraya yaslandım. Anladığım kadarıyla henüz ünlenmiş bir sanatçının konserindeydik, bu yüzden küçük ve samimi bir ortam oluşturmak için böyle bir mekân tercih edilmişti. Kalabalığın arasına konumlandırılmış masalarda içecekler vardı. Önümdeki masada da ikisi boş olan toplamda altı bardak vardı ancak ne olduklarını bilmediğim için dokunmadım bile.

Yerimde hafifçe sallanıp şarkıya ayak uydurmaya çalıştım ancak gözlerim çoğunlukla insanları tarıyordu. Hemen önümde Selen ve Alara zıplayarak video kaydı alırken Cihan ve Çetin tanımadığım iki kızla dans ediyordu. Birlikte geldiğimiz diğer öğrencileri tanıyabilmem için formalarında okulumuzun amblemini aramam gerekti. Bazıları Selen gibi yanında yedek tişört getirdiğinden tanınmıyordu.

Kulaklarım daha şimdiden sızlamaya başlamıştı, başım korkunç bir derecede ağrıyordu. Işıklar sürekli olarak hareket ettiği için ara sıra bulunduğum alan karanlıkta kalıyordu ve ben, arkamda tek tük insanlar olmasına rağmen kendimi karanlık bir uçurumun ucunda bekliyormuşçasına tehlikede hissediyordum. Sıcak ortama kıyasla sırtımda soğuk bir esintiyi barındırıyordum.

Kafam, bu gün tamamıyla allak bullak olmuştu. Gün başından bu yana yaşadıklarım sanki birikmişte bir gülleye dönüşüp başıma çarpmış gibi hissediyordum. Aklıma ilk gelen şey, bir kulak tıkacı bulmam ve dışarıdan gelen seslerin yanında zihnimde yankılanan çığlıkları susturmam gerektiğiydi.

Gözlerimi attığım her köşede yakaladığım gölgeler beni tedirgin ediyordu. Sanki insanların arasına sızmış bir avcı vardı ve gözleri üzerimdeydi. Karanlık dumanların insanların gölgede bıraktığı ayakuçlarından sinsice sızdığını hayal ederek gölgeleri takip etmeye çalışıyordum.

Çok geçmeden, bu avcının kim olduğunu anlayabildim; gördüğüm ya da gördüğümü sandığım gölge o muydu bilmiyordum ama Ege, kesinlikle tüm uğraşlarını sonlandırmış bir halde benimle uğraşmak için adımlıyordu. Kalabalığın arasından sıyrılarak gelirken, insanlara karşı pekte kibar davranmadığını fark ettim. Neredeyse kalabalıkta derin bir yarık açarak yanımıza dek geldi ve bana doğru baktı. Ona baktığımı anlamaması için gözlerimi kaçırdım.
Selen'e seslenip yanına gitti ve bir süre dans ettiler. Hemen sonra ise kulağına eğilip bir şeyler fısıldadı. Selen, başıyla onu onayladıktan sonra Cihan ve Çetin'i yanına çağırdı.

"Hey, buraya gelin! Bir hatıra çekinelim!"
Fotoğraf çekineceklerdi ve bu fikrin Ege'den çıkması oldukça tuhaf gelmişti. Küçükken, okul fotoğraflarında en öne atlayıp, tamda fotoğrafın çekinileceği sırada tüm gülen suratları şaşkınlığa uğratma gibi huyları vardı. Karelerde asla düzgünce durmadığı için hiçbir zaman adamakıllı bir sınıf fotoğrafı çekinememiştik. Elimde sadece bir tane fotoğrafım vardı, ilkokul zamanlarımdan; o da tek başıma gülümsediğim fotoğrafımdı.

Çetin, Cihan, Alara, Selen ve Ege... Onlar yakınlaşıp arka plandaki sanatçının da çıkabileceği şekilde fotoğraf çekilmeye çalışırken Selen'in gözleri bir an için kameranın ardından beni buldu. Gülümseyip yanına gelmem için elini salladığında, yutkunup usulca ayağa kalktım. Fotoğrafa dahil olmam gerektiğini hissediyordum. Planım, Ege'nin olduğu taraftan oldukça uzakta bir köşede poz vermekti ancak grubun yanına gelir gelmez Selen kolumdan tuttuğu gibi beni kendine çekmesiyle kalbim tekledi. Selen'in yanında durmam demek, Ege'nin hemen yamacında olmam demek olduğundan bileğimi elinden usulca çekmeye çalıştım Selen'in.

