4

Gülsüm, amcasının İsmail ile beraber kaçtığını haber alınca köşkte bir kıyamettir koptu. Kız, kendisini hamama sokmaya Çalışan Nevnihal Kalfaya bir tekme savurarak sokağa fırladı; Maltepe'ye giden cadde üzerinde alabildiğine koşmaya başladı. Bir yandan da avazı çıktığı kadar «İsmail, İsmail» diye bağırıp ağlıyordu. Bereket versin bir yerde ayağı taşa takılarak yüzüstü yere kapandı; burnundan şiddetli bir kan boşandı. Yoksa bu tozu dumana katarak yaralı yaban domuzu gibi kaçan canavara yetişmek tıknefes lalanın kârı değildi.

Gülsüm'ü, yüzü kanlı bir çamurla sıvanmış, avuçları, dizkapakları patlamış bir halde köşke getirdiler. Kalfa, önüne renk renk yeni elbiseler seriyor; büyük hanım, türlü dil dökerek onu kandırmaya çalışıyordu.

Fakat kız «İsmail» deyip, «İsmail» işitiyordu.

Dürdane:

— Anne, sen de durup dururken başına iş açarsın... Ne yapacaksın bu pisi? diye söylenmeye başladı.

Nihayet, bu muhabbet yarasını başka bir muhabbetle kapatmak için yukardaki sütnineye seslenerek çocuğu getirdiler.

Nadide Hanım:

— Bak Gülsüm, bu da senin kardeşin... Biraz daha büyüsün, bunu sana vereceğim. Sen onun dadısı, evin kızı olacaksın... diye kundağı uzattı.

Fakat hayret! Gülsüm bu ağır ağbani kundağı, altın (maşallah) lı melek yüzlü bebeği o paçavralar içinde kaybolmuş koca kafalı, sıska yüzlü, kirli kuklaya tercih etmiyor, «Ben İsmail'i isterim!» diye çakal gibi uluyordu.

Nihayet, büyük hanım etrafındakilere gizlice göz kırparak sert bir sesle:

— Pekâlâ, dedi, sen bizi istemezsen biz de seni istemeyiz... Dayın mıdır, nedir o sakallıya haber göndeririz... Gelir, seni alır... Şimdi sus...

Fakat Gülsüm, gurbete çıkmış bir adamın böyle çocuk sözü ile yolundan dönmeyeceğini biliyor, kendini yerden yere çarpıyordu. Nihayet Yorganlı'nın tavsiye ettiği çareye başvurmak lazım geldi. Binbaşı Feridun Bey ellerini kalçalarına koyarak heybetli bir yürüyüşle çocuğa doğru birkaç adım attı; yürüyen bir tabura kumanda verir gibi dik bir sesle:

— Dur, diye bağırdı, sesini kes... Şimdi seni çiğnerim.

Kanındaki atalardan kalma zabit korkusu Gülsüm'ü bir an içinde taş gibi dondurdu. Artık insafına kalıyordu. Bir zerre mukavemet görmeden ona ne istersen yaptırabilirdin. Nevnihal Kalfa gözlüğünü taktı, kızı önüne çömelterek saçlarını aralıya aralıya bit muayenesine başladı.

Bu başların bit, sirke yuvası olduğunda şüphe yoktu. Ancak bu muayene, konağın öteden beri memleketlerinden yeni gelmiş halayıklara, evlâtlıklara tatbik edilen bir formalitesi idi.

Kalfa kızın ince saç örgülerini makasla kesti, sonra onu hamama sokarak kaynar su ile yıkadı. Nihayet arkasına Seniye'nin eskimiş çamaşırlarından bir gömlek, kısalmış bir kırmızı entari giydirdi. «Evin kızı»na bütün hayatında bir üniforma hizmeti görecek olan beyaz önlüğünü de takınca tuvaleti tamamlanmış oldu.

Yorganlı'nın tahmini gibi Gülsüm, acısını bir iki gün içinde hazmetti.

Doğuştan şen ve gamsız bir kız olduğu görülüyordu.

Demir gibi bir vücudu, solmaz bir rengi vardı. Ara sıra kahkahayı bastığı zaman evin içini çıngır çıngır öttürüyordu.

Şimdilik vazifesi evdeki dört çocukla oynamaktan ibaretti. Onları peşine takarak tarlalarda koşuyor, evin etrafında kovalamaca, üzüm kütüklerinin arasında saklambaç oynuyordu.