"Ben şurada durabilirim," diye mırıldandım ancak Selen, müzik sesinden dolayı ne dediğimi duyamadı. Başını eğip benden daha güçlü bir şekilde bağırdı. "Canım bir fotoğrafımızı çeker misin?"



Tuttuğu elime ışıltılı telefonunu tutuşturuverdi o anda. Anlık olarak şaşkınlığa uğradım. Fotoğrafta çıkmamı istediği için çağırdığını sanmıştım ancak o, beni yalnızca onları çekmem için çağırmıştı. Elimdeki telefona öylece bakakaldım, yüzümden gayet net bir şekilde anlaşılan ifademin onlarda ne uyandırdığına bakmak istemedim.

"Sonra da seninle çekiniriz," diye bağırdı ancak içten içe bu teklifi reddettim. İçimde bir yerlerde bir şeyler kırıldı. Duygularım bin parça halinde dağıldığını hissettim.
Birkaç adım geriledim ve kamerası açık halde bekleyen telefonu yan yatırıp ayarladım. Grubun arkasında kalan sahne çok daha aydınlık olduğu için arkadaşlarımın yüzü görünmüyordu, bu yüzden ışığın değdiği anı yakalamaya çalıştım. Kızıl bir ışık yüzlerine vurduğu anda ekrandaki büyük tuşa bastım ve ardı ardına çektim. Ekranda gülümseyen beş yüzü istemsizce hatıralarıma kaydettim.

İleride ne olacağını bilmiyordum ama bu kızıl gülümsemeler onlar için olmasa bile benim için oldukça önemliydi. Zihnim, geniş bir hatıra sarayına dönüşmüştü.

Telefonu indirdiğim sırada hafifçe tebessüm ettim. "Çektim," diye mırıldandım. Birkaç farklı poz daha istediklerinde flaşı açtım, kamerayı ardı ardına oynattım, birbirinden tuhaf pozlar verdiklerinde de gülümseyerek onları videoya aldım. Birbirlerinin sırtına çıkıp, müziğin nakarat kısmındaki tuhaf hareketleri taklit ederlerken gerçek anlamda eğleniyormuş gibi görünüyorlardı. O an öyle olmasa bile ben samimi heyecanlarına katılmıştım... Oldukça uzaktan...

Daha sonra Selen beni tekrar yanına çağırdı. "Fotoğraflara bakalım!" diye bağıran Alara'yı terslediler. "Sonra bakarız, şimdi bir de Mercan ile çekinelim."



Selen, telefonu bizim okuldan bir öğrencinin eline tutuşturup bizi çekmesini gayet rahat bir şekilde teklif ettiğinde, az önce yaşadığım hayal kırıklığının aslında çok yersiz olduğunu; Selen'in yine aynı şekilde başka birinden isteme imkânı olmasına rağmen benden istemesinin üzücü olduğunu anımsadım.
Yanıma geldi, kolunu belime dolayıp tek ayağını havaya kaldırarak poz verdi. O kadar içten davranıyordu ki, yaptıkları yüzünden onu suçlayamıyordum bile. Ege ile aramda duruyor olmasına rağmen, Ege'nin üçüncü fotoğraf karesinden sonra Selen'i aşıp yanıma gelmeye çalışması ile aramızdaki mesafe zorlandı. Flaş patladığı her anda, Ege adım adım bana yaklaştı; Selen'in verdiği tuhaf pozlarla birlikte de hemen yanıma gelmesi uzun sürmedi. Ona bakmamaya, hatta onun gibi adım adım yana kaymaya çalıştım. Her ne kadar ona bakmasam da, varlığını yanımda hissetmek içten gülümsememi bozuyordu. Dudaklarım öylesine kıvrılmış gibi saçma bir gülümseme ile kameraya bakarken biranda üzerimde hissettim soğukluk ile çığlık atıp geriledim. Ne yazık ki, bakışlarımın üstüme kayması ile eğilen başım, ardımdaki tehlikeyi görmemi engelledi. Üzerime dökülen soğuk içeceği tenime temas etmemesi için tişörtümle birlikte çekiştirirken istemsizce geriye doğru adımladım. Böylelikle ayağımın takılması ile geriye doğru düşmem bir oldu. Bileğim sert bir cisme takıldı, geriye doğru düştüm. Kalçam sert bir şekilde yere değer değmez, acıdan gözlerimi sımsıkı yummuş, saniyeler içinde gerçekleşen olayları anlamaya çalışırken buldum kendimi. Biraz sonra, etrafımda duyduğum kahkaha sesleri ile telaşla gözlerimi araladım. Tuhaf bir şekilde yere kapaklanmamla birlikte önümüzdeki insanların etrafa kaçışarak bana büyük bir alan açmalarına neden olmam; aynı zamanda dikkatlerin de tamamen üzerime çekilmesine neden olmuştu. Tanıdığım veya tanımadığım herkes bana gülüyordu. Karanlıkta, ara sıra parıldayan dişleri ile gülümseyen korkunç suratları görünce yüzüm düştü.