Evdekilerin ondan bir tek şikâyetleri vardı:

İsmail'in adını ağzından düşürmemesi, önüne gelene ondan bahsetmesi. Halbuki bir oturuşta yarım somunla iki baş soğanın belini bükmesine, geceleri başını yastığa kor komaz horlamasına göre, içinde öyle derin bir hicran filân da kalmamıştı.

Büyük, küçük demez kime rastlarsa mutlaka bir yerini İsmail'e benzetir, havadan geçen bir turna katarı ona göre, Edirne'den baş bir semte gidemez; her hangi bir yiyecek hakkında İsmail'in zevkine göre mütalâa yürütülürdü. Yağmur yağar, «Allah vere İsmail sokakta olmasa», gök gürler, «İsmail acaba korkuyor mu?..» Komşudaki büyük köpeğin boyu İsmail'in boyu kadar, deniz kenarındaki taflanlar İsmail'in ikisi kadardır.

Gazete'de, Kilyos'ta bir çocuğun boğulduğunu okurlar: «Sakın acap İsmail olmıya? Oncacık çocuk ne bilir? Belki Edirne'den kaçıp denize girmiştir.»

Sonra, İsmail'e ait bitip tükenmez vakalar, maceralar...

Evdekiler, bu İsmail lâkırdısını evvelâ müsamaha ile, hatta biraz merhametle dinliyordu. Fakat gitgide sabırları tükendi.

Tütün kutusunun arkasına yaptığı hesaplara dalmış büyük hanım, bir zamandan beri başında hissetmekte olduğu karışıklığın Gülsüm'ün, omuz başında mırıl mırıl söylenmesinden ileri geldiğini fark edince birdenbire kızıyor, avazı çıktığı kadar: «Kız, sus! Gına geldi artık bu İsmail lâkırdısından» diye bağırıyor, sinirli küçük hanımlar, «İsmail sözünü duyunca gönlümüz bulanıyor» diye şikâyet ediyorlardı.

Nihayet, isyan çocuklara da sirayet etti. O, İsmail der demez, onlar hep bir ağızdan: «Ulan ayı! Sen başka lâkırdı bilmez misin?» diye bağrışmaya başlıyorlardı.

Bu vaziyet karşısında Gülsüm, artık kardeşinin adını anmaya korkar oldu. Fakat bu defa da başka bir şey çıktı. Nevnihal Kalfa bir gece bir masal söylemişti:

Fakir bir oduncu -anlaşılan Yorganlı vaziyetinde bir biçare- iki çocuğunu beslemekten âciz kalmış. Bir gün onları peşine takarak bir dağ başına götürmüş: «Siz burada kardeş kardeş oturun; ben şu tepenin ardında odun keseyim!» demiş. Çocuklar babalarını bekliye dursun, o, bir ağaca iki kuru kabak asmış ve baltasını omzuna vurduğu gibi kaçıp gitmiş... Rüzgâr estikçe kabaklar «tın... tın» diye birbirine vurur; çocuklar bunu balta sesi sanırlarmış... Nihayet ortalık iyice kararmış; çocuklar sesin geldiği tarafa gitmişler. Bir de ne görsünler? Babaları kendilerini bırakıp kaçmış... Çocuklar, sabaha kadar dağda:

«Tın tın eden kabacığım; bizi bırakıp giden babacığım» diye bağrışmaya başlamışlar...

Gülsüm, besbelli Yorganlı'yı oduncuya, kardeşiyle kendisini de kabak sesine aldanan çocuklara benzettiği için bu masalı kelimesi kelimesine bellemişti.

Çocuklar, ne vakit masal isteseler «Tın tın eden kabacığım» hikâyesine başlar, onlar «bıktık, bu kabak masalından» diye bağrışırlar, «Haminne, bak bu terbiyesiz yine oduncu masalını söylüyor» diye şikâyet ederlerdi.

Mamafih, zamanla İsmail'in adı büsbütün ortadan kalktı ve Gülsüm'de atlattığı fırtınadan yalnız, tedavisiz gibi görünen bir sersemlik, bir de ayakta durduğu vakit kucağında bir çocuk tutuyormuş gibi hafifçe kollarını kaldırıp avuçlarını açmaktan ibaret gülünç bir jest kaldı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top