"O da neydi? Bu kaçıncı oldu?" diyen sesleri takip ettiğimde tepemde Selen'i ve Alara'yı gördüm. Oldukça güleç bir ifade ile beni yerden kaldırmaya çalışıyorlardı. Neler olduğunu kavrayamadan ayağa kalktım ve kızların desteği ile az önceki masaya tutundum. Ayaklarımın beni kendi isteği ile taşıması bir dakikamı aldı.

"Gerçekten komikti..." diyen Çetin'e şaşkınlıkla baktım. "Fotoğrafta nasıl çıktığını görmelisiniz! Tamda flaşlar patladığında çektim!" diyen kız, elindeki telefonu Selen'e verince, muhtemelen düşme anımda çekilmiş fotoğrafımın komikliği küçük grubumuzu kahkahalara boğdu. Ben, fotoğrafta nasıl çıktığımın telaşı ile kaşlarımı çatmış, amaçsızca üzerimi silkelemeye çalışırken Ege lafa atıldı.
"Gerçek bir başyapıt olmuş," dedi.
"Düştüğünü gören kaçıştı resmen, buradan sahneye atlayabileceğimiz kadar geniş bir alan oluşturduğu için Mercan'a teşekkür ediyoruz."
"Bu gün kaçıncı düşüsün Allah aşkına! Habere yeri boylayıp duruyorsun!" diye bağırıp karınlarını tuta tuta güldüler arkadaşlarım. "Yer çekimine karşı koyamıyor!" Yanaklarımın al kesileceği kadar kızardım, titredim ve yüzümü saçımla kapattım.
"Çok komik düştün yalnız, bir de üzerin tamamen batmış!" dedi Selen. Tenimde gıcıklandırıcı bir his oluşturan lekeye üzgünce baktım. Okul lakosum çok sorun değildi ancak açık renkli eteğimde iz bırakacağa benzeyen meyve suyu lekesi komik bir ifade ile yayılmıştı. Büyük ihtimal, yeni bir etek almak zorunda kalacaktım.

Gözlerim, telefondaki fotoğraflara bakarak gülen arkadaşlarımda turlarken, düşüşümün aslında çok yersiz olduğunu fark ettim. Ege'nin yanıma yaklaşması, üzerime aniden içecek dökülmesi ve ayağımın bir cisme takılması... Bunlar, elinde içecek taşıyan tek kişinin Ege olması ve savurduğu tehditlerin gecikmeyecek olması ile birlikte Ege'nin başının altından çıkmış bir olaya benziyordu.



Ona olan nefretim katlanarak büyüdü ve olay unutulup konserin heyecanına yeniden dönüldüğünde bile gözlerimi bir an olsun üzerinden ayırmadım. Mavi gözlerimden kin fışkırdığına, gözlerimin alev alan halini gören Ege'nin de bundan zevk aldığını yüzündeki o yamuk gülüşten anlıyordum. Konser, aynı heyecanda sürüklenip gitti ve ben, günün henüz son bulmadığını hatırlayarak sızlandım. Kalabalığa karışıp konserden çıkarken, hoplayıp zıplamaktan kan ter içinde kalmış arkadaşlarım alnından boncuk boncuk inen terleri ellerinin tersiyle siliverdiler.

"Harikaydı!" diye bağırdı Selen biranda. "Evet, bu gerçekten muhteşemdi! Bu kız kesinlikle daha büyük bir ünü hak ediyor. Yeteneğine hayranım."
"Sanırım yeni bir albümü çıkacakmış, bir sonraki konseri için şimdiden sabırsızlanıyorum."
"Bugün eğlencenin dibine vurduk!"
"Bu muhteşem ötesiydi!"
Arkadaşlarımın heyecanla soluklandıkları anlarda ben yalnızca gülerek eşlik edebildim. En arkadan, insanlara çarpmadan dışarıya, tekrar açık havaya çıktığımızda karanlıktan aydınlığa ulaşan gözlerim sızladı ancak ruhum, boğucu karanlıktan kurtulmanın ferahını yaşıyordu. Derin derin soluklanıp açık havayı içime çektim ve tepeden inmeye başlamış olan güneşe selam verdim.

"Saat kaç?" diye sordu Alara. Selen çevirip bileğindeki saate baktı. "Neredeyse iki buçuk..." diye mırıldandıktan saniyeler sonra "İKİ BUÇUK MU?" diye kendi kendine hayrete düştü. "Olamaz, olamaz, olamaz," diye sayıkladı.



"Çabuk koşun!" diye bağırdı ve önden önden hızlıca ilerlemeye başladı. Aynı zamanda üzerindeki tişörtünü çıkartıp çantaya katmaya çalışıyordu. Tam anlamışla kalbim dikenli sarmaşıklar ile dolandı ve telaşla kalbim kasıldı. Tedirginlikle bağırıp koşmaya başlayan arkadaşlarımın peşine takıldım. "Ne oldu?" diye bağırdı Ege, neler olduğunu anlayamayarak arkadan aramıza katılırken. Hepimiz koşuyorduk,
"Ne mi oldu? 10 dakika sonra ders başlıyor, daha ne olsun!"
Sonunda korkularımdan korkmanın onların gerçekleşmesini engellemediğini bir kez daha anlamış oldum. Derse geç kalmamız demek, yoklamada adımızın eksik olması ve okuldan kaçtığımızın anlaşılması demekti. Müdür yardımcısının, özellikle bu gün yoklama konusunda çok dikkatli davranacağına emindim. Yani, başım büyük bir beladaydı.

"10 dakika mı?" diye sordu Ege, emin olmak için. Gözleri, o kısacık saniyede bana çarptı ve gözlerinden geçen öfkenin hedefi oldum. Sinirden çenesi kasıldı, koşarken havalanan saçlarını öylesine geriye savurdu. "S*ktuğumun on dakikasından mı bahsediyorsun sen? On dakikada durağa ancak varırız aptallar!" diye bağırdı. Gür sesi adımlarımızı daha da hızlandırmamıza neden oldu.

"Ebemi s*kecekler!" diye bağırarak küfürler yağdırırken, öte yandan saati kontrol etmediğimiz için bizi suçluyordu. Konserden erken ayrılmamız gerektiğini hepimiz bilmemize rağmen, neden son ana kadar durmuş ve saati kontrol etmemiştik, hiçbir fikrim yoktu.



İçerideki kavurucu sıcaklık yetmemiş gibi, teri soğumadan yeniden ecel terleri dökmeye başladık. Ne yazık ki, kızdırdığımız hocaların bize büyük bir ceza vereceğini hissedebiliyordum. On dakikalık durak mesafesini iki dakikada aşıp ilk gelen dolmuşa bindik. Selen'in ve Ege'nin dolmuş şoförüne yaptığı iltifatlar ve acınası yalvarmalar ile dolmuş, hiç duraksamadan hızlı bir şekilde okulumuza en yakın güzergâha kadar ilerledi. Fazladan bozukluk bırakmamıza neden olan hızlı yolculuğumuz, bir yerden sonra yine koşarak ilerlememizle devam etti. Koştuk, koştuk ve sonunda okulun yanına geldiğimizde ne yapacağımızı bilemez bir hale geldik. Ders başlayalı on dakikayı çoktan geçmişti ve büyük ihtimalle kapıları kontrol eden görevliler vardı.

"Eyvah, nasıl gireceğiz?" diye sordu Alara.
"Kesin yakalanırız, ne yapacağız?"
Şüphesiz ki en çok tedirgin olanlardan birisi bendim ki, sırtımdan ter damlaları boşalırken ellerim buz kesmişti. "İşimiz bitti gençler, üzgünüm."
"Ayvayı yedik, boşa uğraşmayalım. Yoklama çoktan alınıp patlıcana teslim edilmiştir."
"Arkadaşlar, içerideki yoldaşlarımızın hocaları oyalamış olduğunu varsayarak hareket edelim. Henüz vaktimiz var, pes etmeyelim."
"Boş lafı bırakın, bize acil plan lazım."
Öğrencilerin kendi arasında tartışıp durmasını sessizce izledikten sonra, ceza almamak için yapabileceğimiz bir şey düşündüm. Ellerimi saçlarıma daldırıp, diğerleri gibi olduğum yerde adımlarken gözlerim sürekli olarak Ege'ye kayıyordu. Alnına dökülen sarı saçlarını dağıtıp duruyor ve ellerini lakosunun altından kemerine yaslayarak soluklanıyordu. Tedirginlikten çok öfke sezinliyordum.

"Şuraya bakın," diyerek bizi yanına topladı Selen. "Bunlar beden hocasının takımı değil mi?"


"Evet, bugün şu eski stadı gezeceklerdi."
"Aha!" diye haykırdı Selen. "İşte fırsat, koşun!" diye bağırdı. Biz daha ne olduğunu anlamadan, kendimizi beden eğitimi hocasının götürdüğü atletik öğrencilerin arasında bulduk. Öğrenciler, gezi boyunca yanında olduğumuza dair -bizim için- yalan söylemeyi -Selen ve Cihan'ın üstün becerileri sayesinde- kabul ettiklerinde, hoca fark etmeden okul sınırları içerisine girmeyi başardık. Güvenliği sorunsuz atlattık, okul binasının cam kapısını geçtik ve girişte kontrol yapan müdür yardımcısı da – başımızda hocamız olduğu için- hiçbir şey demeden sınıflara dağılmamıza izin verdi. Onun beklediğini düşündüğü kişiler biz değildik, bizi geziye giden öğrencilerden sandığı için kale bile almamıştı.

Selen ve Alara'nın kısacık bir an bakışıp bıyık altından gülümsediğini fark ettim. Müdür yardımcısı gittikçe arkamızda kalırken biz birinci sınıfların olduğu alana doğru döndük. Öğrenciler, neredeyse çığlık çığlığa içeriye girmenin ve ceza almamanın sevincini yaşarken koridorda yankılanan gür ses ile aniden olduğum yere çakılıverdim.

"Mercan Solgun!" Tüm bedenim kaskatı kesildi, yutağım kararsızlıkla yutkunmamı engelledi. Gözlerim, benimle birlikte duran arkadaşlarıma kaydı. İrileşmiş gözleri ile bana bakıyor ve dudaklarını hafifçe oynatarak bir şeyler söylüyorlardı. Ne söylediklerini anlamadım ama hakkımda telaşlanmak yerine oldukça rahatsız edici olumsuz düşünceleri yeşerttiklerini görebiliyordum.
Müdür yardımcısı onca kişinin arasında neden benim adımı seslenmişti ki?



"Ve Egemen Eraslan!"
Adımı duymayı umursamadan merdivenlere yönelmiş Ege'de sonunda aniden duraksadı ve hızlıca arkasını döndü. Göz göze geldik, gözlerinden fışkıran o kıvılcımlarda korkumun yansımasını gördüm.
Yakalanmıştık. 

Sizce Egemen, yakalanmalarının cezasını Mercan'a nasıl çektirecek? İkiliyi neler bekliyor?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top